CİLT II: ALTIN MEKTUPLARI
BÖLÜM 28: ÇIK DIŞARI
Mora hakkındaki konuşmalarının ardından kalan yolculukları sessiz geçmiş, geminin Redshapel limanına varmasıyla birlikte sona ermişti.
Bu seferki yolculuk daha hızlıydı. Gemi rüzgarı arkasına almıştı, bu nedenle yolculuk ilk ve ikinci sefere göre kısa sürmüştü.
Yu: Sivina’ya ev tutmalarını söylemiştik ama nerede tuttuklarını biliyor muyuz?
Yu böyle önemli bir kısmı nasıl oldu da daha önceden düşünemedi inanamıyordu. Sivina ile daha önceden konuşmaları lazımdı.
Yurine: Kaldığımız loncaya adres bırakmalarını söylemiştin ya, hatırlamıyor musun? Tam bir insansın, benim yardımım olmadan hiçbir şey yapamayacaksın anlaşılan.
Yu: Ah, aklımdan çıkmış, şimdi hatırladım.
Küçük unutkanlık sorununu çözmelerinin ardından loncaya doğru ilerlemeye başladılar.
Redshapel bıraktıkları gibiydi, zaten bir haftada kasabanın bu iç karartıcı gotik havasından kurtulması beklenemezdi.
Kasabanın kendi atmosferinin yanında mevsimin etkisiyle toplanan yağmur bulutları da Redshapel’i daha melankolik ve huzursuz bir renge boyuyordu.
Yu: Merak ettiğim bir şey var.
Yurine: Ne merak ediyorsun?
Yu: Ya da neyse boş ver.
“Daha sonra sorarım.”
Aslında çok daha önceden sorması gereken bir şeydi. Beraber bu maceraya atıldıkları ilk günde de buraya gelirken gemide sessizce geçirdikleri süre içerisinde de sormak istemiş fakat bunu sorarsa umut veriyor gibi görüneceğini düşündüğünden vazgeçmişti.
Şimdi tekrar bu soruyu sorma fikri aklına geldi ama yine de bu fikri aklından çıkarmanın daha iyi olacağına karar vererek sustu. Çünkü konu ile ne kadar ilgiliymiş gibi gözükürse Yurine’ye o kadar fazla umut verebilir ve başarısızlığın ardından büyük bir hayal kırıklığı yaşamasını sağlayabilirdi.
Soracağı soru Rie’nin ne söylediğiydi. Yurine’ye göre annesi her şeyi geri almanın mümkün olduğundan bahsetmişti ve yine onun anlattığına göre Sharley de aynısını düşünüyordu.
Yurine ve Sharley’nin inandığı, Rie’nin zamanı geri almak için anlattığı yöntem ne olabilirdi?
Hala inanmıyordu. Fantastik bir dünyada olsa da, kendini dünyaya geldiği gibi inanılması güç bir hikayenin içerisinde bulsa da inanamıyordu.
Burada geçirdiği bir ay boyunca yeterince fikir edinmişti, dünyada olan her bir olayı geri sarmak, zamanda geri gitmek bu dünyanın standartlarında bile imkansız görünüyordu.
Üstelik Yurine ona tanrıların olduğundan bahsetmişti, Yu’nun kafasındaki tanrılar gibilerse her şeyin üzerinde olmaları gerekiyordu. Tanrılar zamanı geri sarmak gibi bir eyleme müsaade eder miydi?
Yurine: Şey… sen, eğer istiyorsan…
Yu: Ne istiyorsam?
Yağmur hafifçe atıştırırken loncaya doğru ilerlemeye devam ediyorlardı. Havaya bakıldığında yağmurun şiddetini kırsa sürede arttıracağı anlaşılabiliyordu.
Yurine: Şimdi yağmur yağacak ya, gök gürler falan.
Yu: Gök gürültüsünden mi korkuyorsun? Daha önce gök gürlerken sakindin.
Yurine: Tabi ki de korkmuyorum! Off, boş versene.
Görünüşe bakılırsa Yurine’nin söylemeye çalıştığı şey her neyse onu utandırıyordu. Kelimelerini kafasında toparladıktan sonra konuşmaya devam etti.
Yurine: Bunu kendim için söylemiyorum, sen korkağın tekisin.
Yu: Bu ne alaka şimdi?
Birden bire Yurine tarafından aşağılanmıştı, Yu otomatik olarak kendini savunmaya başladı.
Yu: Bir kere ben korkak lafını kabul etmiyorum, ben sadece akıl ve mantık çerçevesinde hareket eden birisiyim. Bana da büyülü güçler verilseydi ben de gidip savaşırdım. Ama böyle olunca çok overpowered olacağımdan verilmedi işte, karakterleri dengelemek gerekiyor çünkü.
Yurine: Ne dediğini anlamıyorum, sadece sen bir korkaksın. Yani, eğer ısrar ediyorsan, korkmaman veya kaybolmaman için sana elimi tutma lüksünü bahşedebilirim.
Elini kaldırıp Yu’ya uzatmıştı ama göz göze gelmemek için başını çevirdi.
Yu: Anlıyorum. Önce benim için endişeleniyorsun şimdi de elimi tutmak için gök gürültüsünü bahane olarak gösteriyorsun. Elbette, böyle olması ve en sonunda aramızdaki yoğun sevgiyi kabullenmen şaşırılacak bir şey değil. Aksine, benim tüm bu muhteşemliğime rağmen aramızdaki sevgiyi reddetmen ve beni sevmemen şaşırtıcı olurdu. En nihayetinde benim zekam, karizmam ve mükemmelliğim ile birlikte sahip olduğum her bir iyi özellik kendi dünyamın da, bu dünyanın da ve var olması muhtemel diğer tüm dünyaların da çok üzerinde. Hal böyle olunca, benim de biraz yüz verdiğim herhangi birinin beni sevmesi tamamen ve kesin olarak kaçınılmaz bir durum.
Yurine: Vazgeçtim.
Yurine’nin pembeleşmiş yanakları Yu’nun ufak monologunun ardından beyazlaştı. Yu, Yurine’nin uzattığı elinin indiğini görünce eğildi ve hemen o eli yakaladı.
Yu: Tamam, tamam. Elimi tutmana izin veriyorum.
“En son ne zaman birisinin elini tutmuştum?”
Geçen baharda ablasının elini tuttuğunu hatırlıyordu. Konu şu an olduğu gibi el ele tutuşup yürümekse bu muhtemelen altı ya da yedi yıl önce olmalıydı.
Şimdi Yurine ile bu şekilde yürüyor olmak o günleri hatırlamasını sağladı. Fakat melankolik hissetmiyordu, o günler artık erişemeyeceği kadar uzakta olduğu için normalde üzülürdü ama şu an üzülmüyordu. Şu anda güzel anıların arasına bir başka güzel anının eklenecek oluşuyla birlikte mutluydu.
Yurine: Şuraya bak.
Kasabanın sokaklarında yürümeye devam ederlerken Yurine boştaki eli ile yolun kenarındaki duvarı işaret etti. Duvarın üzerinde onlara yabancı olmayan bir figür yer alıyordu.
Platin rengi saçları ve zümrüt rengi gözleri olan tanıdık bir şövalyenin resmi duvara çizilmişti.
Yu: Söylediğimiz şeyi yapmış.
Duvardaki resim için oldukça acemi bir çizim denebilecek olsa da Yu’nun tanıdığı platin saç ve yeşil göz kombinasyonuna sahip tek kişi olduğundan resimdekinin kim olduğunu çıkarmak zor değildi.
Ve dünyada platin saç ile yeşil göz kombinasyonu sık rastlanır bir kombinasyon olmadığından kasabadaki diğer insanlar için de tanıması kolay olacaktı.
İlerlemeye devam ettikçe duvarlarda Sivina için çizilmiş ve yazılmış resimler ve sloganlar ile karşılaşıyorlardı. Yu’nun dediği eksiksiz yerine getirilmişti.
Yurine: Beyni olan herkes bunun bir tuzak olduğundan şüphelenir.
Yu: Yine de bunun onu kışkırtacağını umuyorum. Eğer onu kışkırtıp kendi üzeremize çekmeyi başaramazsak olayı nasıl çözeriz hiçbir fikrim yok. Ormandaki araştırma bize sadece yakınlarda olabileceği hakkında bilgi veriyor.
Yağmur hızını arttırdığında ve artık iyicene ıslanmaya başladıklarında loncaya vardılar. Yağmurdan korunmak için loncaya sığınmış pek çok insan da buradaydı.
Yu ve Yurine, Sivina’nın bıraktığı adresi almak için loncadaki danışmanın yanına gitti. Adresi aldıklarında yağmur dinene kadar beklediler ve dindiğinde yola koyuldular.
***
Yu: Burası olmalı.
Yağmur tekrar atıştırmaya başladığında merkeze fazla uzak olmayan ama pek de tekin gözükmeyen bir bölgedeki eski bir evin önüne geldiler.
Sivina’nın bıraktığı adrese göre burası on iki numaralı sokaktaki on dokuz numaralı evdi ve Sivina ile diğerleri bu evi tutmuştu.
Kapının tokmağını birkaç kez vurduktan sonra birinin gelip kapıyı açması için beklemeye başladı. Kapıyı açmak için kimse gelmeyince aynı işlemi birkaç kez daha tekrarladı.
Yu: Kimse yok mu?
Yurine: Belki de biz gelmeden önce ölmüşlerdir.
Yu: Biraz daha pozitif olsan daha iyi olur diye düşünüyorum, hem ölselerdi cinayet işlendiğini duymaz mıydık?
Neyse ki Yurine’nin tahmini doğru çıkmadı. Yu kapıyı bir kez daha çaldığında yeşil saçlara sahip, yüzünde hafif bir gülümseme olan kız tarafından kapı açıldı.
Ana: Gelmenizi beklemiyordum, Sivina’dan bir sorununuzun olduğunu duymuştum. Hoş geldiniz.
Yu: O sorunu hallettik sayılır, hoş bulduk.
Ana onları içeri davet etti. Evin içi neredeyse tamamen boştu, içeride olan eşyalarsa yüz yıllık gibi gözüküyordu.
“Anaskm…”
Yu evin içinde beklenmedik iki canlı ile karşılaştı. İki köpek koridora çıkmış içeri giren yabancıları kontrol ediyordu, bakışlarından anlaşıldığı kadarıyla Yu’dan hoşlanmışa benzemiyorlardı.
Ana: Evi korumada yardımcı olurlar diye düşündük, Met bekçi köpeği ve Nito da av köpeği. Aslında Lylphia ikisini de bekçi köpeği almak daha mantıklı olmaz mı demişti ama barınaktaki diğer bekçi köpeğini vermek istemediler.
Bekçi köpeği olan Met’in uzun ve beyaz tüyleri vardı. Av köpeği ise siyah renkteydi ve diğerine göre daha küçüktü.
Yurine, Yu’nun yüzündeki anlık tepkiyi görünce sırıtmadan edemedi.
Yu: Diğerleri nerede?
Yu karizmasının çizilmesini istemediğinden köpekleri gelebildiği kadar görmezden geldi ve sakin bir ifade takınmayı denedi.
Ana: Yukarıdalar.
Ana eşliğinde evin ikinci katına, Lylphia ve Sivina’nın muhabbet ettiği yatak odasına çıktılar.
Evin en dolu olan odası burası olmalıydı. Üç kız ayrı odalarda kalmak yerine güvenlik amacıyla tek bir odayı beraber kullanıyordu. Böylece katil evin içine girerse en azından hepsini fark ettirmeden öldüremeyecekti.
Sivina: Gelmişsiniz.
Yu: Sesinin tonu çok anlaşılmaz. “Geç kaldınız,” mı yoksa “Gelmenizi beklemiyorduk,” mu yoksa “Gelmeseniz de olurdu,” mu demek istiyorsun bilemedim.
Yurine: Bu ne hadsizlik böyle? Onların benim gibi yüce bir varlığın ayağına gelmeleri gerekirken ben lütfedip onların yanına geliyorum ve beni böyle nahoş bir tepkiyle mi karşılıyorlar? Önümde diz çöküp af dilemelisiniz.
Yurine öfkeli gözlerini odadaki herkesin üzerinde gezdirdi.
Sivina: Sakin olun, öyle demek istememiştim.
Lylphia: Sadece Bay Valarfin’in son derece normalmiş gibi kızların odasına girmesi biraz yakışıksız. Bizim sohbetimizi duyması utandırıcı olurdu.
Bu muhabbeti devam ettirmek istemiyordu, ofladıktan sonra konuyu değiştirdi.
Yu: Her neyse, geçen hafta boyunca ne oldu?
Lylphia: Sivina’nın reklamı ile uğraştık, ayrıca Sivina şehirdeki iki davanın çözülmesinde yardımcı oldu.
Yu: Katil ya da Sony’den bir iz var mı?
Ana: Hayır, son olaydan beri katilden hiçbir haber alınmadı.
Son olay ile kastettiği şey Satoshi’nin vakasıydı. Son olay lafı anıldığında ortamdaki atmosfer kısa süreliğine soğudu.
Yu: Nöbetleri de dediğim gibi tutuyorsunuz, değil mi?
Ana: Evet.
Yu: İki ev tutmanızı söylemiştim, o iş ne oldu?
Son sorunun ardından Sivina ayağa kalktı ve pencereyi açarak parmağı ile kendilerinin çaprazında kalan bir evi işaret etti.
Sivina: Şu anda karşıdaki ev boş. Hem bu evin hem de o evin ön tarafındaki pencereler dışında tüm pencereleri tahtalar ile kapattık. Yani katil eve girmek isterse ön taraftan girmesi gerekecek, aksi takdirde tahtaları çıkartması gerekir ve bunu da fark edebiliriz. Ve iki ev de birbirinin ön tarafını net bir şekilde görebiliyor.
Yu: Anladım. Öyleyse bu akşam Lylphia da bizimle birlikte o eve gelecek. Burada üç kişi yerine iki kişinin nöbet tutması gerekecek ama halledersiniz herhalde. Nöbetçiler pencerenin önünden ayrılmadan sürekli karşı evi izlesin. Perdenin aralığından izlemeyi unutmayın ve ışıklar da kapalı olsun ki izleyen biri olduğunu kolayca fark edemesinler.
Sivina: Tamam.
***
“Bu iti getirmek zorunda mıydık?”
Lylphia, Met’i alt katta bıraktıktan sonra üst kata çıktılar. Yurine yatakta Yu’nun gelmesini bekliyordu. Yu yatağa oturdu ve Yurine şifa büyüsü uygulamaya başladı.
Bunun herhangi bir işe yarayıp yaramadığından ikisi de emin değildi ama handaki bayılma olayından beri Yurine günde üç kez Yu üzerinde şifa büyüsü uygulamayı ihmal etmiyordu.
“En azından o olaydan beri bir şey olmadı.”
Birkaç kez kusacak gibi olmuştu ve baş ağrısı da günlük bir problem olarak karşısına çıkıyordu. Yine de bir kriz ile karşılaşmadığı için Yu şifa büyüsüne umutla yaklaşmaktan kendini alıkoyamıyordu.
Yurine: Bir şey olursa beni uyandıracaksın.
Yu: Uyandırırım.
İlk nöbeti tutmak için Yu gönüllü olmuştu. Gece yarısı uyandırılmak istemediği için böylesi işine geliyordu. Yurine yatağa yattı ve Lylphia da o odaya taşıdıkları koltuğa uzandı.
Onlar uyurken Yu perdeyi araladı ve Sivina ile Ana’nın kaldığı evi izlemeye başladı. Eğer gözleri onu yanıltmıyorsa çaprazlarında kalan evin penceresinden bu eve bakan birinin siliüetini görebiliyordu.
---
Yu’nun nöbeti inanılmazın ötesinde sakin geçmişti. Sokaktan geçen şüpheli insanı bırakın ufak bir canlı dahi yoktu.
Karşı binadaki siliüetin kısa süreliğine kaybolup hemen ardından tekrar belirmesi ile birlikte Yu, Sivina ve Ana’nın nöbet değiştirdiğini düşündü.
Onun da artık uykusu gelmeye başlamıştı ve nöbeti devralması için Lylphia’ya seslendi.
Yu: Hey, şşt, uyan, Lylphia, kime diyorum?
Yurine’yi uyandırmak istemediği için kısık sesle konuşuyordu. Lylphia, Yu’nun biraz daha uğraşmasının ardından uyandı ve nöbeti devralmak için ayağa kalktı.
Yu: Eğer tuvaletin falan varsa şimdi yap, daha sonra nöbet yerini terk etmeni istemiyorum.
Lylphia: Yok.
Pencerenin önüne geçti ve perdeyi aralayıp çaprazlarındaki binayı izlemeye başladı. Yu da o sırada Lylphia’nın bıraktığı koltuğa geçti.
Uyumadan önce Yurine’ye baktı, yatakta uyuyordu. Nedense o anda konuşası geldi.
Yu: Biliyor musun, normalde kendimi abi gibi hissederdim ama bugün biraz daha baba gibi hissettim.
Lylphia: Hmm, neden?
Yu: Sanırım yakınlaştıkça böyle oluyor.
Lylphia: Böyle tatlı bir kızınız varken babalık içgüdülerinizin artması normal.
Yu: Değil mi?
“Acaba Rie bunun hakkında ne düşünürdü?”
Kısa sohbetleri sona erdiğinde Yu uyumak için Lylphia’nın bıraktığı koltuğa geçti. Rahat değildi ama Lylphia koltuğu ısıttığı için soğuk sonbahar mevsiminde Yu’nun hoşuna giden bir his bırakıyordu.
Yu uykuya dalmak üzereyken Lylphia haykırarak hem Yu’nun hem de Yurine’nin korkuyla fırlamasına sebep oldu.
Lylphia: Oradalar!
Lylphia pencereyi açtı ve dışarı atlayacaktı ki öfke dolu korkunç bir ses tüm sokakta yankılandı.
???: VALARFİN! ÇIK DIŞARI!
-------------------------
*** Yu: Sivina’ya ev tutmalarını söylemiştik ama nerede tuttuklarını biliyor muyuz?
Yu böyle önemli bir kısmı nasıl oldu da daha önceden düşünemedi inanamıyordu. Sivina ile daha önceden konuşmaları lazımdı.
Yurine: Kaldığımız loncaya adres bırakmalarını söylemiştin ya, hatırlamıyor musun? Tam bir insansın, benim yardımım olmadan hiçbir şey yapamayacaksın anlaşılan. ***
Bölüm 25'i atarken Sivina ve Yu'nun konuşmasına bu kısmı eklemeyi unuttum, kusura bakmayın. Daha sonra 25. bölümü düzenleyerek ekleyeceğim.
31.03.2021 - 23:55
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..