Cilt III - Bölüm 4: Yarı Aslan Köyüne Saldırı

avatar
647 6

Z (ESKİ) Start Again: Mutlu Son İçin - Cilt III - Bölüm 4: Yarı Aslan Köyüne Saldırı


Y.N: Bu bölümü yazarken ne kadar sıkıldığımı hatırladım, sıkıldığım için de baya kötü yazdım. Özellikle yeni karakterin kısımlarını yazmak zulüm gibiydi ama o bölümleri yazmak birkaç gün alsa da devam ettim. O kadar sıkıldım ki bölümü tekrar kontrol edip hataları düzeltesim bile yok. Sekizinci bölüme kadar aynı sıkıcılık ve kötülükte devam edecek hikaye, kusura bakmayın.

CİLT III: ÇAN SESLERİ

BÖLÜM 4: YARI ASLAN KÖYÜNE SALDIRI

Roaron halkının verdiği isimle V’roa adlı ormanın içlerinde yer alan, bölgedeki birkaç canavar adam kasabasından bir tanesi olan V’roa’dek’triar kasabası ilk kez böyle bir kargaşayı görüyordu.

 

Normalde ormanın dışında yaşayan insanlar buraya pek uğramaz, yolu buraya düşenler ancak yolunu kaybetmiş avcılar olurdu.

 

Roaron halkı insanlar tarafından canavar olarak kabul ediliyor ve ormanın dışında dışlanıyorlardı. Bu da onları ormanın içine kurdukları küçük köylerde yaşamaya itmişti.

 

Yarı insanlar yine insanlardan türetilerek yaratılmış varlıklardı fakat Roaronlar tamamen aslandan türetilmişti.

 

Kendilerini yaratan tanrının lütufu sayesinde insansı bir form kazansalar da hayvansı özellikleri daha baskındı. Onlar bir aslanın ayağa kalkmış haliydi. Görünüşleri yüzünden ormanda yolunu kaybedip onlarla karşılaşan avcılar tarafından canavar adam olarak çağırılıyorlardı.

 

Yarı aslan halkı bu tabire gülüp geçerdi, onlar kendilerini bir canavar olarak görmüyorlardı. Zaten kim kendini korkunç bir canavar olarak görmek isterdi ki?

 

Onların iki ayakları üzerinde durmalarını sağlayan uzun bacakları ve aslanlardan daha kalın kolları vardı. Patiler yerine elleri vardı ve insan dilini konuşabiliyorlardı.

 

Onlar da üzülüyor, neşeleniyor ve değer veriyordu. Türlerine bağlı olarak ırksal ve sosyal farklılıklar olsa da duyguları insan duygularıyla aynıydı.

 

Onları gören avcılar ilk başta korksa ve kimisi saldırmayı kimisi kaçmayı denese de Roaron halkı dış dünyadaki insanların kendilerini bir tehdit olarak algılamasını istemiyor, yolunu kaybetmiş avcılara karşı misafirperver ve iyi niyetle yaklaşıyordu.

 

Bu sayede avcılar onları dost kabul ediyor ve kendine Roaron halkı diyen bu yarı aslanların ormanda kendilerine yol göstermesine müsaade ediyordu.

 

Elbette arada sırada yarı aslanların içinden kaybolmuşlara zarar vermek isteyenler çıkıyordu ama bu durum tüm Roaronların zarar görmesine yol açabileceği için yolunu kaybetmişlere zarar vermek katı kurallarla yasaklanmıştı.

 

Böylece burada geçirdikleri asırlar boyunca kabileleri arasında küçük çatışmalar yaşamış olsalar da V’roa ormanı herhangi bir düşmanın işgaline uğramamış ve Roaron halkı dış güçlerle savaşmak zorunda kalmamıştı.

 

Zaten dışarıdan gelen insanlarla savaşmanın onların sonunu getireceğini biliyorlardı. Kendileri insanlara kıyasla daha güçlü olsalar da insanlar kurnazdı, fazlaydı ve algılayamadıkları büyüler kullanıyorlardı. Onlara karşı şansları olmadığının her bir yarı aslan farkındaydı ve hiçbir zaman insanlara karşı savaşmayı düşünmediler.

 

Öyleyse, neden şimdi insanlar onlara saldırıyordu?

 

Barış ve huzur dolu günleri koruyabilmek için çok çaba göstermişlerdi. Şimdi tüm köyün insanlar tarafından yakılmasının sebebi neydi?

 

Ki-Gar’o klanının en güçlü savaşçısı Rhuu’fu Ki-Gar’o’nun aklında bu soru vardı. Fakat bu soru için düşünecek çok fazla zamanı yoktu, çünkü elindeki baltayı sallıyor ve arkasındaki çocukları korumaya çalışıyordu.

 

Altın tüyleri ve kara yelesi kana bulanmıştı, gözleri de kan çanağına dönmüştü. Elindeki kan yüzünden baltası kayıyordu ve tutmakta zorlanıyordu. Yine de savurmaktan başka seçeneği yoktu.

 

Önündeki adam gülüyordu. Bir dövüşün içindeydi, karşısındaki iki metrelik aslan adam onu öldürmek istiyordu ama sarı gözleri kırmızıya dönerken neşeli bir şekilde gülmeye başlamıştı.

 

Rhuu’fu neden güldüğü ile ilgilenmedi, sadece baltasını adamın kafasına savurdu fakat balta adamın kafasına değmeden durduruldu.

 

Rakibi tek elinin parmaklarının arasına baltayı almış, onu havada tutmuştu. Gülmekten gözünden yaş geliyordu, şu anda o kadar mutluydu ki Rhuu’fu onun bu yüzünü görünce çıldırdı.

 

Ayağını rakibinin karnına geçirdi, rakibi gülmeye devam ederken alevler tarafından yutulmuş bir evin içine uçtu.

 

Trh’iii’ne: Rhuu’fu’ki!

 

Rhuu’fu’nun hoşlandığı yarı aslan dişisi, kabile reisinin kızı Trh’iii’ne Ki-Gar’o elini kaldırdı ve tüylü parmaklarını Rhuu’fu’ya doğru uzattı.

 

Trh’iii’ne’nin başı kopmak üzereydi. Rhuu’fu elindeki baltayı kaldırdı ve Trh’iii’ne’nin üstündeki adama baltasını fırlattı.

 

Balta dönerek üzerine gelirken adam basitçe kaçıldı ve ardından Roaron halkının kürdan diyerek dalga geçtiği ince kılıcıyla Trh’iii’ne’nin başını kesti.

 

Rhuu’fu: Trh’iii’ne!

 

Trh’iii’ne’nin başı yerde yuvarlanıp yanan otların arasında dururken boynundan boşalan kan ve kasılan kaslar yüzünden vücudu hareket etmeye devam ediyordu.

 

Rhuu’fu, Trh’iii’ne’nin öldüğünü görünce tüm görüşü kırmızıya döndü, korumaya çalıştığı çocukların varlığını unutmuştu. Kükredi ve şeytana doğru koşmaya başladı.

 

Sadece ayaklarının üzerinde değil, ellerinin üzerinde de koşuyordu.

 

Trh’iii’ne’nin kafasını kesen adam köyü basan diğer tüm insanlar gibi gülüyordu, sadist, acımasız, sıcak.

 

Gözleri zevkten kırmızıya dönmüştü, kırmızı gözlerindeki yakıcı ve alaycı bakış Rhuu’fu’nun içine işlerken ardı ardına öfke patlamaları oluşturuyordu.

 

Rhuu’fu’nun üzerine koştuğu rakibi kılıcını kaldırdı ve kılıcın etrafında oluşan mor kristaller Rhuu’fu’ya doğru uçmaya başladı.

 

Rhuu’fu gözünü bile kırpmadan üzerine gelen kristallerin üstüne koştu. Yarı-aslanın vücuduna saplanan kristaller derin yaralar oluştursa da Rhuu’fu rakibinin üstüne koşmaya devam etti.

 

Rhuu’fu rakibinin üstüne atlarken adam öfkeli, şaşırmış ya da korkmuş değildi. Sadece rakibini yaptığı büyü ile durdurmayı başaramadığı için hayal kırıklığına uğramış bir ifade taşıyordu.

 

Rhuu’fu pençesini şeytanın suratına doğru savurdu fakat adam basit bir hareketle pençeden kurtuldu ve Rhuu’fu’nun karnına bir yumruk atarak onu havaya fırlattı.

 

Rhuu’fu biraz yükseldikten sonra inişe geçti ve o sırada rakibi attığı tekme ile Rhuu’fu’nun geriye doğru düz ve hızlı bir şekilde uçmasını sağladı.

 

Rhuu’fu yanan bir ağaca çarpıp kendi üstüne devirdiğinde durabilmişti. Üstündeki ağacı kaldırırken yelesi alev aldı.

 

Yaralıydı, ,güçsüz düşmüştü, yanıyordu. Şu anda devam etmesini sağlayan tek şey öfkeydi.

 

Bir an için yanan köyüne göz attı. Yalnızca savaşçılar değil, kadınlar ve çocuklar da bir avuç insan tarafından kıkırdama ve kahkaha eşliğinde katlediliyordu.

 

Böyle onursuz bir hareketi nasıl yapabilirlerdi?

 

Hepsinin gözü kırmızıya dönmüş, zevkten Tougenyu’ya varmışlardı.

 

Rhuu’fu üzerindeki ağacı attı, yelesi yansa da savaşmaya devam edecekti. Kendisi ile oynamak için alaycı gülümsemesiyle üzerine gelen adama karşı dikildi.

 

İçgüdüsel bir hareketle kendini büyük göstermek için kollarını havaya kaldırdı ve kükredi.

 

???: Ne kadar ilkel ve çirkin bir yaratıksın sen.

 

Kılıcıyla daha fazla mor kristal oluşturdu ve onları Rhuu’fu’ya fırlattı.

 

Rhuu’fu kristallerden kaçmaya gerek görmüyordu, buradan sağ çıkmak gibi bir niyeti yoktu. Savaşacak ve bir Roaron erkeği olarak onuruyla ölecekti.

 

Kristaller vücudunda delikler açar ve kesikler oluştururken zıpladı. Pençelerini kullanarak savaşıyor, rakibinin darbelerine karşı kendini pençelerini ile savunuyordu.

 

En sonunda adam sıkıldı ve Rhuu’fu’nun göremediği kadar hızlı bir hareketle kılıcını yarı aslanın karnına sapladı.

 

Rhuu’fu: Seni de benimle birlikte götüreceğim lanet olası!

 

Rakibi karnındaki kılıcı çekip uzaklaşmasın diye kollarını tuttu ve kaçmasını engelledi. Sonra da ağzını kocaman açarak tek ısırıkta rakibinin yüzünü parçaladı.

 

Yüzü parçalanan rakibi siyah bir zifte dönerek erimeye başladı. Bu sırada Rhuu’fu arkasında acı dolu bir çığlık işitti.

 

Zra’iii’ko: Rhuu’fu! Çocuklar Ki-Gar’o klanının sonuncuları, onları götür!

 

Ki-Garo kabilesinin reisi Zra’iii’ko Ki-Gar’o, Rhuu’fu’dan bile daha kötü durumdaydı. Bir kolu kopmuştu, vücudunun çoğu yanmıştı, bir gözü çıkmış ve bağırsakları yarılan karnından dışarı dökülmüştü.

 

Kalan son gücünü kullanarak Rhuu’fu’ya bağırdıktan sonra son nefesini verdi.

 

Rhuu’fu çocuklara baktı, oğlanların henüz yelesi bile çıkmamıştı.

 

Vücudu alev almıştı, biraz sonra ölecekti fakat ölmeden önce Ki-Gar’o adını devam ettirebilecek ve bir gün intikamlarını alabilecek çocukları kurtarmak onun göreviydi.

 

Kalan son gücünü kullanacaktı, çocukların yanına koştu ve kendilerini takip etmelerini söyledi. Çocuklar korku içindeydi, Rhuu’fu birazdan ölecekti ama yine de kendileri için savaşıyordu.

 

Bu onlara umut vermiş ve ayağa kalkıp koşmaya başlamışlardı. Rhuu’fu önde yolu açarken çocuklar arkadan geliyordu.

 

Rhuu’fu: Daha hızlı!

 

Rhuu’fu kükrerken karşısına çıkan bir adamı eli ile uçurdu. Neden güldüğünü sorgulamadı bile. Köyden çıktı ve koşmaya devam etti. Çocukların arkasından geldiğinden emin olmak için arkasını döndüğünde kendilerini kovalayan üç başlı devasa köpeği gördü.

 

Rhuu’fu: Siz devam edin! Lu-Dra’o klanına koşun!

 

Rhuu’fu durdu ve çocuklar kaçarken köpeğe doğru kükredi. Üç başlı köpek çocukların peşinden gitmek yerine Rhuu’fu’yu takip etmeyi seçti.

 

Rhuu’fu çocukların güvenli bir yere ulaşması umuduyla canavarı farklı bir yöne çekmek için koşmaya başladı.

 

***

 

Kendilerine doğru yanarak gelen bir canavar koşarken kükrüyordu. Yu azıcık ödünün patlamadığını söylese yalan olurdu. Yurine’nin yolladığı rüzgar büyüsü dönerek ilerledi ve canavarın önüne çarparak toprağı metrelerce yukarı kaldırdı.

 

Toprağın havaya kalktığını gören canavar ürktü, dengesini kaybetti ve üzerine yığılan toprakla birlikte yere düştü.

 

Rinolar sesten ve yanan canavardan korkmuştu, iplerini koparacak gibi hareket ediyorlardı. Eğer hayvanlar ayrı yönlere koşmayı denemeselerdi vagonlarını kaybedebilirlerdi.

 

Yu: Hoo! Hoo! Hadi oğlum! Dur! Hoo!

 

Rinolardan ikisini sakinleştirip durdurmayı başardı fakat bir diğeri hala korkuyordu, en sonunda Yu’nun başka çaresi kalmadı ve diğerlerini etkileyip vagonu devirmemesi için onun iplerini kesti.

 

İplerinden kurtulan rino fırladı ve akarsuyu geçerek düz bir şekilde kaçtı.

 

Yurine: Yu, bir şey daha geliyor!

 

Kalan rinolar ile ilgilenmeyi bıraktı ve içgüdüsel olarak vagonun şoför bölümünden atlayarak Yurine’nin yanına geldi.

 

“Sen ciddi misin? Başka canavar mı yoktu?”

 

Yurine, Yu’nun elinin titrediğini görünce titreyen eli tuttu. Üç başlı, devasa bir köpek, bir Cerberus yanan canavarın arkasından geliyordu. Anlaşıldığı kadarıyla canavar bu köpekten kaçıyordu.

 

Yu: Halledersin, değil mi?

 

Yurine: Hıhıhı, korktun mu? Merak etme, astlarını kollamak üstün varlıkların görevidir.

 

Yurine dalga geçerken Yu tamamen ciddiydi.

 

Yu: Üstümüze geliyor Yurine, öldür şunu.

 

Yurine: Ava!

 

Yurine’nin yolladığı uzun rüzgar bıçağı yay şeklinde ilerleyerek köpeğin üzerine gitti.

 

Köpek bıçağı algılamakta geç kalmış, bu yüzden kaçmak için bir hamle yapamamıştı. Rüzgar bıçağı köpeğin başlarını kesti ve köpek başları olmadan birkaç metre daha koştuktan sonra yanan canavarın yanına düştü.

 

Yurine köpeği öldürmesinin ardından Yu’yu yanan canavarın yanına sürükledi.

 

Yu’nun yanan canavar olarak tanımladığı şeyi insanların canavar adam olarak adlandırdıkları bir türdü.

 

Aslan biçiminde olan yaratık ağır yaralıydı. Yanıp kül olmuş yelesi ve ateş yüzünden kararıp kömürleşmiş tüyleri dışında vücudu delik ve kesiklerle doluydu.

 

Yurine: Yu, şu kılıcı çıkar.

 

Yüz üstü yatan canavarın karnının arkasından dışarı çıkmış, Sivina’nın rapierine benzeyen ama ondan biraz daha kalın olan ve uğursuz bir hava yayan bir kılıç vardı.

 

Yu: Sıcaktır o, dokunamam.

 

Yurine: Yu, yaratık ölüyor. Hem senin elinde eldiven var, sıcaktan bir şey olmaz.

 

Yu: Bence ölmüştür zaten. Hem kılıcın kabzası gözükmüyor, keskin yerinden tutup çıkartamam.

 

Yurine rüzgarı yönlendirdi ve canavarı sırt üstü çevirdi.

 

“Oha lan, force gibi.”

 

Kılıcın kabzasından tutan Yu onu saplandığı yerden çekmek için biraz uğraştı. Tek eli ile başaramayacağını anlayınca iki eli ile tutup çekti ve sıcağı hissettiğinde kılıcı yere fırlattı.

 

Ardından Yurine tekrar büyüsünü kullandı ve daha fazla yanmaması için rüzgar ile canavarı iterek yuvarlanarak akarsuyun içine düşmesini sağladı.

 

Yu: Yüzü aşağıya geldi, boğulmasın- bir dakika! Neden onu kurtarıyoruz ki?

 

Jeton yeni düşmüştü, Yu onu kurtarmaya çalıştıklarını yeni fark etti.

 

Yurine: Yu, çünkü bu yapılacak doğru şey.

 

Yu: İyi de bu evcil hayvan değil ki, bir yaratık. Ya bize saldırırsa?

 

Yu arada sırada gözünü yerde yatan köpeğe çevirip onu kontrol ediyordu. Bu sırada Yurine’ye böyle söyledi. Büyücülük Akademisinde okuduğu bir ırka aşağı yukarı benziyordu ama ya bir canavarsa? Canavarların aklı olmazdı ki kendilerini kurtaranlara minnettar olsunlar.

 

Yurine: Yu, senin korkmana gerek yok. Öyle bir şey olursa ben seni korurum.

 

Rolderhelm’den sonra gururunun duvarları güçlenmişti. Eğer bir ay önce küçük kızı ona bunu söyleseydi gururu gözyaşları eşliğinde hıçkırarak ağlardı ama şimdi sadece hafiften incinmişti.

 

Tabi incinen ve küçükten zarar gören gururunun yanında Yurine ile gurur da duyuyor ve kendisini korumak istemesi hoşuna gidiyordu.

 

Yu: Ya beklenmedik bir anda saldırırsa.

 

Yurine uyurken ve Yu nöbet tutarken bir anda üzerlerine atlarsa ne olacaktı? Yurine başını salladı ve bu soruya cevap vermeden rüzgarı kullanarak yaratığı akarsuyun içinde döndürdü.

 

Rüzgar büyüsünü itmek için kullanabiliyordu ama çekmek için nasıl kullanacağını bilmiyordu. Bu yüzden akarsuyun karşısına zıpladı.

 

Yu ve Yurine akarsuyun farklı taraflarında kaldığında Yu aniden endişelendi. Akarsuyu koşarak geçebilecek dahi olsa aralarına bir engel girmesi onu korkutmuştu. Yu hemen geri dönmesini söylerken Yurine rüzgar ile canavarı iterek Yu’nun yanına yuvarladı.

 

Yaratığın vücudundaki ateşler tamamen sönmüştü. Yurine tekrar Yu’nun yanına zıpladı.

 

Yu: Sen! Tek başına ne yaptığını zannediyorsun! Bir daha böyle şeyler yapma!

 

Yurine’den ayrı kaldığında yüreği hoplamıştı. Bu tepkiyi gören Yurine bir anda sessizleşse de Yu koşup onun elini yakaladı.

 

Yurine: Özür dilerim, Yu.

 

Yu: Tamam, ben özür dilerim, abarttım. Fakat bir daha bana sormadan böyle bir şey yapma.

 

Yurine: Tamam.

 

Yu: Şifa büyüsü mü uygulayacaksın?

 

Yurine: Evet.

 

Yurine yeni şifa büyüsünü yapmak için küçük kütüphaneden aldığı ışık büyüleri kitabına ihtiyaç duyuyordu. Onu almak için vagona gitti.

 

Bu sırada Yu canavarın göğsünün hafifçe inip kalktığını gördü, canı hala çıkmamıştı.

 

“Yaratığın taşağı gözüküyor, şunu oraya atayım da Yurine görmesin.”

 

Üstündeki ceketi çıkardığında hava daha soğuk bir hal aldı.

 

“İyi ki aynısından bir sürü almışım, yaratığın taşaklarına değdiği için bir daha giymeyeceğim çünkü. Lanet olası yaratık, bana bir rino ve bir cekete mal oldu.”

 

Yurine geri geldiğinde elinde bir kitap vardı. Bir eli ile kitabı tutarken diğeri ile Yu’nun elini tuttu ve büyülü sözleri söylemeye başladı.

 

Yurine: Hepa’e Xi Rhaea – Noxu Tevhae – Si Luel’la…

 

Büyülü sözleri okurken kendini şifa büyüsüne odaklamıştı. Vücudunun etrafında ışık tomurcukları birikiyordu.

 

Yurine ikinci kez bu büyüyü uyguluyordu. İlk seferinde bir kriz daha geldiğinde Yurine büyüyü Yu üstünde kullanmıştı ve Yu büyünün ne kadar etkili olduğunu bu şekilde deneyimlemişiti.

 

Tabi Yuruine’nin yaralıları iyileştirmek için kullanılması düşünülen büyüyü Yu’nun beynindeki bir sorunu çözüp onu rahatlatmak için kullanması biraz abartılıydı.

 

Yurine’nin vücudunun etrafında toplanan ışık tomurcukları kanat açarak kelebeklere dönüştü, kelebekler kanatlarından dökülen ışıklarla birlikte canavarın üstünde uçmaya başladı.

 

Kelebeklerin kanatlarından dökülen ışıklar canavarın vücudunu sardı, Yurine şifa büyüsüne odaklanmaya devam ederken Yu göğsünde bir rahatlama hissediyordu.

 

Büyü bittiğinde canavarın yanmış tüyleri ve yelesi geri gelmemiş olsa da artık vücudunda kesikler, delikler ve yanık izleri yoktu. Sadece çıplak deri ile kaplı vücudu kalmıştı.

 

Yurine: Yu! Yu! Başardım mı?

 

Yu: Evet, başardın. Tebrik ederim.

 

Yurine sevinçle Yu’ya sarıldı.

 

Yu yüzünde nazik bir gülümsemeyle Yurine’nin başını okşadıktan sonra vagona baktı. Artık bir rino eksikti.

 

Yu: O rino için bir vagon vermiştik, bu canavar umarım zararımızı karşılayabilir. Neyse en azından kaçan rino diğerlerini korkutup daha büyük bir zarara yol açmadı.

 

İki rino ile hareket etmek hızlarını düşürecekti. Acaba canavar vagonu çekebilir miydi?

 

Yu: Burası tehlikeli, uzun süre oyalanmadan gidelim. Belki başka canavarlar gelir.

 

Yurine: O uyanan kadar bekleyelim, belki işe yarar bir şeyler çıkar.

 

Yu: Bir evcil hayvan istiyorsan sana küçük bir kedi alabilirim, o şeye ihtiyacın yok.

 

Yurine: Yu! Canlılarla dalga geçme!

 

Yu: Bunu insanları düşük yaşam biçimi diyerek aşağılayan küçük kız mı söylüyor?

 

Yurine: Ha! Sen yanlış anlamışsın. Benim üstünlüğüm ve sen ve annem hariç diğerlerinin düşüklüğü bir gerçek. Bu dalga geçmek değil.

 

Yu eğildi ve Yurine’nin yanaklarını mıncırdı. Yurine’nin de kendisi gibi narsist olmasına sevinmeli mi yoksa üzülmeli miydi?

 

Yurine: Yu, hadi yemek yap. Canavarlar gelirse ben hepsini öldürürüm.

 

Yu: Küçük Hanım bu kahyalık işine çabuk alışmış gibi. Ama anneni kurtardıktan sonra kahyalık yapmaya devam etmeyeceğimi söylemeliyim. Senin kahyan olmayı çocuk olduğun için kabul ettim.

 

Yurine: Ama ben yanımızda kalmak için ona da kahyalık yapacağını düşünmüştüm.

 

Yu yemeği hazırlamaya geri dönerken Yurine vagonun üstüne çıktı ve bir canavarın gelme ihtimaline karşı nöbet tutmaya başladı.

 

Yu: Yetişkin birine hizmet etmemin imkanı yok, akranlarımın bana emir vermesine katlanamam. Üstelik ben yanınızda Rie’nin sevgilisi olarak kalacağımı söylerken ciddiydim. Rie’yi kurtardıktan sonra onunla ciddi bir gelecek düşünüyorum, evlenmek ve senin için kardeşler yapmak gibi.

 

Yurine: ONU TANIMIYORSUN BİLE!

 

Yurine köpek korkusu yüzünden kendisiyle dalga geçtiği için onu sinirlendirerek intikam almak istemişti. Ama bu söylediklerini hayal etmediği anlamına da gelmiyordu.

 

Yurine’nin kızarmış suratına bakıp gülümsedi.

 

Yu: Prens de külkedisini tanımıyordu ama biraz dans etti diye aşık olup onunla evlendi. Bence Rie ile ben de aynısını yapabiliriz.

 

“Rahmetlinin arkasından böyle konuşuyoruz da günah yazmaz umarım.”

---------------------------

Ulan!


17.05.2021 -20:20







Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr