CİLT III: ÇAN SESLERİ
BÖLÜM 6: KÖYDEKİ MÜCADELE
Kigaro ile yaptıkları anlaşmanın ardından Yu istemese de Yurine’nin emri üzerine kaybolan aslan çocuklarını aramak zorunda kalmıştı.
Ormanda onlara rehberlik eden Kigaro çocukların gitmiş olabileceği diğer aslan köylerinden birine doğru kendilerini yönlendiriyordu.
Kigaro: Bana hayvan borçlu olduğumu söylemiştin ama bunun borcumu ödemek için doğru yöntem olduğundan emin değildim.
İki rinonun önünde, vagona bağlı halde koşan Kigaro bağırarak konuştu. Vagonu çekmelerinde rinolara yardım ederek daha hızlı yol almalarını sağlıyordu.
Yu: İstersen arkamızdan yürüyerek gelebilirsin. Tabi böyle yaparsan oraya daha yavaş gideriz.
Yu böyle olmasını isterdi. Şu anda gittikleri yerde bir mücadele yaşanıyor olabilirdi ve hızlı hareket ederlerse mücadele henüz sonlanmadan, düşman hala hedefledikleri bölgede yer alıyorken oraya varabilirlerdi. Bu da onları tehlikeli bir durumun içine sokardı.
Ama yavaş hareket ederlerse oraya vardıklarında düşmanlar çoktan işlerini bitirmiş ve gitmiş olabilirdi. Bu da onları tehlikenin içine girmekten kurtarırdı.
Tabi oraya geç gittiklerinde aslan çocuklarının cesetlerini bulabilirlerdi fakat… bu söylemesi kolay bir şey olmasa da Yu kendi kızını birkaç canavar çocuktan daha fazla umursuyordu ve ölümleri onun vicdanını rahatsız edecek olsa da kendi kızının tehlikeye girmesindense onların ölmelerini isterdi.
“Bu beni kötü bir yapıyorsa eğer, kötü biri olacağım.”
Yu: Ayrıca, sen o haldeyken seni vagonun içine alacağımı düşünüyorsan yanılıyorsun. Bu tamamen imkansız. En azından böyle olduğunda yağmur vücudundaki pislikleri temizliyor.
Vagonlarında iki tente yer alıyordu. Biri kapının üzerindeki geniş tenteydi ve vagon kamp yapmak için durduğunda güneş ve yağmurdan korunmak için açılıyordu ki bu tente Kigaro sayesinde artık yoktu. İkincisi ise şoför kısmının üzerinde, şoförü güneş ve yağmurdan korumak için olan tenteydi.
Yu ve Yurine tentenin altında ıslanmadan hareket ederken Kigaro yağmur yüzünden tamamen sırılsıklam olmuştu. Hatta altına bağladı Yu’nun ceketinde tek kuru nokta bile yoktu.
Yu: Şimdi bir düşündüm de, seni normal halinle de vagonun içine alamam. Oraya sığıp sığmayacağın ayrı mesele, sen çok ağır olmalısın. Hareket ederken vagonun bir tarafa doğru eğilmesini sağlayabilirsin ve yük tek tarafa bindiğinde bu tekerleklere zarar verir. Hem otuz yaşında olduğunu söylemedin mi? Çocukları el üstünde tutmalısın.
Kigaro: Benim köyümde yaşlılar el üstünde tutulur.
Yurine: Burada yalnızca ben el üstünde tutulmalıyım. Yu, beni el üstünde tutmalısın.
Yu: Emredersiniz Küçük Hanımım.
Kigaro’nun ölümden dönmüş haline rağmen hızı müthişti. Yu ona vagonu çekmesini önerdiğinde bunu onunla dalga geçmek için yapmış fakat Kigaro onu ciddiye alarak teklifi kabul etmişti.
Yu ilk başta rinolar tarafından ezileceğini düşünürken Kigaro onun beklentilerini aşarak rinolar kadar hızlı koşmaya başlamış, hatta Yu’ya zorlarsa rinoları bile geçebileceğini hissettirmişti.
“Tamamen bizim emirlerimize uyan bir köle olursa oldukça işe yarar olur. En azından birimizin öleceği bir senaryo yaşanırsa bizim yerimize ölecek kişi Kigaro olabilir.”
Her ne kadar bencil bir düşünce olsa da Yu’nun gerçek hisleri bu şekildeydi.
Onu sahte büyülü anlaşmasıyla bağlayarak bir köle yapmak istemesinin sebebi buydu. Eğer istenmeyen şartlar meydana gelirse Kigaro, Yurine ya da Yu’yu korumak için canını feda edebilecek birine benziyordu.
Yalnızca görünüşünden ya da konuşma tarzından yola çıkarak ürettiği bir fikir değildi bu. Kigaro’nun roaron kültürü de onu bunu yapmaya zorluyordu.
Yine de Yu sadece bunu ummak ya da roaron kültürüne güvenmekle kalmamış, öyle bir zaman gelirse hayatını onların yaşaması için feda etsin diye defalarca kez hayat borcu olduğunu belirtmişti.
“Gerçi hayat borcunun Yurine’ye karşı olduğunu düşünüyor olmalı, beni korur mu?”
Onun ölümüne üzülebilir ve vicdan azabı çekebilirdi. Ama ölmek istemiyordu ve Yurine’nin ölümünde yaşayacağı keder ve çekeceği azap ile kıyaslandığında Kigaro’nun, Sivina’nın, Ana’nın ya da başka herhangi birinin ölümü hiçbir şey ifade etmiyordu.
Zaten o iki kızı da en başta bu yüzden yanında istemişti. Yu onları yanlarına almayı teklif ettiğinde Yurine, Yu’ya Ana’nın kalçasından hoşlanan bir sapık olduğu için mi onları yanlarında istediğini sorsa da gerçek elbette bu şekilde değildi.
Güvenilir müttefikler bulmak hiçbir zaman kolay bir iş değildi. Sivina ve Ana ile kısa da olsa bir geçmişleri vardı ve o ikisi güçlerinin yanı sıra sadakat konusunda da kullanışlı gözüküyorlardı. Yu onların da, en azından Sivina’nın, gerektiğinde ölerek kullanışlı birer piyon olabileceklerini düşünüyordu.
Kendisinin birinin ölümüne karar vermeye hakkı var mıydı? Hayır, Yu Valarfin böyle bir hakka sahip değildi ve düşünceleri kibir ve bencillik günahları ile sarılıydı. Yine de vicdanını yaşanacak hiçbir ölümün başarılarının ardından yaşanmamış olacak olmasıyla rahatlatmaya çalışıyordu.
“Ben gerçekten de kötü biriyim, yine de yapmam gereken şeyin bu olduğuna inanıyorum. Yaptıklarım ya da yapacaklarım herkesin benden nefret etmesini sağlasa bile izlemem gereken doğru yolun bu olduğuna inanmaya devam edeceğim.”
Tabi ki de eğer bir yolu varsa Yu da yolcuklarında onlara eşlik eden insanların iyiliğini ve mutluluğunu isterdi. Hatta bir yolu varsa onların mutluluğunu istemekle kalmaz, bunun için çabalardı da. Ne de olsa yanında olanlar sayesinde amaçlarına ulaşacaklardı.
Böyle bir şeyi kendi dünyasında olsaydı yapmazdı. Başkaları için (en azından sadece birkaç kişi için) çabalamak Yurine’yi evlat edinmesinin ardından oluşmaya başlayan yeni karakterinin bir parçasıydı.
Tabi bu çabanın abartılmaması gerekiyordu. Yu sadece kendi çıkarlarına zarar vermiyorsa ve onlardan yarar görüyorsa başka insanlar için çabalardı.
Fakat başka insanların mutluluğu kendi mutlulukları ile doğru orantılı gitmiyorsa, kendi hayatlarını kurtarmak ve kendi mutluluklarına ulaşmak için başkalarının mutluluk ve hayatlarını feda etmeleri gerekiyorsa Yu bunu yaparken bir saniye olsun çekinmeyecekti.
Bunun bencillik olduğunun farkındaydı, bunun kötü olarak adlandırılacağının farkındaydı; yine de böyle düşünmekten, bunları yapmaktan çekinirse başarısızlık ihtimali artacaktı.
Burası farklı dünyadan gelen liselilerin muhteşem güçler kazanarak kendilerine haremli komedili hikaye yazdıkları bir dünya değildi. Sigma Kulesinde Neşe’nin şişleri Yu’nun vücuduna girdiği an böyle olmadığını tüm vücudunda hissetmişti.
Eğer çekinirse, eğer tereddüt ederse bu dünya Yu’ya merhamet göstermezdi. Amaçlarına ulaşmak için başkalarını feda etmesi gerekirse ya bunu yapacaktı ya da kendisi, daha da kötüsü Yurine ölecekti.
En nihayetinde Yu bu yola Yurine ile birlikte çıkmıştı ve kızı ile kendisinin mutluluğu daha sonradan yolda buldukları insanların mutluluğundan daha önemliydi.
Zaten kim böyle düşünmezdi ki? Yu başkalarını feda etmeye kendini hazırlıyordu ve kendini başkaları için feda etmek gibi bir niyeti de yoktu. Zaten onun için ilk sırada yer almayan insanlar için kendini feda edebilecek biri de değildi ve böyle insanların olduğuna da inanmıyordu.
Yu’nun inandığı felsefeye göre kendilerini feda eden kahramanlar bile bunu kişisel tatmin için yaparlardı. Bu felsefeye inanmaktan kendini alıkoyamıyordu.
İnsanlar yaşardı çünkü yaşamın onları tatmin edeceğini umarlardı.
İnsanlar çalışırdı çünkü çalışarak elde ettikleri kazançla kendilerini tatmin etmek isterlerdi.
İnsanlar karşılıksız sevmezdi, verdikleri sevgi karşılığında sevgi talep ederlerdi. Çünkü sevdikleri tarafından sevilmek onları tatmin ederdi.
Bir eş diğerine sadık kalırdı çünkü diğer eşin de ona sadık kalmasını isterdi, bu sadakati almak da sadık kalanı tatmin ederdi.
Bir insan kanunlara uyardı çünkü kanunsuzluk tatmin edici değil, gelecekte elde edilecek tatminlerin önünü kapayıcıydı.
Fedakarlık, kahramanlık, çalışkanlık, doğum, ölüm… her şeyin altında yatan şey kendini tatmin arzusuydu.
Durum böyleyse Yu da kendini tatmin edecek şeyleri yapmanın doğru olduğuna inanıyordu. Yu bir başkası için kendini feda etmekten tatmin olmazdı fakat bir başkasının kendisi uğruna ölmesi, vicdanını yaralayacak olsa da gelecekte daha fazla tatmin elde edebileceği anlamına geldiğinden Yu’nun tercih edeceği bir yoldu.
“Tüm bunlar bir rüya olsa bile uyanmak istemiyor oluşumun sebebi de bu. Bu rüya tatmin edici bir rüya ve rüyanın dışında berbat bir dünya var.”
Hazır lafı açılmışken, baba olmak da tatmin ediciydi ve Yurine ona baba diye seslenseydi bu çok daha tatmin edici olurdu.
Yurine: Yu, ileride bir şeyler olduğunu hissediyorum.
Yu’nun kolunu tutan Yurine’nin tepesindeki kulaklar titredi ve kız karşısına doğru, sanki önündeki ağaçların arkasını görmeyi denermiş gibi bakmaya başladı.
“Merak ediyorum da acaba hissettiği şeyi kulaklarıyla mı hissetti yoksa çekirdeği sayesinde büyülü bir hissediş mi gerçekleştirdi? Kulakları ile hissetmesi duyması anlamına mı geliyor? Yoksa büyülü bir şekilde hissetti ama refleks olarak kulaklarını mı oynattı?”
Kigaro: Ben de hissediyorum, yaklaştığımız köyde bir şeyler oluyor.
Kigaro’nun hisleri de Yurine’yi onayladığında Yu çocukları arama teklifini kabul ettiği için daha da pişman oldu. Şu anda oraya gitmemek konusunda ısrar etmediği için kendini suçluyor ve gerisin geri dönerek ormandan çıkmak istiyordu.
Fakat ileride, ağaçların ardında parlayan alevleri gördüğünde Yurine ve Kigaro’yu geri dönüp, tehlikeden uzaklaşmaya ikna etmek artık imkansız bir hal almıştı. Kigaro daha da hızlanmış, rinolar ona yetişmekte zorlanır gibi olmuştu.
Yu: Bu kılıca ihtiyacın olmadığına emin misin?
Kigaro: Benim ellerim için fazla küçük, onu istesem bile kullanamam. Hem dediğim gibi, senin olsun. Onu ceket yerine sayarsın.
Yu: Peki.
Kılıçlar kıyafetlerden daha pahalıydı ve yaptığı değişimden karlı çıkmıştı. Kendisine verilen kılıcın nasıl kullanıldığını bilmiyordu ama aldığı eşyadan memnundu, üstelik havalı gözüküyordu.
Tabi asıl sahibine nerede olduğunu gösteren ya da kullanıcısını lanetleyen sihirli bir kılıçsa sorunları olacaktı ama şu anda bunu düşünecek vakte sahip değildi.
“Çok kötü… durum çok kötü…”
Alevlerin içindeki köyün tek sorunu yangın değildi, orada farklı şeyler yaşanıyordu. Orada bir savaş yaşanıyordu!
Aslan görünüme sahip roaron halkı ve Yu’nun beklemediği şekilde insan şeklinde gözüken, fakat aslen şeytan olduklarını varsaydıkları canavarlar arasında bir savaştı bu ve roaron halkının savaştaki durumu hiç iyi gözükmüyordu.
Yerde hiçbir şeytan cesedi yoktu. Tüm cesetler, erkek, kadın ya da çocuk fark etmeksizin roaronlara aitti. Kükreme ve kahkaha sesleri, çığlıklar, hıçkırıklar… hepsinin desibeli çok yüksekti ve henüz köye girmeden kulakları tırmalıyordu.
Kigaro: ÇOCUKLAR!
Kigaro’ya göre çocukların kaçmış olabileceği köy burasıydı.
Kigaro’nun köyüne en yakın olan köydü ve çocukların bu köyün yolunu biliyor olmaları gerekiyordu. Fakat sadece Kigaro’nun köyünde değil, burada da savaş olduğuna göre çocuklar yalnızca başka bir cehennemin içine koşmuştu.
Köye girip dümdüz bir şekilde hareket ederlerken bir anda önlerine çıkan bir şeytan vagonları tarafından ezildi. Vagonun altında kalan şeytanın yol açtığı sarsıntı yüzünden Yu ve Yurine yerinden havalanıp geri düştü ve içeriden yere düşen eşyaların sesi geldi.
Ama Yu az önce yaşanan olayı bile tam anlamıyla idrak edememişti.
“Burası cehennem.”
Gözleri fal taşı gibiydi, ağzı açık kalmıştı. Sigma’da yaşananlardan sonra böyle şeylere karşı daha dirençli olacağını düşünürdü ama bu köyde yaşananlar Sigma Kulesinden bile daha korkunçtu.
Bunaltıcı alevlerin yanı sıra ortamın aurası karanlıktı ve insanın içini zehirliyordu, çığlıklar kan donduruyordu, çocuksu kıkırdamalar ve kötücülük kahkahalar delirticiydi. Burada bir savaş yaşanmıyordu, yalnızca canavarlar buldukları kurbanlara işkence ediyordu, hepsi buydu.
Birkaç ay önceki Yu Valarfin burada kendini düşünür ve kaçmanın bir yolunu arardı fakat şu anki Yu Valarfin kendini hızlıca toparlamayı denedi, Yurine’yi kontrol etti ve rinolara daha da hızlanmaları için komut verdi.
Vagon köyün ortasına geldiğinde Kigaro tuttuğu kayışları bıraktı ve bir şeytanla savaşan yarı aslana yardım edebilmek için süratle ileri atıldı.
İki roaronun ortasında kalan şeytan alaycı bir şekilde tebessüm etti, eğleniyor gibi gözüküyordu.
Yurine: Yürü git.
Roaronlar tam bir saldırı başlatmak üzereydi ki Yurine rüzgar büyüsünü kullandı.
Dönerek ilerleyen hortum şeytana çarptı ve onun taklalar atarak alevlerin arasına doğru fırlamasına yol açtı. Bu sahne biraz komik gözükse de ortam gülmelerine izin vermiyordu. İki yarı aslan şaşkın bakışlar eşliğinde Yurine’ye döndü.
Roaron: Onun gözleri de!
Kigaro: Onu boş ver! Çocuklar nerede! Onlar buraya mı geldi?!
Kigaro karşısındaki roaronu omuzlarından yakaladı ve sarstı. Roaron, Kigaro’nun sorusuna gözlerini kaçırarak karşılık verdi.
Roaron: Sığınaktalar.
Kigaro onu itti ve roaronlu bir mücadelenin içinde olan arkadaşına yardım etmek için koşmaya başladı.
Kigaro: Bu taraftan!
Elini kaldırdı ve yolu göstererek koşmaya başladı. Yu etrafındaki her şeyi, imkansız olsa da, görmezden gelmeyi denedi ve rinoları dehleyerek Kigaro’nun peşi sıra ilerledi.
Alevler her yerdeydi, ağaçlar, evler, zemin, her yer yanıyordu. Yere düşen roaron cesetleri bile alevler içindeydi ve vagon ilerledikçe zeminde biriken kan etrafa sıçrıyordu.
Alevlerin arasından geçmek için Yurine’nin büyüsüne ihtiyaçları vardı, rüzgar alevleri yararken Kigaro bir anda önlerinde beliren iki buçuk metrelik biçimsiz yaratığın üzerine sıçradı, boynunu ısırdı ve yaratığın boynundan kopardığı parçayla birlikte yaratık siyah bir maddeye dönüşerek eridi.
Yu: Hasiktir!
Eğer yaratığın üzerinden geçerlerse vagon devrilebilirdi, Yu vagona ani bir manevra yaptırdığında içeriden daha fazla eşyanın yere düşme sesi geldi.
Ani manevra yüzünden vagon az kalsın devriliyordu, şans eseri son anda vagon düze çıktı fakat şimdi de Kigaro’yu gözden kaybetmişlerdi.
Yu: Ne oluyor!
Vagonlarının üzerindeki sesle birinin vagonun çatısına düştüğünü fark ettiler. Yu başını kaldırdı fakat tente yüzünden hiçbir şey gözükmüyordu. Eğer Yurine tüm gücü ile Yu’yu çekmeseydi siyah bir kılıç Yu’nun başının tepesinden içeri girecekti.
Yurine’nin refleksi sayesinde Yu ölümden, şimdilik, kurtulmuştu fakat şimdi de kılıç başına değil sol omzuna girmişti ve ateş gibi yakıyordu.
Yu: Siktir! Ahh!
Kemikleri parçalanmıştı, kılıç omzundan çıkarken et dağılıyordu ve anormal biçimde, omzundan sanki hortumdan fışkırırcasına kan fışkırıyordu. Yu’nun zihni acıyla doldu ve sağ elini sol omzuna götürmek için kullandığında rinoları kontrol ettiği kayış serbest kaldı.
Yurine: Geber! Ava!
Tepelerinden kahkaha sesi geliyordu. Yurine tente yüzünden tepesini göremiyordu ama orada olan kişinin ölmesi gerektiğinden emindi, bu yüzden yukarı doğru, hedefini bulacağını umarak bir rüzgar bıçağı gönderdi.
Büyü tenteyi parçalayıp orada olması gereken şeytana doğru ilerledi fakat karşılaşacak kimseyi bulamadı, gökyüzüne doğru yükseldi ve kayboldu.
Yurine: Yu! Yu!
Yu’nun ağzından kanla karışık siyah köpükler çıkmaya başlarken Yurine şifa büyüsü yapıyordu. Kılıç perisi gözyaşları içinde kalmıştı.
Yurine: Yu! Yu! Özür dilerim! Sen haklıydın! Yu! Bir daha seni dinleyeceğim! Yu! Lütfen! Yu!
Yu’nun bilinci kapanırken Yurine’nin şifa büyüsü hiçbir işe yaramıyordu.
------------------------
Bu bölümden sonra yazarken çok sıkıldığım, seri içinde en az sevdiğim bölüm var. Bölümü yazarken gram zevk almamıştım, okurken de gram zevk alacağınızı zannetmiyorum :D o yüzden bölümü kısa kestim.
O bölümün ardından bir Yurine bölümü gelecek ve seri yavaş yavaş normale dönmeye başlayacak.
27.05.2021 - 20:19
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..