CİLT III: ÇAN SESLERİ
BÖLÜM 16: SABAH KÜRSÜSÜ
Edindikleri bilginin ardından öfkeli bir şekilde Leoral Dri Vermilia’nın yanından ayrıldıktan sonra sakinleşebilmek ve sonrasını düşünebilmek adına katedralin arka bahçesine çıktılar.
Kar tekrar yağıyordu ve yürüdükleri sırada başları ve omuzları beyaza boyanıyordu. Çam ağaçlarının sivri yaprakları da göğe yükselirken karla kaplanmıştı. Diğer ağaçlar ise yapraklarını koruyacak kadar dayanıklı değildi ve onların yeşil yapraklarının değil çıplak kalmış dallarının üzerinde birikmişti kar.
Karın içinde yürüyerek denizi görebilecekleri bir noktaya geçtiler. Yu bir bankın üzerindeki karları temizledikten sonra üçü de aynı banka oturdu.
Kigaro da yanlarına oturduğunda üçlü oldukça tuhaf görünüyordu fakat Kigaro özellikle komikti. İri vücudunun yanında hem bank hem de Yu ile Yurine ufacık kalmıştı ve kalçasının bir kısmı da banktan dışarı taşmıştı.
Üzerlerinde kış için uygun kıyafetler vardı ama Yurine yine de soğuğu hissediyordu. Soğukla mücadele edebilmek için Yu’ya sarılmak istedi ama...
“Aptal.”
Ağzından kaçırdığı kelimeler sebebiyle Yu sinirli halini geride bırakmış ve yüzüne Yurine’nin canını inanılmaz derecede sıkan bir tebessüm yerleştirmişti. Bu haldeyken ona sarılamazdı ama yine de kollarının değeceği şekilde yan yana oturuyorlardı.
Yurine ne diyeceğini bilemiyor ve bir duygu karmaşası yaşıyordu. Şu anda öfkeli olmak ve Cecilus Dri Vermilia için ölüm yeminleri etmek içinden gelen şeydi ama ağzından kaçırdığı cümle nedeni ile aklı sürekli bu konudan uzaklaşıyor, başka bir şeyi düşünmesine müsaade etmiyordu.
“Geri zekalı.”
İçinde yüzleşmeye çekindiği bir yanı, ağzından dökülen kelimeler nedeniyle memnundu. Gururu o kelimeleri doğrudan söylemesine müsaade etmezdi ve dolaylı olarak da olsa hislerini paylaşmak içini kemiren bir sırrı itiraf etmiş gibi hissettiriyordu.
Yine de gururu hala oradaydı ve Yurine’yi rahatsız etmeye devam ediyordu. Yurine gururunu görmezden gelip bunu kabullenmeyi deneyince utanıyordu.
Yu: Bana-
Yurine: Kes sesini.
Yurine’nin ani cevabı Yu’nun yüzündeki gülümsemenin daha da sinir bozucu bir hal almasını sağladı. Az önce sinir küpüne dönmüşken şimdi neden böyle gülüyordu? Bunu çok mu eğlenceli buluyordu? Gözlerinde derin ve kibar bir bakış vardı ve Yurine o gözlere bakmaya utanıyordu.
Yu: Baba-
Yurine: Hmph!
Yurine onunla konuşmadığını belli etmek için kollarını göğsünde birleştirip başını çevirdi ama Yu son kelimesini de söyledi.
Yu: Diyebilirsin.
Yurine cevap vermeden farklı bir yöne doğru bakmaya devam ettiğinde Yu kolunu boynuna doladı ve kendine çekerek sarıldı. Yurine ona sarılarak karşılık vermedi fakat iterek kurtulmayı da denemedi, sadece bekledi ve andan mutlu olmaya çalıştı.
Kigaro: Babana karşı daha saygılı olmalısın, bizim halkımızda böyledir.
Sakinleşmek için sessizleşmişti ama Kigaro’nun sözleri yine utanıp sinirlenmesine yol açtı.
Yurine: Sen niye bir anda onu desteklemeye başladın? Sen de sus, sen! Sen çok sıkı sarılıyorsun! Bizi görecekler!
Yu ona sıkıca sarılınca artık nefes alabilmek için onu itmesi gerekiyordu. Çabaları daha da tatlı gözükmesine yol açarken Yu, Yurine’nin yüzünü kendine çevirmiş ve oyun hamuru ile oynar gibi yanağıyla oynamaya başlamıştı.
Yu: Kigaro, böyle şeyler söylersen Yurine utanır, o böyle bir kız.
Yurine’yi bıraktığında başını tekrar farklı bir yöne çevirdi ve kollarını yine göğsünde birleştirerek konuşmaya kapalı olduğu mesajını vermeye başladı. Bir an önce günün bitmesini istiyordu.
Yu: Yaaani, tüm gün böyle mi olacağız? Hadi bana bak.
Yurine: Hayır.
Yu: Ama bu o kadar da utanılacak bir şey değil, ben gerçekten mutlu oldum.
“Mutlu oldun...”
Yu’yu mutlu etmenin kendisini de mutlu ettiğini şimdi fark ediyordu. Yüzünde beliren hafif gülümsemeyi başını iki yana sallayarak sildi ve sessizliğe devam etti.
Yu: Önemli konular hakkında konuşmamız gerekiyor.
Onu kendine çevirmek için omzunu sarsmaya başlarken ikna etmeyi deniyordu.
Yu: P-peki... istediğin gibi olsun... e-eğer benimle konuşursan sana beni ö-öpme hakkı vereceğim.
Yurine: BU NASIL BİR ANLAŞMA! APTAL APTAL KONUŞMA!
Ayağa fırlamış ve daha önce de pek çok defa yaptığı gibi kuyruğunu dikleştirerek parmağını Yu’ya doğrultmuştu.
Yu onun bu tavrını gülerek karşılarken yine alışılageldik narsist ifadesini takınıp konuşmaya başladı.
Yu: Sadece çok yakışıklı ve çok muhteşem ve çok havalı ve çok karizmatik olduğum için bunu istersin diye düşünmüştüm.
Zaten Yurine bunların hiçbirini reddetmiyordu ve normalde bir öpücüğü hoş karşılardı, tabi böyle bir durumun içinde olmasalardı. Şu anda ona sevgi gösterisinde bulunursa sadece götünün daha fazla kalkmasına sebep olacağından yapmak istemiyordu.
Yurine: Biz, Vermilia’lar hakkında konuşmayacak mıyız? Ne yapacağımızı söyle.
Artık konuyu aralarındaki baba-kız mevzusundan farklı bir yöne çekmesi ve Vermilia’lar hakkındaki meseleyi konuşması gerekiyordu. Aksi takdirde Yu bu mevzuyu uzattıkça uzatacaktı.
Yurine karın içinde yürümeye başladığında Yu etraflarında onları duyabilecek biri var mı diye kontrol etmek için çevresine baktı. Yakınlarında birkaç kişi olduğunu görünce onlar gidene kadar konuşmadı.
Yu: İntikam alınacak, er ya da geç. Buna emin olabilirsiniz küçük hanım, verdiğim sözlerin her birini tutacağım.
Yurine: Seni de kızdırdığı için mi?
Yu: Senin hayatını da tehlikeye attığı için, hala senin için tehdit oluşturduğu için.
Onun, kendisi için hareket etmesi Yurine’yi mutlu etti. Kılıç perileri kendilerinde eksik olan şeylerin yerini sevgi ile doldurduğu için Yu’nun ona verdiği değer tatmin ediciydi ve yaşamaya devam etmesini sağlıyordu. Eğer bu değer olmasaydı hayatını sürdürmesi mümkün olmazdı.
Yurine: Er ya da geç dedin, bu ne zaman olacak?
Yu: Bilmiyorum, belki hemen şimdi belki de uzun süre sonra. Ondan önce endişelenmemiz gereken başka konular var.
Yu birkaç saniyelik sessizlikten sonra tekrar etrafta birisi var mı diye kontrol etti.
Yu: Kigaro, etrafı kolaçan edip kimsenin bizi duymadığından emin ol. Eğer biri yaklaşırsa bana söyle.
Kigaro: Peki.
Aslında birisi onlara yaklaşırsa yaklaşan kişinin kim olduğuna bağlı olarak Yurine onu hissedebilirdi. Eğer yaklaşan kişi vücudunda az miktarda mana barındırıyorsa –ki insanların çoğunun vücudunda çok az mana bulunurdu- hissetmesi zor olurdu ve henüz küçük miktarlardaki manayı hissedecek kadar gelişmemişti.
Ya da Yu gibi manaya sahip olmayan bir canlı yaklaşırsa onu hissedemezdi. Fakat Kigaro ya da Sivina’yı hissetmek mümkündü.
Yurine, konuşulanların başkası tarafından duyulmamasını sağlamak haricinde Yu’nun Kigaro’nun da ne konuştuklarını duymasını istemediğini düşündü.
Yu son bir kez etrafını kontrol etti ve Yurine’ye tekrar yanına oturmasını işaret etti.
Yu: Başak Katedralinin Vermilia ailesi dışında destekçisi var mı?
Yurine başını iki yana doğru sallayarak cevapladı.
Yurine: Vermilia ailesi tek destekçimiz, Başak Katedralinde vaftiz olanların çoğu o ailenin maiyetinden. Kalanlar ise annemin işe aldığı hizmetçiler.
Başak Katedralinin diğer katedrallere kıyasla nasıl acınası bir durumda olduğunu tekrar anlatmak istemiyordu. Vermilia ailesi desteğini çektiği an katedral hem sahip olduğu küçücük nüfuzu hem de finansal desteğini kaybedecekti.
Yu: Bishory ailesi Vermilia’lara bağlı değil miydi? Onlar da mı bizi desteklemiyor?
Bishory adını duyduğunda aklında Sharley belirdi. Rahatsız ediciydi, onun mumyalaşmış görüntüsünü aklından silmek için Yu’nun yakışıklı yüzünü incelemesi gerekiyordu.
Yurine: Onların bir kısmı Terazi, bir kısmı da Kova katedraline mensup. Vermilia’lar da eskiden Terazi katedralinin mensubuydu.
Yu: Leoral’in bir ayağı toprakta, her an ölebilir. Hatta biz konuştuğumuz esnada ölmüş olabilir bile. Eğer o öldükten sonra Cecilus ailenin başına geçerse ve onun da bizi sevmediğini varsayıyorum, Başak Katedralinden desteğini çeker. Dük dediğin sıradan lordlardan önemlidir ve desteği itibarımız için çok değerli. Elbette şu anki hazinemiz ile varlığımızı sürdürebiliriz ama destekçi olarak bir dükü tekrar bulmamız mümkün olmaz. Vermilia’ların desteğini sağlamalıyız.
Yurine: İntikamımız?
Düklüğün desteği ya da Leoral’in ölümü ile ilgilenmiyordu, bir an önce Cecilus’un ölmesini istiyordu ve konuyu buraya çekmeliydi.
Yu: Yurine, önceliğimiz Nekoverine’ye ulaşmak. Bu yüzden de önce katedrali düşünmek zorundayız. Cecilus’un ölümü Nekoverine’ye ulaşmamızda yardımcı olmayacak. Oraya ulaşmak için katedralimizi büyültmeliyiz.
Yurine sessiz kalınca Yu konuşmaya devam etti.
Yu: Leoral’i iyileştirebilir misin? O hayatta kaldığı sürece sahiden de bizi destekleyecek gibi görünüyor.
Yurine: Daha önce de söylemiştim. Ben yaraları iyileştirebilirim, insan vücudunu rahatlatabilirim ama hastalıkları tedavi edemem. Özellikle artık eceli gelmiş birine yardımcı olmam mümkün değil.
Şifa büyüsü nadir karşılaşılan bir büyü tipiydi. Işık kullanıcıları için bile bu büyüye yatkınlık sık rastlanılan bir durum değildi ve şifa büyüsünün kendi içinde de farklı katmanları vardı.
Hastalıkları tedavi edebilmek zaten nadir olan şifa büyüsü kullanıcıları arasında bile az karşılaşılan bir durumdu. Yurine bunu yapabilseydi çoktan Yu’yu iyileştirmiş olurdu.
Yu: Eğer Leoral’in kızı Cornelia, Cecilus yerine başa geçerse belki babasının izinden gider ve Vermilia ailesi Başak Katedralini desteklemeye devam eder. Cornelia’nın da destekçileri olduğunu duymuştum, yani onun başa geçmesi mümkün olabilir ve bu Başak Katedrali için daha iyi olur, böyle umuyorum. Tabi henüz onu tanıyor değilim ama Cecilus’dan iyi olur herhalde.
Kigaro etraflarında dolaşmaya devam ederken Yu da etrafına bakmaya devam ediyordu. Yurine konuşulan konuları kendileri dışında hiç kimsenin duymaması gerektiğini anlıyordu.
Yu: Cecilus’un ailenin başına geçmesine müsaade etmemeliyiz. Yapabilirsek bu olmadan önce işini bitirmemiz gerekiyor. Çünkü o başa geçtiğinde Başak Katedraline karşı olacağını varsayabiliriz ve birini öldürmek için altı aylık plan yapan kişinin öfkesi öyle kolay geçer mi emin değilim. Eğer yapabilirsek Leoral ölmeden önce onu öldüreceğiz. Eğer yapamazsak da Cornelia Dri Vermilia’ya ailenin başına geçmesi için desteğimizi sunmalıyız. Cornelia bizi desteklemeye devam ederse katedrali geliştirmeye odaklanabiliriz.
Yurine: O piç öldüğü sürece istediğin şekilde hareket edebiliriz, Yu. Fakat Cornelia’nın da bu işte parmağı varsa o da ölmeli.
Yu düşünürken denizi izlemeye başladı. Kısa süreliğine Yurine istediklerinin fazla mı olduğunu düşünür gibi oldu ama bu düşünceyi hemen aklından çıkardı. Onları asla affedemezdi ve intikamını almadan içi rahat etmezdi.
Yu: Deniz güzel.
Yüksekten bakıldığında çoğu manzara insan gözüne daha güzel gözükürdü. Aynı şey deniz için de geçerliydi. Koyu mavi suları uzaktan izlemek, onun içinde olmaktan daha iyi hissettiriyordu.
Kigaro: Hey, konuşmayı bitirdiniz mi? Gelen giden yok.
İkisinin konuşmayı bırakıp öylece denizi izlediğini gören Kigaro onlara seslendi. Boş bir şekilde dolaşmaktan sıkılmıştı.
Yu: Evet ve burada yapacak başka işimiz kalmadı, artık gidebiliriz.
Ayağa kalktılar ve üzerlerindeki karları temizledikten sonra katedralin içine girdiler. Binanın içine girdiklerinde Yurine hoş bir sıcaklık hissetti.
Yurine: Yu, Zodya Kürsüsünü görmek ister misin? Yarın Başak Katedralliği bana orada verilecek.
Buradan ayrılmadan önce Yu’ya onu göstermesi gerekiyordu. Planlarını o kürsüye göre yaptıkları için eylem alanlarını önceden gözlemlemeleri Yu’nun işine yarayabilirdi.
Yu: İsterim, hadi göster.
Yurine: Beni takip et!
Kısa süre önceki tartışmalarını unutmuş ve Yu’ya daha önce görmediği bir şeyi gösterebilecek olmanın heyecanı ile hızlı adımlarla katedralin merkezine doğru yürümeye başlamıştı.
Yu ve Kigaro arkasından yürüdü ve neredeyse bomboş olan katedralde kimseyle karşılaşmadan katedralin ana salonuna, Zodya Kürsüsünün bulunduğu alana girdiler.
Zodya Kürsüsü tam olarak Andromeda Katedralinin merkezindeydi. Yerden yarım metre yüksekteydi ve etrafı altın çitlerle sarılmıştı. Aslında bu bir kürsüye hiç benzemiyor ve yer sofrasını andırıyordu ama insanlar arasında buna kürsü demek gelenekselleşmişti.
Kürsünün otuz ilahi lütufu temsilen otuz köşesi vardı ve her köşesinde bir mum yanıyordu. Kürsü birkaç kişiyi içine alacak büyüklükteydi ve zemini tamamen siyahtı.
Yurine: Lütuf sahibi kürsüye ayak bastığı anda kürsü ışıldamaya başlar, birisinin ilahi lütufa sahip olduğunu bu şekilde anlarsın.
Yu: Ben daha ihtişamlı bir şey bekliyordum aslında. Acaba deneyebilir miyiz? Etrafta kimse yok.
Bulundukları alan tamamen boştu, içeride muhafızlar bile dolaşmıyordu. Yu, kürsünün çalıştığını denemek için ileriye yürüdü.
Yu: Kigaro, etrafı kolaçan et, buraya bakma. Yurine yanıma gel.
---
Yu: Peki, orası nedir?
Zodya Kürsüsünden sonra Yu’nun dikkatini salonun sonunda, duvarın önünde yer alan bir heykel çekmişti. Heykelin yüksekliği zemini ile birlikte iki metreyi buluyordu. Heykel, Zodyaistler bu şehri fethetmeden etmeden çok önce de buradaydı, Zodyaistler fethettikten sonra geçen yüzyıllar boyunca da burada olmaya devam etmişti.
Heykel hakkında çeşitli efsaneler bulunuyordu ve en kabul edilen efsane uzun zaman önce yaşamış bir krala ya da kahramana ait olduğuydu.
Heykelin elinde bir kılıç bulunuyordu. Kılıç kınının içinde olduğu için çeliğinin neye benzediği bilinmiyordu ama kabzası gümüş ve altındandı. İnsanlar bu kılıca Sabah Kılıcı derdi.
Yurine: Yüzlerce yıl önce yaşamış bir adamın heykeli. İsmi ve kim olduğu bilinmediği için insanlar ona Sabah Şövalyesi diyorlar, elindeki kılıç da Sabah Kılıcı ve bulunduğu yere de Sabah Kürsüsü deniyor.
O da bir kürsü değildi, yine de kalıplaşan isim bu olduğundan kullanılmaya devam ediyordu.
Heykel manadan oluşan görünmez bir duvar tarafından korunurdu. Yurine’nin annesi Rie bu duvarı Avcı Lütufu sayesinde görebilmişti.
Yu: Ekskalibur gibi bir şey mi? Kılıcı sadece hak edenin çekebildiği bir efsaneden fırlamış gibi duruyor.
Yurine: Böyle bir efsane de var, o kadar uzun zamandır orada ki hakkında bunun gibi bir sürü efsane yazıldı. Bir başka efsanedeyse krallık zor duruma düştüğünde Sabah Şövalyesinin canlanacağı ve krallığı kurtaracağı anlatılır.
Ama Zodyaistler bu şehri işgal ederken heykel hiçbir şey yapmamıştı. Yani bu efsane gerçek değildi.
Yu: Etrafta kimse yok, sence kılıcı çekmeli miyim?
Yurine: Yu Zao Long dahil pek çok kişi denedi ve başarısız oldu. Bence denememelisin Yu, deneyen herkes geri itildi.
Yu: Nasıl yani?
Yurine: Heykelin çevresinde görünmez bir duvar var, kimse o duvarı geçip içeri giremez. Bu yüzden kılıç dokunulmazdır.
Yu: Yine de denemek istiyorum. Hem belli mi olur, belki farklı bir dünyadan geldiğim için ben içeri girebilirim. Hem artık benim de fantastikomistik özelliklerim olmalı, tüm isekaicıların farklı olayları var bir ben böyleyim.
Uyarıya kulak asmayan Yu, Zodya Kürsüsünün etrafından dolandı ve Sabah Kürsüsünün önüne geçti.
Yu: Nasıl yapacağım? Elimi mi uzatmam gerekiyor? Yoksa normal bir şekilde yürüyecek miyim? Sanırım ilk önce elimi uzatmalıyım.
Elini kaldırdı ve Sabah Kürsüsüne yaklaştı. Parmakları kürsünün sınırına geldiği an Yu şiddetle geri savruldu. Eğer Kigaro koşup onu durdurmasaydı kaç metre boyunca yerde yuvarlanacağı belirsizdi.
Yurine: YU! SANA DENEMEMELİSİN DEMİŞTİM İŞTE!
Yerde inleyen Yu’nun yanına koştu ve şifa büyüsü uygulamaya başladı. Yu’nun ağrı çekmesini istemiyordu.
Yu: Bu kadar sert olmasını beklemiyordum. Ah, canımı yaktı.
Yurine: Sen beni dinlemelisin! Ben sana itileceğini söyledim!
Yu: Özür dilerim. Zaten olacağını düşünmüyordum da bir umut işte.
Kigaro tarafından ayağa kaldırılan Yu yüzünü çıkışa döndü, gitme zamanı gelmişti.
Yu: Ama bir ara Sivina’ya da denetmek gerek. O bir şövalye olduğu için belki kılıcı çekebilir. Sivina, Sabah Şövalyesi olursa Başak Katedralinin kavuşacağı ün inanılmaz olur. Belki Kigaro da deneyebilir.
Kigaro: Kalsın, o kılıç benim ellerim için fazla küçük.
Yu: Öyle olsun.
Yu, Kigaro’dan destek alarak dışarı çıktı. Hizmetçilerinin arkasından gitmek doğru olmayacağından dışarı çıktıklarında Yurine onların önüne geçmişti.
-------------------------
Önceki beş bölümü iki günlük aralıklarla atmıştım ama pazar günüm dolu olduğu için yazamadım ve tempo bozuldu :d
Neyse, sıradaki bölümde bir süredir görmediğimiz karakterlerle tekrar görüşeceğiz. Okuduğunuz için teşekkürler.
06.07.2021 - 19:20
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..