CİLT III: ÇAN SESLERİ
BÖLÜM 18: YENİ KAHYA
“Demek burası yeni evimiz.”
Başak Katedrali diğer dini yapılarla kıyaslandığında küçük bir yer olsa da içerisinde dini törenler için kullanılan ve yüz kişinin sığabileceği bir salon bulunduruyordu.
Törenler ayakta yapılırken ayakta durmakta zorlananların oturabilmesi için banklar da vardı. Tören alanının kürsüsü Başak Kardinali içindi ve Yu’nun edindiği birkaç bilgiye göre törenler Zodya Kitabından parçalar okuyarak, kardinalin kutsal kabul edilen basit bir ritüel dansı yapması ya da ilahi söylemesi ile gerçekleşiyordu.
“Aklıma geldi de Yurine’yi bırak dans ederken görmeyi, şarkı söylerken bile görmedim. Merak ediyorum acaba dans etmeyi denediğinde yüzü nasıl utangaç ve tatlı bir hal alacak?”
Binanın içindeki tören salonu katedraldeki en büyük alandı ve onun dışında bir mutfak, katedralin sakinleri ve misafirleri için büyük sayılmayacak odalar, çalışma odaları ve banyonun dışında bir hamam bile bulunuyordu.
Aslında katedral çok küçük sayılmazdı fakat Yu, Andromeda Katedralinin heybetini gördükten sonra burası gözünde ufacık kalıyordu.
Tabii katedral büyük de sayılmazdı. Buraya çok fazla oda yerleştirmenin bedeli yerleştirilen odaların boyutunun küçültülmesi olmuştu. Yine de bu sayede katedralin daha fazla kişiyi ağırlaması mümkün hale geliyordu.
Andromeda Katedralinin aksine Başak Katedralinin kısa bir minaresi vardı, hatta minare demek pek doğru olmazdı, basit bir kuleydi ve kulenin tepesinde çan bulunuyordu. Çan rüzgarda sallanıp gürültü yapmasın diye bağlanmıştı.
Geleneksel dini törenler ayda bir yapıldığı için çanlar her ay bir kez tören için çalardı. Bazen de önemli bir duyuru için, önemli birinin ölümünde ya da düğününde çanların çaldığı olurdu.
Yurine: Yu, burası oturma odası.
Yurine, Yu’ya güler yüzü ve neşeli sesi ile Başak Katedralini gezdirirken elini tutuyordu. Buradakilerin yarısı gördüğü manzaraya alışkın olsa da hizmetçiler ağızları açık bir şekilde onları izliyordu.
Bir yıl önce annesinden başka kimseye yüz vermeyen bu kibirli küçük hanım tanımadıkları bir adamın elini tutarak onu katedralde gezdirirken ne düşünebilirlerdi?
Yurine: Yu, hadi oturalım.
Oturma odasının başköşesinde iki koltuk bulunuyordu ama Yurine, Yu ile yan yana oturmak istediği için iki kişilik koltuklardan birine geçtiğinde başköşedeki koltuklara kimse oturmadı.
Sivina ve Ana bir başka koltuğa oturdu ve Kigaro ise tek başına neredeyse iki kişilik koltuğu kaplamaya yeterliyken oturacak başka koltuğu olmayan Tobias ile yan yanaydı.
Tobias muhtemelen şu anda hiç rahat değildi ama ayağa kalkıp bir sandalyeye geçmenin de tuhaf gözükeceğini düşündüğünden Kigaro ile oturmaya devam ediyordu.
Hizmetçi: Nelita, onlara içecek ve tatlı getir.
Yu: Eğer çay ya da kahve getireceksen bana getirme.
İki genç hizmetçiden daha yaşlı ve kıdemli olan hizmetçi genç olanlardan birine buyurduktan sonra başını eğdi ve tekrar Yurine’ye selam verdi.
Hizmetçi: Tekrar hoş geldiniz, hanımım.
Yurine: Hoş buldum.
İçeride kalan iki hizmetçi herhangi bir istek olmasına karşın ayakta beklerken Yu genç olanın kendisine kaçamak bakışlar attığını fark etti.
“Çok yakışıklıyım ya...”
Yüzünde hafif bir gülümseme oluşurken egosu hızla şişti.
“Ben bir erkeğin olabileceğinden çok daha fazla yakışıklıyım, ne kadar harika bir yüzüm var. Çok muhteşemim yeminle. Fakat üzgünüm tatlım, ben kendini kızına adamış bekar bir baba olarak şu anda kendimi romantik bir ilişkinin içerisinde görmeye hazır hissetmiyorum. Tabi benden hoşlanmanı anlıyorum, bunun hakkında bir şey yapamayacağını da biliyorum bu yüzden duygularına saygı duyuyorum, sonuçta her gün benim kadar yakışıklı bir kahya görmüyorsun. Yine de olmaz.”
Yu Valarfin arada sırada bu şekilde kendine aşık olmanın sınırına gelirdi. Şu anda aynanın karşısına geçip yüzünü milyonuncu defa inceleyesi vardı.
Ana: Bay Valarfin! Bizi bu kadar uzun süre bekletirken ne düşündüğünüzü anlatmayı planlıyor musunuz?
Sivina: Yaptığınız şey kesinlikle ayıplanacak bir şey, ayıp! İki güzel kıza buluşmak için bir tarih veriyorsunuz ve bu tarihi üç ay ıskalıyorsunuz!
Ana: Hanımımız için ne kadar endişelendiğimizi tahmin edebiliyor olmalısınız, kesinlikle özür dilemeniz gerekiyor, kesinlikle!
“Sadece onun için mi?”
Sivina: Kötü birisiniz Bay Valarfin, özür dileyin!
İkisi ardı ardına konuşurken Yu’nun düşündüğü şey geç kalışımızın sorumlusu ben değilim bile’ydi. Yine de onları sabırla dinledi, başkası konuşsa umursamazdı ama onlar güzel olduğu için dinleyebilirdi.
Yu: Özür dilerim.
Özür dilemek Yu için basit sayılmazdı, hatta bu dünyaya gelene dek özür dilemek konusunda başarısız denilebilirdi. Sevdiği insanlardan özür dileyebilse de Sivina ve Ana gibi ikinci dereceden gördüğü kişilere karşı ciddi bir şekilde özür dilemesi mümkün değildi. Egosu buna müsaade etmezdi.
Bu yüzden onlara karşı yapmacık bir özür verdi, neyse ki ikisi aldıkları özrü kabul ettiler.
Sivina: Peki neden geciktiniz?
Ana: Hem ne için orada kaldığınızı da bize açıklamamıştınız.
Yu: İlonya’da alacak verecek meselesi yüzünden kaldık, fazla mühim bir şey değil.
Yalan söylediği sırada kendisini de yalana inandırdığı için vicdanı rahattı. Yu’ya göre eylemleri alacak verecek meselesi olarak adlandırılabilecek şeylerdi. Almak istediği altınlar vardı ve aldıktan sonra elde ettiği altınların bir kısmını pek kıymetli takım arkadaşlarına verecekti. Böylece bu bir “alacak, verecek” meselesi oluyordu.
Ana: Borçlarınız mı vardı?
Yu: Alacaklıydım.
Yalan söylerken rahat olsa da üstüne gidilmesi ve daha fazla soru sorulması huzursuzlaştırıyordu. En azından Yu iyi bir oyuncuydu ve ne kadar soru sorulursa sorulsun yüzünde daima inandırıcı bir ifade oluşturabilirdi.
Sivina: Gecikmenizin nedeni neydi? Kış başında burada olacaktınız ama kışın sonundayız.
Pencereden dışarıya baktığında hiç de kışın sonundalarmış gibi gözükmüyordu. Kar hala kuvvetliydi ve sanki hep böyle devam edecekmiş gibiydi.
Yurine: Mora’ya gelirken yolda Kigaro ile karşılaştık. Daha sonra halkının yardıma ihtiyacı olduğunu öğrendik ve biz de yardım etmeye karar verdik.
Sivina ve Ana hayatlarında ilk kez roaronlar ile karşılaşmıştı. Kigaro’ya baktılar, Yurine’nin bahsettiği kişi oydu.
Yu: Sonra da kendimizi bir muharebenin içinde bulduk.
Ana: Muharebe! Savaştınız mı? İki kişisiniz, biz yanınızda değilken-
Yu: Olaylar beklenmedik şekilde geliştiği için biz de hazırlıksız ve plansız yakalandık. Hem küçük hanım sapasağlam kurtuldu, artık bir sorun yok.
Yurine’yi böyle bir tehlikeye hiç atmamış olmayı dilerdi. Eğer geçmişe gitseydi ve o ormanda tekrar Kigaro ile karşılaşsaydı şeytanlarla savaşmayı kesinlikle reddederdi.
Olay savaşmak ve kazanmak değildi, olay Yurine’nin tehlikeye girmesiydi. Yu için sonuçlar kadar başlangıç ve sonuca giden yol da önemliydi, sonucu iyi olduğu için diğer aşamaları görmezden gelemezdi.
Ama olayı geçiştirmek için kendi felsefesi ile çelişen kelimeler kullanmakta sorun görmüyordu.
Ana: Peki siz?
Yu: Ben de iyiyim.
Başka bir yalan kolayca ağzından dışarı çıktı. Kendisi için iyi diyemezdi. Omzundaki lanet hala oradaydı.
Orada olduğunu gün boyu hissetse de artık kolunu oynatırken zorlanmıyordu fakat o lanet her gün kendisini daha kötü hissetmesini sağlıyordu. Henüz belirgin bir zararını görmemişti ama içerisinde yayılan huzursuz his ona rahatsızlık veriyordu. Sanki lanet bir şey için hazırlanıyordu.
Yurine’nin o laneti iyileştirmeyi başaramaması da ayrı bir sorundu. Hem Yurine’nin morali bozuluyor hem de Yu’nun kendisi hakkında daha fazla endişelenmesini sağlıyordu. Yu işler kötü bir hal almadan bir tedavi bulmalı ve omzunu eski beyazlığına kavuşturmalıydı.
Sivina: Nasıl bir muharebeden bahsettiğinizi anlatır mısınız?
Sivina da Ana gibi endişelenmişti ama o endişelerini bir kenara bırakıp olayın detaylarını öğrenmek istedi. Bir savaşçı olduğu için böyle şeylere ilgiliydi.
Yurine: Şeytanlar, roaron halkına saldırdı.
Şeytanlar.
Yu’nun dünyasındaki şeytanlar dinlerde kötü niyetli yaratıklardı, eğer Yu yirmi birinci yüzyıldan geliyor olmasaydı bu kelimeden korkardı.
Fakat yirmi birinci yüz yılda şeytanlar dini hikayelerdeki kötü yaratıklar olmaktan çıkıp popüler kültür ve animeler ile birlikte insanımsı ve iyi canlılar olarak lanse edilmeye başlamış ve bu olay bir sürü ergenin ekran başında şeytan kızların memesini izlemesiyle sonlanmıştı.
İnsanların dini daha az umursamaya başlar hale gelmesi ve animeler sayesinde şeytanlar artık insanlar üzerinde pek de kötü bir etki yaratmıyordu ve Yu da o insanlardan birisiydi.
Ama Yurine bu kelimeyi kullandığında odadaki herkes bir anda buz kesti.
Dünyada kötü insanlara söylenen “Sen şeytanın gözlerini kızartırsın,” deyimi vardı ama bu deyimi kullanan kişiler ne şeytanlarla karşılaşmıştı ne de bunu söylediği kişinin şeytanlarla karşılaşacağını düşünürdü.
Fakat Yurine gerçek şeytanlarla karşılaştıklarını söylüyordu. Şeytanlar kötüydü, korkunçtu, var olmamalıydılar ve hiçbir insan onlarla karşılaşmamalıydı. Bu dünyanın insanlarının düşünceleri bu şekildeydi.
Kigaro: Hanımefendi beni bulduğunda yanıyordum ve bir şeytan canavarı tarafından kovalanıyordum. Eğer hanımefendi olmasaydı ölmüş olurdum, o benim hayatımı kurtardı.
Genellikle Yu ve Yurine ile konuşurken sen diye hitap eden Kigaro şu anda saygılı bir şekilde konuşuyordu. Sesinin tonundan ve gözlerindeki bakıştan Yurine’ye minnettar olduğu anlaşılmaktaydı.
Kigaro: Daha sonra da halkımın kalanını kurtardı.
Kigaro’nun ve diğer roaronların Yurine’ye duyduğu minnet Yu’yu memnun ediyordu. Minnettarlık satın alınamayacak bir bağlılıktı, onlara güvenebilirdi.
Yu: Kigaro ile tanıştıktan sonra Yurine, roaron halkının kalanına yardım etmeye karar verdi. O gece roaronlara saldıran bütün şeytanları yok etti.
Ana: Yurine mi?
Yurine ile son görüşmelerinde onun gücünden haberdar olmayan Sivina ve Ana şaşkınlığa boğulmuş ve duyduklarına inanmakta zorlanmıştı. Onu en son bir yıl önce gören hizmetçiler de aynı şekildeydi.
Nelita: Buyurun.
Konuşmalarının arasına az önce içecek ve tatlı getirmesi için yollanan hizmetçi girdi. Elindeki tepside Yu’nun daha önce karşılaşmadığı bir tatlı türü vardı.
Genç olan diğer hizmetçi sehpaları insanların önüne yerleştirdikten sonra Nelita tepsideki tabak ve bardakları sehpalara yerleştirdi. Yu çay istemediği için ona portakal suyu getirmişti.
Yu: Teşekkürler.
Getirilen tatlı kivi kullanarak yapılmıştı. Yu tadının hoş olduğunu düşündü ama yediği en güzel şeyler arasına girecek bir şey değildi. Yu önündeki tatlının güzellik seviyesini “gidip almam ama getirirlerse yerim” şeklinde tanımladı.
Yu’dan bir teşekkür alan Nelita gülümsedi. Onun tepkisini gören Yu’nun egosu biraz daha şişiyordu.
“Hıhı, süperim be, çok iyiyim.”
Yurine artık onun yüzündeki ufak değişimlerden egosunun ne durumda olduğunu fark edebilecek seviyedeydi ve yüzünün şu anki halinin neden kaynaklı olduğunu da fark etmişti. Dirseği ile onu dürterek “haddini aşma” mesajı verdi.
Dimen: Mahkumları yerleştirdik.
Beyazlamış saçları, sakalsız yüzü ve gri gözleri ile birlikte kahya Bart ve uzun kızıl yelesi ile kaynatılmış deri zırhlı savaşçı Dimen oturma odasına girdi. Oturacak bir yer olmadığı için ikisi de ayakta bekleyecekti.
Aslında sandalyeler vardı ama Dimen onlardan birine oturduğunda sandalyenin onun ağırlığını taşımak konusunda nasıl bir performans sergileyeceği belirsizdi ve Dimen oturduğu sandalyenin kırılması riskini göze almak istememişti.
Hem hanımı ve komutanı otururken ne Dimen ne de Bart oturmayı uygun görmüyordu.
Yurine: Yu, seni onlarla tanıştırmadım.
Yurine onlara döndüğünde hizmetçiler tanışma faslı için sıraya girdiler.
Yurine: İkisinin adlarını zaten duydun, o Bart ve o da Nelita.
Yu: Yu Valarfin, memnun oldum.
Nelita esmer bir kızdı, uzun boylu ve zayıftı. Güzel bir yüzü vardı fakat Yu onu kendi tarzında bulmamıştı. Gerçi Yu’ya hitap ediyor olsa da Yu bununla ilgilenmezdi.
Yurine: O da Maia, o Melita’nın teyzesidir.
Maia, yani iki kızdan daha yaşlı olan hizmetçi de yeğenine benziyordu. Esmer teni ve hafifçe beyazlamış siyah saçları vardı ama yeğeninin aksine kendisi iri bir kadındı.
Yurine: O da Clara.
Nelita’ya kıyasla Clara’yı daha çekici bulmuştu. Onun saçları koyu yeşil ve gözleri sarıydı. Yu fantastik bir dünyanın içinde olduğu için olağandışı renkleri görmek hoşuna gidiyordu.
Yu: Memnun oldum.
Yurine: Dimen ve Tobias ile tanışmışsınızdır. Oradaki diğer roaron da Kigaro, roaronların komutanı.
Kigaro başını hafifçe sallayarak onları selamladı.
Yurine: Bart, bundan sonra kahyalık görevini Yu üstlenecek.
Kahya demek, hanenin tüm işlerini çekip çeviren ve diğer hizmetçileri yöneten kimse demekti. Bu görevin Yu’ya verilmesi henüz Rolderhelm’deyken kararlaştırılmıştı.
Bart: Anlaşılmıştır, zaten artık gençlerin hızına yetişemiyorum.
Bart’ın kahya kıyafetinin göğüs kısmında bir melek broşu vardı. Bu Başak simgesiydi, melek elinde bir buğday tutuyordu. Bart, Yurine’ye yaklaştı ve göğsünden çıkardığı broşu ona uzattı.
Yu onun gözlerinde yer alan çekimserliği fark etti. Yurine’yi tanıyor fakat Yu Valarfin isimli genci tanımıyordu. Daha önce emrinde işe girdiği Başak Kardinali’nin kızını tanımadığı bir adama emanet etmek konusunda sakıncaları vardı.
Yine de Yurine’nin sözüne itiraz etmedi. Yurine kendine uzatılan broşu aldı ve Yu’nun kahya kıyafetinin göğsüne yerleştirdi. An itibariyle Yu, bu evde Yurine dışında bulunan herkesin lideri görevini üstleniyordu.
Yurine: Yu’nun sözü benim sözümdür, onun dediklerini dinleyin.
Hizmetçiler: Anlaşılmıştır.
Resmi olarak kahya olduğuna göre yakında Başak Katedralini adam etme çalışmalarına başlayabilirdi. Kısa sürede büyük işler başarmak istiyordu ve bunun için çalışanların azmine ihtiyacı olacaktı.
Ana: Bizim konuşmamız yarım kalmıştı.
Tanıtım kısmı bittiğinde Ana hikayelerine devam etmeleri gerektiğini hatırlattı. Yarım kalan konuşmalarının devamını merak ediyordu. Sivina da onun ardından ekledi:
Sivina: Konuşmanız devam ederken araya girmek istemedim ama şimdi soracağım: roaronların komutanı derken kaç tane roarondan bahsediyorsunuz?
Yu: Küçük hanım şeytanları yok ettiğinde roaronların evleri ve kış için depoladıkları erzaklar yok olmuştu. Kışı geçirmeleri mümkün değildi, bu nedenle onları yanına almaya karar verdi.
Artık konu neden geç kaldıklarına gelmişti.
Yu: İşte bu yüzden geç kaldık, yanımızda iki yüz roaron vardı. Kigaro da onlar arasındaki otuz roaron savaşçısının kumandanı.
Ana: İki yüz kişi ile mi buraya geldiniz!?
Yu: Tam sayı iki yüz yirmi bir. Eğer ana yolu kullanabilseydik daha hızlı varabilirdik ama Mora’nın iki yüz mülteciyi kabul edeceğini düşünmüyordum, bu yüzden tepeleri kullanmak zorunda kaldık.
Roaronların gelişi Yu’ya yeni bir bahane vermişti. Tepeleri kullanmasının asıl nedeni İlonya’da kazandığı çalıntı altınları gümrükten geçirmesinin mümkün olmayışıydı ama roaronlar sayesinde artık yeni bahanesi roaronları gümrükten geçiremeyecek oluşu olmuştu.
Ana: Demek bu yüzden geciktiniz, kış böylesine sertken iki yüz kişi ile yolculuk etmek zor.
Yu: Evet.
Ama başarmışlardı, sonucunda başardığı için zorluğundan yakınmayacaktı.
Yu: Peki şimdi konuşmaya biraz ara versek nasıl olur? Eşyalarımızı yerleştirmek ve biraz nefes almak istiyorum. Malum, çok uzun süredir yoldayız.
Maia: Size yardımcı olalım.
İçeceklerini içip tatlılarını bitirdikten sonra kalktılar ve odalarını belirleyip eşyalarını yerleştirmeye başladılar. Clara ve Melita, Yu’ya yardımcı olmak konusunda oldukça istekliydi.
-------------------------
Bölümleri hızlı hızlı atmaya başlamıştım ama tempo bozuldu. Yazın hava ısınınca insanın bir şey yapası gelmiyor. Yine de bu ay ve önümüzdeki ay elimden geldiğince çok bölüm yazmak istiyorum umarım başarırım çünkü okul açıldıktan sonra iyice yavaşlayacağımı düşünüyorum. Okuduğunuz için teşekkürler, sıradaki bölümde görüşürüz!
11.07.2021 - 22:30
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..