Cilt 2 - Bölüm 9: Kara Yolculuğu (2/2)

avatar
554 5

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 2 - Bölüm 9: Kara Yolculuğu (2/2)


“Neden bu insanlarla yolculuk etmek zorundayız?”


“Ucuz olduğu için,” diye cevap verdi Yu, huysuzlanan Yurine’ye.


İkinci Dünya’da ilkindeki gibi atlar vardı ama atların yanında devasa komodo ejderleri ve raptora benzeyen at boyutunda dinozorlar da ulaşım için kullanılıyordu.


Kendi araçları ise bir at arabasıydı ve üç at tarafından çekiliyordu. Aracın içinde on iki yolcu bulunuyordu.


Dinozor ve dev kertenkeleler atlara kıyasla daha hızlı ve güçlüydü ama et ile beslendikleri için atlardan çok daha masraflılardı. Onlar genellikle ordularda ya da zengin insanların ulaşımında kullanılıyorlardı, sıradan insanlar arasında atlar ve eşekler en popüler binek hayvanlarıydı.


“Cimriliğin beni çıldırtacak.”


“Ben hiç de cimri değilim, sadece tutumluyum. Ayrıca hiçbir masraftan kaçmayıp bize en iyi kıyafetleri seçtim ve en pahalı han odasını tuttum.”


“Bunları kendin için yaptın!”


“Ne var bunda? Hem sadece kendim için değil, senin için de yaptım.”


Hanın normal odalarında kalanlar ortak banyo ve tuvaletleri kullanıyordu. Yu Valarfin buna katlanamazdı, okulun tuvaletinde bile çişini pisuvarda yapmak yerine kabinin içinde yapmayı tercih eden biriydi. 


Ne zaman pisuvarda işemek zorunda kalsa bir sürü boş yer varken insanlar özellikle onun yanına gelip işiyordu ve bunun ne kadar tuhaf hissettirdiğini anlatacak kadar kelime bilmiyordu.


Ortak banyolarsa Yu’nun heteroseksüelliğine hakaret gibi geliyordu. Banyodakiler kadın olmadığı müddetçe Yu ortak banyoları kullanmak istemezdi. Başka erkeklerin vücudunu görmek istemiyordu ve kendi vücudunun görülmesinden de rahatsızlık duyuyordu.


Bu rahatsızlığın sebebi kötü bir vücudu olduğundan değildi, aksine gayet atletik ve ideal bir vücuda sahipti ama çıplak erkeklerin arasında rahat hissedemiyordu.


“Yoksa diğer insanlarla ortak banyoyu mu kullanmak istiyordun? Üzgünüm ama buna müsaade edemem.”


“Öyle bir şey istediğim yok.”


Yurine’nin yalnız başına yabancı insanların yanında bulunması fikri korkutucuydu. Yu onun yalnız kalmasından, onun zarar görmesinden, onu kaybetmekten korkuyordu.


“Çocuklarla baş etmesi zor, değil mi?” Karşılarında oturan ve inanılmaz derecede büyük göğüslere sahip olan kadın konuşmaya dâhil oldu. Gülümseyerek Yu’ya bakıyordu. “Adım Lylphia.”


“Tam bir pussy magnet'im ya, nasıl da tanışmak istiyor benimle. Çok yakışıklıyım.”


Karşısındaki kız onun tipi değildi. Kızlarda boy ya da göğüs büyüklüğüyle pek ilgilenmezdi ama her şeyin orantılı olmasını tercih ederdi. Lylphia kısa boylu olmasına rağmen kocaman göğüslere sahipti ve onları insanların gözüne sokarcasına ortaya çıkarması oran takıntılı Yu’yu rahatsız ediyordu.


Uzun siyah saçlarını ikiz at kuyruğu yaparak başının iki yanından aşağıya salmıştı, beyaz yuvarlak bir yüzü ve yuvarlak turuncu gözleri vardı.


Önce elini göğsüne götürerek “Yu Valarfin,” dedi, ardından Yurine’yi işaret etti. “Ve Yurine Valarfin.”


“Kardeş misiniz?” diye sordu Lylphia.


“Hmm... Kardeşe mi benziyoruz?”


“İsimleriniz aynı.”


Lylphia’nın kahverengi bir cübbesi ve elinde tuttuğu büyük bir asası vardı. Onun büyücü olduğunu ilk görüşte anlamak kolaydı.


“Eğer bir büyücüyse Yurine’nin kılıç perisi olduğunu da anlayabilir. Dikkatli olmalıyım.”


Lucia’nın kılıç perileri hakkında söylediklerini hâlâ hatırlıyordu ve Yurine’yi kimseye çaldırmak istemiyordu.


“Aslında Yurine benim kızım. Çok genç gösteriyorum, değil mi?”


“Aah? Aranızda en fazla on yaş var gibi.”


Yu zaten genç olsa da Lylphia’nın şaşkınlığı yüzüne bir gülümseme yerleştirdi. Bu esnada Yurine, Yu’nun cevabına karşı gözlerini kapayıp dudaklarına ters V şeklini verdi.


“O şekli nasıl yaptın?”


Tam olarak bir V olmasa da dudakları mükemmel bir şekilde aşağıya doğru kıvrılmıştı. Profesyonel oyuncular bile böyle bir şekli yapmakta zorlanırdı, Yurine tıpkı bir anime karakteri gibiydi.


“Neden Urta’ya gidiyorsunuz peki? Büyücülük Akademisinde işleriniz mi var?”


“Çözülmesi gereken meseleler var.”


“Dedektiflik gibi bir şey mi? Anlatsana biraz, belki yardımım dokunur!”


“Hayır.”


Bazı insanların aksine Yu’nun hayır diyebilme yeteneği vardı ve Yu hayır dediğinde bu hayır demekti. Lylphia'ya ya da bir başkasına gereksiz bir şekilde meselelerini anlatmayacaktı.


“Gizemli şeylere bayılırdım ama...” Lylphia dudaklarını büktü, “Peki, siz Kızılşapel’deki son olayları duydunuz mu?”


Yu onun üzüldüğünü düşünmüştü ama kız kendini hemen toparlayıp konuşmayı kendisi sürdürmeye karar verdi.


“Kızılşapel Katili mi? Onun ismini duydum ama son olay olarak neyi kastettiğini bilmiyorum."


“Kasabanın dışındaki zengin bir adamın malikânesine girmiş, üç kişiyi öldürmüş.”


Yu’nun duymadığı bir olaydı. Zaten duyduklarının en yenisi de iki ay önce işlenmiş bir cinayetti. Katil hakkında detaylı bilgiye sahip değildi ve onun hakkında bildiklerini ayaküstü bir sohbette öğrenmişti.


“Malikânenin sahibi, Richard Henry yıllardır evinin saldırıya uğrayacağı korkusuyla yaşıyormuş, bu yüzden evinin tüm pencerelerini çelik parmaklıklarla kaplatmış ve tüm kapılara da en sağlam kilitleri takmış.”


“Ama bu katili engelleyememiş, öyle mi?”


Lylphia başını salladı. “Eve girmiş, Richard Henry’yi öldürüp duvara çivilemiş. Evin uşağı ve hizmetçisini de öldürmüş. Uşağın gözlerini oymuş ve içini ve ağzını paralarla doldurmuş. Hizmetçi kızı da öldürmüş ama onun ölümü daha merhametliymiş, boğazını sıkarak öldürmüş ve malikânedeki en güzel kıyafetleri ona giydirdikten sonra yere yatırıp etrafını güllerle süslemiş. Biraz gümüş çaldıktan sonra da kaçıp gitmiş.”


Vagonun içindeki diğer yolcular hikâyeden rahatsız olmuştu. Yu diğerlerini önemsemeden alışkanlığı üzerine kafasında bir senaryo üretti.


“Katil, daha önceden uşakla para karşılığı anlaşmış ve gece olduğunda uşak kapıları açıp onu içeri almış.” Yu’nun ölen uşak hakkında kafasında oluşturduğu izlenim para için evini satan biri şeklindeydi. “Önce uşağı öldürmüş ve anlaştıkları parayı gözlerine ve ağzına sokmuş. Kendine sanatçı dediğine göre bunu ‘aç gözlülüğü’ resmettiği bir eser olarak görüyor olabilir.” Kurduğu bağlantının gayet kaliteli olduğuna inanıyordu. “Sonra sıra malikânenin sahibine gelmiş. Onun odasına çıkmış ve öldürüp duvara çiviledikten sonra sanatının karşılığında bir miktar ödeme almış. Malikâneden kaçmak için dışarı çıktığı sıradaysa gürültü sesini duyan ve ne olduğuna bakmak için güvenli odasından ayrılan hizmetçiyle karşılaşmış. Talihsiz kadın katilin o geceki son kurbanı olmuş. Belki de talihsiz biri olduğu için ona diğerlerine göre daha ‘temiz’ bir ölüm vermiştir.”


“Whoaa! Gerçekten böyle mi oldu?”


Lylphia yerinden sıçradığında göğüsleri de onunla birlikte hareket etti, aşağı yukarı sallanıyordu.


“İnsanlar böyle abartılı tepkilerden hoşlanmazlar.” Bağırarak konuşan insanları hiç sevmiyordu, abartılı tepkiler veren insanlarsa ona ‘başkasının yerine utanma’ hissini yaşatıyordu. “Sadece kafamda oluşan senaryoyu anlattım. O gece neler yaşandığını bilmiyorum.”


“Yine de çok iyi bir çıkarım!”


Yu onu kibirli bir gülümsemeyle karşıladı, övgüyü reddedemiyordu.


“Sanki katili yakaladın, götün bu kadar kalkmasın.”


“Sana bu kaba kelimeleri kim öğretti?”


Yolculuklarının ardından, planlanandan daha geç bir saatte Urta’ya ulaştılar. Urta’ya vardıklarında hava çoktan kararmıştı.


Yol boyunca konuşarak insanların kafasını şişiren ve en sonunda yolcuların birkaçının tepkisiyle susan Lylphia, araçtan indikten sonra yürüyerek Büyücülük Akademisine doğru ilerlemiş ve gözden kaybolmuştu.


Yu ve Yurine de kendilerini buraya getiren şoföre burada kalabilecek bir yeri nereden bulabileceklerini sordu.


“Burası küçük bir yer olduğundan kalabileceğiniz bir han yok ama köyün biraz ilerisinde gecelik kiralayabileceğiniz küçük evler var. Meydandaki kahveciyle konuşup birine yerleşebilirsiniz.”


Şoförün işaret ettiği yöne doğru gidip meydandaki kahvehaneye vardılar ve birkaç gümüş karşılığında eski bir ev tuttular.


Easthelm adası üç bölgeden oluşuyordu ve bu bölgeler dağlarla birbirinden ayrılmıştı. Kuzeydeki dağların ötesinde büyük bir orman vardı ve içinde canavarlar yaşıyordu. Adanın ortasındaysa insanlar yaşamaktaydı. Adanın güneyiyse yine dağlarla ayrılıyordu ve bu bölge ülkenin kurak olan tek bölgesiydi.


Bölgenin kuraklığının sebebi Büyücülük Akademisi olarak görülüyordu. Burada sadede küçük bir orman vardı ve ormanın dışında kaktüs gibi kuraklığa adapte olmuş bitkiler dışında hiçbir yeşillik yoktu.


Tuttukları ev bölgede yer alan küçük ormanın hemen önündeydi.


“Biri burada cinayet işlese kimsenin ruhu duymaz, cidden misafirlere kalacak yer olarak burayı mı veriyorlar?”


Ev alçak bir tepenin üstündeydi ve on beş saniyelik bir yürüyüşün ardından ormana girilebiliyordu. Yu’nun tuttuğu ev dışında kalan tüm evler yıkıntı sayılırdı.


Buna da ev demeye bin şahit isterdi. Evin içinde sadece tek bir oda vardı ve bu küçük, boş odanın ne amaçla orada olduğunu anlayamamıştı.


Bir soba, küçük bir yatak, bir kilim ve bir sandalye dışında ev adı verilen taştan kutunun içinde hiçbir şey yoktu. Yu kendilerine verilen temiz nevresim, yorgan ve iki yastığı yatağa yerleştirdi.


Evin tek bir penceresi vardı ve tahtadan bir kilitle kapalı tutuluyordu. Kilit, Yu’ya hiç güven vermiyordu ama onu sağlamlaştırmak için yapabileceği bir şey de yoktu.


Kapıyı kilitledi ve sandalyeyi kapı kolunun altına çekerek kapının dışarıdan açılmasını engellemeye çalıştı. Bu önlemin işe yarama şansı düşük olsa da hiçbir şey yapmamaktansa bunu yapmanın daha iyi olacağına inanıyordu.


“Bu kadar önleme gerek var mı? Ben buraya gelmeye cüret edecek salakları öldürebilirim.”


“Yine de önlem almaktan zarar gelmez. Belki gelen tehlikeli bir şey kapının bozuk olduğunu düşünüp geri döner.”


Tekinsiz bir yerdi, ilk bakışta bunu anlayacak beceriler geliştirememiş kişilerin ölmesi şaşırtıcı olmazdı. Yu hayatta kalmak istiyordu ve bunun için önlem almalıydı.


“Duvar tarafına geç.”


İlkel bir koruma içgüdüsüyle kapıya yakın tarafa yatmaya gönüllü olan Yu oldu.


“Seni iğrenç, sapık insan! Benim yakınımda uyumak için küçük yataklı bir ev mi tuttun?”


“Evi tutarken benim yanımdaydın, böyle olmadığını biliyorsun.” Tutabilecekleri tek bir sağlam ev vardı ve o da buydu. “Hadi, geç şuraya. Sabah erken kalkacağız.”


Uyku düzenlerini sağladıkları için artık böyle cümleler kurabiliyordu.


“Ayrıca,” dedi Yu. İkisi de yatağa uzanmıştı ve dışarıda yağmur atıştırıyordu. “İğrenç olmadığımı biliyorsun, bence sen de benim çok yakışıklı olduğumu düşünüyorsundur.”


***


Böyle bir yerde uyuyamayacağını düşünüyordu ama bu küçük yatakta sırtını Yurine’ye dayamışken hissettiği sıcaklık kolayca uykuya dalmasını sağlamıştı.


Aylardır tattığı en huzurlu uykuydu, gelecek günlerde de bu şekilde uyuyabilseydi mutlu bir adam olurdu.


“Aptal insan, uyan, kime diyorum?”


“Sabah mı oldu?”


Yu gözlerini araladı ve tahta pencereden dışarı baktı. Gün ışığı diyebileceği bir ışık görmüyordu. Kulaklarına damlaların hızlıca yere düşüş sesi geldi, yağmur yağıyordu ve pencere ile tavandan aşağıya su sızıyordu.


“İyi ki yatağın üzerinde değil, gece gece uğraştırırdı beni.”


Yatağı kenara çekmek ya da tavandaki deliği kapamakla uğraşırsa uykusu açılabilirdi ve bunun olmasını istemiyordu.


“Sorun o değil, dışarıyı dinle.”


“Hiçbir şey duyamıyorum.”


Uykulu hâliyle dışarıdaki yağmur ve odanın içine damlayan suyun sesinden başka bir ses yakalayamıyordu. Yurine parmağını dudaklarına götürüp susmasını işaret etmişti, Yu hâlâ bir ses duymaya çalışıyordu ki sonunda bir çığlık sesi kulaklarını tırmaladı.


“Bu ne lan?”


Yu yüksek sesle konuşmamak için kendi ağzını tuttu. Dışarıdan gelen çığlık bir kadına aitti, hemen arkasından bir adama ait ikinci bir yardım çığlığı yükseldi.


“KİMSE YOK MU!?”


Soru tekrar ve tekrar soruluyordu, aynı anda bağıran kadın ve adamın sesleri birbirine karışmıştı. Seslerindeki deformasyon net bir şekilde fark ediliyordu, sanki konuşurken ağızlarından kan tükürüyor gibilerdi.


Kısa sürede kadının sesi adamın sesinden ayrıldı. İnce bir çığlıkla erkeğin sesi aniden kesilmişti. Kadının sesindeki dehşetin dozu ise artmıştı.


“Gidelim.” Yurine yataktan çıkmak için doğruldu.


“Nereye?” Yu omzundan tutarak kalkmasını engelliyordu.


“Yardım etmeye ta-!!”


Yu bağırmak üzere olan Yurine’nin ağzını kapadı ve onu yatağa geri soktu. “Kimseye yardım etmiyoruz, sabah olana kadar burada kalacak ve parmağımızı kıpırdatmayacağız.”


Kadının çığlıkları devam ederken Yurine, Yu’nun elini ağzından çekmeyi deniyordu.


“Beni dinle; bu saatte, tekinsiz bir bölgede, tehlikeli olma ihtimali yüksek olan bir ormana, özellikle canavarların olduğu ve cinayet haberleri ile çalkalanan bir adada giren kişiler elbette aptal beyin genlerini gelecek nesillere aktarıp insanoğlunun zekâ seviyesini aşağıya çekecek aptal çocuklar peydahlamamaları için doğal seçilim tarafından elenecekler. Bırak ölsünler.”


Yu için de söylemesi kolay değildi ama kendi hayatını, özellikle Yurine’nin hayatını ne olduğunu bilmediği bir şeyin karşısında tehlikeye atmayacaktı.


“Eğer kısık sesle konuşacaksan elimi çekeceğim.” Bağırmaya çalışan Yurine’yi engellemek için hâlâ elini ağzında tutuyordu.


Yurine başını sallayarak sessiz olacağını onayladı ve Yu elini çekince konuştu.


“İnsanları ölüme terk edemeyiz.”


“Sadece bekle ve insanları nasıl ölüme terk ettiğimizi gör.” Bir kahraman olmayı ve masumları koruyacak gücü elinde bulundurmayı isterdi ama işler onun istediği gibi değildi. “Biz öleceğimize onlar ölsün, tartışma istemiyorum.”


“Sen şeytanın gözlerini kızartırsın!”


“Sessiz olmanı söyledim.”


Kadının çığlıkları bir süre daha devam ettikten sonra kesildi. Yurine sırtını dönüp yatmıştı ama Yu uyumadı, güvenliklerinden emin olmak için sabaha kadar yatakta bekledi.

--------------------

03.12.2021 - 23:37






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46894 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr