Cilt 2 - Bölüm 10: Büyücülük Akademisi (1/2)

avatar
623 4

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 2 - Bölüm 10: Büyücülük Akademisi (1/2)


Karşılarında her ikisi Sigma Kulesinin iki katı uzunluğunda iki devasa kule duruyordu.

 

Rolderhelm’in güneyinde, Easthelm ve Southelm adalarının iki ucuna inşa edilmişti kuleler. Büyücülük Akademisi hayal ettiğinin ötesinde bir yapıydı.

 

Yu’yu hayretler içerisinde bırakan asıl şey ise kuleler değildi; onu hayretler içerisinde bırakan şey iki kuleyi, daha iyi bir şekilde anlatmak gerekirse iki adayı birbirine bağlayan köprüydü.

 

“Bu köprüyü inşa edememiş olmalıydılar.”

 

“Ne saçmalıyorsun?”

 

Dün gece yaşananlardan sonra Yurine sinirliydi. Yu verdiği kararı gün doğana kadar düşünmüş olsa da yaptığı şeyin doğru olduğunu biliyordu. Yurine’nin savaş gücünü sadece birkaç defa görmüştü ve hiçbirinde onun tam gücüyle ilgili veri elde edememişti.

 

Belki Yurine orada ne varsa onu yenebilirdi, onun için çocuk oyuncağı bile olabilirdi; eğer Yu karşılarındaki rakibi ve Yurine’nin gücünü tanısaydı. Hiçbir şey bilmiyorken Yu tehlikenin ortasına atlamak ve bir hiç uğruna can vermekten kaçınmıştı.

 

Başkaları Yu’nun hiç olarak adlandırdığı şeyin insan hayatı olduğunu iddia edebilirdi, Yu da bunun farkındaydı ama hâlâ kendi hayatından, Yurine’nin hayatından daha değerli olmadığını düşünüyordu.

 

O gece ormandaki insanların başına ne geldiği hakkında sadece tahminler yürütebilirdi ve her şekilde onların başına iyi şeyler gelmediği kesindi. Eğer bu dünyanın insanları bile karşı koyamıyorsa Yu’nun bir canavara karşı koyması nasıl mümkün olabilirdi?

 

Hatta o gece seslerini duyduğu insanların Yurine’den çok daha güçlü kişiler olma ihtimali de vardı. Eğer durum böyleyse onlara yardım etme kararı vererek hem kendisini hem de Yurine’yi ölüme götürürdü.

 

Belki o ormanda hiçbir insan yoktu ve duydukları sesler kötü ruhlu bir varlığın tuzağıydı. Tahmin ettiği senaryolardan hangisi gerçek olursa olsun Yu oraya gitmediği için memnundu.

 

Sabah olduğunda köylülere gece duydukları seslerden bahsetmiş, köylüler de hemen bir arama ekibi oluşturup ormana gitmişti. Yu ve Yurine köylülerin dönmesini beklemeden kahvaltı yapıp oradan ayrılmışlardı ama Yu geri döndüklerinde ne buldukları hakkında köylülere soru soracaktı.

 

“Köprü, böyle bir köprünün bu çağda yapılmasına inanamıyorum.”

 

Akademi iki binadan oluşuyordu ve bu binalar Southelm ile Easthelm adalarının iki ucuna kurulmuştu. İki ada arasındaki mesafe neredeyse İstanbul Boğazı kadardı. Köprü ortadaki küçük bir adacıktan destek alınarak inşa edilmiş olsa da İstanbul köprüsü kadar uzundu.

 

İşleri daha da ilginç kılan şey köprünün bir asma köprü olmayışıydı. Kendi çağında bile kemer köprülerin bu kadar uzun bir şekilde inşa edilmesi imkânsızdı.

 

“Nasıl yapıldığını aklım almıyor.”

 

“Çok uzun yıllardır buradaymış, yapımına tanrılar yardım etmiş.”

 

“Çok mantıklı bir açıklama oldu.”

 

Fantastik bir dünyada olduğundan çoğu şeyin ‘büyü’ ya da ‘tanrılar tarafından’ diyerek açıklanıyor olmasına alışmalıydı. Bunlar çoğu zaman basit ama tatmin edici açıklamalardı.

 

Urta’dan Büyücülük Akademisine doğru biraz yürüdüklerinde bir kilometre boyunca uzanan mermer bir yola girdiler.

 

Yolun sonunda Büyücülük Akademisinin Easthelm Kulesi vardı. Yaklaştıkça büyüyen kule fildişi rengindeydi, duvarları pürüzsüzdü ve her bir penceresi camla kaplıydı.

 

Yu yaklaştıkça buna bir kule demenin ne kadar doğru olduğunu düşünmeye başladı, aşırı büyük bir apartman benzetmesi de yapılabilirdi.

 

Pencereler o kadar büyüktü ki Yu biraz daha yakına geldiğinde ilk katlarda olan biteni görebilmeye başladı. Tuhaf bir adam elinde bir sopa sallayarak bir şeyler anlatıyordu, birkaç öğrenci merdivenlerden çıkarken onların bir kat üstündekiler merdivenlerden iniyordu.

 

Yu gözlerini merdivenlerden alıp aşağıya indirdiğindeyse akademinin girişinde kendilerini karşılayan iki kılıçlı kadın, daha doğrusu iki şövalye gördü.

 

“Neko, sensin değil mi?” Şövalyelerden biri altına çektiği sandalyeye ters şekilde oturuyordu. Yurine ile konuşansa ayaktaydı.

 

Mavi pelerinleri gümüş tokalarla beyaz zırhlarına bağlanmıştı. Antik Yunanistan’da kullanılan miğferlerden takıyorlardı ve miğferlerinin üstünde pelerinleri ile aynı mavilikte tüyler vardı. Bellerinden sarkan kılıçların kabzaları altındı.

 

Yurine başını salladı, onu tanıyabilmişlerdi. Başlarını Yurine’den çevirdiler ve tanımadıkları adama, Yu’ya baktılar.

 

“Merhaba,” dedi Yu hafif bir gülümsemeyle.

 

“İstediğiniz kadar bakabilirsiniz, ben de kendime uzun uzun bakmayı seviyorum.” İki kadının bakışını üzerinde hissetmekten hoşlanmıştı.

 

“Sen kimsin?” diye sordu ayaktaki şövalye.

 

“Yu Valarfin.”

 

“O benim arkadaşım,” Yurine hemen araya girdi. “Kapıyı açın da girelim.”

 

“Aman tanrım, beni arkadaş olarak görmeye mi başladın? İlişkimiz çok hızlı ilerliyor, yakında olması gereken noktaya ulaşacaktır.”

 

“Kes sesini.”

 

Kendisini Yurine ona baba derken hayal etti. O gün kesinlikle mutlu bir gün olurdu.

 

“Hanımefendi ve Bay Bishory nerede?”

 

Hanımefendi olarak Rie’yi kastediyor olmalıydı, Bishory dediği de Rie’nin çırağı Sharley’ydi. O anda hem Yu hem de Yurine bir şey fark ettiler, Sharley’ye ne olduğunu hiç düşünmemişlerdi.

 

Sigma Kulesinin altında onu bıraktıktan sonra almak için geri dönme şansları olmamıştı. Sharley binanın içinde değil, altındaydı. “Dumanlar kuleden, tünele iner mi? Ulan böyle bir şeyi hiç düşünmemiştim.” Kuledeki duman, Sharley’yi bıraktıkları tünele inip onu boğarak öldürmüş olabilirdi. Tünelin içinde yanıcı bir madde olmadığı içinse yanarak ölmemiş olmalıydı.

 

Ama uyanıp kuleye girdiyse ve ateş yolunu kapadıysa yanarak can verme ihtimali de vardı ve bir başka ihtimal uyanıp bir başka yolu kullanarak tünelden çıkmış olmasıydı. Eğer öyleyse hayatta olurdu. Peki hayattaysa neden Büyücülük Akademisine dönmemişti? Rolderhelm’de Rie ve Yurine’yi mi arıyordu?

 

“Onunla karşılaşırsak ne olur? Bize yardım eder mi? Yoksa beni bir suçlu olarak görüp bana mı saldırır?” İzlediği bazı klişe animelerde başta iyi tarafta olup sonra saçma bir olay örgüsü ile ana karaktere saldıran gereksiz yan karakterler vardı. “Eğer yaşıyorsa ve Yurine’yi benim yanımdan almaya çalışırsa...” Yurine’yi Yu’dan daha iyi tanıyordu, onunla daha fazla vakit geçirmişti ve annesinin çırağıydı.

 

Üstelik Yurine’nin hayaline Yu’nun inanabileceğinden daha çok inanabilir ve onun için gerçekten çabalayabilirdi.

 

“Siktir...” Yurine’yi bir başkasına vermek yalnız kalacağı anlamına geliyordu. “Yalnız kalır mıyım? Burada bir hayat kurabilirim sanki... Ama...” Yurine’ye baktı. Uzun beyaz saçları, başının üstünde iki kedi kulağı ve büyük kırmızı gözleri vardı. Bu küçük kibirli çocukla geçirdiği zaman bir ay bile değildi ama bu onu sevmesine yetmişti.

 

“Annem...”

 

Yu, Yurine’nin sözüne devam etmesine izin vermedi.

 

“Rie ve Sharley birkaç saat sonra bize katılacaklar. Şu anda Urta’dalar. Bir canavar mevzusu ile ilgilenmeleri gerekti.”

 

“Neden ayrı geldiniz?”

 

“Bunlar sadece bizi ilgilendiren kişisel mevzular değil mi? Eğer benimle ilgili şeyleri merak ediyorsan özel olarak konuşabiliriz.”

 

Şövalye, Yu’yu baştan aşağıya süzdü. Yanındaki Yurine olmasa onu buradan kovmaları muhtemeldi çünkü gözleri huzursuzdu.

 

“Neko ve Yu Valarfin. Beni bekleyin, müdüre soracağım.”

 

Şövalye akademiden içeri girdi ve Yu, Yurine ve sandalyesinde oturan şövalye dışarıda baş başa kaldı. Yu başını kaldırıp yukarı baktığında kulenin balkonlarında birkaç kişinin kendisine baktığını gördü.

 

“Çoğunluğunun kız olması hiç şaşırtıcı değil ama şu oğlanlar neden bana bakıyor?”

 

“Neden öyle-“ Yurine sesini kısmadan konuşuyordu.

 

“Ne oldu?” Yu’nun bakışları Yurine’nin sesini kesmeye yetti.

 

Merak ettiği şey Rie’nin yaşadığını duyduğunda Salery’nin nasıl davranacağı ve ona Rie’nin aslında ölü olduğunu söylediğinde vereceği tepkiydi. Henüz Salery’nin yüzünü görmemiş olsa da onun ilk şüphelisiydi ve böyle küçük bir oyun oynama imkânı varken şansını kullanmak istiyordu.

 

“Yakışıklı bir yüzüm olduğunun farkındayım, istediğin kadar yüzüme bakabilirsin. Ben de uzun uzun kendime baktığımı söylemiştim.” Sandalyede oturan şövalye gözlerini dikmiş iki dakikadır Yu’ya bakıyordu.

 

“Şey... İstediğin kadar bakabileceğini söylediğimi biliyorum ama sanki gözlerinle beni soyuyormuşsun gibi hissetmeye başladım...” Bir parmağıyla yanağını kaşırken gözlerini kaçırıp utangaç kız taklidi yapıyordu. Eğer Yu bir kız ve şövalye bir erkek olsaydı cilveli bakışları onu baştan çıkarabilirdi.

 

Şövalye Yu'ya bakmaya devam etti ve on beş dakika sonra Yu sıkıntıdan patlayacak duruma geldi. Birkaç dakika boyunca öylece ayakta dikilmek onu yarım saat boyunca yürümekten daha çok yoruyordu. Gözlerini kendisini izleyen şövalyenin üstüne kenetledi ve kendince bir bakışma yarışması başlattı.

 

Yarışmaları tam tamına yirmi dakika sürmüştü. Yirmi dakika boyunca Yu ve şövalye göz göze bakmış, ikisi de gözünü bir an olsun kaçırmamıştı. Henüz zaferin sahibine karar verilmemişti ki yarım saat önce yanlarından ayrılan şövalye geri döndü.

 

“Müdür sizi bekliyor.”

 

“Çok hızlı gidip geldin, keşke biraz daha yavaş yürüseydin soluk soluğa kalmışsın.”

 

“Size eşlik edeceğim, Müdür Salery’nin odası Batı Kulesinde.” Şövalye, Yu’nun alaycı sözlerine aldırmadan tekrar yürümeye başladı. Onun eşliğinde binanın içerisine girdiler.

 

“Müdür Salery. Adam bir müdür demek. Bu elinin altında daha çok imkân olduğu anlamına geliyor.”

 

Binanın içi bir okuldan farksızdı. Sadeydi ve duvarda panolar, tablolar, içerisinde ödüllerin durduğu cam kapaklı dolaplar vardı.

 

“Küçük bir ülkede ne kadar farklı yarışma düzenlenmiş olabilir de bu kadar ödül kazanabilirsiniz?”

 

Koltuklara yayılmış birkaç öğrenci kitaplarıyla ilgileniyordu, birkaç tanesi sohbet ediyordu ve birkaç tanesi büyük bir akvaryumun içindeki balıklarla ilgileniyordu.

 

Erkek öğrenciler Yu’ya pek fazla dikkat etmezken kızların ona baktığını fark edebiliyordu. Bunu fark ettiğinde izleyenlerine güzel bir gülümseme vermeye başlamıştı.

 

Şövalye, müdür odasının batıdaki kulede olduğunu söylemişti. Yani bu birkaç kat yukarı çıkıp köprüye girecekleri ve oradan Southelm’e geçecekleri anlamına geliyordu.

 

Onlar merdivenlere doğru ilerlerken dersi biten bir sınıfın kapısı açıldı ve hafif bir gürültüyle öğrenciler dışarı çıkmaya başladı.

 

“Bu Neko değil mi?” Yu’nun tanımadığı çocuk yılışık bir tipe benziyordu, kızlara yaranmak için her şeyi yapan insanlardandı. “Hey, bizi unuttun mu?”

 

Çocuk, Yurine’ye el sallayarak kendisini fark ettirmeye çalıştı. Yurine başını bile çevirmedi, Yu’ya yaklaştı ve yürümeye devam etti.

 

“Ben de yolda yürürken tanıdıklarla karşılaşmayı sevmiyorum,” dedi Yu. Yanaşan Yurine’yi omzundan tutup biraz daha kendisine çekmişti. “Hatta uzaktan birilerini fark edersem selam vermemek için yolumu değiştirdiğim bile oluyor.”

 

Sadece ellerini birbirine doğru kaldırıp merhaba ve merhaba yaptıktan sonra herkes kendi yoluna gidecekse onun için tanıdıkları görmekte sorun yoktu ama karşısındaki kişinin konuşacağı tuttuğu vakit Yu çılgına dönüyordu.

 

O hedefine doğru giderken gözünü karartan birisiydi. Gerekmedikçe yolundan sapmaz, yavaşlamaz ve kaldırıma yayılarak yavaşça yürüyen insanların arasından söylenerek geçerdi. Bu esnada birisi çıkıp kendisini selam vermek zorunda hissettirerek durduruyor ve konuşmak zorunda kalıyordu.

 

Sözde arkadaş oldukları insanları da fazla sevmezdi, yani her seferinde hiç umursamadığı bir insanla hiç umursamadığı bir konuda sohbet etmesi gerekiyordu. İnsanların gözündeki izlenimini çok fazla umursadığından onları kestirip atamıyor, ayıp olmasın diye konuşmayı devam ettiriyordu.

 

Konuştukları konuları da konuşma bittiği gibi unutuyor ve birkaç dakika kaybetmiş şekilde yoluna devam ediyordu.

 

“O yılışık orospu evlatları; onlara konuşmak istemediğimi, onları sevmediğimi ve beni rahat bırakmalarını söylüyorum. Yine de aptal orospu çocukları “ne kadar tatlı” diyerek benimle uğraşmaya devam ediyorlar.” Yurine gerçekten sinirliydi, onun problemi pek çok çocuğun sahip olduğu bir problemdi.

 

“Vay orospu çocukları, hiç sevmem öylelerini. Eğer beni anında pestile çevirebilecek büyücüler olmasalardı senin için onları döverdim.” Yurine’nin dediği gibi insanlardan nefret ediyordu, yapabilseydi gerçekten döverdi. “Ama senin böyle küfür ettiğini de duymak istemiyorum.”

 

Yurine’nin kelime seçimini bir kenara bıraktığında kızın haklılığını reddedemezdi. Yurine’nin de dediği gibi bazı yılışık orospu çocukları, karşılarındaki kişi istemediğini söylese de ısrarla aynı şeyi yapmayı sürdürüyordu.

 

“Şimdiye dek annemin hatırına alttan alıyordum ama bir daha benimle uğraşırlarsa belalarını...”

 

“Anladım, bugün de ağzın iyice bozulmuş.”

 

Binanın içinde beş kat yukarıya çıktıklarında katın tamamen köprü trafiğine ayrıldığını gördüler. Bir sürü kapı vardı ve tüm kapılar köprüye açılıyordu.

 

Köprü bir otoyol kadar genişti ve yaklaşık iki kilometrelik bir uzunluğa sahip olduğundan ulaşım at arabalarıyla sağlanıyordu.

 

“Yurine, oraya gittiğimizde konuşma işini bana bırak.” Yurine’ye konuşma işini verirse Salery’yi korkutacağından korkuyordu.

 

Duvarlarda yer alan kat planlarına baktığında Easthelm’de yer alan Doğu Kulesi'nin çoğunlukla dersliklerden oluştuğunu görmüştü. Batı Kulesi ise dersliklerin dışında genel olarak idari bölümler, kütüphane, laboratuarlar ve yatakhaneler için ayrılmıştı.

 

“Müdürün odası en üst katta, beni takip etmeye devam edin.”

 

Müdür kelimesini tekrar duymak Yu’nun aklına lise yılları geldi. Lisedeyken okuduğu okulun müdürünü hiç kimse sevmezdi ve onun arkasından dalga geçerlerdi. O günlerde arkadaşından bir fıkra duymuştu.

 

“Bir gün insan vücudundaki bütün organlar kendilerine bir müdür seçmek için toplanmışlar. Önce beyin çıkıp konuşmuş; ben olmazsam hepiniz birer işe yaramazsınız, müdür ben olmalıyım, demiş. Kalp buna itiraz etmiş; ben olmazsam hepiniz ölürsünüz diyerek müdür olmayı kendisinin hak ettiğini söylemiş. Bütün organlar sırasıyla kendi fikirlerini söylemişler ama göte hiç söz vermemişler. Kimsenin kendi fikrini sormamasına sinirlenen göt de bütün kapıları kapamış, üç gün boyunca sıçmamış. Üç günün ardından organlar bakmış ki çaresi yok, içerisi bok yuvasına dönmüş; istemeyerek de olsa götü müdür yapmışlar. İşte o günden beri bütün götler müdür, bütün müdürler de göttür.”

 

“Pffh...” Yurine bir anlığına da olsa fıkraya gülecekti ki Yu’nun anlattığı bir şeye gülmek istemediğinden kendini tuttu.

 

Şövalye ise sessizliğini koruyarak yürümeye devam ediyordu.

 

Yu’nun tanıdığı iyi bir müdür de vardı ama istisnalar kaideyi bozmuyordu. Salery de muhtemel göttü.

 

“Kim kendi odasını üç yüz metre yukarıya koyar ki...”

 

Müdürün odasına vardıklarında Yu nefes nefese kalmıştı. Fit bir vücudu vardı ama tüm bu merdivenleri çıkmaya gücü yetmemiş ve defalarca kez durmak zorunda kalmıştı.

 

Hatta merdivenlerin yarısını çıktıktan sonra dinlenmek için durdukları süre, yürüdükleri süreyle yarışabilirdi.

 

“Of, sen hiç yorulmadın mı?”

 

Yurine ellerini bacaklarına vurarak konuştu, “Senin aksine ben gerçek bir on numarayım, öyle kolay kolay yorulmam. Seni güçsüz, aptal insan, şu hâline bir bak.”

 

Yu hâlâ derin nefesler alırken kendilerine eşlik eden şövalye, müdürün kapısını çaldı. “Kılıç perisi ve Bay Valarfin sizi görmek için buradalar.”

 

“Gelin.” Odanın içinden gelen ses çökmüş ve titrekti.

-------------------------

06.12.2021 – 15:33






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr