Kapı açıldığında karşılarında duran kişi işlenen suç dosyasındaki tüm delilleri aleyhine toplamayı başaran adamdı. Uzun boylu, ince, kırk yaşlarında bir insan erkeğiydi. Kaşlarına gelen dağınık siyah saçları hiç tarak görmemiş gibiydi, kızarmış koyu mavi gözlerinin altları uykusuzluktan şişip, morarmıştı.
İçeri girdiklerinde Salery elini kaldırdı ve Yu’ya uzattı.
“Yu Valarfin ve kızım Yurine Valarfin, tanıştığımıza memnun olduk. Gerçi siz onu zaten tanıyorsunuz.”
Salery’nin zaten bitmiş gözlerinde bir şaşkınlık belirtisi bile oluşmadı. “Anlayamadım. Kızın? Yurine?”
“Anlaşılması zor olan bir şey yok, ona yeni bir isim verdim.”
Yurine sessizliğini kullanarak Yu’yu onaylıyordu.
Salery şaşkından çok stresli gözüküyordu. Rie’nin yaşadığı haberini şövalyeden almış olmalıydı ama Yu ve Yurine buraya gelene kadar geçen sürede bu kadar bitkin bir hâl alması mümkün olamazdı.
Yu buraya gelmeden önce başka bir sorundan muzdarip olmalıydı. Hâl böyleyken, Rie’nin yaşadığını ve öldüğünü duyunca vereceği tepkilerden olayı çözmek mümkün olmayabilirdi.
“Belki de stresli olmasının sebebi Rie’nin yaşadığını düşünüyor olmasıdır.”
“Ona bir isim vermeyi nasıl başardın? Rie hiçbir şey demedi mi?” Salery bitkin bir hâlde konuştu, her şeyden ümidini kesmiş gibiydi.
“Ne yazık ki Rie bir şey diyebilmek için aramızda değil. Kendisi Sigma Kulesi'nde suikasta uğradı, onu kaybettik.”
“Öldü...rüldü... Anlıyorum,” Salery’nin gözleri titredi. “Başın sağ olsun, Neko. Zor olduğunu biliyorum.”
Yu bir şeyler anlamaya çalışıyordu. Salery hem mental hem de fiziksel olarak çöktüğü için fikir yürütmesi zordu ama Yu onun gevşeyen yanaklarını içten içe gülümsemeye çalışması olarak yorumladı. Salery’nin bu işin içinde olduğuna neredeyse emindi.
“Hanımefendinin Urta’da olduğunu söyledin!” Şövalye sesini yükselterek elini kılıcının kabzasına attı. “Neko, sen bu konuda bir şey demeyecek misin?”
“Kes sesini, diyeceğim. İşimize karışma.”
Şövalye daha da öfkelendi. Yu onun ne düşündüğünü biliyordu, daha önce novel ve mangalarda okumuş, animelerde görmüştü. Şövalye, Yu’nun Yurine’yi kontrol ettiğini düşünüyordu.
“Eleny, sen çıkabilirsin.”
“Ama!”
Önce itiraz eden şövalye, Salery’nin bakışları üzerine Yu’yu son bir kez süzdü. “Bunun burada biteceğini düşünme.” Ardından odadan çıktı.
Yu çıkarım yapmayı denerken Salery ona oturmalarını işaret etti. Odasının manzarası doğudaki kuleye bakıyordu.
“Ben Büyücülük Akademisinin müdürü, Salery Von Bishory’yim. Tanıştığımıza memnun oldum.”
Yu zaten içeri girdiklerinde kendilerini tanıttığı için sadece başını salladı.
“Neko, ben gerçekten üzgünüm. Herhangi bir ihtiyacın-”
“Üzgün müsün? Onu ölüme gönderirken ne olacağını bilmiyor muydun? Neden üzgünsün ki?”
Salery tepki veremedi, Yurine’nin sözleri onu buz kestirmişti.
“Ne yapıyorsun?”
Yu’nun sesini duymazlıktan gelen Yurine ellerini masanın üzerine vurup oturalı henüz otuz saniye geçmediği sandalyesinden ayağa fırladı.
“Annemi neden o kuleye gönderdin? Neden yaptın? SÖYLE!”
“Neko, zor bir durumda olduğunu-”
“CEVAP VER!”
Yurine öfkelendikçe Yu masanın üzerindeki kâğıtların hareket ettiğini görebiliyordu. Rüzgârlar kızın çevresinde dönüyordu.
“Yurine, yeter.”
Yu’nun da eninde sonunda geleceği nokta burasıydı ama Yurine’nin seçtiği yol ile verim alamazlardı. Bu yöntemle Salery’yi kışkırtmaktan başka bir şey yapmıyorlardı, sıradaki soruyu Yu sormalıydı.
“Rie’ye Sigma Kulesi'nden bahsedenin de oraya gitmek için gerekli haritayı verenin de sen olduğunu biliyoruz. Bunu sen de reddedmezsin diye düşünüyorum. Bizim merak ettiğimiz şey neden bunu yaptığın.”
“En başta sen kim oluyorsun?” Salery oturduğu sandalyeden kalkmak için masadan destek alarak kendini geri itti. “Beni suçlamaya hakkınız yok.”
“SORULARDAN KAÇMA!” Yurine’nin vücudunun etrafında dolanmaya başlayan rüzgâr, gittikçe şiddetleniyordu.
“Resmi olarak Yurine’nin babasıyım, yani onun davasını sürdürme hakkım var. Şimdi lütfen cevap verin, Rie’yi oraya neden gönderdiniz ve orada ne olacağını biliyor muydunuz?”
Salery cevap vermek yerine sorulardan kaçmayı tercih etti, bunu yaparak üzerindeki şüpheleri arttırdığını fark etmiyordu. “Bunu nasıl başardın bilmiyorum ama buraya beni suçlamak için gelmişsiniz, buna izin vermeyeceğim.”
“Bay Bishory, lütfen bize yardımcı olun. Rie’nin başına gelenlerin önceden planlandığı çok açık ve onu Sigma Kulesi'ne yönlendiren de sizdiniz. Şüpheli olarak görünmeniz ve sorgulanmanız gayet doğal, bundan rahatsız iseniz vereceğiniz cevaplarla üzerinizdeki-”
“OĞLUM NEREDE?!”
Yu konuşmasını uzun boylu, siyah saçlı bir kadının aniden odaya dalmasıyla kesmek zorunda kaldı. Bir adam ve dün karşılaştığı siyah saçlı kız onu durdurmaya çalışıyordu.
“Stella, şimdi zamanı değil.”
“Sharley! Sharley nerede?!”
Salery’nin sözü onun çığlıklarını durduramadı. Stella doğrudan Yurine’nin üzerine koştu ve omuzlarından tutup kızın yüzüne doğru bağırdı.
“KEDİ! OĞLUM NEREDE?!”
Yurine, Stella’yı sertçe itti ve omuzlarını silkti. “Onu öldüren oydu, bu piçe sor,” diyerek Salery’yi işaret etti.
“Ne?” Yu ve Salery aynı anda aynı tepkiyi verdi.
Salery, Sharley’nin ölmesini sağlasa da Yurine’nin sözleri tolere edilebilecek sınırın üzerindeydi. Stella’nın titreyen dizleri onu daha fazla taşıyamadı ve kadın feryat ederek yere düştü.
“Yurine!”
“Yalan mı söylüyorum? Hadi bana yalancı de.”
Yu ona yalancı diyemiyordu, bu yüzden dikkatini yerdeki kadına çevirdi.
“İyi- Hayır, kalkabilir misiniz?”
Başta iyi misiniz diye sormayı düşünüyordu ama kadının iyi olmadığı gün gibi ortadaydı. Yanına diz çöküp onu desteklemek için elini uzattı ama kadın kendi elinin tersiyle sertçe Yu’nun uzattığı ele vurdu.
“Sharley, nerede o?” Gözlerinden akan yaşlar oğlunun adını anmak için açtığı dudaklarından içeri girerken Stella, titreyen sesiyle oğlunun adını sayıklamaya devam ediyordu.
“Bay Valarfin?” Lylphia, tanıdık birini görünce neler olduğunu sormak istedi ama Yu onu fark etmedi bile.
“O orospunun peşinden gittiği için...” dedi Stella. Fısıldasa da Yurine onun sesini duymuştu. Stella’nın ağzından dökülen kelimeler Yurine için bardağı taşıran son damlaydı.
“Sözlerine dikkat et. Nasıl bir durumda olduğun umurumda değil, onları geri almazsan seni de oğlunun yanına göndereceğim.”
Yu, Yurine’yi savunmak istiyordu ama kelimeleri tamamen acımasızdı.
“NEKO!” Salery bağırdı.
“Sen kime bağırdığını zannediyorsun?” Yurine insanları sinirlendirmek için elinden geleni yapsa da Yu onu savunmaya devam edecekti. Salery’nin üzerine yürüdü.
“Biraz sakin olsanız diyorum...” Lylphia konuştu ama yine onu umursayan olmadı.
“Siz benim okulumda kime hava atıyorsunuz ya?”
“Ne havası lan? Kız haksız mı? Onları sen yollamadın mı oraya?”
“Orada dur.” Bir şövalye, Salery’nin üzerine yürümeye devam eden Yu’nun ensesine kılıcını dayadı.
Bu şövalye sesleri duyup odaya dalmıştı. Şövalyenin Yu’ya uzattığı kılıcı uzun süre havada kalmadı, Yurine rüzgâr dalgasıyla şövalyeyi kapının dışına fırlattı.
Yurine’nin büyü kullandığını görünce Salery elini havaya kaldırdı, sarı ışık haleleri elinin etrafında belirmeye başlıyordu ki Yu müdahale ederek o ışık halelerinin oluşmasını engelledi.
“Geri bas lan, geri bas!” Yu önündeki masayı eliyle ittiğinde masa, arkasındaki Salery’ye çarptı. Yu o kadar sert itmişti ki Salery dengesini kaybedip yere düştü.
“Sakin olsanız...“ Bu sırada Lylphia ortamı yatıştırmaya çalışıyordu ama kimsenin kendisini dinlemediğini görünce sesi kısıldı.
“Siz!”
Salery, ayağa kalkmaya çalışırken Yurine ona doğru elini kaldırdı. “Siktir git, şerefsiz.”
Yurine’nin ikinci büyüsü de omzundan yayılarak parmak uçlarına ilerledi ve henüz ayağa kalkmayı tam olarak başaramamış Salery’nin vücuduna çarparak onu arkasındaki duvara yapıştırdı. Salery ağzından kan tükürdü.
“YETER!”
İşler daha kötü bir hâl almadan önce Yu’nun tanımadığı bir adam yanında bir düzine şövalye ile içeri girip tarafları ayırdı.
***
“Alkış kızıma. Her şeyin içine etmeyi başardın, aferin.” Yurine’yi alkışlayarak protesto ediyordu.
Müdür odasına girip onları ayıran adam, müdür yardımcısı olarak görev yapan Maron Martin’di. Kendi odasında beklemelerini söylemiş ve Yu ile Yurine’ye göz kulak olması için Lylphia’yı yanlarında bırakmıştı.
“Kapa çeneni, aptal insan.”
“Kapa çeneni mi? Senin yapman gereken tek şey sessiz olmak ve konuşmama müsaade etmekti.”
“Kapa çeneni diyorum.”
Bacaklarını karnına çekti ve yanağını dizine dayayarak Yurine’nin suratını izlemeye başladı. Tatlı olduğu için ona kızamıyordu. Onunla empati yapmayı deniyor, suçlamamak için çaba sarf ediyordu.
Yurine’nin de morali bozulmuştu. Gözlerinin yeri delecekmişçesine bakmasından anlayabiliyordu. “Özür dilerim,” dedi. Onun kötü hissetmesini istemiyordu.
“Kurulduğu tarihten beri akademi böyle bir olayla karşılaşmamıştır.”
“Senin adın Lylphia’ydı, değil mi?”
“Evet, Lil-fi-a,” kız yanaklarını şişirerek ismini heceledi. “Hemen unuttunuz mu yoksa?”
“Hayır.” İsmini hatırlıyordu ama tartışma sırasında ona dikkat etmediğinden çıkaramamıştı.
“Yurine’nin güçlü bir büyücü olduğunu bilmiyordum, demek akademide Neko dedikleri oymuş.”
“İşler planladığım şekilde gitseydi öğrenmene gerek kalmayacaktı.”
“Biri anneme küfür etti, diğeri de annemin katili. Ne yapmamı bekliyordun?”
O haklıydı. Yu kendisini onun yerine koyduğunda o da sakinliğini koruyamayacağını düşünüyordu.
“Bana neler döndüğünü açıklayacak mısınız?” Olaya müdahale eden kişi olan Maron Martin beş dakikalık bekleyişlerinin ardından kapıyı sertçe açtı ve aralarına katıldı.
“Anlatayım,” dedi Yurine ve Lylphia. Sesleri üst üste binince ikisi de sustu ve Maron’un yerine oturmasıyla Yu hikayeyi anlatmaya başladı.
“Gece yolda yürüyordum...”
---
“Ona yeni bir isim verdim, Yurine. Sonra yetimhaneye gitmemesi için evlat edindim. Sonra da Salery’yi sorgulamak için buraya geldik. Bu esnada Büyücülük Akademisinin kütüphanesinin ilgimizi çektiğini de saklamayacağım.”
Dolandırıcılık işleri, Rie’yi geri getirmek için zamanı geri alma amaçları ve Lütuflar dışında neredeyse her şeyi anlatmıştı. Zaten bunlar anlatması uzun sürecek asıl konulardı ve bunları çıkarınca fazla bir şey kalmıyordu.
Maron pür dikkat dinledikten sonra “Anlıyorum,” diyerek söze başladı. “Yurine’nin neden Salery’ye sinirli olduğunu da anlamış oldum. Başın sağ olsun.”
“Hmph.” Yurine dikkate almadı. Maron bilmiyordu ama Yurine kendisini sadece annesinden kısa süreliğine ayrılmış bir çocuk olarak görüyordu.
“Ama Stella’ya karşı fazla sert davranmışsınız, ondan özür dilemelisiniz. Sonuçta o evladını kaybetmiş bir kadın, onun da acısı büyük.”
“Stella hakkında konuşmak da Yurine’yi özür dilemeye zorlamak da işleri daha kötü bir hâle sokabilir. En iyisi biz sadece kendi meselemizi halledip Rolderhelm’i terk edelim.”
Maron, Salery’den daha gençti ama Yu’dan en az on yaş büyüktü. Ellerini masanın üzerinde birleştirdi.
“Salery’yi sorgulamak istiyorsunuz, bunu anladım. Kütüphaneye girmek isteme nedeniniz ne?”
“Rie’yi ölümden geri getirmenin bir yolu var mı diye öğrenmek istiyoruz.”
Teknik olarak yalan söylemediği için vicdanı rahat ediyordu. Amaçları Rie’nin yaşamasını sağlamaktı. En azından şu anlık Yurine’nin amacıydı.
“Sevilen insanları ölümden geri getirme fikri yaygın karşılaşılan bir motivasyondur ama şimdiye dek başarılı olanla karşılaşmadım. Yüzyıllardır insanlar bu kütüphanede sevdiklerine tekrar kavuşmanın hayaliyle dirseklerini çürüttüler ama her biri en sonunda pes edip kendi hayatlarına geri döndü.”
Maron’un sözleri zaten inancı zayıf olan Yu’ya inanmamak için başka bir sebep veriyordu ama Yurine’nin karşısında onunla hemfikir olduğunu söyleyemezdi.
“Yurine ile aramızdaki anlaşma böyle, geri getirmenin bir yolunu arayacağım.”
“Bir insan ve bir peri arasında yapılan anlaşma böyleyse işi kurcalamak bana düşmez ama zannediyorum ki araştırmak istediğiniz kütüphane büyük olan değil, küçük olan. İnsanlıktan saklanan bilgilerin tutulduğu yer orası ve oraya girmeye benim bile iznim yok.”
“Oraya girmek için nasıl izin alacağız?”
“O iş artık biraz zor,” dedi Maron. Masanın çekmecesini açtı ve bir ajanda çıkardı. Ajandanın son sayfasında katlanmış bir harita vardı. “Ama siz bana yardım ederseniz ben de size yardım edebilirim.”
Haritayı Yu’ya uzattı. Rolderhelm Prensliği’nin haritasıydı.
“Neden bize yardım etmek istiyorsun ki?” diye sordu Yurine.
“Bu konuyu Bay Valarfin ile yalnız konuşsak daha iyi.”
“Bu herif öğrendiği her şeyi bana söyleyecek zaten. Yanımızda dolanan aptal kızın gitmesi yeterli olur.”
“Biraz kabasın sanki.” Lylphia kollarını iri göğüslerinin altında birleştirdi. Onları insanların gözüne sokmaktan hiç çekinmiyordu.
“Üzgünüm Yurine, yetişkinlerin meselesi.”
Lylphia “Biz çıkalım öyleyse,” diyerek Yurine’yi tutup götürmeyi denedi. Yurine kendisini sürüklemesine izin vermedi, onu itip tek başına dışarı çıktı. Lylphia da hemen arkasından takip etti.
“Amacın ne?”
“Stella için gerçekten üzülüyorum,” diye söze başladı Maron. “Söylediklerine bakılırsa oğlunun ölümüne sahiden de kadının öz kardeşi sebep olmuş. Yurine için de üzgünüm tabii, onunki de atlatması kolay bir durum değil. Seni annesini geri getirmek için kullanması anlaşılabilir.”
Maron, yeşil gözlerinin önüne düşen birkaç tutam saçı geriye attı ve ayağa kalkarak cama gitti. Silik yansımasına bakarak sarı saçlarını parmaklarıyla geriye doğru tarıyordu.
“İşin doğrusu cadı olmak bir suç değil ama yine de bazı insanlar onlardan hoşlanmıyor. Siz de kolaylıkla suçlanabilir bir konumda olduğunuzdan adaleti adalet güçlerinin elinde bulamayacaksınız.”
Kuledeki yangından dolayı Yu suçlanırsa üzerindeki suçlamaları kaldıracak bir kanıtı yoktu. Yu’yu suçlamak için de çok fazla kanıt yoktu elbet ama Yu hiç nüfuzu olmayan, hiç kimsenin gerçekten tanımadığı biriydi. Yangın için birini sorumlu göstermesi gereken ve “Kulede o vardı, o yapmış olmalı,” diyen birisi biraz nüfuzu varsa Yu’yu idam ettirebilirdi.
Maron bunu diyerek nereye varmak istiyordu? Suçu Yu’nun üzerine atmakla mı tehdit edecekti?
“Ama adaleti tek başınıza bulmanız da zor. Salery’yi sorgulayamaz, onu cezalandıramazsınız, hiçbir yetkiniz yok. İşte burada benim teklifim devreye giriyor.”
Arkasını döndü ve parmağıyla masanın üzerindeki haritayı işaret etti.
“Kızılşapel. Salery’nin oğlu Sony’nin görüldüğü en son yer. Kendisi oraya gitmeden önce Büyücülük Akademisinden çok önemli bir eşya kayboldu, bir Lütuf.”
“Lütuf...”
Kelimeyi tekrarlarken göğsünde bir ağırlık hissetti. Maron’a, Rie’nin Lütuflarının kendisine geçtiğinden bahsetmemişti çünkü Lütufları almak için eski sahibinin ölmesi gerekiyorsa Lütuf'u isteyen ve onun Yu’da olduğunu bilen birileri onu öldürebilirdi.
“Kaybolan, daha doğrusu çalınan Lütuf yapay bir Lütuf'du. Türünün tek örneği, onlarca yıllık bir çalışmanın sonucuydu. Biliyor musunuz Bay Valarfin? Rie, Neko’yu yaratarak insanlık tarihinin en önemli olaylarından birine imza atmıştı, insanlık tanrılara bir adım yaklaştırılmıştı. Yaratılan bu yapay Lütuf ise, insanları tanrılara birkaç adım daha yaklaştıracaktı...” Maron derin bir şekilde iç çekti. “Ama ne yazık ki Sony’nin ortadan kaybolduğu gün Lütuf da ortadan kayboldu.” Sony’nin Lütufu çaldığını söyleyip bitirmek yerine uzun uzun anlatması Yu’yu sıkıyordu. “Olay şu, Lütuf'un tutulduğu yere girme izni olan tek kişi Salery idi. Sony, babasına rağmen o izne sahip olamazdı.”
“Kısaca Sony’nin, babasının yardımıyla Lütufu çaldığını söylüyorsunuz.”
“Belki babasının yardımıyla çalmıştır, belki babasından gizlice anahtarı çalmış sonra da Lütufu çalmıştır. İki türlü de Salery suçlanabilir. Her neyse, bu olay beş ay önce yaşandı ve beş aydır Salery oğlunu arıyor.”
“Tüm bunları neden bana anlatıyorsunuz?”
“Çünkü müdür olmak istiyorum. Bunu neden istediğimi de hemen söyleyebilirim, bu okulda işime yarar bilginin bulunma ihtimali olan tek yer küçük kütüphane ve oraya girmek için müdür olmam gerek. Salery’den defalarca kez izin istemiş olsam da bana izin vermedi.”
“Ve size yardım edip, Sony’yi bulursam Salery’yi sorgulamamızı ve iki kütüphaneye de erişmemizi sağlayacaksınız.”
“Evet,” dedi Maron, başını sallayarak. “Sony’yi yakalayıp buraya getirdiğiniz takdirde akademide istediğiniz kadar kalmanıza ve ademinin tüm imkânlarını sonuna kadar kullanmanıza izin vereceğim. Eğer mümkünse kaybolan Lütufu da geri getirirseniz memnun kalırım. Daha sonra Sony’nin, babası sayesinde o odaya girdiğini itiraf etmesini sağlayacak ve bunu kullanarak Salery’nin müdürlükten düşmesini sağlayacağım. Sonraki müdür seçilene kadar da üç yıl boyunca müdür olacağım ve bu istediklerimi yapmak için bana yeterli süreyi veriyor.”
“Hâlâ Kızılşapel’de olduğunu ya da Kızılşapel Katili tarafından öldürülmediğini nereden biliyoruz?”
“Lütuf ile birlikte gidebileceği en uzak yer Kızılşapel ve Kızılşapel Katili tarafından öldürülmüşse de bu korkunç olur. Yani öldürülmediğini umut etmek en iyisi ve zaten Sony’nin onun tarafından öldürülecek kadar güçsüz olmadığını düşünüyorum.”
“Bu Lütuf nasıl bir şey ki en fazla oraya kadar gidebiliyor?”
“Karışık bir konu, ne yazık ki şu an size anlatamayacağım.”
“Bana anlatmamanız işleri zorlaştırır.”
“Üzgünüm.”
Maron sandalyesine geri oturdu. “Ne diyorsunuz?”
“Sözünüzde duracağınızdan nasıl emin olabilirim, diyorum.”
Maron Martin büyülü anlaşma oyunuyla kandırabileceği birisi değildi.
“Sevdiğim her şey üzerine yemin ediyorum. Siz kendinize düşeni yaptığınızda ben de kendime düşeni yapacağım.” Maron, Yu’ya elini uzattı. “Başarılar diliyorum, Bay Valarfin.”
Yu, Maron’un havadaki elini tutup sıktı. “Umarım sözünüzü tutarsınız.”
-------------------------
06.12.2021 – 15:34
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..