Cilt 2 - Bölüm 11: Görevin Başlangıcı

avatar
567 6

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 2 - Bölüm 11: Görevin Başlangıcı


Yu, Maron Martin ile bir anlaşma yapmış ve üç kişilik grubuyla beraber Kızılşapel’e giden bir araç bulmak için Urta köyüne dönmüştü.

 

Farklı bir şoförün kullandığı yeni bir at arabası bulduklarında kalkış saati gelmeden önce, gece olanlarla ilgili bir şeyler öğrenebilmek amacıyla meydandaki kahvehaneye gitmiş ve kahveciye ormanda herhangi bir şey bulup bulmadıklarını sormuştu.

 

Kahveci kendilerine evi ayarlayan ve gelen sesleri haber verdikleri kişi olduğundan bilgiyi ondan almanın daha doğru olacağını düşünüyordu.

 

“Evlere yakın bir alanda parçalanmış iki ceset bulduk. Cesetler tanınmaz hâle gelmiş ama köyde olması gereken iki kişi kayıp olduğu için kim olduklarını tahmin edebiliyoruz.”

 

Onları kurtaramamış olmak Yurine’nin moralini bozmuştu. Yu ise ölenler için hiçbir şey hissetmediğini fark etti. Eğer iyi insanlarsa onların ölümüne üzülürdü ama toplumun huzurunu kaçıran kişilerse ölümleri daha iyi bir dünya yaratılmasında katkı sağlayacaktı.

 

Yine de o gece ormandaki canavarın tehlikeli ve durdurulması gereken bir yaratık olduğunu düşünüyor ve ölenler iyi insanlar bile olsa müdahale etmeyerek doğru şeyi yaptığına inanıyordu.

 

Hepsinden önce o gece ölen insanların başlarına gelebilecek şeylerle ilgili tahmin yürütebilmesi lazımdı. Devletin ülke sınırları içerisinde güvenliği sağlamak ve vatandaşlarının katledilmesini engellemek gibi bir görevi olsa da tehlikeli bir dünyaydı ve insanlar canavarlar tarafından öldürülebilirdi.

 

Onlar bunu düşünemediyse bunu onların yerine düşünmek ve sorumluluk alıp kurtarmak, Yu’nun görevi değildi.

 

“En nihayetinde ben bir kahraman değilim.”

 

Dünyalar Arası Seyyahların, yani bir dünyadan başka bir dünyaya gidenlerin özel güçler elde ederek hikâyelerini kahraman olarak sürdürmesi neredeyse her paralel dünya hikâyesinin ortak noktasıydı.

 

Ama Yu’nun güçleri yoktu ve kim ne derse desin bu dünyada yardımcı olacak güçler yokken kahraman olmayı denemek intihardı.

 

Yu durumun farkındaydı ve kahraman olmaya niyeti de yoktu. Elbette nefsi bir kahraman olarak anılmayı ve insanların kendisine hayran olmasını istiyordu ama kahraman olmak için uğraşmayacak, hayatını tehlikeye atmayacaktı.

 

İnsanların saygı duyduğu bir kahraman olup ölmektense, zengin ve mutlu bir adam olarak lüks içinde yaşamayı tercih ederdi.

 

Yu’nun aksine güçleri olsa bile Yurine’nin de aynı seçimi yapmasını sağlamak istiyordu. Güçlerinin olması her sorunun üstesinden gelebileceği anlamına gelmiyordu ve kahramanlığın hayati riski daima devam edecekti. Onun kahramancılık oynamasına ve bir aptal gibi hayatını tehlikeye atmasına müsaade etmeyecekti.

 

“Başkalarının ölmesi Yurine ve benim ölmemden daha iyi. O başkaları ne kadar iyi olursa olsun, hatta yeni doğmuş bir bebek olsa bile kendi hayatlarımızı daima üstte tutacağım.”

 

Yu insanların ölüm anında uğruna savaştıkları şey sayesinde mutlu olabileceğine inanmıyordu. Ona göre ancak hikâyelerdeki savaşçılar böyle mutlu bir ölüm gerçekleştirirdi, gerçek ise bambaşkaydı.

 

Ölüm hiçbir şekilde güzel değildi ve güçlü bağlar olmadıkça kimse başkası için ölmek istemezdi. Yu Valarfin buna inanıyordu.

 

“Sanırım, böyle.”

 

Urta’da fazla oyalanmadan at arabasına bindiler ve sürücü harekete geçene kadar sessizce beklediler.

 

Arabanın sürücüsü Kızılşapel kasabasına yaklaştıklarını söylediğinde akşam olmuştu. Arabada sadece beş yolcu vardı. Bunlardan iki tanesi tanımadıkları insanlardı ve bir tanesi de başını Yu’nun omzuna dayamış şekilde uyuyan kedi kulaklı, beyaz saçlı kız çocuğu Yurine’ydi. Onu bu şekilde görmek Yu’ya neşe veriyordu. Sanki Yurine’nin başını dayadığı sol omzundan yola çıkan bir sıcaklık kalbini sarıyor gibiydi.

 

Yu dışında kalan son yolcuysa Maron’un yardımcı olarak yanlarına verdiği Lylphia’ydı.

 

Tanıştıkları ilk zamankinden daha farklı bir kıyafet giyiyordu. Denizci subayların üniformalarına benzeyen beyaz bir üniforması ve o üniformanın arkasında, Lylphia’nın omuzlarından sarkan açık mavi bir pelerin vardı. İri göğsünün üstünde Büyücülük Akademisinin logosu bulunuyordu.

 

Ayrıca Lylphia’nın serçe parmağında beyaz bir kurdele bağlanmıştı.

 

“O kurdele ne için?”

 

“Adettendir, bir işe niyetlendiğinde parmağına kurdele bağlar ve başarana kadar çıkarmazsın.”

 

“İlginçmiş.” Evli insanların yüzük takmasına benziyordu. Parmağına baktıkça bağlı olduğun görevini hatırlardın. “Yaşlı insanların bir şeyleri hatırlamak için aynısını yaptığını duymuştum.”

 

“Öyle. Benim dedem de arada sırada yapıyordu. Fakat bu farklı, eğer kurdele serçe parmağına bağlandıysa bir görevin var demektir. Kurdele yüzük parmağına bağlandıysa bu görevin romantik bir boyutta olduğunu belirtir. Genelde kızlar erkeklerin kendilerine yaklaşmaması için yüzük parmaklarına kurdele takarlar.”

 

“İlginçmiş,” dedi tekrar.

 

Sağ elini kaldırıp serçe parmağına baktı, oraya bir kurdele bağlamalı mıydı? Eğer bağlasaydı rengi mor olurdu.

 

Peki o kurdeleyi ne için oraya bağlardı? Sony’yi bulmak için mi yoksa Yurine’nin dileğini gerçekleştirmek için mi?

 

Tekrar Yurine’ye baktı. Ona dileğini gerçekleştiremeyeceğini söylemek istemiyordu, gerçekleştireceğim gibi iddialı bir sözde de bulunamazdı fakat gerçekleşmesini ister misin diye sorulsa isterim cevabını verirdi.

 

“Yurine, geldik.” Nazik bir sesle omzunda uyuyan kılıç perisine seslendi. Mevcut pozisyonlarını bozmak istemese de uyandırması gerekiyordu.

 

“Huee!”

 

Uyanır uyanmaz Yu’nun omzunda yattığını fark etmişti. Çığlık atarak kendini Yu’dan uzaklaştırdı ama bu seferde başını duvara çarptı.

 

“Seni pislik! En kötüsü sensin! Ben uyurken benden nasıl yararlanırsın!” Yurine hakaretlerini sıralarken bir yandan da başını ovuşturuyordu.

 

“Sevgi dolu kalbimi incitiyorsun.”

 

“Böyle şeyler söyleme!”

 

Yurine’nin abartılı tepkisi incitse de onu hafif bir tebessümle karşıladı. Yurine’yi böyle utanırken gördüğü ilk seferdi. Beyaz yanakları elma gibi kızarmıştı ve o yanakları sıkmak istiyordu.

 

“Bana bu düşük yaşam biçiminin neden bizimle geldiğini açıkla.”

 

“Uzun bir açıklaması yok, eğer birisini yem olarak kullanmamız gerekirse diye var.”

 

Yurine başını salladıktan sonra kızıl gözleriyle Lylphia’ya küçümseyici bir bakış attı.

 

“Annemin çırağının dişi versiyonu yani, o herif de yem olmaktan başka işe yaramazdı.”

 

Sharley’nin bir şekilde işe yaradığı tek bir an vardı ama o an ölümüne sebep olduğu için kendi işine değil, Rie ve Yurine ile tanışmasını sağlayarak Yu’nun işine yaramıştı. Belki de Sharley gorile yem olmasa Rie, Yu ile tanışamadan ölecekti ve Yu bu dünyada bir başına kalacaktı.

 

Tabii eğer Sharley olmasa Yu hiçbir zaman cinayetlerin ağırlığını vicdanında hissetmek zorunda kalmayabilirdi, hiçbir zaman hayatını tehlikeye atması gerekmeyebilirdi. Belki Sharley olmasa ve Rie ile Yurine o gün tünelde ölüp Yu ile tanışamasalar Yu bu dünyada telefonunu satarak kazandığı parayla yine aynı hana yerleşir, bir iş kurar ve Lucie ile evlenerek mutlu bir hayat sürerdi.

 

Ama şimdi Yurine’ye bakınca, Sharley o gün orada olduğu için memnundu. Canı yansa da Yurine’nin yanında olmaktan mutluydu.

 

“Ölülerin arkasından böyle konuşmanın hoş olduğunu zannetmiyorum.”

 

“En azından sizi duyamayacağım bir yerde konuşsanız!” Lylphia yine göğüslerinin altında kollarını birleştirerek somurttu ve kocaman memeleri yine Yu’ya doğru hazır ola geçti.

 

Lylphia’nın göğüsleri Yu’nun gözüne batıyordu ama bu iyi anlamda değildi. Onlardan etkilenmiyordu, aksine göğüslerinin aşırı büyüklüğü Yu’yu rahatsız ediyordu.

 

“Maron’un söylediğine göre ateş büyüsü de kullanabiliyormuş, savaşmamız gerekirse bizim yerimize o savaşır.”

 

“Bu kulağa yem olmaktan daha iyi geliyor ama...”

 

“Ama ateş büyüsünü canının istediği gibi kullanamaz.” Lylphia’nın sözünü Yurine tamamladı.

 

“Neden?”

 

Büyücülüğün Rolderhelm’de yasak olmadığını biliyordu, yasak olsaydı pek çok maceracı işsiz kalırdı ve ismi Büyücülük Akademisi olan bir okul da kurulmazdı.

 

Yurine’nin rüzgâr ve ışık büyüleri vardı ve onları kullanmasındaki tek engel manaydı. Kendisinde bol miktarda mana olduğunu söylese de şifa büyüsü manayı hızlı tüketebiliyordu. Bunun sebebinin şifa büyüsünün verimsiz bir büyü türü olmasından kaynaklı olduğunu söylemişti.

 

“Ateş büyüsünü koruma amaçlı değilse canlılar üzerinde kullanamazsınız. Hatta ileri görüşlü birkaç ülke savaş alanında kullanımını bile savaş suçu olarak kabul ediyor. Gerçi büyüyü kullanan taraf kazanırsa ortada bir suç kalmıyor ama böyle işte.”

 

“Neden böyle bir şey var ki?”

 

Yurine rüzgâr büyüsünü de ışık büyüsünü de gönlünce kullanıyordu. Şimdiye dek birisi çıkıp ona bunun suç olduğunu söylememişti.

 

Ama diğer büyü türlerinin aksine ateş büyüsünün neden yasak olduğu ile alakalı anlaşılabilir bir sebep vardı.

 

“Çünkü yanarak ölmek iyi bir şey değil,” dedi Yurine. Gözleri hafifçe buğulandığında eliyle sildi.

 

“Aklına Rie geldi.” Yu için anlaması zor değildi. “Ama o yanarak ölmemişti, yani umarım...” düşünmesi bile korkunçtu.

 

“Diğer büyü türleri bir insanı kısa sürede öldürebilir, bu sebeple savaşlarda kullanılması yasaldır ama ateş büyüsü, güçlü bir büyücü birisini anında küle dönüştürebilecek olsa bile, çoğu durumda insanı kolayca öldürmez. Hatta öldürüp öldürmeyeceği bile kesin değildir. Ateş büyüsünden ben bile korkuyorum,” dedi Lylphia. 

 

Ölümün herhangi bir hâli hoş değildi ama aklından Sigma Kulesi'ni çıkaramıyordu. Eğer kuleden çıkamasalardı yanarak öleceklerdi. Ölüm kavramı Yu’nun en büyük korkusuydu ve yanarak ölmek bu korkunun dozunu arttırıyordu.

 

Eğer intihar etmek için bir yol seçmesi gerekseydi yanarak ölmeyi listenin sonlarına koyardı. Hatta berbat bir hayatı yaşamayı yanarak ölmeye tercih edebilirdi.

 

Korkunç olan bir diğer senaryoysa yandıktan sonra ölmeme ihtimaliydi. Tüm vücudun yanabilirdi ve tüm kalbinle ölmeyi arzulayabilirdin ama ölmeme ihtimali her daim var olmaya devam ederdi. Hayatının geri kalanını iyileşmeyecek yanık yaralarıyla, deforme olmuş bir vücutla yaşamak zorunda kalmak Yu için ölümden daha korkunçtu.


Yurine iç çekti. “Tek işe yarar yönü büyü gücü ve o konuda bile sıkıntıları var, tam bir yük.” 

 

“Hey! Hâlâ duyabiliyorum!”

 

Lylphia ateş büyüsü hakkında daha fazla açıklama yaparken at arabası yavaşlamaya başladı ve en sonunda belediyenin önünde durdu. Şoför aşağıya inip yolculara kapıyı açtı. Yu herkes çıktıktan sonra çıkarak etrafına  göz attı, hava kararmıştı.

 

“Kızılşapel geceleri daha da iç karartıcı oluyormuş. Yıldızlar bile kendini saklamış.”

 

Yağmur bulutları yıldızları ve ay ışığını engelliyordu. Zaten gotik tarzda inşa edildiği için gri-karanlık havaya sahip kasabanın üstüne bir de gece düşünce insanın hayat enerjisini sömürüyordu.

 

“Ne yapacağız?” Yurine, Yu’nun kolunu çekiştirdi.

 

“Geceleri dışarısı tehlikeli olur, önce bir han bulup yemek yer sonra da uyuruz. Yarın sabah tüm günü bizim işi halletmek için harcayacağız.”

 

Bizim iş derken kastettiği şey mektupların dağıtılacağı evlerin not edilmesiydi. Rolderhelm’de tüm evlerin numarası olduğu için iş kolaylaşıyordu.

 

“Bu sırada Lylphia, Sony ile ilgili araştırma yapmaya başlar. Ertesi günün sabahında Rolderhelm’e döneriz.”

 

“Neden geri dönüyorsunuz? Tüm iş bana yükleniyormuş gibi hissediyorum.” 


Lylphia konuşurken göğüsleri sallanıyordu. Eğer Lylphia, göğüslerini kendisine doğru sallamayı sürdürürse Yu kusacaktı. Bu kız bir teşhirci miydi?

 

“Yapmamız gereken şeyler var,” dedi başını Lylphia’dan başka yöne çevirerek. “Birkaç gün Rolderhelm’de kalacağız, biz dönene kadar bir şeyler bul. Geri döndüğümüzde elde ettiğin bilgiler üzerinden araştırmamıza devam ederiz.”

 

“Tek başıma nasıl araştıracağım ki? Ne yapmam gerektiğini bile bilmiyorum, sadece savaş işleriyle ilgileneceğimi düşünmüştüm.”

 

“Maron sana ödenek vermedi mi? Maceracılar loncası falan varsa oraya git, onlara sor ya da insanlarla konuş, belki üzerindeki üniforma nedeniyle sana bir şeyler söylerler ve gerekirse bilgi almak için ödeneğinden rüşvet verirsin.” Maron’dan ona ödenek vermesini isteyen Yu’ydu ve ödenek sebebi de araştırmaya yardımcı olması içindi. “Gidelim, Yurine.”

 

Lylphia ile tartışmayı bırakarak kalacakları bir yer bulmak için belediyeden başlayarak sokakları gezmeye başladılar. Geceyi geçirebilecekleri bir han bulduklarında iki kişilik bir oda tutarak oraya yerleştiler. Yu ilk kez Yurine ile ayrı yatacaktı. Lylphia yakınlarında olmak istediğinden onların karşısındaki odayı tuttu ve yemeklerini yedikten sonra herkes uyumak için odasına çekildi.

 

“Neler olduğunu anlat.”

 

“Söylediğim gibi, Maron Martin bizden Sony Von Bishory’yi bulmamızı ve Büyücülük Akademisine getirmemizi istedi.”

 

‘Von’ eki İkinci Dünya’nın bazı ülkelerinde kullanılan bir soyluluk unvanıydı ve tüm Bishory’ler bu unvana sahipti.

 

“Neden?”

 

“Çünkü mevcut müdür ile kötü bir başlangıç yaptığımız için artık ne onu sorgulayabiliriz ne de ondan Küçük Kütüphaneye girmek için izin isteyebiliriz. Fakat Sony’yi bulup akademiye götürürsek müdür Maron olacak ve o da bize istediklerimizi verecek.”

 

“Ya Sony çoktan öldüyse?”

 

“Kötü olur o zaman, umarım ölmemiştir.”

 

“Ama ya öldüyse?”

 

“O zaman anneni geri getirme işi riske girer.”

 

Yurine yutkundu ve kendi yatağına uzanıp battaniyeyi başının üzerine çekti. İşinin şansa bağlı olduğunu görmek canını sıkmıştı.

 

“Yanımda uyumak istemediğine emin misin? Kötü rüyalar görüp korkarsan sarılacağın birisi olmaz orada.”

 

“Yat uyu, aptal insan.”

 

Yu’nun kışkırtmasını soğuk bir şekilde geçiştiren Yurine başka bir şey söylemedi. Yu gaz lambasını söndürdükten sonra kendi yatağına yerleşti ve uzun süre sonra bir kez daha yorganına sarılarak uykuya daldı.

 

***

 

“Tüylü...”

 

Avucunda hissettiği uzun ve yumuşak cismi tanımlamak için seçtiği kelime buydu. İpeksi tüyler elinin içinde hoş bir his bırakıyordu. Gözlerini açtığında yanında yatan kedi kulaklı tatlı bir çocuk gördü.

 

Yurine’nin uyumak için yanına gelişi yüzüne kocaman bir gülümseme yerleştirmişti. Aynı zamanda Yurine ilk kez yüzünü Yu’ya dönerek yatıyordu ama bu güzel anda onu rahatsız eden bir şey vardı.

 

“Neden yatak ıslak?”

 

Yataktan çıkıp kendi üzerine de bulaşan ıslaklığa baktı. Yurine’nin kıyafetleriyse gece yatmadan önce giydiklerinden farklı ama yine de ıslaktı.

 

“Yurine... Altına mı işedin? Kime diyorum, uyan.”

 

Göz kapaklarını kaldırdığında Yurine’nin kızıl gözleri Yu’nun mor gözleri ile buluştu.

 

“Altına mı işedin?”

 

Hızlıca yatakta doğruldu ve ıslanmış altını Yu’dan gizlemek için yorganı üzerine çekti. Kızaran yüzünü saklamak için başını çevirdi ve ağlamaya başladı. Yu ilk kez Yurine’yi bu kadar çocuksu bir tavır sergilerken görüyordu, bugün pek çok ilkin gerçekleştiği bir gündü.

 

“APTAL! SENİN YÜZÜNDEN OLDU! KÖTÜ RÜYA GÖRECEKSİN DEDİN DİYE! ÜÇ HAFTADIR OLMUYORDU! APTAL! İĞRENÇ! PİSLİK!”

 

“Birden bire... Neyse. İki haftadır olmuyordu mu dedin? Yani daha önce...”

 

“KAPAT ŞU ÇENENİ!”

 

Kızılacak bir durum olsa da Yu, Yurine’nin bir çocuk olduğunu tekrar kendisine hatırlattı. Bir çocuk için altına işemek anlaşılabilirdi.

 

“Tamam da o yatak niye ıslak?”

 

Tuhaf olan kısım burada başlıyordu. Önce kendi yatağını ıslatmış ardından da ıslak yatağın üzerinde uyuyamayacağından kıyafetlerini değiştirip Yu’nun yanına gelmişti ama yine yatağı ıslatmıştı.

 

Yu, Yurine’nin yanına gelmesinin sebebinin sevgiden değil de zorunluluktan olduğunu öğrenince hayal kırıklığına uğrasa da ağlayan Yurine’yi sakinleştirmeliydi.

 

“Yeter artık, ağlama.”

 

Ağlayan çocuklar nasıl sakinleştiriliyordu ki? Yetiştiği yerden kaynaklı olarak bir sürü çocukla etkileşime geçse de bunun cevabını hiçbir zaman bulamamıştı.

 

Kendi yaşadığı deneyimleri kullanmak isterdi, çocukken ağladığında ablalarının ona sarılması sakinleşmesi için yetiyordu fakat Yurine’nin buna izin vermeyeceği neredeyse kesindi.

 

Onu sakinleştirmek için yatağın kuru olan tarafına oturdu.

 

“Kâbus mu gördün?”

 

“Hayır.”

 

“Ha? Öyleyse neden suçu bana attın ki?”

 

Yurine omuz silkerek sessizce oturmaya devam etti.

 

“Dinle, o kadar da abartılacak bir şey değil. Ben de sekiz ya da dokuz yaşıma kadar altıma işiyordum.”

 

Ve defalarca kez geceleri altına işediği için dayak yemişti. Sanki dayak yemek, altına işemesine engel olacaktı. Yu, Yurine’ye karşı daha kibar davranacaktı.

 

“Sen aptal bir insan olduğun içindir, o yaşıma kadar altıma yapacak değilim.”

 

“Tamam o zaman, senden daha kötü durumda olanlar olduğunu düşün ve rahatla.” Gün ışığı odanın içini dolduruyordu. “Çabuk ol, bugün çok işimiz var.”

 

Kendinden daha beteri olduğunu bilmek bazı insanların rahatlamasına yardımcı oluyordu. Bunu bilmek egolarının aldığı hasarı azaltır ve hallerine şükretmelerini sağlardı. Çakal yöneticiler için koyunları gütmekte kullanılan bir yöntemdi.

 

Yurine’nin gözyaşları dinmişti. Yu bunun için utandırıcı bir sırrını açığa çıkarmış olsa da onun ağlamasını kesecekse değerdi.

 

“Unutma, bu bir sır. Kimseye söylemeyeceksin.”

 

“Hmmhmm... Sakın ben yataktayken altına işemek gibi bir şey yapma yeter,” Yurine yataktan kalktı. “Aptal.”

 

“Bu şimdiye dek aldığım en tatlı aptaldı.”

 

Gerek olmayacağını düşünerek küvetsiz bir oda tutmuşlardı. Yu nefret etse de toplu banyoyu kullanmak zorundaydılar, neyse ki Yu ıslaklığı fark ettiğinde güneş daha yeni doğuyordu. Banyoya henüz insanlar doluşmamışken kullanma fırsatını bulmuştu.

 

En azından erkekler banyosu için böyleydi, Lylphia’nın Yurine’ye eşlik ettiği tarafın ne durumda olduğunu bilmiyordu.

 

Kahvaltılarının ardından Lylphia ile ayrıldılar. Lylphia araştırmasına başlamak için bir maceracı loncası bulmaya gitti ve Yu ile Yurine notlar alarak kasabayı dolaşmaya ve mektupları dağıtmak için uygun noktaları seçmeye başladılar.

 

Bolca mola vererek tüm kasabayı gezmeleri bir gün sürmüş, ertesi sabah Lylphia’yı handa bırakarak başkente dönmüşlerdi.

-------------------------

09.12.2021 – 00:02






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr