“Bugün ayın on beşi,” dedi Yu. Küçük bir kâğıt parçasının üzerine on beş eylül yazıyordu. “Yirmi sekiz eylülde bizim mektupları dağıtacağımız ilk maç oynanacak, Deniz Canavarları ile Vesthelm Fırtınası karşısında. Ardından yedi günde bir, bir maç oynanacak. İlk maçın mektuplarını şimdi dağıtmaya başlarsak yüz bin mektubu yirmi birine kadar yetiştirebiliriz. Ardından insanlara bir hafta zaman verelim ki unutsunlar, tahminlerimiz tutunca hatırlarlar, bunun onlarda iyi bir etki yaratacağını düşünüyorum.”
Kâğıt parçasının üstünde yirmi altı eylüle kadar uzanan bir takvim oluşturdu. Oynanacak maçlar ve dağıtılacak mektuplar takvimde yazıyordu. “Daha sonra en fazla üç gün sürecek şekilde mektupları dağıtacağız, final maçının mektuplarınıysa bir gün içinde dağıtmamız gerek. Paramızı alınca da zaman kaybetmeden kaçacağız.”
Eğer yapabilseydi final maçı başlamadan aldığı paralarla kaçmak isterdi ama anlaşma yaptığı takim sahiplerinden de parasını almak istediği için finali beklemeliydi.
“Umarım bir aksilik çıkmaz.”
Takım sahiplerinin ihanet etmesi ona sadece iki yüz altına mal olurdu ama işin içine başkaları girerse kellesini kaybetmeye kadar uzanan bir süreç başlayabilirdi.
“Anladım.” Marino, Yu’nun hazırladığı takvimi almış inceliyordu. “Yazınız çok güzel Bay Valarfin.”
“Teşekkür ederim,” gülümsedi. Övgü almaktan hiçbir zaman bıkmayacaktı. “Senin elemanların işlerini bitirdi mi?”
“Evet, isterseniz dağıtıma hemen şimdi başlayabiliriz.”
“Gün içinde başlayamayız, gece olduğunda ülkenin uç noktalarından başlayın. Biz de oraya gittiğimizde Kızılşapel için hazırlanan mektupları dağıtırız.”
Kızılşapel’de olacağı için iş yükünü azaltmak adına dağıtım işini üstlenecekti. Lylphia dağıtım sırasında sıkıntı çıkarabilirdi ama onu kandırmanın zor olmayacağın düşünüyordu.
“Söylemek istediğin başka bir şey yoksa-“
“Aslında var...” dedi Marino. Sesi kısıktı.
“Hoh?” Sözünün kesilmesinden nefret ediyordu, zaten cümlesini bitirmekten sonra ona konuşması için fırsat verecekti. “Nedir o?”
“İnsanlardan parayı nasıl toplayacağımız.”
Daha önce parayı nasıl toplayacağını düşünmüş ama Marino’ya anlatmadığını da unutmuştu.
“Bu kimlik işi yeni çıktı, daha ne işe yaradığını bilmeyen insanlar vardır. Aptalın birinden kimliğini satın alır ve onu kullanarak bir banka hesabı açarız. İnsanlara mektuplarda o banka hesabını veririz ve sonuçları almak istiyorlarsa parayı o hesaba yatırmalarını isteriz.”
“Dolandırıldıklarını anladıkları zaman ne olacak? Sahte bir hesap açsak bile banka hesap defterlerinin sorun çıkartmasından korkuyorum.”
“İsimlerimiz ellerinde olmadığı sürece hiçbir sorun çıkmaz ki çıksa bile biz Rolderhelm’de değilken hiçbir şey olmaz.”
İkinci Dünya’da ülkeler arasında suçluların iade edilmesini şart koşan yasalar yoktu. Üstelik insanların izini sürmesi de Birinci Dünya’ya kıyasla zordu. Bir şekilde isimlerini öğrenseler ve Rolderhelm’de haklarında idam kararı çıkarsalar bile orada olmadıkları sürece sorun olmayacaktı. Hayatını Rolderhelm’e dönmeden de geçirebilirdi.
İsimlerinin ifşa olması durumunda canını sıkan tek şey tanıdığı birkaç kişinin kendisinin bir dolandırıcı olduğunu öğrenecek oluşuydu. Fakat başka bir ülkede zengin hayatı sürmek karşılığında ödenecek küçük bir bedeldi ve bununla yaşayabilirdi.
“Banka çalışanlarını nasıl ikna edeceğiz?”
“Rüşvet vererek başarabileceğimize dair inancım tam. Eğer farklı bir ülkede daha iyi bir hayat kuracak kadar paraları olursa söylediklerimizi yapacak birkaç kişi buluruz.”
Yu’nun planı bu kadardı. İş üstünde basılmadıkları müddetçe devlet onlara sorun çıkartamayacaktı ve işin bitiminden sonra ne kadar aranırlarsa aransınlar artık bir önemi kalmayacaktı.
“Öyleyse artık kalkıyoruz, bir şey olursa elemanlardan birini kaldığım hana gönderirsin.”
“Hoşça kalın, Bay Valarfin. Kendinize iyi bakın ve lütfen bir şeye ihtiyacınız olursa bana söyleyin. Size kapım her zaman açık, hiç çekinmeyin.”
“Teşekkürler.”
Marino’nun Yu’ya olan minnettarlığı ve hayranlığı azalmadan devam ediyordu. Yu’yu gözünde bir kahramana çevirmişti.
Swann Postanesinden ayrıldıktan sonra Yu ile Yurine kaldıkları hanın yolunu tuttular. Henüz yolun yarısındaydılar ki sonbaharla birlikte tepelerine çöken yağmur bulutları onları ıslatmaya karar verdi. Yağmur önce hafifçe başladı ve hızla şiddetlendi.
Yağmur damlaları vücutlarına çarparken Yu kararsızdı. Yurine’ye bakıyor ve yapmanın doğru olup olmayacağını kestirmeye çalışıyordu.
“Yapsam mı acaba?”
Aralarındaki baba kız ilişkisini geliştirmek için uygun bir andı. Yapmak istiyordu ama Yurine’yi hırçınlaştırmaktan korktuğu için çekiniyordu.
Sonunda ceketini Yurine’nin kafasının üzerine bıraktı ve çocuğu kucağına alarak koşmaya başladı.
“Ne yaptığını zannediyorsun? Bırak beni! İndir beni diyorum, hemen!”
“Islanma diye yapıyorum. Üstünü örttüm ve şimdi de hızlı varalım diye koşuyorum.”
“Hmph, yeterince ıslandım bile! Bunu düşünmek için çok geç kaldın.”
Yurine başta karşı çıkıp onun omuzlarını sarssa da çabuk pes etti ve kafasını Yu’nun omzuna yaslayıp sessizce beklemeye başladı
“Çok güzel bir an.”
Hissettiği sıcaklık onu mutlu ediyordu, kendisi gibi bir pisliğin mutlu olmaya hakkı olmadığını düşünmesine rağmen Yurine’nin yanındayken vicdanı onu biraz olsun rahat bırakıyor ve mutlu olmasına izin veriyordu.
“Ama neden senin dudakların yine aşağıya kıvrılmış? Mutsuz olman beni de üzüyor.”
Nedenini biliyordu; Yurine, yaptığı kötü işlere ortak olduğu için üzülüyordu.
“Fazla abartma, teknik olarak insanları dolandırmadığımız bile söylenebilir. Hatta yaptığımız şeyin iyi yönlerinin olduğunu bile savunabilirsin.”
Yurine cevap vermemeyi tercih etti. Alnını Yu’nun omzuna dayadı ve gözlerini sakladı.
“Kimseden zorla parasını almıyoruz ve sonuçların yüzde yüz doğru olduğunu da hiçbir zaman iddia etmeyeceğiz. İnsanlar da bunun bir şans oyunu olduğunun farkında olmalı, değillerse bu bizim suçumuz değil. Evet, belki bizim yüzümüzden insanların yarısı parasını kaybedecek ama diğer yarısı da çok zengin olacak. Sence de eylemlerimizin pozitif sonuçlarıyla negatif sonuçlarını nötrlemiyor muyuz?”
Oluşturduğu mantığına rağmen yaptıklarının kötü olduğunun farkındaydı. Yanlış sonuçları alıp paralarını kaybeden insanların hayatı birden sönebilirdi.
Yine de mantık kendi içinde vicdanını rahatlatmasına yetiyordu. Eğer yüz kişiye kötülük yapıyorlarsa yüz kişiye de iyilik yapıyor olacaklardı. Bu devirde kim yüz kişiye bir günde iyilik yapıp, zengin ederdi ki?
“Negatif, pozitif ve nötrlemek ne demek bilmiyorum. Benim bilmediğim kelimeleri kullanma.”
“Negatif olumsuz, pozitif olumlu, nötr ise tarafsız anlamına geliyor.”
“Neden olumlu, olumsuz ve tarafsız kelimelerini kullanmak yerine bunları kullanmayı seçtin?”
Yu bir seçim yapmamıştı, bu kelimeleri kullanmak aklına bile gelmemişti. Sadece konuşmuş ve ağzından bunlar çıkmıştı.
“Bilmiyorum.”
Baktığı zaman şimdiye dek kaç seçim yapmıştı? Şimdiye dek yaptığı tek şey önüne çıkan yolda yürümekti.
Yağmurun altında koşmaya devam ederken verdiği cevaptan sonra dünyanın sessizleştiğini hissetti, sadece yere düşen su damlalarının sesi vardı.
“Kendimi kandırmamalıyım, ben öldürmeyebilirdim...” Bir seçim yapmıştı, önüne konulan senaryoya itaat etmeyi seçmişti. “Bunu düşünmek istemiyorum... Yurine çok tatlı, onu düşünebilirim. Evet...”
“Bay Valarfin!”
Kendisiyle yüzleştiği bir başka seferde düşünceleri, kendisine seslenen sarı saçlı bir elf tarafından bölündü.
Yağmurun altında koşarken durdu ve kendisine el sallayan elfe baktı.
“Buraya gelin!” diye bağırdı Lucie.
Koşar adımlarla han sahibi Lucia’nın kardeşi Lucie’nin kendilerini davet ettiği mekâna gitti, Lucie onu kocaman bir gülümsemeyle karşılamıştı.
Yu’nun kaldığı han daha çok gezgin tüccarlar tarafından kullanılıyor olsa da o handa da maceracılık yapan savaşçılar ve büyücüler vardı ama bu han tamamen savaşçılar ve büyücülerle doluydu.
“Demek burası maceracılar loncası oluyor.”
“Ih... Sırılsıklam olmuşsunuz,” Luice tekrar Yu’nun düşüncelerini böldü. Yu’nun eline ne ara aldığını görmediği iki havluyu uzatarak konuşmaya devam etti. “Böyle gezerseniz hasta olursunuz, hadi.”
“İnsanlar böyle söylüyor ama şimdiye dek yağmurda ıslandı diye hasta olan birini görmedim.”
Tabii ki de ‘ben görmediysem öyleyse yoktur’ tarzı bir düşünceye sahip değildi fakat gerçekten de yağmur yüzünden hasta olan birini görmemişti.
Yağmurun altında yürümeyi oldu olası sevmişti ve kendisi de hiçbir gezinin sonunda hasta olmamıştı.
Düşüncelerine rağmen Yurine’nin hasta olması ihtimalinden korkarak onu yere indirdi. Kafasına koyduğu ceketi duvara astı ve kendi havlusunu omzuna atarak Yurine’nin saçını kurulamaya başladı.
“Hem hastalandığımızda Yurine bizi iyileştiremez mi?”
“Şifa büyüsü biraz tuhaf şey, benim büyüm yaraları kapatabilir ya da insanları rahatlatabilir ama mikroplardan kaynaklı hastalıkları iyileştiremez.”
Mikropların bu dünyada biliniyor olması Yu’yu şaşırtmıştı. İnsanlar burada tahmin ettiğinden daha bilgiliydi.
“Sonuç olarak günü kurtarabilirsin ama sorunun kaynağını ortadan kaldıramazsın gibi bir şey, öyle mi?”
“Doğru anlamışsın, doğru anladığın için seni takdir ediyorum ama bir yerlerin kalkmasın.” Yu gülerek havluyla Yurine’nin saçlarını karıştırdı. “Of! Bir yerlerin kalkmasın dedim!”
“Yine de sonra iyileşeceksiniz diye hastalığa kapı açmamalısınız! Sahiden of, böyle sorumsuz olmayın lütfen.”
Lucie, Yu’nun omzuna astığı havluyu alıp onun saçlarını kurulamaya başladı. Bunu yaparken uzun elf kulakları kızarmıştı.
“Sadece daha çok canın yanacak...” Lucie’nin üzülmemesi için onu durdurmadı ama şu anki halinden de memnun değildi.
Aslında güzel bir kızın kendisiyle ilgilenmesi hoşuna gidiyordu ve buna devam edebilirdi fakat son zamanlarda kendisini sıklıkla gösteren vicdanı burada da devreye girmişti.
İnsanları dolandırdıktan sonra Rolderhelm’de kalamazdı, ülkeyi terk edecekti ve o zaman Lucie’yi arkasında bırakmalıydı. Eğer şimdi ona umut verirse o gün geldiğinde Lucie ağlayacaktı.
“Demek maceracılar loncası böyle bir yer, ben daha kalabalık bir ortam hayal ediyordum.” Havluyu Lucie’nin elinden alıp tekrar omzuna astı.
“Genelde büyük görevlerin ardından geceleri biraz kalabalık olur, bilirsiniz kutlama mevzusu için. Onun dışında insanlar meşgul olduklarından çoğu zaman görev alma ve görev teslim işleri için buraya uğrayıp hemen geri dönerler ya da odalarına çıkıp uyurlar. Beş maceracıdan birinin görev aldıktan sonra hiç uğramaması durumu da var ama bu başka konu.”
Lucia da buradaki ilk günlerinde maceracılıkla alakalı şeyler anlatmıştı. Yu’nun dinlediği insanlardan anladığı kadarıyla maceracılık animelerdeki gibi eğlenceli bir iş değildi. En azından hile seviyesinde güçlere sahip olmayan insanlar için değildi.
Bu meslekte çok para kazandıran işler bir nevi kumardı ve ölüm riskinin kazanılacak paraya değip değmeyeceği de muammaydı. Eğer maceracı ölmezse zengin olabilirdi ama ölmeden geri dönmek bile ayrı bir başarı olarak sayıldırdı ve böyle büyük ve bol ödemeli görevlere giden maceracılar çoğu zaman dönmezdi.
Basit görünen görevler de tehlikeliydi. Canavar tünellerini basmak, kervanları haydutlardan korumak ya da köye dadanan kötücülük yaratıkları öldürmek gibi görevlerde de kayıplar verilebiliyordu.
Hatta Lucia, maceracılık mesleğindeki ölüm oranının en yüksek olduğu görevlerin basit gibi gözüken görevler olduğunu söylemişti.
Yine de para o kadar tatlıydı ki insanlar ölüm riskini alarak bu görevlere gitmeye devam ediyordu. Bazı maceracılarsa başka iş yapamayacaklarını düşündüğünden mevcut mesleklerinde ölüm riskine rağmen ısrarcıydı.
“Ahhh! Ne kadar da tatlı bir kız!”
Lucie sözünü bitirdiğinde genç bir kız koşar adımlarıyla Yurine’nin yanına yaklaşıp diz çöktü. Gümüş renginde saçları ve deniz yeşili gözleriyle nefes kesici bir güzelliği vardı.
“Tch! Nereye bakıyorsun?” Yurine, Yu’yu sertçe kendine doğru çekip dizinin üzerine çökertti. “Yabancıların böyle benim yanıma yaklaşmasına müsaade etme!”
“Eğer kollarımda olursan yaklaşmazlar belki.” Yurine’yi tekrar kaldırıp kucağına aldı. İlginç şekilde Yurine itiraz etmedi.
“Biraz kabaymış, sadece tatlı olduğunu söylemiştim.” Gümüş saçlı kız Yurine’nin kabalığına rağmen gülümsedi.
“Merhaba, Sivina,” dedi Lucie. Sonra kızı Yu’ya tanıttı. “Bu Sör Sivina Ecues, Elhaven’li bir şövalye.”
“Yu Valarfin ve Yurine Valarfin, memnun olduk.”
“Seni bir süredir buralarda görmüyordum, Lucie,” dedi Sivina.
“Birkaç gündür diğer hanlardaki işlerle uğraşıyorum, buraya daha temin yağmur başlamadan önce geldim. Gerçekten, o kadar koşturmamıza rağmen hâlâ yapılacak çok iş var.”
“Anlıyorum, kolay gelsin.”
Lucie başını sallayarak karşılık verdi. Sonra da ellerini belinin arkasında birleştirip Yu ile Sivina’ya bakışlar atmaya başladı. Sarışın elf kendine bir rakip çıkmaması için duacıydı.
“Yağmur hiç dinmeyecekmişçesine yağıyor, kötü oldu.” Sivina’nın boyu Yu’nun boyundan birkaç santim kısaydı ve yanlarına yeni gelen kızın boyuysa Sivina’dan on santim kadar daha kısaydı. “Merhaba.”
“Merhaba, Ana.” Lucie güzel bir kızın daha ortaya çıkmasından rahatsız olmasına rağmen onun da tanıtım görevini üstlendi. “Bunlar Yu ve Yurine Valarfin. Bay Valarfin, bu da Ana. Sivina’nın partisinden.”
Yu “Memnun oldum,” diyerek gülümsedi.
Ana’nın açık yeşil saçları ve koyu mavi gözleri vardı. Sivina’nın yüzünde tatlılıktan çok güzellik ve asalet ön plandayken Ana’nın yüzü daha tatlıydı.
“Çok tatlı, sizin kızınız mı?”
“Evet,” Yu, Ana’nın sorusunu göğsünü kabartarak yanıtladı.
“Çok ama çok tatlı, değil mi?” dedi Sivina.
“Ama biraz utangaç gözüküyor,” diye ekledi Ana.
Yurine başını yağmurun altında koşarken yaptığı gibi Yu’nun omzuna gömdü. Eğer tanıdığı küçük kız olsaydı şimdiye dek Sivina ve Ana’ya aptal insan diyerek hakaret etmiş olurdu ama bugün Yurine her zamankine kıyasla sakin ve Yu’ya daha yakındı.
“Biraz değiştin mi sen? Onlara hâlâ hakaret etmemiş olman beni şaşırttı, aferin Yurine.”
“Kes sesini.”
Yurine başını Yu’nun omzundan kaldırıp açık olan kapıya döndü ve yağmuru izlemeye başladı.
“Küçük bir çocuğun insanlara hakaret etmesini sağlamak hoş bir şey değil.”
“Haklısın.”
Yurine’nin nasıl biri olduğunu Sivina’ya anlatmaya çalışmak istemedi. Yurine de saçlarından ötürü Sivina’yı annesine benzetmiş olmalıydı, onun için de Yurine hakkında konuşmayı bıraktı. Lucie’ye Kızılşapel ile ilgili soru sormak üzereydi ki aniden ortaya çıkan bir çocuk yüzünü Yu’nun yüzüne yaklaştırdığında Yu kafalarının çarpışmaması için geri çekilmek zorunda kaldı.
“Hey! Ben yokken bu kızlara sarkmaya cüret etme!” Çocuğun siyah saçları ve açık kahverengi gözleri vardı, çekik gözlüydü. “Bu yöntemleri bilirim, çocuğu kullanarak kızlarla flörtleşmeye çalışıyorsun değil mi?”
Yu başını ondan uzaklaştırsa da nefesini Yu’nun suratına üfleyerek bağırmaya ve yüzünü yaklaştırmaya devam edince Yu dayanamadı ve sol eliyle çocuğu omzundan itti.
“Çirkin yüzünü aniden ortaya çıkarıp bana yaklaştırarak gözlerimi kör etmeye mi çalışıyorsun? Lanet kopil, uzak dur.”
Çocuğa dokunduğu elini, tıpkı iğrenç bir şeye dokunmuş da elini temizlemeye çalışıyormuş gibi önünde konuştukları kapıya sildi.
“Yurine, gördüğüm çirkin şey yüzünden gözlerimde oluşan hasarı telafi etmek için tatlı suratına bir süre bakmam gerekecek.”
“Uh... Bunu anlayabiliyorum, öyleyse müsaade edeceğim.”
Yurine başını biraz geri çekti ve Yu gülümseyerek ona bakarken gözlerini kaçırdı.
“Bu yaptığınız kabalığın kaçıncı seviyesi!? Sen-“
“Kapa çeneni,” dedi Yurine. “Çirkin sesini duymak kulaklarımı acıtıyor, düşük yaşam biçimi.”
Yurine’nin sözleri zaten gülümseyen Yu’yu kıkırdattı.
“Sen!!!”
“Satoshi!” Sivina, Satoshi’nin kulağını tutup çektiğinde çocuk inledi. “Yine kavga çıkarma.”
“Satoshi mi? Ah... Eşofmanı var.”
-------------------------
11.12.2021 - 22:15
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..