Yu’nun tuhaf bir huyu, gözlerini estetik bulmadığı şeylere yöneltmekten kaçınmasıydı. Karşısındaki çocuğu çirkin bulduğu için ona bakmaktan kaçınmış ve kıyafetlerini ismi anılana kadar fark etmemişti.
Beyaz çizgili gri bir eşofman takımı ve siyah bir tişört giyiyordu. Çekik gözleri etnik kökeni hakkında yeterince bilgi veriyordu. Satoshi bir Japon’du ve farklı bir dünyadan geliyordu.
“Nasıl olur da bu çocukla aynı dili konuşuyor olabiliriz?”
Yu bir Japon değildi, Japonca ile ilgili animelerde duyduğu birkaç kelime dışında hiçbir şey bilmiyordu.
Satoshi’yi süzdü, eşofmanları eskimemişti, kısa süredir İkinci Dünya’da olmalıydı yani Yu’nun konuştuğu dili hemen öğrenmesi de mümkün değildi. Yu enteresan bir şey keşfettiğine inanıyordu, ikisinden birisi ya da her ikisi de şu an burada olan diğer insanlarla aynı dili konuşmuyordu.
“Belki Türkçe onun ikinci anadilidir ama yüzde yüz Japon görüntüsü var bunda.” Onun ne bu dünyanın dilini ikinci ana dili olarak konuştuğunu düşünüyor ne de kısa sürede dili öğrenecek kapasitesi olduğuna inanıyordu. “Gerçi Japonlar zeki olur ama bu o aptal anime karakterlerinden birisi.”
Yu bu ülkenin alfabesini kullanarak konuştuğu orijinal dil ile bu dünyanın dilinin aynı olduğunu doğrulamıştı. Eğer farklı olan bu dünyada farklı bir dil kullanılıyor olsaydı yazı yazdığı sırada Yurine onun yazılarını okuyamazdı.
“Benim söylediğim, duyduğum, yazdığım ve okuduğum her şeyin herkese ve herkesten anında çevriliyor olma ihtimalini düşüneceğim ama bu çok uçuk bir ihtimal.”
Yanıldığına inanmıyordu. Eğer Yurine ile aynı dili konuşmuyorsa üzülürdü. “Bu dünyada başka diller var mı? O dilleri de kullanarak belki bu dil paradoksunu çözebiliriz.”
“Bu konuda Sivina’ya katılıyorum.”
Bugün Yu’nun düşünmesine izin verilmeyecekti. Bir başka elf çıkmış ve yine düşüncelerini yarıda kesmişti.
“Abla, hoş geldin. Siz de hoş geldiniz Bay Raul.”
Lucie ablasını ve onun yanında gelen adamı selamladı.
“Eğer gelir gelmez böyle bir ortamla karşılaşmasaydım hoş gelmiş olurdum,” dedi Lucia.
“Satoshi’den ne bekliyorduk ki zaten? Bizi yine şaşırtmadı,” dedi Raul.
Satoshi önceden de aynı eylemleri tekrarlamış olacak ki olaya yeni dâhil olanlar böyle bir tavır takınıyordu.
“Arkadaşlarına karşı korumacı bir tavır takınmanı anlıyorum fakat ikisi de yetişkin insanlar, onları çocukmuş gibi gözetmek zorunda değilsin.” Lucia da Yu’nun anladığı gibi Satoshi’nin bu iki kızdan -hangisi olursa- birisiyle ilişki kurmak istediğini anlamış olmalıydı. Onu gören herkes böyle düşünürdü ama Lucia olayı büyütmemek için Satoshi’nin amacı farklıymış gibi konuştu.
Satoshi başını eğerek “Özür dilerim,” dedi.
“Onun üstüne gitmeyin, her ne kadar rahatsız edici olsa da anlaşılabilir, daha önce de benzer birkaç olayla karşılaştığımdan ötürü biliyorum. Yüzüm erkek yakışıklılık ortalamasının birkaç yüz kat üstünde olduğu için beni bir tehdit olarak gördü. Hoşlandığı kızları bir başkasına kaptırmamak için de hemen dişlerini gösterdi. İlkel bir düşünce, partnerlerine olan güvensizliğin bir göstergesi. Diğer insanları da kendisi gibi zannederek nasıl bir iç dünyası olduğu hakkında da bize fikir veriyor.”
Yu’nun kısa çıkarımının ardından Yurine başını salladı. “İlkel bir canlı, katılıyorum.”
“Sen böyle diyince kulağa ırkçılık yapıyormuşsun gibi geliyor.”
“Benim üstünlüğümün yanında insanların aşağı kalıyor olduğunu bildirmek ırkçılık değil, gerçek.”
“En azından sen hariç desen sevinirdim.”
“Hmph.”
Lucie kıkırdadı. Raul ise Satoshi’yi savunmaya geçmeye hazırlanıyormuş gibi yüzünü ekşiterek Yu’ya bakmaya başladı.
Raul’un da siyah saçları vardı ama gözleri yuvarlak ve yeşildi. Eşofman yerine rahat hareket etmesini sağlayacak hafif bir zırh kuşanmıştı. Ona Satoshi’den daha yakışıklı denilebilirdi ama hâlâ Yu’nun çok altındaydı.
“Sizi burada görmeyi beklemiyordum.” Lucia nazik bir gülümsemeyle selamlamayı unuttuğu Yu’ya döndü. “Hoş geldiniz.”
“Yağmura yakalanınca buraya geldik.”
“İyi yapmışsınız.” Lucia, Yu’nun omzuna asılı havluyu alıp kahverengi saçlarını biraz daha kuruladı. Bu sırada kardeşi Lucie ağzını bir karış açmış, dehşete düşmüş halde ablasını izliyordu.
“Hiçbir şey yapmadan kardeşler arasında kavga çıkartacağım, muhteşem olmak da zor.”
“Yalnız,” Lucia, Yu’nun saçını kuruladıktan sonra Sivina boğazını temizleyerek söze girdi. “Yanlış anlaşılmayı düzeltmek istiyorum; Satoshi’nin bizden hoşlandığı yok, sadece fazla korumacı bir arkadaş.”
“Evet, biraz rahatsız edici bir yanlış anlaşılma oldu.” Ana, Sivina’nın koluna girerek ona olan desteğini belirtti.
“Satoshi’nin arkadaştan öteye gidecek hali yok ya,” dedi Raul. Gülümsemesi kulaklarına ulaşmıştı. O iki erkek arasında bu kızlar üzerinden dönen bir rekabet söz konusuydu.
“Gülmemek için zor tutuyorum kendimi.”
Bir erkek olarak Satoshi’nin hislerini anlayabiliyordu. Az önce duyduğu kelimeler canını epey bir yakmış olmalıydı. Bundan sonra özgüvenini geri toplamak onun için zorlu bir mücadele olacaktı.
Raul gülerek kolunu omzuna atarken Satoshi’nin acınası yüz ifadesi Yu da kahkaha atma isteği uyandırıyordu. Çocuk henüz teklif etmeden ‘friendzone’ yemişti.
“Phuahahaha!”
Yu ortamdakilere ayıp olmaması için kahkahasını tutmaya çalışıyordu ama onun aksine Yurine içinde birikenleri direkt dışarı saldı.
Yurine’nin kahkahası, kendi kahkahasını bastırmaya çalışan Yu’yu da tetikledi. Kendini durdurmak için yanaklarını ısırmak zorunda kalmıştı.
“Tamam!” Lucia, Yu’yu sırtından iterek hanın köşesindeki masaya yöneltti. “Yangına körükle gitmeyi bırakın ve ayakta da dikilmeyin. Yağmur duracak gibi gözükmüyor, aceleniz yoksa şuraya geçin ben de hemen geliyorum.”
Lucia’nın gösterdiği yere ilerlediler. Duvarla bitişik bir köşe koltuğu vardı, duvarın kıvrıldığı kısma geçti. Yurine onun soluna, Lucie ise gülümseyerek sağına oturdu. Karşılarındaysa tekli koltuklarda oturan yeni tanıştıkları maceracı grubu vardı.
“O düşük yaşam biçiminin kıyafetleri senin geceliğine benzemiyor mu?”
Yu, Satoshi’ye dünyadan geldiğini söyleme niyetinde değildi ama Yurine bunu istemeden de olsa belirtmiş oldu.
“Evet, benziyor.”
Yu’nun eşofmanı da griydi ama onun çizgileri mordu. Çünkü mor rengi seviyordu. Satoshi’nin ayakkabıları da görünüşte Yu’nun buraya ilk geldiğinde giydiklerine benziyordu. Ayakkabılardan teki yandığı için sevmesine rağmen atmak zorunda kalmıştı.
“Anlamadım, benziyor derken?”
“Acaba buraya nasıl geldiğini öğrenebilir miyim?”
Yu’nun kendi dünyasına dönmek gibi bir isteği yoktu. Buna rağmen durumu hakkında daha fazla bilgi edinmek ve farklı dünyadan insanları buraya getirenin ne olduğunu bilmek istiyordu.
Satoshi, Yu ile aynı durumda olduğundan konuyla alakalı bilgi sahibi olma ihtimali vardı ve Yu’nun ondan öğrenecekleri bilgi açlığını tatmin etmekte faydalı olabilirdi.
“Sen Japon musun?”
“Haaa!” Satoshi heyecanla ayağa kalktı, bağırarak mekândaki herkesin dikkatini üzerine çekmiş ve arkadaşlarının yüzünü ekşitmişti. “Sen de mi Japonsun?”
“Oradan bakınca Japon’a mı benziyorum? Çekik gözlerim var da benim mi bundan haberim yok?” Yu mükemmel bir şekilde Japonca konuşuyor olsaydı bile insanlar onun Japon olmadığını hemen anlayabilirdi.
“Ama mükemmel bir şekilde Japonca konuşuyorsun?” Satoshi hâlâ ayaktaydı.
“Demek Japonca konuşuyorum... Lan! Türkçe konuşuyorum işte.”
Yu’nun başı hafifçe ağrımaya başladı, dondurmayı tek ısırışta midiye indirmiş gibiydi ama ağrı daha hafifti.
“Dünyanın yarısı İngilizce konuşuyor bu dünyanın yarısını İngiliz mi yapar? Ülken, ülkenin IQ skoru ortalamasını düşürdüğün için seni buraya atmış olmalı.”
“Ayrıca biz Rolderce konuşuyoruz. Satoshi’nin konuştuğumuz dili bile bilmiyor olması partimizin durumu hakkında endişelenmemi sağlıyor.” Raul gülümsüyordu. Satoshi’nin kızların gözünde küçük düşmesi onu sevindiriyordu.
Yu, Satoshi’yi de sevmemişti ama Raul’un kızlara yaranmak için arkadaşını aşağıladı ortadaydı, onun gibi insanlara hiç değer vermiyordu.
“Benimle dalga geçmeyi bırakın! Tanrım...” Satoshi yerine otururken Raul gülümsemeyi sürdürüyordu ve onun gülümsemesi inanılmaz derecede Yu’nun gözüne batmaya başlamıştı.
“Umarım yine kavga etmiyorsunuzdur.” Lucia elinde bir tepsiyle masaya geldi ve kız kardeşinin yanına oturdu.
Masaya koyduğu tepsinin üzerinde kurabiye ve içecekler vardı. Yu hâlâ yiyeceklerin tadını alamasa da balıkların ağzında koku bıraktığını ve kurabiyelerin de kendisini susattığını hissedebiliyordu.
İçeceğine uzandı, portakal suyuydu. İçtiğinde onun da tadını alamıyordu, Yu için sadece boğazından aşağıya akan bir sıvıydı.
“Sadece konuşuyorduk, Satoshi bile sürekli kavga çıkartamaz.” Raul yine Satoshi’yi aşağılar şekilde konuştu.
Sivina ve Ana bellerinde kılıç taşırken Raul iki hançer taşıyordu, Satoshi’nin yanındaysa hiçbir silah yoktu. Ana’nın yanında bir de asa olduğundan onun büyücü ve savaşçı arasında bir şey olduğunu düşündü, Sivina’nın da şövalye olduğu söylenmişti. Raul suikastçı gibi bir şey olmalıydı, bu durumda Satoshi hiçbir şey değilmiş gibi gözüküyordu.
Yurine “Yani o seninle aynı memleketten mi?” diye sordu.
Yu aynı dünyadan geldikleri için evet yanıtını verebilirdi ama memleketleri aynı olmadığı için bunun yanıltıcı bir yanıt olacağını varsayarak “Hayır,” dedi. “Bölge olarak düşünürsek evet diyebilirim ama aynı ülkeden, kökenden değiliz.”
“Zaten anlaşılıyor, aranızda uçurum var.”
“Sen beni mi övüyorsun? Canım benim.”
“Hya! Öyle demek istemedim, yanlış anlıyorsun!” Yurine, yanağı Yu tarafından mıncırılırken onun elini itmeye çalışıyordu.
“Çok tatlı bir ikili olmuşsunuz.”
“En son çocukken birisi beni tatlı diye tanımlamıştı ama teşekkürler.”
Yu’yu öven kişi Lucia’ydı, Lucie yine ablasına hayretler içerisinde bakıyordu.
“Siz ikiniz parti misiniz yani?”
“Yurine, Bay Valarfin’in kızı.” Sivina masaya oturduğundan beri ilk kez konuştu ve Raul’un sorusunu yanıtladı.
“K-kızı mı!?”
Satoshi ve Raul senkronize şekilde konuşup gözlerini kocaman açtılar, ikisi de birbirinden daha şaşkındı.
“Nasıl kızı? Sen, nasıl? Bu dünyaya ne zaman geldin ki? Ne zaman evlendin?”
“KİMSE KİMSEYLE EVLENMEDİ!” Yurine aniden bağırarak Satoshi’yi yerine çiviledi. “Sen de insanları yanıltmayı kes!”
“E-evlenmeden mi?”
“KES SESİNİ!”
Satoshi tamamen sustu.
Konuşmadan anlaşılan şey Yu’nun Rie ile birlikte Yurine’yi yaptığıydı ve bu, arada evlilik bağı olmadan gerçekleşmişti. Yurine’nin sinirlenmesinin nedeni buydu. Yu işlerin aslında nasıl olduğunu anlatabilirdi ama yanlış anlaşılan durumu düzeltmek istemedi.
“İyi anlaşıyor musunuz peki?”
“Evet, hem de çok iyi anlaşıyoruz.” Lucia’nın sorusunu Yurine’yi endişelendiren sinsi bir tebessümle yanıtladı. “Hatta geçen gün iki yataklı bir oda tutmuştuk...”
“BUNU NEDEN ANLATIYORSUN ŞİMDİ? SEN DE KES SESİNİ!”
Yu, Yurine’yi dinlemedi ve anlatmaya devam etti. “Gece ayrı yataklarda yatıyorduk ama sabah uyandığımda Yurine benim yanıma gelmişti.”
“APTAL! APTAL! ANLATTIN DA NE OLDU!”
“Yüzün kızardı, kuyruğun arkada sallanıyor, çok tatlı oldun.”
Yurine sallanan kuyruğunu tuttu ve kızarmış yüzünü saklamayı denedi, Yu’nun bunu anlatmasının tek sebebi Yurine’nin utandığını görmekti.
“Bu çok normal değil mi? Yani baba ve kızın yan yana yatması? Neden özel bir anmış gibi anlattın ki?”
“Bay Valarfin, Yurine’yi evlat edindi. Yani onun için çok özel bir an.”
“Ah...” Lucie sorusunu yanıtladığında Satoshi nedense rahatlamış gözüküyordu. “Ben de evlendin falan zannettim.”
Yu evlat edinilme muhabbetinin açılmasından hoşlanmıyordu, herkesin onları sıradan bir baba kız olarak kabul etmesini arzulardı.
“Sonuçta ikisi de mutlu gözüküyor,” dedi Sivina.
“Oh, mutlu olduğumu nereden çıkardın?” Yurine kollarını birbirine dolayıp başını çevirdi.
Evet, Yurine’nin duygularını bilmese de Yu’nun onun yanındayken mutlu olduğu doğruydu. Ama bu mutluluğa keder ve acı da eşlik ediyordu.
“Yine de böylesi daha iyi, sonuçta...”
“Beyaz saçlıyım.”
Ana da masaya oturduğundan beri ilk kez konuşuyordu ve sözü henüz bitmeden Yurine tarafından bölündü.
Yetişkinler beyaz saçlı bir çocuğun kendi çocuklarıyla oynamasını istemiyordu. Çocuklar da beyaz saçlı bir başka çocuğu dışlayabilirdi.
Kısaca bu dünyanın insanları kolaylıkla Yurine’nin kalbini kırabilirdi ve buna karşı Yurine’nin yanında bir koruyucu olması iyiydi.
“Ama bunun sürekli Yurine’nin başına kakılması beni bile sinirlendiriyor, Yurine kim bilir nasıl rahatsız oluyordur.”
İnsanların Yurine’ye, ‘Yu’ya minnettar ol çünkü seni evlat edindi’ demesini istemiyordu.
“Farklı bir konudan konuşalım.” Yu mevcut konuyu kapadı.
“Kızılşapel nasıldı?” Yu’nun rahatsızlığını anlayan Lucia ona uyum sağlayarak yeni konuyu açtı. Sonunda konuşma Yu’nun istediği yere gidiyordu.
“İnsanları çekilmez, orada yaşamak istemezdim.”
“Kızılşapel’in tehlikeli olduğunu duymuştum.”
“Evet, ben de benzer şeyler duydum.” Sivina’yı yanıtladıktan sonra Lucia’ya döndü. “Benim sormak istediğim bir soru var.”
Lucia getirdiği kurabiyelerden birine uzandı ve ufak bir ısırık alarak “Dinliyorum,” dedi.
“Sony Von Bishory ile ilgili bir şeyler biliyor musunuz?”
-------------------------
11.12.2021 - 22:15
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..