Sony Von Bishory’yi bulmak için toplanan grupları birkaç gün önce Yu ve Yurine’ye katılan Satoshi, Raul, Sivina ve Ana ile birlikte altı kişi olmuştu.
Kızılşapel’e vardıklarında onları bekleyen Lylphia ile buluşacak ve yedi kişilik yeni grupları ile Sony’yi arama macerası başlayacaktı.
Yu’nun, Büyücülük Akademisi müdürünün kayıp oğlunu aramak dışında bir görevi daha vardı. O da gece olduğunda yanlarında getirdiği mektupları önceden belirlediği evlere dağıtmaktı. Geceye kadar beklemeleri ve gecenin ilerleyen saatlerine kadar çalışmaları gerekecekti.
Kızılşapel tehlikeli bir bölge olduğundan Yu gece vakti dışarıda dolaşmaktan korkuyordu. Yurine güven hissini arttırsa da Lylphia’dan da kendisine eşlik etmesini isteyecekti.
Bunlar haricinde Yu nezdinde yaşanan önemli bir olay, partilerinin kurulmasından kısa süre sonra gelen epilepsi kriziydi. Karakoldan hanlarına döndüklerinde Yu önce krizi hissetmiş, sonra kriz gelmişti.
Kriz yalnız başlarınayken değil de yemek esnasında geldiği için orada bulunan herkes Yu’nun yere yatıp titremesine şahit olmuştu.
Neyse ki Yurine’nin müdahalesi sayesinde Yu çabucak kriz anını atlatabilmiş ve normale dönmüştü.
O anda yanlarında bulunan Lucia o kadar çok telaşlanmıştı ki Yu kendine geldiğinde gözlerindeki yaşları görebiliyordu. Daha sonra da Yu’ya hastalığını açıklamadığı için güzel bir azar çekmişti.
Şu anda ise grupları bir gemide Kızılşapel limanına yaklaşmaktaydı.
“Buraya nasıl geldin?” diye sordu Satoshi.
Sivina ve ana hava almak için güverteye çıkmıştı. Yu ile Yurine’nin karşısında Satoshi ve Raul oturuyordu. Yurine başını, tıpkı Urta köyünden ayrılıp Kızılşapel’e gittikleri seferde yaptığı gibi Yu’nun omzuna dayayarak uyumuştu.
“Evimin kapısını açtığımda karşımda bu dünya vardı.”
“ÖLMEDEN Mİ?!”
“Bağırma!” Satoshi’nin tepkileri irrite ediyordu. “Lütfen şu yapmacık, abartılı tepkileri bırak. Aşırı rahatsız edici.”
“Özür dilerim,” Satoshi başını eğdi.
Loncada tanıştıkları günden sonra birkaç kez daha konuşma fırsatı bulmuşlardı ve Satoshi’nin tepkileri sürekli aynıydı, her zaman yapmacık ve abartılı. Kendini bir anime karakteri sanıyor olmalıydı.
“Satoshi bu uyuz davranışları o kadar sık yapıyor ki acaba normal olan o da ondan rahatsızlık duyuyor olmam mı anormal diye düşünmeye başlamıştım, başkalarının da rahatsız olması bana anormal olanın bu aptal olduğunu hatırlattı.”
Raul kollarını birbirine dolamış, gözlerini kapatıp arkasına yaslanmıştı. “Hem, ölmeden ne demek oluyor?”
Yu olsa Satoshi’nin yaptığı gibi bir gaf yapmazdı.
“Bir şeyler saçmalıyordur işte.” Başka dünyaların varlığından herkese bahsetmek istemiyordu. Raul’un bilmesine gerek yoktu. Tabi, Satoshi ağzını tutamayıp herkese anlatmış olabilirdi.
“Sana kamyon-kun falan mı çarptı?” diye sordu Yu.
“Nereden bildin?”
“Böyle biri olman için kafana bir şeyin çarpması lazım da ondan,” Raul her fırsatta yaptığı gibi Satoshi’ye laf soktu.
“Seni piç!”
Aralarındaki ilişki yorucuydu. Sivina ve Ana iyi kızlardı ama bu ikisi ile arkadaş olmak istemezdi, sürekli tartışacak enerjisi yoktu.
“Umarım kamyon fazla hasar almamıştır.” Yine de Satoshi kendini sevdirmeyi başarabilen biri olmadığından Yu, Raul’a eşlik etti.
“Seni piç!!”
“Demek gelmeden önce ölmüş.”
Satoshi iyileştirme büyüsü olarak kullanılabilen ışık tipi büyüye sahipti. Bu, Yu’da olmayan çekirdeğin Satoshi’de olduğu anlamına geliyor ve Yu’nun önceden ürettiği teoriyi güçlendiriyordu.
Yu bu dünyaya çağırılmamış ya da reenkarne olmamıştı; bu dünyaya geçmişti. Bu geçiş esnasında bir ruh kazansa da ruh fiziksel bir forma sahip değildi. Büyü yapmayı sağlayan çekirdekse bir organdı ve fiziksel olarak bulunuyordu. Geçiş esnasında Yu bir çekirdek elde edemezdi.
Satoshi ise bu dünyada yeniden oluştuğundan bir çekirdek elde edebilmiş ve büyü yapma kabiliyetine erişmişti.
“Ne zamandır buradasın?”
“Üç ay, gece karşıdan karşıya geçerken oldu.”
“Başına gelen en iyi şey olmalı.”
“Yani…” Satoshi gökyüzüne bakarmışçasına başını kaldırdı ama baktığı yerde onu bir tavan karşılıyordu. “Pek de iyi bir hayatım yoktu. Buraya geldiğim için memnunum.”
“İçten içe… Ben de…”
İkinci Dünyaya gelmeseydi ne olurdu? Üniversitedeydi, insanlar arasında popülerdi ve notları da daima yüksekti. Ablalarını kaybettikten sonra notlarında bir düşüş olmuştu ama çabalarsa eskisinden daha iyi notlar elde edebilir, mezun olduktan sonra da iyi bir iş bulup yüksek bir maaşla refaha ulaşabilirdi.
Yu Valarfin’in arzuladığı şey bu muydu? Birinci Dünya'da kalsaydı sahip olacağı muhtemel geleceğinde mutluluğu görmüyordu. Çünkü mutluluk sadece kendisini paylaşacak birileri olduğunda var oluyordu.
Yu’nun elde edeceği herhangi bir başarıdan gelme mutluluğu paylaşacak kimsesi yoktu.
Elbette hiçbir zaman ‘her şey bitti’ diyen biri olmamıştı. Ablalarının ölümü onu derinden yaralasa ve hayattan zevk almayı bıraksa da hâlâ farkındalığa sahipti. Eğer geleceğe odaklanırsa mutlu olabilirdi.
Ama istemedi. Çünkü hak ettiğine inanmıyordu.
“Sen ne zamandır buradasın?”
“Üç hafta olacak.”
“Üç haftada çocuk almanı gerektirecek ne yaşamış olabilirsin ki?”
Yu cevap vermedi, dertlerini anlatmaktan hoşlanmıyordu.
“Peki üzerindeki şeyleri nasıl aldın? Çok iyi giyiniyorsun, baya pahalı olmalılar. Ben buraya geldiğimden beri çalışmama rağmen meteliğe kurşun atıyorum.”
“Telefonumu sattım. Akıllı telefon, ne olduğunu biliyor musun? Sahi sen kaç yılından geliyorsun ki?”
“Elbette akıllı telefonun ne olduğunu biliyorum, bende de var! İki bin on dokuzdan geliyorum sonuçta.”
“Aynı yıldan mı geliyoruz? İyiymiş.”
Yu’nun aldığına memnun olduğu bir bilgi olmuştu. İkisi de aynı tarihte geldiklerine göre iki dünya arasında zaman aynı akıyor denebilirdi.
“Ama akıllı telefonu satmak mı? Tanrım, ben bunu akıl edemedim…”
“Senin akıl edememen şaşırtıcı değil.”
“Yine!” Satoshi dişini sıktı. Kendisiyle yine ve yine dalga geçiliyordu. “Kaç paraya sattın peki?”
“Elli altın.”
“Oha, çok iyi! Buraya geldiğimden beri o kadar para kazanamadım ben.”
“Bir dakika…” Raul söze girdi. “Anladığım kadarıyla ‘akıllı telefon’ denen bir şey var ve o bunu satarak elli altın kazanmış. Ayrıca aynı alet sende de var ve sen hâlâ onu satmadın, öyle mi? Senin ben kafana sokayım.”
“Yurine buradayken sözlerine dikkat et.” Yurine uyuyor olsa da bir şekilde uyanıp kötü sözler duysun istemiyordu.
Raul hiçbir şey demedi.
“Maalesef telefonumu satmam artık mümkün değil, şarjı bitti.”
“Raul’un dediğinden,” dedi Yu. Satoshi’ninki ayrı bir aptallık seviyesiydi.
Satoshi parlak bir fikir bulmuş gibi gülümsedi. “Elektrik büyüsüyle falan şarj edemez miyiz?”
“Hayır, onların alabilecekleri gücün bir değeri var. Gereğinden fazla verirsen aleti patlatırsın. Hem elektrik büyüsüyle üretilen elektrik doğru akım mı oluyor yoksa alternatif akım mı? Bunlar da önemli ama sonuç olarak hayır.”
Yu’nun açıklamasıyla hayal kırıklığına uğrayan Satoshi’nin yüzündeki gülümseme yok oldu ve dudağının uçları aşağıya çöktü.
“Bana yük mü olacak yoksa işe yarayacak mı emin olamıyorum. Bari alabildiğim kadar bilgi almaya çalışayım.”
“Peki dil konusunda bir şeyler düşündün mü?” diye sordu Yu. Satoshi’den umutlu olmasa da konuştukları dilin aynı mı farklı mı olduğunu öğrenmek istiyordu ve bunun için konuya girmesi gerekliydi.
“Hayır, neden düşüneyim ki?”
“Yabancı bir ülkeden buraya geliyorsun, çevrendeki insanlar yabancı insanlar ve onlarla anlaşabiliyorsun. Sence de tuhaf değil mi?”
“Japonca konuşuyorlar işte, sadece ismini Rolderce yapmışlar.”
Böyle bir olasılık vardı ama Yu böyle olmadığına inanıyordu. Neden bu insanlar o kadar dil arasından Japonca konuşurdu ki?
Yu alfabeyi incelemiş ve bildiği japonca kelimelerin harf sayılarıyla burada konuştukları dilin harf sayılarının uyuşmadığını görmüştü.
“Raul, sen de şimdi söyleyeceklerimi iyi dinle.” Raul gözlerini açıp Yu’ya odaklandı. Satoshi de onu dinliyordu. “Birinci kelime, arigato. İkinci kelime, teşekkürler.”
“Yani?” dedi Satoshi.
“Satoshi, söylediğim birinci kelime ve ikinci kelimeyi tekrar et. Ne duyduysan onu söyle.”
“Teşekkürler, teşekkürler.”
“Sağır mısın sen?” Raul şaşkındı. “İki farklı kelime söyledi.”
“Benimle dalga geçmeyin, aynı kelime tekrar edildi.”
Yu’nun tahmini doğruydu, konuştukları Satoshi’ye kendi anadilinde çevriliyordu.
“Raul, sen söyle, ben az önce ne dedim?”
Raul, Yu’yu doğru şekilde tekrar etti. “Arigato, teşekkürler.”
“Aynı şeyi söylüyorsun.”
“Sana göre aynı, bize göre ayrı. Senin konuştuğun dil ile bu dünyadaki dil farklı, Satoshi.” Yu, Yurine’yi rahatsız etmemeye özen göstererek çantasından bir kağıt ve kalem çıkardı. Kağıda bu dünyanın diliyle önce ‘arigato’ sonra da ‘teşekkürler’ yazarak Satoshi’ye gösterdi. “Bu iki kelimeyi oku.”
“Teşekkürler, teşekkürler.” Satoshi’nin cevabı aynıydı.
“Şimdi de kelimelerin harf sayılarını karşılaştır.”
Satoshi ikisini de aynı algılıyor olmalıydı, Yu onun iki kelimede kaç harf gördüğünü merak ediyordu.
Satoshi yazılara baktı, baktı ve baktı. Transa girmiş gibiydi, hiçbir şey söylemiyordu. Birkaç saniye yazıları okumaya çalıştıktan sonra artık odaklandığı yer yazılar bile değildi, sadece ağzından salyaları akarak Yu’nun elindeki kâğıdı izliyordu.
“Hey, Satoshi?” Raul elini omzuna atıp Satoshi’yi dürttü.
Satoshi tepki vermedi. Raul onu tekrar sarstığında inlemeye başladı, ardından titredi ve Raul’un üzerine kustu.
“Lanet olsun! Koduğumun aptalı!”
Satoshi, Raul’un üzerine yığılırken Raul onu itip yere düşürdü. Satoshi yine tepki vermemişti, yere yığıldı ve gözleri açık şekilde titremeye devam etti.
“Yurine, Yurine!”
Yurine, Yu’nun görmeye alıştığı şekilde hafifçe gözlerini araladı. Hem gece uyumuştu hem de iyi bir öğle uykusu almıştı ama uykudan uyanıklık durumuna geçmekte sürekli zorlanıyordu.
“Ne oldu?”
Yu, eliyle Satoshi’yi işaret etti.
***
“Bay Valarfin ve~ tanımadığım kişiler.” Lylphia, Yu’nun yanında getirdiği insanlara baktı. “Merhaba.”
Satoshi’nin bilinci açık olsa da yürüyemeyecek durumdaydı ve Raul üzerine kusan Satoshi’yi omzunda taşımak zorunda kalmıştı. Bunu yaparken söylendiğini söylemeye gerek yoktu.
Sivina ve Ana ise Yu’nun onları tanıştırmasını bekliyordu.
“Bunlar, Ana ve Dame Sivina Ecues” dedi kızları işaret ederek. Sivina bir şövalye olduğundan isminin önünde taşıdığı unvanı kullanarak tanıttı. “Raul Kathein ve onun omzundaki de Satoshi Mirai.” Raul soy ismini yeni almıştı. Ana grubun içinde soy ismi olmayan tek kişiydi. Yu ona kimlik çıkartması gerektiğini söylediğinde hâlâ bir isim düşündüğünü söylemişti.
“Dame Lylphia Ardere, Büyücülük Akademisinden bir şövalye.” Yu, Lylphia’yı da tanıttı ve birbirlerini selamlamaları için çekildi.
“İyi anlaşalım!”
“Ağzını kapa, aptal. Nefesini hissetmek yeterince rahatsız edici.” Raul, Satoshi’nin gereksiz abartılı ve yapmacık tepkisine yine hakaretvari bir tavırla karşılık verdi.
Tanışmalarının ardından Kızılşapel’de bulundukları süreçte ikamet edecekleri maceracılar loncasını buldular.
Grubun beraber durması gerektiğinden Lylphia’nın önceden kaldıkları handan ayrılması gerekmişti.
“Maceracılar loncasında kalmak sizin için daha ucuz olabilir ama benim için değil,” dedi Lylphia. Loncadaki odalarına eşyalarını yerleştiriyorlardı.
Maceracılar loncasındaki odaların fiyatları diğer hanlarla aynı ya da daha yüksek olabiliyordu ama görevdeki maceracılar için daima daha ucuzdu.
Lylphia ise Büyücülük Akademisinin bir üyesi olduğundan maceracı olamıyordu ve ilk kaldıkları handa ödedikleri tutardan daha yüksek bir tutarda ödeme yapması gerekecekti.
“Senin harcamalarını akademi karşılamıyor mu?”
“Evet, hatta faturasını alıyorum.”
“Öyleyse ağlamana gerek yok, cebinden bir şey çıkmıyor nasıl olsa.” Maron’dan, Lylphia’ya ödenek vermesini isteyen Yu’ydu ve parayı biriktirmesi için değil, harcaması için istemişti. “Yurine ile benim yemeklerimizi de sen ödeyebilirsin.”
“Bunun etik olduğunu düşünmüyorum.”
“Hayatımızı tehlikeye atıyoruz, bir zahmet Maron iki yemek ısmarlasın bize.”
Yemek, başkentin dışına çıktıklarında temel giderlerinden birine dönüşüyordu. İkisi de son zamanlarda belirli bir yemek düzenleri olmadığından az yese de hâlâ yemek için ödemeleri gerekliydi.
“Yerleşmeyi bitirdik.”
Sivina, Yu’nun odasına girdi. Arkasında Ana vardı.
“O ikisi hâlâ yerleşemedi mi?”
“Hâlâ hangi odayı alacaklarını tartışıyorlar,” dedi Sivina.
Yu ve Yurine’nin odası en üst kattaydı ve onların odasının yanında Lylphia’nın odası vardı. Bir alt, yani ikinci katta Sivina ve Ana aynı odada kalıyordu.
İki oda daha tutmuşlardı. Odalardan biri kızların odasının karşısındaydı ve diğeri kızların odasının çarpazındaydı. Satoshi ve Raul, onların karşısındaki odada kalmak için kavga ediyordu.
“O ikisi tartışmalarına sonra devam eder. Buraya gelsinler, şimdi konuşacağız.”
“Çağırıyorum.” Ana, ikisini çağırmak için odadan çıktı. Oğlanlarla birlikte geri gelmesi uzun süre sürmemişti.
İki yatak vardı ama Yu, Yurine ve Sivina tek yatağın üzerine oturuyordu. Lylphia ikinci yatağa oturmuştu. Ana bir sandalyenin üstündeydi, Raul ise ayaktaydı ve Satoshi poposunu masaya dayamıştı.
“Sana araştırma yapmanı söylemiştik, bir şey buldun mu?” diye sordu Yurine, Lylphia’ya görevini hatırlatarak. “Aptal insan, bir şey bulamayacağını biliyordum.”
“Daha bir şey demedim ama!” Lylphia yanaklarını şişirip ofladı.
“Bende yarattığın izlenim öyle yetersiz ki beklentilerim en başından beri düşüktü. Böyle bir izlenim yaratmak senin suçun.”
“Ihıhıh, öyleyse utanmaya hazır ol.” Lylphia göğsünü kabarttı, iri göğüsleri yine insanları selamlıyordu. “Bir şeyler buldum.”
“Ne buldunuz acaba?” diye sordu Ana.
Odada onları duyacak kimse yoktu ama Lylphia yine de sesini alçalttı.
“Siz gittikten sonra Kızılşapel’de iki cinayet daha işlendi. Kızılşapel Katiliydi.”
“Bunun Sony ile ne alakası var? YOKSA O MU ÖLDÜ?”
Satoshi’yi daha önce uyarmasına rağmen hâlâ aynı abartılı tepkileri vermeyi sürdürüyordu. Yu, başkasının yerine utanma duygusunu sonuna kadar hissetmekteydi. Satoshi’ye vurmak istiyordu.
Lylphia, Satoshi’ye aldırmadan devam etti, “Girdiği evden sadece bir kişi sağ çıktı ve o da katilin Sony ismini andığını duymuş.”
Eğer Sony öldüyse görevleri henüz başındayken başarısızlıkla sonuçlanacaktı.
Fakat Kızılşapel Katili'nin onu öldürdüğünü düşünemiyordu. İşlediği cinayetlerin bilinmesini isteyen biri neden onu gizlice öldürürdü ki?
Sivina sordu, “Tam olarak ne demiş?”
“Konuştuklarından sadece bu ismi çıkarabilmiş.”
“Sadece, derken? Başka isimlerde mi anmış?”
Yu ayağa kalktı. “Cinayetler nerede işlendi?”
“Burada fazla uzak değil, yarım saatlik mesafede. Oraya mı gideceğiz?”
Yu, Lylphia’ya başını salladı. Vakit kaybetmek istemiyordu, bugün sağ kalan görgü tanığını sorgulayacak ve yarın tüm vakitlerini araştırmaya harcayacaklardı.
“Oraya topluca gitmeye gerek yok, birkaç kişi yeterli. Diğerleri de şimdiden katil hakkında bilgi toplamaya başlasın. Belki Lylphia’nın gözden kaçırdığı bir şeyler buluruz.”
-------------------------
18.12.2021 - 19:50
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..