“Üzgünüm, işe yarar bir şey öğrenemedim.”
“Zaten dövüş gücün dışındaki alanlarda fazla beklentim yoktu, herhangi bir hayal kırıklığı yaşanmadı.”
Ve Sivina’yı da işe yarar bir şeyler öğrenemediği için suçlamaya hakkı yoktu. Soracağı soruları ona söyleyen kişi Yu’ydu.
“Öğrenebileceğimiz fazla bir şey de yoktu hem. Gerçekten katil hakkında onu yakalamamazı sağlayacak bilgilere sahip olsaydı bile o bilgileri bize vermezdi diye düşünüyorum. Katil ile iletişim halindeyse de yakında katil seni bir sorun olarak görmeye başlayacak ve öldürmek için gelecektir.”
“Evet.”
“Katilin motivasyonunu öğrenmiş olmamız da iyi oldu.”
“Bunu bilmek ne işimize yarayacak?”
“Teknik olarak hiçbir işe yaramayacak ama merakımız giderildi.”
Katilin motivasyonu önemliydi ve motivasyonunu öğrendiğinde ona bir tuzak kurabileceklerini düşünüyordu ama bunları intikam için yaptıysa şimdi yaptıklarından farklı bir şey yapamazlardı.
Rolderhelm’in zenginlerinin yaşadığı mahalleden lonca mahallesine geçtiler, oradan da Lucia’nın maceracılar loncasının önüne geldiler.
Yu ve Yurine buradan sonra kaldıkları hana gidecekti ama önce Sivina’yı yollarının üstündeki loncaya bırakabilirlerdi.
“Ne zaman Kızılşapel’e geri döneceğiz?” diye sordu Sivina. Loncaya girmeden önce arkasını dönmüştü.
“Yirmi dokuzunda, bizim ilgilenmemiz gereken işler var.”
Bugün eylülün yirmi beşiydi ve mektuplarını dağıttıkları ilk maç yirmi dokuzunda oynanacaktı. Yu maçı izlemek istiyordu.
Eğer Vesthelm Fırtınası maçı kazanırsa Kızışapel’de tekrar mektup dağıtması gerecekti. Yani maç oynanana kadar beklemeli ve Vesthelm Fırtınası kazanırsa mektuplarla Kızılşapel’e dönmeliydi.
Sivina başını sallayıp arkasını döndü, tam loncaya girmek üzereydi ki loncadan çıkan sarışın bir elf ona engel oldu.
“Hoş geldiniz. Sivina’yı kapıda görünce sizin de burada olacağınızı ummuştum, öyle de oldu.” Lucia kollarını göğüslerinin altında birleştirerek Sivina’ya yaklaştı. “Moralin bozuk gözüküyor. Valarfinler burada ama diğerleri nerede?”
Sivina yutkundu, kelimeler ağzından dışarı çıkmıyordu. Lucia kötü bir şeyler olduğunu hemen anlayarak elini Sivina’nın omzuna koydu.
“Kendi türümden birini görmeyeli uzun zaman olmuştu. Yoksa hissetmeyeli mi demeliydim?”
Bir loliyi andıran ama aynı zamanda yetişkin bir ifadeye sahip kızın ortaya çıkışıyla Lucia sözlerine başlamak yerine durdu ve kızı tanıtmak için Yu’ya döndü.
“Bay Valarfin,” dedi. Yüzüne hafif bir gülümseme yerleştirmişti. “Size bahsettiğim kılıç perisi, Nerissa.”
Kısa boyluydu. Siyah saçları ile aynı renkte tek parça siyah bir kıyafeti vardı. Büyük siyah gözlere ve beyaz bir tene sahipti. Yurine’nin aksine kuyruğu ya da kedi kulakları yoktu ama saçlarının arasından dışarı çıkan kulakları, Lucia’nın elf kulakları kadar uzun olmasa da biraz uzun ve sivriydi.
Nerissa’nın yaydığı hava ile Lucia’nın yaydığı hava benzerdi, ikisi de ‘nee-san’ havası yayıyordu. Nerissa on beş yaşında olduğunu da iddia etse, yirmi yaşında olduğunu da iddia etse Yu ona inanırdı.
“Bunlar Yu Valarfin ve kızı Yurine Valarfin. Sana bahsettiğim kişiler.”
“Memnun oldum.”
Nerissa gülümserken Yu ve Yurine onlara yaklaştı. Sivina’yı bırakıp hanlarına gitmeyi planlıyorlardı ama Nerissa’nın aniden ortaya çıkışıyla planları küçük bir sekteye uğrayacaktı.
“Biz de memnun olduk,” dedi Yu. Yurine adına da konuşuyordu.
Şu anda hiçbir şeyden haberi olmayan Yurine’den daha çok heyecanlanmıştı. Yurine’den kısa süreliğine de olsa ayrılma fikri Yu’da tarif edemediği bir huzursuzluk yaratıyordu. Eğer kontrolü bırakırsa bacaklarının titremeye başlayacağını hissedebiliyordu.
“Kendi türümden biri derken, Yurine’yi mi kastediyor?”
“Evet.”
Yurine’nin türü hakkında insanlara bilgi vermek istemiyordu ama Nerissa’yı tanıyorsa artık bunu ondan saklayamazdı.
Sivina’nın durumu sorgulamadığını gördükten sonra Lucia “İçeri geçelim,” dedi. Loncanın içine yürürken Yurine, Yu’nun kolunu tutup çekiştirdi.
“Ne oluyor burada? Niye bizden bahsetmiş?”
“Arkadaş edinsen iyi olur diye düşündük.”
“Arkadaş istediğimi nereden çıkardın? Neden bana sormadan böyle bir şey yapıyorsun!”
Yurine kızmakta haklıydı. Yu bahaneler sunarak onu daha fazla sinirlendirmek istemedi.
“Üzgünüm.”
Yurine’nin tartışmamayı seçmesiyle loncadan içeri girdiler. Lonca buraya geldikleri ilk seferde olduğu gibi sakindi ve içeride fazla kişi yoktu. Sivina oyalanmadan kendi odasına çıkarken bir masada oturup sohbet eden iki kişiye yöneldiler.
“Gal, bak kiminle tanıştım.”
Masadaki iki kişiden biri kadın, diğeri erkekti. Nerissa’nın seslenmesiyle masada oturanlardan erkek olan arkasına dönüp gelenlere baktı.
“Kiminle tanıştın?”
Nerissa’nın Gal diye seslendiği oğlan Yu ile yaşıt görünüyordu, yüzleri de biraz benzerdi.
Onun da kahverengi saçları vardı fakat rengi daha açıktı. Gözlerinin şekli, Yu’nun gözlerinin şekline benzer olsa da biraz feminen bir duruşu vardı ve gözlerinin moru Yu’nunkilerden çok daha açık ve parlaktı. Yu’yu hoşnutsuz edecek kadar yakışıklıydı.
“Kodumun lavuğu.”
Oğlanın belinde boş bir kılıç kını asılıydı. Sol elinin üstü ise sargı beziyle sarılmıştı.
“İsmim Galahad,” dedi. Selamlaşmak için ayağa kalkmıştı.
“Yu Valarfin.” Karşı karşıya geldiklerinde Yu onun kendisinden daha uzun olduğunu gördü.
“Şu Galahad, Kahramanların Savaşındaki adam değil miydi?”
Yurine’nin hızlandırılmış dünya tarihi dersinde öğrendiği, İselle’nin Yedi Günah olarak adlandırılan yedi çocuğundan kıskançlık olarak anılanın adı Galahad’di. Savaşta kardeşi olan ve oburluk olarak anılan Bedivere’e karşı savaşmıştı.
Yu ve Galahad selamlaştıktan sonra masada oturan kız ayağa kalktı ve Yu’ya elini uzattı.
“Vilonet Dri Elo.”
Vilonet yirmilerinin başındaydı. Açık beyaz tenli, mavi gözlü ve yine açık mavi saçlı güzel bir kadındı. Hatta Yu, onun güzelden daha fazlası olduğunu söyleyebilirdi. Rie ve Sivina kadar güzeldi.
İsmini verirken ‘Dri’ ekini kullanmıştı. Bu ek, bu dünyadaki soyluluk belirten unvanlar arasında yer alıyor ve düklere, düşeslere ve onların çocuklarına veriliyordu. Unvanından yola çıkarak karşılarındaki kişinin oldukça önemli biri olduğu anlaşılabilirdi.
“Bu da güzel waifuymuş. Kodumun çocuğu kendine güzel waifu bulmuş ya…”
Yu, Galahad’i kıskanmıştı. Vilonet’in uzattığı eli sıkarken Galahad’in yüzünde aniden beliren mor bir çizgi farketti. Çizgi belirdiği gibi hızlıca yok olmuştu.
“Bu çocuğun adı da Yurine,” dedi Nerissa. Yanına yaklaşıp omzunu dayadığında Yurine hemen aralarında bir mesafe açmak için geri çekilmişti. “Kendi türümden biriyle tanıştığım için heyecanlıyım.”
Bozuntuya vermeden konuşmaya devam eden Nerissa’nın aksine Yurine heyecanlı görünmüyordu. Aksine yüzündeki ifade bitse de gitsek havasındaydı.
“Yurine’nin yüzü genelde bu şekildedir, kişisel algılayıp üzülme.”
“Hmph.”
Yurine yüzünü çevirip Yu’dan kaçındı.
“Benim kalbim Yurine sevgisi ile dolsa ve kalbimi sana açsam da senden aynı karşılığı alamamak çok üzücü. Belki kendine yakın göreceğin birisi ile konuşmak utangaçlığını yenmeni sağlar.”
“Hmph!”
Yurine ona aynı şekilde karşılık verdi. Tek farkı bu sefer sırtını dönmesiydi.
“Bir arkadaş ile bir iki saatliğine dolaşmak hoşuna gidebilir. Hem bu mevsimde güneş açmışken yararlanmazsanız olmaz. Ne dersin?”
Yurine önce biraz ayak diretse de ısrarlar sonucunda bu teklifi kabul etti.
---
“Güneş batmadan önce geri gel, handa bekleyeceğim seni. Bak unutma, güneş batmadan önce dönmüş ol.”
“İstediğim zaman dönerim, sana sormayacağım.”
“Neden bir anda böyle soğuk yaptı ki?”
Yurine, Nerissa ile beraber yolun üstündeki bir parka doğru yürümeye başladı. Parkın kaldıkları hanın tersinde olması Yu’yu rahatsız ediyordu, bir anlığına onları takip etmeyi bile düşündü.
“Sorun olacağını zannetmiyorum.” Lucia, Yu’nun endişelerinin farkındaydı. Elini omzuna dayayıp konuştu. “Nerissa güvenilir birisi, Yurine de akıllı bir kız.”
“Ben diğer insanlara güvenmiyorum.”
Yu, kılıç perileri gözden kaybolana dek arkalarından izledi.
“Sivina biraz üzgün gözüküyordu. Buradan gittiğinizde de sayınız daha fazlaydı, aklıma kötü şeyler getirmek istemiyorum ama…”
“Satoshi öldü.”
Ölüm haberi vermek kolay bir iş değildi. Yu uzatıp zorlaştırmak yerine tek seferde söylemenin daha doğru olacağına karar verdi.
Lucia önce biraz afalladı, ne diyeceğini bilemeyip etrafa baktı. Sonra Yu’nun neşesi sönen gözlerine bakıp konuşmaya başladı.
“Biliyor musunuz-”
“Üzgünüm.” Lucia’nın sözünü kestiği için özür diledi. “Bilmek istemeyeceğim bir şey söyleyeceğinizi hissediyorum, bilirsem kendimi kötü hissedeceğim bir şey gibi.”
Lucia’nın söyleyebileceği şeyleri az çok tahmin edebiliyordu ve duymayı arzulamıyordu. Zihnini acı verici her şeyden uzak tutmak istiyordu.
Lucia ona acı bir tebessüm verdi.
“Nasıl oldu peki?”
“Kızılşapel Katili kaldığımız hana gelmiş. Satoshi’yi ölü halde bulduk.”
“Anladım.”
“Daha sonra görüşürüz öyleyse.”
O kadar basit bir etkileşim olmuştu ki Yu bir anlığına yaşanan şeyin çok normal bir durum olduğunu düşünmüştü.
“Onun için normaldir gerçi.”
Lucia, Yu’nun kaldıramayacağı kadar çok ölümle karşılaşmış olmalıydı. Bu onun uzun ömrünün getirdiği bir lanetti.
“Moralim çok bozuldu ya.”
Hana dönüp odasına girdiğinde yaptığı ilk iş kendisini yatağın üzerine atmaktı. Lucia’yı susturmasaydı ona ne diyeceğini düşünüyordu.
“Belki güzel bir hayat dersi verirdi, neden susturdum ki? Hayır, kesin uzun ömrü ile ilgili bir şeyler söylerdi ve bu da benim moralimi daha fazla bozardı.”
Lucia’nın diyebilecekleri hakkında en iyi tahmini buydu. Ölen insanlara artık alıştığı ile ilgili bir şeyler söyleyeceğinden emindi.
“Ne yapsam ki? Gerçekten ayrı kaldığımız ilk sefer.”
Buraya geldiğinden beri Yu ilk kez yalnız kalıyordu. Yurine’nin yanında olmasına o kadar alışmıştı ki o olmadığında ne yapacağını bile bilmiyordu.
“Şimdi düşündüm de buraya geldiğimden beri hiç yapmadım.”
En son o işi yaptığında kendi dünyasındaydı. O zamandan bu zamana bir ay geçmişti ve hala yapmamıştı.
“Öyleyse zamanı geldi, sonunda onu kullanacağım.”
Tek başına geçireceği bir ya da iki saati vardı ve bunu değerlendirmek için odasındaki dolaba sakladığı dergiyi çıkardı.
Bu dergiyi kendi dünyasından getirmişti. Çantasına atarkenki amacı gittiği yerde canı sıkılırsa açıp bakmaktı ama burada daha iyi bir iş için kullanabilecekti.
Tuttuğu derginin içinde bazılarının uygunsuz olarak adlandıracağı manken resimleri vardı. Yu dergiyi Yurine’nin bulmaması için saklamıştı ve dergi dünyadaki tek örneği olduğundan kaybetmek istemiyordu.
“Kapıyı da kilitleyelim ne olur ne olmaz.”
Yatağa oturduğunda kapının kilitli olmadığı aklına geldi. Ani bir baskın yeme ihtimaline karşı kapıyı kilitlemek en iyisiydi. Yataktan kalktı.
“Sonuçta ben de insanım, öyle şey…”
Henüz bir adım bile atmamıştı ki tanıdığı ve nefret ettiği o his kendisini tekrar ziyaret etti. Yu olacakları biliyor ve gelen belanın karşısında hiçbir şey yapamıyordu.
“Özür dilerim.”
Bir titreme eşliğinde yere düştü.
------------------------
5.1.2022 - 19:43
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..