Mora hakkındaki sohbetlerinin ardından kalan yolculukları sessiz geçmiş, geminin Kızılşapel limanına varmasıyla da sona ermişti.
Bu seferki yolculuk ilk ikisine göre daha hızlıydı. Gemi rüzgârı arkasına almış, yolculuk bu sayede kısa sürmüştü.
“Şimdi… Bu adresi arayacağız.”
Rolderhelm’in her sokağı numaralandırıldığı için adres bulması kolaydı. Her yerde tabelalar ve her evin üzerinde numaralar vardı.
“Istakoz mahallesi, altmış sekiz, yirmi sekiz.”
Sivinaların tuttukları evler Istakoz mahallesinde, altmış sekiz numaralı sokaktaki yirmi sekiz numaralı evdi.
“Şu anda beşinci sokaktayız, yanlış hatırlamıyorsam belediyenin orası yirminci sokak falan oluyordu. Sora sora bulacağız artık.”
Kızılşapel bıraktıkları gibiydi, karanlık ve iç karartıcı. Yu bu gotik şehre yaz mevsiminin uğradığını hayal dahi edemiyordu.
Böyle korkunç bir atmosferin yanında bir de mevsimin etkisiyle toplanan yağmur bulutları Kızılşapel’i daha melankolik ve huzursuz bir tona boyuyordu.
“Merak ettiğim bir şey var.”
“Ne merak ediyorsun?”
“Şey… Ya da neyse, boş ver.”
Aslında çok daha önceden sorması gereken bir şeydi. Beraber bu maceraya atıldıkları ilk günde de buraya gelirken gemide sessizce geçirdikleri süre içerisinde de sormak istemiş ama bunu sorarsa umut veriyor gibi görüneceğini düşündüğünden vazgeçmişti.
Şimdi tekrar bu soruyu sorma fikri aklına geldi ama yine de bu fikri aklından çıkarmanın daha iyi olacağına karar vererek sustu. Çünkü konu ile ne kadar ilgiliymiş gibi gözükürse Yurine’ye o kadar umut verebilirdi ve kendisi başaracaklarına dair inanç beslemekte güçlük çekerken böyle bir şey yapmak istemiyordu.
Soracağı soru Rie’nin ne söylediğiydi. Yurine’ye göre annesi her şeyi geri almanın mümkün olduğunu söylemişti ve Sharley de aynısını söyleyerek geçmişe geri dönmenin yolunu arayacaktı.
Yurine ve Sharley’nin inandığı, Rie’nin zamanı geri almak için anlattığı yöntem ne olabilirdi?
“Zamanı geri almak mümkün, sadece bunu mu dedi? Sadece basit birkaç kelime üzerine mi çabalıyoruz?”
Yu inanamıyordu. Fantastik bir dünyada olsa da, kendini dünyaya geldiği anda inanılması güç bir hikâyenin içinde bulsa da hâlâ inanamıyordu.
“İnanmak istemiyorum, bilmek istiyorum. Nasıl?”
Burada geçirdiği bir ayda yeterince fikir edinmişti. Dünyada yaşanan her bir olayı geri sarmak, zamanda geri gitmek, bu dünyanın standartlarında bile imkânsız görünüyordu.
Üstelik Yurine ona tanrılardan bahsetmişti ve bu dünyanın insanları tanrıların varlığına inanıyordu. Hatta hikâyeler doğruysa tanrıların varlığı biliniyordu. Eğer onlar Yu’nun kafasındaki tanrılar gibilerse her şeyin üzerinde olmaları gerekiyordu. Tanrılar neden zamanı geri sarmak gibi bir eyleme müsaade ederdi ki?
“Şey…” Yurine, Yu’nun derin düşüncelerini utangaç bir sesle böldü. “Şey… Sen, eğer istiyorsan…”
“Ne istiyorsam?” Yağmur hafifçe atıştırırken Yu başını eğip Yurine’ye baktı. Yurine yere bakarken kızarmıştı.
“Şimdi yağmur yağacak ya, gök gürler falan…”
“Gök gürültüsünden mi korkuyorsun? Daha önce gök gürlerken sakindin.”
“Tabii ki de korkmuyorum! Off, boş versene!”
Yurine yanaklarını şişirip adımlarını hızlandırdı, Yu da ona yetişmek için hızlanmıştı.
“Söyle, dinliyorum.”
“Hmph!” Yurine tekrar eski tempolarında yürümeye başladı. “Sen korkağın tekisin.”
“Bu ne alaka şimdi?” Birden bire aşağılanan Yu otomatik olarak kendini savunmaya geçti. “Bir kere ben korkak lafını kabul etmiyorum, ben sadece akıl ve mantık çerçevesinde hareket eden birisiyim. Bana da büyülü güçler verilseydi ben de gidip ‘cesurca’ şeyler yapardım ama böyle olursa çok overpowered olurum diye verilmedi işte, karakterleri dengelemek gerekiyor çünkü.”
“Ne saçmaladığın hakkında hiçbir fikrim yok, sen sadece korkaksın. Yani, şey… Şey… Eğer ısrar ediyorsan,” Yurine, Yu’ya elini uzattı. Göz göze gelmemek için hâlâ yere bakıyordu. “Korkmaman veya kaybolmaman için sana elimi tutma lütfünü bahşedebilirim.”
“Anlıyorum…” Yu bu dünyada şimdiye dek edindiği en büyük ve en içten gülümsemeyi yüzüne yerleştirmişti. “Önce benim için endişeleniyorsun şimdi de elimi tutmak için gök gürültüsünü bahane olarak gösteriyorsun. Elbette böyle olması ve en sonunda aramızdaki yoğun sevgiyi kabullenmen şaşılacak bir şey değil. Aksine, benim tüm muhteşemliğime rağmen şimdiye dek bu sevgiyi kabullenememen şaşırtıcıydı. En nihayetinde benim zekâm, karizmam ve mükemmelliğim ile birlikte sahip olduğum her bir iyi özelliğim hem bu dünyanın hem kendi dünyamın hem de var olması muhtemel diğer tüm dünyaların çok üzerinde. Hal böyle olunca, benim biraz yüz verdiğim herhangi bir kızın bana sular seller gibi âşık olması tamamen kaçınılmaz bir durum.”
“Vazgeçtim.”
Yurine’nin kızaran yanakları Yu’nun ufak monologunun ardından beyazlaştı. Yu, Yurine’nin uzattığı elin yere indiğini görünce çabucak eğildi ve o eli yakaladı.
“Tamam, tamam. Elini tutacağım.”
Yurine’nin ufak eli, Yu’nun avucunda yok oluyor gibiydi. Sıcak ve yumuşaktı.
“En son ne zaman birisiyle el ele yürümüştüm?”
En son elini tutan kişi Lucia’ydı. Ondan önce bu dünyaya ilk geldiğinde Rie ellerini tutmuştu. Onu saymazsa geçen baharda ablalarının elini tuttuğunu, o ellerin sıcaklığını hâlâ hatırlıyordu.
Ama konu şu an olduğu gibi el ele tutuşup yürümeye geldiğinde altı ya da yedi yıl önce, yine ablalarıyla yapmış olmalıydı.
Şu anda Yurine ile bu şekilde yürümek aklında o eski günleri getiriyordu. Kendi dünyasında ne zaman bir daha erişemeyeceği kadar uzak olan o günleri hatırlasa bir melankoli hissi onu esir alır, kalbini kanatırdı.
Ama bugün o anıları hatırlamasına rağmen melankolik hissetmiyordu, o günlere erişemeyeceğini hâlâ biliyordu ama üzülmüyordu.
Şu anda sadece güzel anıların arasına bir yenisinin eklenmesiyle mutluluğu yaşıyordu.
“Böyle masum hisler, yaşamaya anlam kazandıran tek şey.”
Bu hisse sahip olmadan yaşadığı kısa dönemde ölmesine engel olan tek şey korkaklığıydı. Bu histen mahrum kalarak yaşadığı o dönemi bir daha yaşamak istemiyordu. Bir daha bu histen mahrum kalmak istemiyordu.
“Şuraya bak,” dedi Yurine. Boştaki eliyle yolun kenarındaki duvarı işaret etti.
Duvarın üzerinde gümüş rengi saçları ve deniz yeşili gözleriyle onlara yabancı olmayan bir şövalyenin figürü yer alıyordu.
“İstediğimiz gibi olmuş.”
Duvardaki resim Birinci Dünya’nın grafitileri kadar iyi değildi ama belirgin gümüş saç ve deniz yeşili gözler ile kim olduğu anlaşılıyordu.
Bu dünyada gümüş saçın ender rastlanan bir renk olduğunu hesaba katarsa kasabadaki diğer insanlar da resimdeki şövalyenin Sivina Ecues olduğunu anlayacaktı.
İlerlemeye devam ettikçe duvarlara çizilmiş ve yazılmış daha fazla resim ve sloganla karşılaşıyorlardı. Hatta bazılarının tarzları o kadar farklıydı ki Yu o resimlerin bağımsız taraflarca çizildiğini düşünmüştü.
“Beyni olan herkes bunun bir tuzak olduğundan şüphelenir,” dedi Yurine.
“Yine de bunun onu kışkırtacağını düşünüyorum. Eğer onu kışkırtıp kendi üzerimize çekmeyi başaramazsak olayı nasıl çözeriz hiçbir fikrim yok. Sadece ormanda olduğunu bilerek bir yere varamayız.”
Yağmur hızlanmış ve hızlanan yağmurla birlikte sokaktaki diğer insanlar daha az ıslanmak için koşmaya başlamıştı.
“Şimdi birilerine sorma zamanı.” Belediyenin önüne geldiklerinde etrafına baktı. İnsanlar yağmurdan korunmak için ağaçların ve dükkânların altına sığınmıştı. “Ya da biz de yağmur dinene dek bekleyelim.”
***
“Yirmi sekiz, burası.” Önce elindeki kâğıda sonra önlerindeki evin kapısının üzerinde yazan yazıya baktı.
Yağmur dindiğinde önlerine çıkan ilk kişiye yolu sormuş, daha sonra yine birilerine sorarak yolu bulmuşlardı.
Onlar yirmi sekiz numaralı binanın önüne geldiklerinde yağmur tekrar atıştırmaya başlamıştı.
Bina iki katlıydı ve ahşaptan yapılmıştı. Pencerelerin ikisi dışında hepsinin perdeleri kapalıydı ve perdeler duvara anormal şekilde yapışmıştı.
“Umarım biz gelmeden ölmemişlerdir.”
Henüz çalmamalarına rağmen kapı çan sesleri çıkararak aniden açıldı ve içinden yeşil saçlara sahip, yüzünde hafif bir gülümseme olan kız çıktı.
“Biraz daha pozitif olsan iyi olur diye düşünüyorum,” dedi Ana, sonra ekledi. “Hâlâ yaşıyoruz.”
Ana’nın gözleri Yu ve Yurine’nin ellerine kaydı. Hâlâ el ele tutuşuyorlardı.
“Hmph!”
Yurine, Ana ona gülümsediğinde elini çekti ve Yu’dan bir adım uzaklaştı.
“Bu kalbimi kırdı.” Yurine’yi tutup kendine çekti. “Ama Ana’nın bizi yağmurun altında bırakması daha kırıcı.”
“Ah, pardon. Buyurun, hoş geldiniz.”
Ana tıpkı etek giyen bir hizmetçiymiş gibi onlara reverans yaptıktan sonra kapının önünden çekildi. Evin içi neredeyse tamamen boş ve karanlıktı. İçeride olan eşyalarsa yüz yıllık gibi gözüküyordu.
Perdelerin çekili olduğu pencerelerin arkasına tahta plakalar çakılmış ve evin içine girişi engellemişlerdi. Perdelerin cama yapışık gözükmesi bu yüzdendi.
“Ananı-”
Evin içinde karşılaşmayı beklemediği iki canlı vardı. Üç köpek koridora çıkmış evin içine giren yabancılara dişlerini göstermişlerdi. Bakışlarından anlaşılan ikisinin de Yu’dan hoşlanmamış oluşuydu.
“Evi korumada yardımcı olurlar diye düşündük. Met ve Nito, bekçi köpekleri. Hyene de av köpeği. Aslında Lylphia dedi ki bir tane daha köpek alalım ama barınaktakiler izin vermediler, daha sonra sokağa salıyorlarmış insanlar.”
Konuşurken diz çökmüş ve köpeklerin başını okşayarak sakinleştirmişti. Bekçi köpekleri doberman türündeydi ama av köpeği kendi dünyasında bulunmayan bir türdü. Koyu yeşil tüyleri ve o tüylerin üzerinde kahverengi çizgilere sahipti.
Yurine, Yu’nun köpeklerden korktuğunu fark edince sırıttı.
“Diğerleri nerede?” diye sordu Yu. Karizmasının çizilmesini istemediğinden köpekleri yapabildiği kadar görmezden gelmeye ve sakin bir ifade takınmaya çalışıyordu.
“Kızlar yukarıda, Raul dışarıda.”
Ana’nın arkasında kalmak köpeklerin hemen önünde kalmak anlamına geldiğinden onun yol göstermesini beklemeden merdivenleri çıktı.
İkinci kata çıktığında karşılaştığı ilk odanın kapısı açıktı, Lylphia içeriden ona el salladı.
“Yu!”
Birisinin kendisine ismiyle seslenmesine hâlâ alışamamıştı.
“Hemen önündeyim, Lylphia. Bağırmana gerek yok.”
Evin en dolu odası burası olmalıydı. Odada üç yatak vardı, buradan anladığı kadarıyla üç kız güvenlik amacıyla tek bir odayı kullanıyordu. Böylece katil evin içine girerse en azından hepsini fark ettirmeden öldüremeyecekti.
“Peki ya Raul? O piç, kızlarla aynı odada kalmıyordur umarım.”
Onun tek kalması katile tek başına yem olması demek olurdu ama Yu, onun kızların odasında kalmasını da kıskanırdı. O yüzden yem olacağı anlamına gelse de ayrı kalması daha iyiydi.
-------------------------
17.01.2022 - 16:31
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..