Cilt 2 - Bölüm 35: Anka Lütufu

avatar
465 4

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 2 - Bölüm 35: Anka Lütufu


“Allahın belası adam, kovalama artık!”

 

“Bu manyak nasıl hala koşabiliyor? Saçmalık!”

 

“Kahpenin tohumu yorulmuyor da!”

 

Sharley bir türlü peşlerini bırakmıyor, ondan kaçmak için Yu, kucağındaki Yurine ile birlikte hayatının en hızlı koşusunu yapıyordu.

 

Yurine odağını Sharley’nin yaptığı saldırıları engellemeye verdiği için artık Yu’ya şifa büyüsü de uygulayamıyordu.

 

Yorgun ve şifa büyüsünün desteğini alamayan Yu için koşmak çok zordu. Her an bacakları onu yarı yolda bırakarak düşmesini sağlayabilir ve gözü dönmüş deli tarafından öldürülebilirlerdi.

 

Bu da Yu’nun yorgunluğu görmezden gelmesine, bacaklarının dayanması için yalvarmasına ve canı için hiç durmadan koşmasına yol açıyordu. Yu ölürse daha sonra Yurine’ye ne olacağı da belirsiz olduğundan Yu’nun tek sorunu ölmek değil aynı zaman da kızının sağlığıydı.

 

“Bu ne lan?”

 

“Ne oldu?”

 

Henüz kasabanın içindelerdi ve ormana girmek üzerelerdi. Yine de ormanın içinde yükselen devasa yapı kasabanın herhangi bir yerinden fark edilebilecek kadar parlaktı.

 

Gökyüzüne fırlayan bir ateş topu havai fişek gibi patlamış ve alevlerden oluşan kubbe geceyi aydınlatarak karanlığı yok etmişti.

 

“Sana ne oldu dedim!”

 

“Ormanda bir şeyler oluyor.” Yu koşmaya devam ederken Yurine’yi yanıtladı. “Acaba Lylphia’nın işi mi?”

 

Tanıdığı tek ateş büyücüsü oydu. Eğer rakipleri düşündüğünden daha tehlikeli değilse bunun Lylphia’nın işi olması gerekiyordu. Yani en azından rakiplerinin işi olacağına Lylphia’nın işi olması daha iyi olurdu.

 

Tabii onun işiyse ve böyle büyük bir büyü yapması gerektiyse bunun anlamı rakiplerinin de hafife alınamayacak kadar güçlü olduğuydu.

 

“İkiye karşı üç kişiler, alırlar herhalde.”

 

“Ormanda ne oluyor?”

 

Yurine göremezken Sharley’nin tüm saldırılarını savuşturamazdı. Bu yüzden arkasını dönmesi gerekiyordu ve o arkalarını kollarken önlerini görüp koşma işi de Yu’daydı.

 

“Yangın gibi bir şey ama tam yangın da değil- YURİNE!” Başının yanından ıslık çalarak geçen bir kristal kılıçla birlikte az kalsın Yu’nun ödü patlıyordu. Korkuyla Yurine’nin adını haykırdı. “Ne yapıyorsun sen?”

 

“Bize isabet etmeyecek diye bıraktım, kontrol bende sen merak etme.”

 

“Az önce de kontrol sendeydi.”

 

“Bana bak insan!”

 

Kasabanın içinde Sharley’ye karşı kaybettiği büyü savaşının anılması Yurine’yi sinirlendirmiş ve azarlar bir tonda konuşurken hafifçe Yu’nun boynunu sıkmıştı.

 

“Ee, sana baktım kedi, söyle?”

 

“Çeneni kapa ve koş.”

 

Aldığı talimatın ardından ormanın içine daldı ve Lylphia ile diğerlerinin orada olduğunu, onlar gelene dek düşmanlarını etkisiz hale getireceklerini umarak ateş kubbesine doğru koştu.

 

Ağaçlar sık olduğundan Sharley’nin de nişan alması zorlaşmış gibiydi, bazı saldırıları Yurine tarafından savunulmaya gerek kalmadan ağaçlara çarpıyor ve çarptığı ağaçları parçalıyordu.

 

“Bu adamın da manaya ihtiyacı yok mu? Nasıl sürekli büyü yapabiliyor?”

 

“Bilmiyorum.”

 

“Annenin çırağı değil miydi, ne demek bilmiyorsun? O öğretmiştir belki.”

 

“Annem arak büyücüsü ben değilim, Sharley’ye ne öğretti bilmiyorum.”

 

Ağaçların arasında zikzak çizmeye ve Sharley’nin kendilerini vurmasını zorlaştırmaya çalışıyor ama zikzak çizmek onun da hızını düşürüyordu.

 

“Senin annenin...”

 

Düşünmeye başlamasıyla cezalandırılması bir oldu.

 

“Ah! Ne yapıyorsun?”

 

“Kötü bir şey düşündüğündü hissettim.”

 

“Annenin aklında bu deliyi çırak alırken ne vardı, diyecektim.”

 

Yurine, Yu’nun tutup çektiği iki kulağını bıraktı. Yu’nun kulakları kızarmıştı ve acıyan kulaklarını ovuşturmak istiyordu ama bunun için duramazdı. Canlarını kurtarmak için kaçmaya devam etmeliydi.

 

“Kaç dakika oldu be kudurmuş köpek! Yeter artık, sal bizi!”

 

İlerledikçe karşılarına çukurlar, çamur birikintileri, kayalar ve yere düşmüş ağaçlar çıkıyordu. Yu hepsinin üstünden atlarken ateş kubbesine gittikçe yaklaşıyorlardı.

 

Vücudu ise çoktan sınırlarını aşmıştı. Koşmak için kendini o kadar zorluyordu ki bir kalp krizi bile geçirebilirdi. Yurine’den arada sırada şifa büyüsüyle ona destek olmasını istemesi gerekiyordu.

 

“Hassi-”

 

Ondan yardım istemeyi planlayan Yu farkında değildi ama Yurine üzerlerine gelen kristal kayayı son anda durdurmayı başarmıştı. Sharley hemen ardından kristal kılıçlar göndermiş, birkaç tanesini Yu’nun yanından geçerken Yurine kendilerine çarpma ihtimali olanları büyüsü ile karşılamıştı.

 

“Senin böyle kaba konuşmanı istemiyorum.”

 

“Dikkatimi dağıtma! Devam et!”

 

Yurine farkında olmadan Yu’nun boynunu sıkmaya başlamıştı, bu Yu’nun nefes alışını zorlaştırıyordu. Bir eli ile Yurine’nin kolunu açmayı denedi.

 

“Herif en azından diğerleri kadar hızlı koşmuyor.”

 

Onları kovalayan kişi yarım saat önce Yu’ya fark atarak mesafeyi açan kızlar gibi hızlı koşsaydı Yu bu kadar ilerleyemeden yakalanmış olurdu.

 

Sharley hiç bitmeyecekmiş gibi gözüken mana ve enerjiye sahip olmasına rağmen en azından Yu’dan yavaş koşuyor olması durumu biraz da olsa Yu’nun lehine çeviriyordu. Hatta Yu yorgun olmasaydı Sharley’ye fark atabilir ve onu arkasında bırakabilirdi.

 

“Kaçmayı bırak, korkak! Dur ve dövüş!”

 

Sharley kasabadaki dövüşün ardından ilk defa konuşmuştu. Yu böyle insanları anlamakta zorlanıyordu. Sharley harbiden de Yu’nun durup kendisiyle dövüşmesini mi istemişti?

 

Bir kere Sharley büyü kullanabilirken Yu tamamen ortalama bir fiziksel kuvvete sahipti. Yu dursa ve Sharley onu öldürse bu onu harika biri mi yapacaktı?

 

“Eline büyü alan erkek kesiliyor başımıza.”

 

İzlediği animelerde de bu olayın yaşanmasına hep sinir olmuştu. Yu’nun bile tek yumrukla amel defterini kapatacağı liseli veletler ellerine büyü geçince kralmış gibi davranıyorlardı.

 

“Yumruk yumruğa mı yoksa büyü var mı?”

 

Yu’nun alaylı sorusuna Sharley tabii ki de cevap vermedi.

 

Bir süre daha koştuktan sonra hedefleri olan ateş kubbesine varmış sayılırlardı. Ağaçların arasından kubbenin duvarlarını görebiliyorlardı ama Yu koşarken önüne bakmakta zorlanıyordu, çünkü kubbe çok parlaktı.

 

Kubbeye yaklaştıkça ısı artıyor ve her adımlarında daha bunaltıcı bir hal alıyordu. Yu gidecek başka bir yer bilmediğinden orada Lylphia ve diğerleri ile karşılaşma umuduyla koşmaya devam ediyordu.

 

Bir anda kubbe zeminden yükselmeye başladı. Devasa bir top halini alarak havada toplandı ve parlaklığı bir güneş misali tüm Kızılşapel’i aydınlattıktan sonra hızlıca sönerek yerini karanlığa bıraktı.

 

“Bir şey hissediyorum.”

 

Yurine’nin başının üstünde yer alan beyaz kedi kulakları sevimli bir şekilde titrerken Yu’nun karşısında bir hareketlilik vardı.

 

“Ben görüyorum!”

 

Ateş kubbesinin kaybolmasının ardından açığa çıkan tüneli gördü. Daha sonra o tünelin içinden çıkan dumanlar üzerine gelmeye başladı. Dumanlar bir fırtınayla birlikte önlerine çıkan her şeyi süpürerek Yu ve Yurine’ye yaklaşıyordu.

 

“Ananı...”

 

Fırtınanın çarpmasıyla birlikte Yu kucağındaki Yurine ile birlikte onları kovalamaya devam eden Sharley’nin üstüne uçtu.

 

Yu ve Yurine, Sharley’ye çarptıklarında kısa bir süre onunla birlikte yuvarlandılar. Yurine yuvarlanmakta olan iki erkekten ayrılıp bir ağaca çarparken Yu ve Sharley yuvarlanmaya devam etti.

 

Önce bir ağaca çarpıp yön değiştirdiler, sonra da bir bayırdan aşağıya yuvarlandılar. Bir başka ağaca çarptıklarında üzerlerine kozalaklar düşmüş ve öyle durabilmişlerdi.

 

“Siktir git lan!”

 

Yu hızlı toparlanmak konusunda kendine güveniyordu. Burada da Sharley’den hızlı toparlanmıştı. Sharley henüz ne olduğunu anlamadan onu omuzlarından tuttu ve dönerek Sharley’nin üstüne geldi.

 

Eğer düşünürse, ayağa kalkıp kaçmayı denerse ya da Sharley’ye bir saniye bile kazandıracak herhangi boş bir hareket yaparsa vücuduna saplanan bir kristal kılıç ile ölürdü.

 

Bu yüzden düşünmedi, sadece tüm gücünü sağ eline verdiği yumruğunu Sharley’nin gözüne indirdi.

 

Amacı hiç durmadan, öldürene dek onu yumruklamaktı ama attığı ilk yumruk ile Sharley’nin yüzü çöktü ve Yu’nun yumruğu Sharley’nin beynine girdi. Sharley’nin kafatası parçalanarak Yu’nun elini kesmişti.

 

“Ne oluyor lan?”

 

Yu şaşkınlıkla Sharley’nin üzerinden kalktı. O esnada Yurine bayırdan atlamış ve telaşlı bir şekilde koşarak Yu’nun yanına gelip, önüne geçmişti.

 

Fakat gördüğü manzara karşısında Yu gibi o da şaşırmıştı. Sharley’nin yüzü içeri doğru çökmüş, beyni ezilmişti. Böyle bir şeyi istese bile zihninde canlandıramazdı. Özellikle bunun Yu tarafından yapılacağını düşünmezdi bile. Hayal edebileceğinin ötesinde bir görüntüydü.

 

Yu’nun onu yumruklarken bildiği tek şey ikisinden biri ölene kadar boğuşacağı ve en iyi ihtimalle dövüşü ağır yaralı bir şekilde kazanacağı şeklindeydi.

 

Yanındaki Yurine’ye güvenerek Sharley’nin yaşayıp yaşamadığını kontrol etmek amacıyla eğildi ve sol elinin tersini onun göğsüne koydu.

 

“Siktir ya, kalbi atmıyor, kill bizde kaldı.”

 

“Niye kötü bir şeymiş gibi söyledin? Onu aylar öncesinde öldürmeliydim zaten.”

 

“Yurine, bu piçin isminde Von falan var, soylu bu herif. Bak, zaten polis bizi listeye almış, mahkemelik olmuşuz. Bir de soylu birini, özellikle arkası sağlam olan birini öldürdük diye adımız mı çıksın? Başımıza iş mi alalım? Hapislerde mi çürüyelim?”

 

Olayın inanılmazlığını hızlıca geçen Yu endişelerini dile getirdi ve kendilerini savuran fırtınanın geldiği yöne baktı.

 

Ateş kubbesi artık orada olmasa da zemin yanmaya devam ediyordu.

 

“Şunun cesedini ateşe atalım ve delilleri imha edelim.”

 

“Tamam.”

 

Yurine de Yu’nun düşüncelerini onaylamış ve teklifini kabul etmişti. Sharley’yi götürmek için onun vücuduna döndüler ama bir sorun vardı, ikisi de onu ateşe kadar götürmekte isteksizdi.

 

“Ben bunu taşımak istemiyorum, çok iğrenç,” diyerek ilk itirazı Yu başlattı.

 

“Saçmalamasana, ben mi taşıyacağım? Benim asil vücudum bu... Şey ile temas etmemeli.”

 

“Ama ben çok yoruldum ki...”

 

“Sen öldürdün sen taşıyacaksın.”

 

“Öldürme falan yok, onu unut. Az önceki sahne hiç yaşanmadı gibi yapıyoruz.”

 

“O bizi kovaladığı esnada görmüşlerdir ki.”

 

“Sorarlarsa kurt kaptı falan deriz, boş ver. Neyse yapacak bir şey yok ama bana şifa büyüsü yap, düşüp bayılacağım şimdi.”

 

Yu gecelik olarak kullandığı ince kıyafeti çıkardı ve üzerinde Sigma Kulesindeyken saplanan şişler yüzünden yırtılmış ve daha sonra kendi elleriyle diktiği siyah atleti kaldı.

 

Hava buz gibiydi ama onu çıplak eli ile tutmak istemiyordu. Kıyafetini sol eline geçirerek Sharley’nin bacağını tuttu ve onu sürükleyerek götürmek için kaldırdı.

 

“Yok artık!”

 

Yu, Sharley’nin bacağını kaldırıp ilk adımını attığı esnada bacak, vücuttan ayrılmıştı. Yu ve Yurine ağzı açık bir şekilde bir Sharley’ye bir de bacağa bakıyordu.

 

“Lan... Yoksa ben power up falan mı aldım?”

 

Elindeki bacağa bakarken aklına gelen ilk şey tabii ki de bir anda güçlendiğiydi. Sonunda paralel dünya macerasının eğlenceli bir hale bürüneceğini düşünürken Yu’nun elindeki bacak parçalanmaya başladı.

 

“Alsam şaşardım zaten.”

 

Sharley’nin yerde kalan vücudu da aynı şekilde parçalandı ve küçük kristal tozları halini aldıktan sonra rüzgârla savruldu. Geriye sargı bezleri ile üzerine kıyafet diye geçirdiği birkaç kumaş parçası dışında bir şey kalmadı.

 

“Bu neydi şimdi?”

 

“Biri bizle dalga mı geçiyor, anlamadım ki...”

 

İkisi de gördüğü manzaraya anlam veremiyordu. En mantıklı tahmin Sharley’nin büyü ile kendi kendini bitirdiği olacaktı.

 

“Neyse dediğim gibi, bu olay hiç yaşanmamış gibi davranacağız. Şu yerde kalan sargı bezlerini falan da toplayıp yaktık mı iş bitecek, şu beladan kurtulmuş olacağız. Kapiş?”

 

“K-Kapiş?”

 

Yu kıyafetini ve ayağını kullanarak derisi ile temas etmeden yerde kalan kalıntıları topladı. Bu esnada Sharley’nin tozlaşan vücudundan neredeyse eser kalmamıştı.

 

“Umarım ileride de işler iyi gidiyordur.”

 

Yu’nun sol eli tişörtü ve içindeki parçaları taşırken sağ eli Yurine tarafından tutulmuş ve şifa büyüsüne başlanmıştı. Yu’nun yüzünde egosunun tavan yaptığı sıralarda ortaya çıkan o kendini beğenmiş gülümseme vardı.

 

“Nasıl tek attım ama?” dedi. Kendisi de duruma şaşkın olsa da her şey planı dâhilindeymiş gibi konuşuyordu. “Sen bir kere beni kim sanıyordun ki? Ben Yu Valarfin’im, gelmiş ve gelecek en muhteşem adamım.”

 

Yurine sessizce Yu’nun kendine dizdiği övgüleri dinlemeye başladı. Her gün bunları duymaya alışmıştı ama şu an farklı olan bir şeyler vardı. Şu anda Yu diğer seferlere göre çok daha şevkli konuşuyordu.

 

“Kasabada dövüştüğün esnada ben sen heves ettiğin için aranıza girmemiştim. Yoksa beni biliyorsun, ben tam bir iş bitirici adamım. Orada Sharley benim de sinirlerimi bozmuştu, senin yanında artistlik taslamalar falan. Gidip indirecektim tek yumrukta ama işte sen heves etmişsin, hevesini bozmak istemedim. Hem senin için de deneyim olmuş olurdu böylece. Eğer işler kötü gitseydi ben zaten olaya dahil olup o piçi yerin dibine sokacaktım.

 

Hem benden de başka ne beklenirdi ki? Ne yani, bir de dayak mı yiyecektim? Cidden böyle mi düşündün sen? Saçmalama lütfen, benim için kolaydı. Aslında bir ara düşündüm, acaba avans mı versem diye. Sonuçta Sharley benim yanımda kim köpek? Daha güçlüyüm, daha zekiyim, daha yakışıklıyım, daha karizmatiğim, kızlar bana hasta, her konuda ondan daha iyiyim. Ona avans verecektim ki adil bir mücadele olsun, bak fark ettiysen yorgun oluşumu avanstan saymıyorum. Yorgun olmasaydım zaten elimi kaldırmama bile gerek kalmazdı, üflemem yeterdi.

 

Ya yemin ederim bunlar dayak arıyorlar, zorla kendilerini öldürtüyorlar. Sen niye gelip zorluyorsun ki? Kaç git ananın babanın yanına, hayırlı evlat ol, endişelenmişlerdir. Bir gör onları ellerini öp özür dile ama nerede… İllaki kahpe evlatlığı yapacak, illaki. Bunların kanında var ya, bunlar dayıdan yeğene nesil herhalde.

 

Ama nasıl gördü ebesinin şeyini. Zorlamayacaksın abicim, ismin Yu Valarfin değilse, benim binde birim kadar bile muhteşem değilsen zorlamayacaksın. Neden diye sorarsan ben zorlasam yaparım, sor neden diye? Neden? Çünkü ben Yu Valarfin’im ama herkes ben değil, ben olmayan insanlar pes etmesini bilmeli. Zaten benimle karşılaşıp kazanacağını zannetmesi hata, yok neymiş efendim asla pes etme, never give up falan filan. Asla pes etme tarzı laflar ben ve benim en az binde birim kadar muhteşem olan insanlar için söylenmiş laflar. Benim gibi biri değilsen pes edeceksin, ben değilsen başaramazsın.

 

Neyse, senin anlayacağın böyle işte, sen ne düşünüyorsun? Ben çok muhteşemim, harikayım, süperim, hayallerin ötesinde bir adamım. Sence de öyle değil mi?”

 

Yu kendini övdüğü konuşmasını bitirdikten sonra derin bir nefes aldı ve Yurine’nin de onunla birlikte derin bir nefes aldığını gördü.

 

“Ne oldu ya?”

 

“Ben dinlerken yoruldum, sen konuşurken yorulmadın mı?”

 

Yu yaptığı uzun konuşmanın ardından övgü alamayınca dudaklarının uçları aşağıya kıvrıldı ve suratı asıldı.

 

“Niye sevdiceğini övmüyorsun? Bizi beladan kurtardım.”

 

“Aferin, benim için çalışmaya devam et.”

 

“Hmm... Sevdiceğin olduğumu kabul ediyorsun demek ki, bu da bir gelişmedir.”

 

Yurine canını yakmak için Yu’nun elini sıktı. Duygularının ortaya çıkmasından utanıyordu.

 

Yanan alan gelene dek Yurine şifa büyüsü uygulayarak hem Yu’nun elindeki kesikleri iyileştirdi hem de vücudundaki yorgunluğu unutturarak bedenini yenilemeyi denedi.

 

Tabii Yurine de manasını bitirmek üzere olduğundan büyü çok uzun sürmedi. Yine de Yu kendini daha iyi hissediyordu. Uyku bastırsa da bir süre daha ayakta durabilecekti.

 

Boş bir alan ve o alanın ortasında bir tünel vardı. Yu tünelin içinde kimseyi göremeyince tünelin arkasına doğru ilerlemeye başladı. Bu sırada elindeki kıyafetle birlikte Sharley’den kalanları ateşe attı. Yıkansa bile o kıyafeti tekrar giymeye iğrenirdi.

 

Sonbahar gecesinde atletle kalan Yu zemindeki ateşler sayesinde ısınabiliyordu. Tünelin arkasına gittiklerinde bir kızın yerdeki iki kişinin başında dikildiğini gördü. Bu kız Ana’ydı.

 

Onları gördüğünde yüzünde bir umut oluştu ve gelmeleri için bağırdı. Hatta bağırmakla yetinmeyip onların yanına koştu, Yurine’yi kolundan yakaladı ve yerde yatanların yanına götürdü.

 

Yurine, Yu’nun elini bırakmadığı için o da onunla birlikte sürüklenmiş ve yerdekilerin yanına getirilmişti.

 

“Lylphia iyi ama o! O! İyileştir onu!”

 

Normalde kendisiyle emir kipi kullanılarak konuşulması Yurine’nin müsaade etmeyeceği şeyler arasındaydı ama şu anda istisnai bir durumda olduklarından sustu ve adamın yanına eğildi.

 

“Çok geç, o artık yaşamıyor.”

 

Ana’nın dudakları titredi, ağlamaya başladı.

 

“Bu tahmin ettiğim kişi mi?”

 

Vücudu yanmıştı, yanan kıyafetinden geriye kalanlar bedenine yapışmışken saçları da yok olmuştu. Yu ona doğrudan bakamıyordu.

 

“S-Sony...”

 

“Ne demek bu? Görevi nasıl tamamlayacağız o zaman?”

 

Yurine’nin bu görevdeki amacı annesini geri getirmekti. Eğer Sony ölür ve görevi başaramazlarsa ne Salery’yi yargılayıp intikam alabilir ne de zamanı geri almak için araştırma yapacakları küçük kütüphaneye girebilirdi.

 

Yurine gözyaşlarına hâkim olamadı, Yu’ya dönüp beline sarıldı ve bağırarak sarsmaya başladı.

 

“O zaman ne yapacağız? Bize onu geri getir demedi mi? Nasıl yapacağız? Söylesene! Söylesene! Söylesene!”

 

Yu’nun diyecek sözü yoktu. Yurine’ye sarıldı ve başını kendine bastırdı. Yurine ağlamaya devam ediyordu.

 

“Lütfen... Lütfen!  Şimdi onu nasıl geri alacağız! Lütfen! ANNEMİ GERİ GETİR!”

 

Yurine, Yu’nun beline sarıp ağlarken Yu dudağını ısırdı. Tutamayacağı bir söz vermek istemiyordu ama Yurine’nin ağladığını görmek kalbini tarif edemediği kadar çok acıtıyordu.

 

“Ben...”

 

Yu duygularına hâkim olamayıp söz vermek üzereydi ki Ana da onun üstüne atladı ve Yu’nun omuzlarını tutup sarsmaya başladı. Yu’nun tüm vücudu sarsılıyordu.

 

“Sivina da hâlâ gelmedi! Lütfen onu aramaya gidelim!”

 

“Neredeydi?”

 

“Katilin peşinden gitmişti...”

 

Ana cümlesine devam ediyordu ki işittikleri büyüleyici bir ses susmasını sağladı.

 

“Sony!”

 

Yurine ağlamaya devam ederken kollarını Yu’dan ayırmadan başını çevirip sesin geldiği yöne baktı. Hiçbiri gözlerine inanamıyordu, gelen şey bir kuklaydı.

 

Tahtadan yapılmış vücudu parlıyor, mücevherden yapılmış mavi gözlerinde belli belirsiz bir endişe gözüküyor, ipekten örülmüş pembe saçları rüzgârla savruluyordu. Onun vücudunun tahta olduğu anlaşılsa da eklem hareketleri mekanik değil, akıcıydı.

 

Kukla yanlarına gelip Sony’yi kucağına alırken herkesin soluğu kesilmişti. Ortamdaki kimseden çıt çıkmıyor, ne olup bittiğini anlamadan herkes kuklayı izliyordu.

 

“Sony! Sony! Sony!”

 

Onlar kuklayı seyretmeye devam ederken kukla, Sony’nin adını haykırmaya devam etti. Sesi yaz sıcağındaki hafif ve serin bir rüzgâr gibi büyüleyici ama büyüleyici olduğu kadar da acı doluydu. Yu onun acısını kendi yüreğinde hissediyordu.

 

O da bir zamanlar ablalarının adını aynı bu şekilde haykırmıştı. Yu, kuklanın dökemediği gözyaşlarını onun yerine döktü.

 

Aslında kızların arasında ağlamayı kendine yediremeyerek gözyaşlarını saklamak için uğraşırdı ama öyle bir durumdaydı ki hareket edemiyordu.

 

Onlara bakmadığı için görmese bile Yurine ve Ana da kukla için ağlıyordu. O kukla bir tehlike hissi yaymasa da acısı anormal biçimde içlerine işliyordu.

 

“Sony!”

 

Kukla eğildi ve tahtadan dudakları Sony’nin cansız, yanmış dudaklarına değdi. Kukla onu öperken üzerlerinde ışıktan bir şekil oluşuyordu.

 

Şekil tamamlandığında ortaya alevlerin içinden yükselen bir Anka kuşu figürü çıktı. Figürün altından yayılan ışık zemine indi ve kukla ile Sony’nin vücudunu kapladı. Figürün üstünden çıkan ışık ise yıldızlara kadar yükseldi.

 

“Lütuf,” diye mırıldadı Yurine. Olayın büyüsünden sıyrılmayı başarıp konuşabilen ilk kişi olmuştu.

 

Işık incelip kaybolduğunda kukla ve Sony’nin vücudu tekrar gözüktü. Sony’nin vücudu tamamen yenilenmişti, hiçbir yanık yoktu. Sony öksürürken kuklanın tahtadan yüzüne bir gülümseme yerleşti.

 

“Nana...” diye fısıldadı Sony.

 

Hayata dönmüş olmasına rağmen neşeli değil, kederliydi. Onun sesine acı ve gözlerine yaş hâkimdi.

 

Kukla iki koluyla birden Sony’ye sarılırken kalp atışlarının sesini duymak için başını göğsüne dayadı. Önce kuklanın Sony’ye sarılan kolları koptu, sonra da bacakları gövdesinden ayrıldı. En sonunda da Sony’nin göğsüne dayadığı başı vücudundan ayrılıp yerde yuvarlanmaya başladı.

 

“NANA!”

 

Kuklanın parçalarını eliyle toplamayı denedi ama bu umutsuz, acınası bir çabaydı. Sadece Nana ismini haykırırken etrafındakileri umursamıyordu bile. Nana’yı geri getiremeyeceğini anladığında elinde ışıktan bir hançer oluşturdu ve etrafındakilere tepki verme fırsatını tanımadan göğsüne sapladı.

 

“Yurine, ölmesine izin verme!”

 

Yurine onu hayatta tutabilmek, hayallerine sarılmaya devam edebilmek için koştu ve son manasını da şifa büyüsüne harcadı.

-------------------------

 21.1.2022 - 10:26






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46894 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr