♪ Twinkle Twinkle Little Star ♪
♪ How I Wonder What You Are ♪
♪ Up Above The World So High ♪
♪ Like A Diamond In The Sky ♪
♪ Twinkle Twinkle Little Star ♪
♪ How I Wonder What You Are ♪
Yerdeki serveti vagonlarına yüklerken başının üstündeki yıldızları görünce aklına bir çocuk şarkısı gelmiş ve Yurine için şarkıyı söylemeye başlamıştı.
Yu Valarfin geceleri sevmezdi çünkü gece vakti ne zaman uyuyamasa aklına daima onu rahatsız eden düşünceler gelir, uyku düzeni bozuk olduğu için de geceleri uyuyamazdı. Yani geceleri onun için sürekli bir işkenceydi.
Fakat bu dünyadaki gökyüzüne baktığında gece manzarasının mükemmel olduğunu o bile reddedemezdi. Birinci Dünya’da yaşadığı yerde şehrin ışıkları yüzünden gökyüzünde ancak birkaç yıldız görülebiliyordu ama burada tüm gök kubbe yıldızlarla süslenmişti.
“On bin altın, ha... Rolderhelm’deyken bunun yarısı için iki ay harcamıştık. İki haftada harika bir vurgun. Tabii Rolderhelm’de Marino’nun adamlarıyla birlikte bir avuç insandık.”
Yüz kişi ile düzenli hırsızlık ve dolandırıcılık faaliyetlerinde bulunmuş ve İlonya’ya tekrarı görülmesi zor bir darbe vurmuşlardı.
Yurine yerde yatan herkesin ölü olduğundan emin olurken Yu bir yandan da göz ucuyla onu izliyordu.
“Hepsini gözünü bile kırpmadan öldürmesi... Bunun ardındaki motivasyonu anlasam ve hak versem de yaşını düşündüğümde... Ne bileyim. Tabii azmettiricisi ben olduğum için şimdi nasıl böyle bir şey yapar diye düşünmem de doğru olmayacaktır.”
Yurine’nin bir kulağı Yu’daydı ve sözler İngilizce olduğundan eşlik edemese de şarkının melodisini mırıldanıyordu.
“Yu, neden sustun?”
“Çenem yoruldu. Devam etmemi mi istiyorsun?”
“Yorulduysan dinlenmelisin, Yu.”
“Çok naziksin.”
Ama Yu, onun daha fazla dinlemek istediğini anlamış ve yorulsa da farklı bir çocuk şarkısını söylemeye başlamıştı. Çocuk şarkılarını söylemeye alışıktı, yetimhaneye her gidişinde ona söyletiyorlardı.
Vagonlar arasında en konforlu ama aynı zamanda yük kapasitesi en yüksek olan vagon Yu ve Yurine’ye ait olandı. İkili paylarına düşen meblağı hesapladıktan sonra bu anın gelebileceğini düşünmüş ve ona göre hazırlıklarını yapmıştı.
Bazı rinolar Yurine’nin büyüsünden korkup kaçmıştı ama Yu’nun aracını çeken iki rinoda öyle bir durum söz konusu değildi. Yu, rinoları sürmeyi öğrenirken Yurine’nin büyüsüne de alıştırmıştı.
Tüm değerli eşyaları kendi vagonlarına koyduktan sonra vagondaki alan azalmıştı. Öyle ki vagonun içinde uyumak istediklerinde gerekten sıkışmaları gerekecekti ama zaten buna alışkınlardı.
Binen ağırlıklarla birlikte vagonlarını çeken iki rinonun hızı düşecekti, bu yüzden kaçmayan rinolardan birini alıp kendi vagonuna bağladı.
“Pekâlâ, sana Red Kit’in atının ismini vereceğim, bundan sonra senin adın Düldül.”
Almak için diğer rinolara da baktı ama yaklaştığı tüm rinolar ona dişlerini gösterip hırlayınca geri çekildi.
“Yu, Red Kit kim?”
“Bir çizgi film karakteri.”
“Yu, çizgi film ne?”
Yurine’nin dört yaşındaki bir çocuk gibi sürekli soru sorması onu gülümsetti.
“Çocuklar izlesin diye oynanan... Hmm... Kukla gösterileri gibi ama kitaplara çizilen resimler gibi gözüküyorlar. Çerçevelerin içinde sürekli hareket ediyorlar ve seslerini de duyabiliyorsun.”
“Görmek isterdim.”
“Keşke mümkün olsa, Yurine. Ben de senin görmeni isterdim.”
Diğer vagonlara bağlı olan rinoların iplerini keserken hayvanlar hâlâ ona hırlıyorlardı. Onları çözdükten sonra vagonların içindeki erzakları da kendi vagonuna taşıdı. Vagona koymadıkları tek şey büyü taşlarının olduğu çuvaldı. Yu büyü taşlarını da koyduktan sonra işleri tamamen bitmişti.
“Büyü taşlarının arbede sırasında patlamaması şans...”
“Hayır, değil. Ben özellikle dikkat ettim.” Yurine, Yu’nun sözünü böldü ve yüzüne büyük bir gülümseme yerleştirdi.
“Aferin o zaman.”
Büyü taşlarına sahip olmak iyiydi ve onlarla ilgili planları vardı.
Yu tehlike anında sürekli birilerinin arkasına saklanmaktan sıkılmıştı ve bunun daha fazla gururunu incitmesine müsaade etmek istemiyordu.
Yurine onu korumak için daima yanında olacağını söylese de Yu kendi tarzında da olsa dövüşmeyi öğrenmek ve tehlike anında gruplarına katkıda bulunmak istiyordu.
Bu yüzden yapabileceği birkaç şey düşündü ve dövüşmek konusunda büyü taşlarının ona yardımcı olabileceğine karar verdi. Ayrıca Andromedia’da onları bekleyen Sivina ve Ana ile buluştuklarında Sivina’dan isteyeceği bir şey de vardı.
“Artık bu boyaları silebilir miyiz, Yu?”
“Önce buradan biraz uzaklaşalım. Haritaya göre ileride bir göl olması gerekiyor, orada sileriz.”
Yu vagonun içinden Yurine için bir battaniye aldı ve kapıyı kapatıp kilitledi. Daha sonra da önce Yurine’yi şoför kısmına çıkardı, ardından kendisi çıktı. Üşümemesi için battaniyeyi Yurine’nin omzuna attı ama soğuğu kendisi de hissedince o da battaniyenin altına girdi.
“Deh?”
Yu hâlâ bir çeşit dinozoru dehleyerek hareket ettirebildiklerine inanmakta güçlük çekiyordu. Bu yüzden tuhaf bir şekilde, sanki hayvana ilerlemesini rica edermiş gibi seslendi.
Rino, Yu’nun yuları vurmasıyla komutu anladı ve ileriye doğru yürümeye başladı.
Yu yüzme bilmiyor ve boğulmaktan korkuyordu. Bu nedenle oraya vardıklarında göle girmedi ve Yurine’nin de göle girmesine izin vermedi. Zaten kasım ayında göle girmek gibi bir şey yaparlarsa donarlardı.
“Gölün içinde canavar falan hissetmiyorsun, değil mi?”
“Hayır.”
Yurine, Yu hariç yaşayan her canlıdaki manayı hissedebiliyordu. Bu yüzden gölün içinde bir yaratık olmadığını da söyleyebilirdi ama Yu yine de tedbiri elden bırakmayarak vagondan çıkardığı kovalar ile taşıdığı suyu kullanarak Yurine’yi temizlemeye başladı.
Kıyafetlerini ıslatmadan Yurine’nin saçındaki ve kuyruğundaki kahverengi boyayı silmek için özen gösterdi, ardından yüzündeki beyaz boyayı da sildi.
“Yu... D-Donuyorum...”
“İstersen vagonun içine girebilirsin.”
“H-Hayır, Yu. Hep senin yanında olmak istiyorum.”
“O zaman şoför koltuğuna gidip battaniyeye sarıl, daha fazla üşüme.”
Yu saçını beyaza boyamıştı. Saçındaki ve yüzündeki beyaz boyayı temizledikten sonra havluyla kurulandı ve Yurine’nin yanındaki yerini aldı.
“Yu, kahverengi saç sana daha çok yakışıyor.”
Yu’yu överken kızarıp tatlı bir poz vermeyi de ihmal etmiyordu. Başını Yu’nun dizlerine koydu ve beline sarılıp uykuya daldı.
***
Gün doğmadan önce uyanmıştı. Bir ormanda uyumak konusunda endişeleri olsa da ana yolun üstünde uyuduğunda sahip olduğu soyulma riskinin ormanda uyumaya kıyasla daha yüksek olacağını bildiğinden böyle bir tercih yapmak zorundaydı.
Zaten mümkün olduğunca az ana yolu kullanmaya çalışıyordu. Genellikle çevre yollarından ilerliyor ve uyumaları gerektiğinde de ormanın içine giriyorlardı.
Yolculuklarının ardından öğlene doğru Seussu isimli bir kasabaya girmişlerdi. Yurine, Yu ile beraber uyanmış ve vagonun içinde yalnız yolculuk etmek istemediğinden Yu’nun yanına oturmuştu.
Ama Yu’nun yanındayken de başlarını dizlerine koyup tekrar uyumuştu. Yu bir eliyle rinoların yularını tutarken diğer eliyle de Yurine’nin kulaklarını okşuyor, bu esnada kasabanın içinde ilerliyorlardı.
Seussu’nun yukarısında yer alan nehri geçtikten sonra bir aylık bir yolculuk yapacak ve Andromedia’ya, Başak Katedrali ile birlikte iç savaştaki Zodyaist kesimin başkentine varmış olacaklardı.
Yol daha kısa sürebilirdi ama yakalanmak istemediğinden ana yol yerine yan yollardan gidecekti ve Mora ile İlonya’ya sınırını oluşturan dağlara gelene kadar izleyecekleri rota yaklaşık iki hafta sürecekti. Zor kısımsa ondan sonra başlıyordu.
Seussu’da önce yeni bir vagon satın alacak ve eşyalarını ona yerleştirecek, sonra eski vagonunu bir rino ile değiştirecek ve üç rino ile birlikte planladığı seyahat hızına ulaşmayı deneyecekti.
Şimdi bir vagon aramalıydı. Bir araba galerisi olmadığından vagonlar marangozlar tarafından üretiliyordu ve Yu istediği an yeni bir tanesi üretilemezdi. Kendisi için bir vagon üretilmesini beklemek yerine etrafa bakıp güzel bir vagon arıyordu, daha sonra onu satın alabilirdi.
Seussu da aradığını bulabileceğini düşünüyordu. İlonya, Rolderhelm’den daha az fantastik olsa da gelişmiş bir ülkeydi ve Seussu kasabası da bu nedenle gelişmiş ve kalabalık bir kasabaydı. Burada elbet Yu’nun istediği gibi bir şey olmalıydı.
Etrafına bakarak ilerlerken kısa süre içinde aradığı şeyi bulduğunu düşünerek gülümsedi. Yolun kenarında Yu’nun vagonundan daha büyük, beyaz bir vagon vardı.
Kendi vagonu ile kıyaslanamayacak güzellikteydi. Yu’nun vagonunun pencereleri tahtadanken karşısındaki vagonun pencereleri camdan yapılmıştı.
Vagonun üstünde eşya koymak için ayrı bir alan bulunurken arka kısmında da bir bagaj bulunuyordu. Vagonun yanındaki giriş kapısı Yu’nun vagonunun kapısından daha genişti ve eşyaları indirip çıkarması daha kolay olacaktı.
Yu kendi vagonunu beyaz vagonun yanına çektiğinde şoför yerini de çok beğendi. Koltuk deri ile kaplanmıştı, üstünde ve yanlarında yağmuru engellemek için tahta plakalar vardı. Yurine’nin başını dizlerinden nazikçe kaldırdıktan sonra yere indi.
“Merhaba.”
Uşak kıyafetlerine benzer bir takım giyen mor saçlı genç vagonun camını siliyordu. Yu’nun selamını duyunca karşılık verdi.
“Merhaba bayım.”
Yu sirkten ayrıldıktan sonra kıyafetlerini tekrar değiştirmiş ve Rolderhelm’den aldığı kıyafetleri giymişti.
Üzerindeki kıyafetler ile zengin biri gibi gözüktüğünden insanlar onu soymayı deneyebilirdi, şehirdeyken eski çalışanlarının onu dolandırmayı denemesinin nedeni de buydu.
Ama aynı zamanda bu kıyafetlerin içindeyken insanların ona duyduğu saygı da artıyordu ve dolandırıcılık ile soyulma tehditlerine karşı önce Yurine’nin gücüne ardından da kendi zekâsına güveniyordu.
Bu yüzden, insanların kıyafete göre değer biçtiği bir toplulukta kendini zengin gösteren kıyafetler giymekte sorun görmüyordu. Eğer bu kıyafet ile insanların karşısına geçmek yerine sıradan kıyafetlerle geçseydi muhtemelen sadece yakışıklı olduğundan birkaç kadın ona karşı saygılı bir tavır takınırdı.
“İsmim Yin, sizinki nedir?” diyerek sahte bir isim verdi. Zaten bir daha onu görmeyecekti.
“Shin Rio.”
“Bay Rio, vagon size mi ait?”
“Evet.”
“Taşımacılık işi mi?”
Rolderhelm’de de zenginleri taşımak için lüks vagonlar bulunuyordu. Yu ve Yurine birazcık para bulduklarında daha az lüks olanları kullanmış ama şu an Yu’nun karşısındaki kadar lüks bir vagona hiç binmemişlerdi.
“Evet, vagon mu lazımdı?”
“Sayılır, sizin vagonunuzu satın almak istiyorum.”
“Üzgünüm, satıl-”
Yu sözünü bitirmesi için ona izin vermedi.
“Önünüzdeki iki rino ile birlikte vagona kırk altın veririm.”
Kırk altın karşılarındaki vagon için bile çok pahalı olsa da yeni bir vagon almak ve şu anki vagonu acilen elinden çıkarmak zorundaydı. Üstelik normal şartlar altında zaten pahalı olan rinolar ile birlikte kırk altın kabul edilebilir bir fiyat oluyordu.
Rolderhelm’de işçiye asgari bir ücret verilmek zorundaydı ve devlet tarafından belirlenen asgari ücret üç altından biraz fazlaydı. Rolderhelm kadar zengin olmayan İlonya’da ise iki altınlık asgari ücret uygulaması kullanılıyordu. Muhtemelen karşısındaki gencin kazancı da iki altından en fazla biraz daha fazlaydı. Yu’nun ona verdiği parayla daha iyi bir vagon alabilir, üzerine para kalırdı.
Kırk altın gerçekten de büyük bir miktardı ve böyle bir parayı Mora’da biriktirmek sıradan bir insan için çok zordu.
“Kabul ediyorsunuz sanırım? Öyleyse biraz ileriye çekelim vagonları.”
İçerideki malları vagonların arasında değiştirmek için insanların kendisini iyi göremeyeceği bir yere geçmek istiyordu. Yu’nun vagonunu ağaçlık bir alana kadar takip eden genç, vagonun içinden kendi eşyalarını alırken Yu da kendi vagonundan ödeyeceği ücreti çıkardı.
“Buyurun.”
Genç adam parasını alıp anahtarı verdi ve uzaklaşmaya başladı. Yu etrafta fazla kişinin olmadığına kanaat getirdiğinde eski vagonundaki kasa ve çuvalları yeni vagonuna taşımaya koyuldu.
Kasalar ağırdı ve Yu tek başına bunu yapmakta zorlanıyordu ama en sonunda, Yurine’yi uyandırmaya gerek kalmadan hepsini taşımayı başardı. Ondan sonra da yine Yurine’yi uyandırmamaya dikkat ederek kaldırdı yeni vagonun şoför kısmına koydu.
Yeni rinolarını biraz sevdikten sonra eski rinolarını da yeni vagona bağladı. Eski vagonu da yeni vagonun arkasına bağladıktan sonra şoför koltuğuna geçti ve yeni rinolarına isimler verdi.
“Senin adın da Rin Tin Tin olsun, seninki de Dafidak. Üzgünüm bu sıralar isim bulmakta zorlandığımdan böyle şeyler koyuyorum.”
Yeni vagonun arkasına bağladığı eski vagonunu göremediğinden dikkatli ilerlemesi gerekiyordu. Yavaşça hareket ederek meydana kadar gelmeyi başardı. Yu yeni vagonun kapısının kilitli olduğundan emin olduktan sonra Yurine’yi kucağına aldı. Onu arkasında bırakmaktan korkuyordu bu yüzden etrafı bu şekilde dolaşacaktı.
Yurine, Yu’nun kucağındayken bir anlığına uyandı. Yu’nun adını mırıldandı ve kollarını boynuna, bacaklarını beline dolayarak tekrar uykuya daldı.
Onun sarsıntılı bir yolculuk yaşamaması için adımlarına dikkat ediyordu. Etrafındaki insanlara rino satın alabileceği bir yer olup olmadığını sorduğunda herkes ona kasaba dışındaki çiftliklerden bahsetti fakat vaktini kasaba dışına çıkarak kaybedemezdi. Kasabanın içinde bir rino aramaya devam etti.
Sonunda hoşuna giden, bir dükkânın önüne bağlanmış rinoları gördü ve beğendiği beyaz rinonun kime ait olduğunu sormak için içeri girdi.
Dükkân diye tanımladığı yer bir meyhaneydi. Kucağında küçük bir kızla meyhaneye giren adamı görenler durumu garipseyip başını Yu’ya çevirdi.
“Dışarıda beyaz bir rino var, onun sahibini arıyorum.”
Yu’dan daha kısa, kel, koca burunlu ve pembe sakallı bir adam ayağa kalktı ve kaba bir tavırla konuştu.
“Benim?”
Adamın davranışı ile tipi birleşince Yu’nun komiğine gitmişti ama gülerek bir kavga başlatmamak için kendini zorladı.
Karşısındaki adam “Bir sorun mu var?” diyerek dilini şaklattı ve tehditkâr bir ifade ile Yu’ya baktı. Her an kavgaya hazırdı.
“Mal mısın sen ya?”
Eğer büyü gücü yoksa karşısındaki adamı dövebileceğinden emindi ama tavırlarını görmezden gelip kibarca konuşmaya devam etmek şu anki durumunda en iyi seçenekti.
“Dışarıda küçük bir vagonum var, acil rinoya ihtiyacım olduğundan vagonu satmakla uğraşmak istemiyorum. Eğer uygunsa sizin rinonuz ile vagonumu değiştirmek isterim.”
“Vagonu göster.”
Yu adama vagonu gösterdiğinde adam önce üzerine para isteyerek Yu’yu kazıklamayı denedi ama Yu vagonu zaten zararına verdiğinden bunu reddetti.
Yu’nun işten vazgeçip caymasından korkan adam onu kazıklayamayacağını anladığında rino ile vagonu değiştirmeyi kabul etti.
Böylece Yu sahip olduğu altıncı rinoyu da yeni vagonunun önüne bağladı. Artık planladığından daha kısa sürede Andromedia’ya varabileceklerdi.
“Sıra kıyafet almada, bir kâhyanın böyle giyineceğini zannetmiyorum.”
Yurine’yi kucağından indirmeden bir kıyafet dükkânının içine girdi.
“Üzerime göre kâhya kıyafetleri arıyorum, en kaliteli olanı hangisiyse onları gösterin lütfen.”
Kıyafetleri terziye diktirmek her zaman en iyisi olsa da tıpkı marangoz olayı gibi onda da zamana ihtiyaç vardı ve Yu zaman kaybetmek istemiyordu.
Dükkândaki satıcı Yu’nun kendine göre kâhya kıyafetleri aramasına şaşırmıştı çünkü bu haliyle bir zengin gibi gözüküyordu ve zengin bir adamın bir anda kâhyalığa başlaması görüldük şey değildi.
Yu da hizmet edeceği kişi bir başkası olsaydı kâhyalık yapmaya başlamaz hatta bu teklifi düşünmezdi bile. Sahip olduğu gurur, yaşına yakın ya da kendinden büyük insanlar tarafından emir almayı kabul etmezdi.
Ama Yurine bir çocuktu ve Yu’nun çocuğuydu. Üstelik kâhyalık meselesi amaçlarına ulaşmalarında yardımcı olacak küçük bir oyundu. Onun kâhyası olmak Yu’nun gururuna zarar vermiyordu.
Satıcı paranın kokusunu alır almaz hızlıca en pahalı kıyafetleri getirmeye başladı. Yu kıyafetlerin istediği kadar kaliteli olup olmadığını kontrol ediyordu.
“Sadece siyah, beyaz ve gri renkler olsun. Şunlar güzelmiş ama tasarımı daha iyi olabilirdi. Daha keskin hatlara sahip bir şey var mı? Düz renkler olsun lütfen.”
“Buyurun efendim.”
Yurine’yi bir koltuğun üzerine bıraktıktan sonra getirilen kıyafetleri giydi ve aynanın karşısında kendini incelemeye başladı.
“Zarif bir adam için zarif bir takım.”
“Aynen öyle! Daha önce bir kıyafetin bu kadar yakıştığı birini görmemiştim.”
Kıyafet tam da Yu için dikilmiş de gelip kendisini almasını bekliyor gibiydi.
“Benim gibi biri üzerine ne giyerse giysin daima on numara gözükür. Bunu alacağım, bunun aynısından kaç taneye sahipsin?”
“Müsaadenizle sayayım,” diyerek rafların arasında kayboldu. “Yedi tane daha var efendim.”
“Hepsini alacağım. Bu üzerimde kalabilir mi?”
“Hemen efendim, elbette efendim.”
Yu alışverişini tamamladıktan sonra Yurine’yi tekrar kucağına aldı. Yurine sanki bunu yapmaya programlıymış gibi tekrar Yu’ya sarıldı.
Sıradaki alışveriş bitkiler içindi. Büyücülük Akademisindeki başhekimin ona verdiği ilaç tarifini hazırlamak için gereken malzemeleri buradan alacaktı.
“Miros otu... Harbiden işe yarar mı ki?”
Bu ot sadece Seussu’nun kuzeyinde kalan küçük bir bölgede yetişiyordu.
Yu’ya göre kendisine verilen ilaç bir kocakarı ilacıydı ama Başhekim Noteos’un ona sunduğu diğer ilaçların tarifi o kadar iğrençti ki Yu en iyisinin bu olduğuna karar vermişti.
Rolderhelm’den ayrıldıktan sonra da baş ağrısı, krizler ve bayılmalar süregelmişti. Her krizde Yu aynı kadına ait sesi duyuyor ve krizleri sürekli ağırlaşıyordu. Öyle ki Yurine bile artık onu iyi edemiyordu.
Yu’nun elindeki tarife göre miros otu ile hazırlanan ilaç, sorununa karşı en etkili ve en çok kullanılan yöntemlerden biriydi fakat en nihayetinde bu ilaç da onu bekleyen acı kaderin önüne geçemeyecekti.
“Ve ilacı kullananların krizlerinin sona erdiğini söyledi ama yan etkilerinden çok fazla bahsetmedi. Buraya not ettiklerim sadece dudak renginde değişme ve baş ağrısı. Bir de kafa yapabilir diyor.”
Konu buraya geldiğinde kendini kötü hissediyordu. Belki Mora’da başka bir çözüm bulabilirdi.
Aradığı bitkileri almak için bir aktara girdi. Diğer bitkileri başka yerlerde bulabilecek olsa da miros otunu sadece buradayken depolayabilirdi.
“Kolay gelsin, Bayan... Eishe?”
Aktarın üstündeki tabelanın üzerinde Eishe’nin Aktarı yazdığından tezgâhın başındaki koyu kızıl saçlı kadının o olduğunu düşündü.
“Merhaba, teşekkür ederim,” dedi kadın büyük bir gülümsemeyle. “Neye ihtiyacınız vardı?”
“Almam gereken bir liste var, şuradaki bitkilerin yanında bir de miros otu lazım.”
“Ne kadar gerekiyor?”
Tezgâhtaki işini bırakarak arkasını döndü ve raflardaki kavanozları aşağıya indirmeye başladı.
“Tüm stokunuz.”
Eishe dönüp Yu’ya baktı ve “Doğru mu duydum? Tüm stoku mu istiyorsunuz?” diye sordu. Mavi gözleri şaşkınlıkla açılmıştı.
“Evet.”
Daha sonra ot aramakla uğraşmak ya da kendisi toplamak istemiyordu. Bugün bu dükkânda ne kadar alabiliyorsa alacaktı.
“Buyurun, başka bir şeye ihtiyacınız var mı?” dedi Eishe istediklerini Yu’ya verirken.
“Gerek yok, teşekkür ederim, iyi günler.”
Yu istediklerini aldıktan sonra malzemeleri vagona taşıdı ve hem yeni tarzını göstermek hem de öğle yemeği yemek için Yurine’yi uyandırmaya karar verdi.
-------------------------
30.1.2022 - 02:22
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..