“Yu! Yu! Lütfen! Yu!
Lütfen!”
Vagonlarının bir nedenden ötürü aniden durmasıyla birlikte Yurine ve Yu oturdukları şoför koltuğundan fırlamış ve yere düşmüşlerdi. Şimdi ikisi de rinoların ayaklarının arasındaydılar. Rinolar korktukları için yerlerinde tepiniyorlardı ve Yurine kendisi ile Yu’yu ezilmekten korumaya çalışıyordu.
“Yu! Lütfen, Yu!”
Yu her zamanki krizlerden birini mi yaşıyordu yoksa ağzından gelen siyah köpüklerin sebebi ona saplanan lanetli kılıcın zehri miydi, Yurine anlayamıyordu. Köpüklerin bu renkte olduğunu daha önce hiç görmemişti ve Yu ne titriyor ne de kasılıyordu, bir heykel gibi donakalmıştı. Kılıcın ona saplandığı ilk vakitlerde inleyip acı çektiğini belli etse de şimdi sadece boş bir şekilde ileriye bakıyordu.
Yu’nun çekirdeği olmadığı için Yurine onun yaşayıp yaşamadığını hissedemiyordu, bu yüzden elini kalbinin üstüne koydu ve kalp atışlarını hissetti. Kalbi yorulmuş gibi sürekli yavaşlıyordu.
“Yu! Ölme diyorum! Tek kalacağım, Yu!”
Şifa büyüsü uyguluyordu ama büyü ne Yu’nun yarasına etki edip iyileşmesini ne de zihnine etki edip bilincinin açılmasını sağlıyordu. Büyüdeki başarısızlık Sigma Kulesi’nde olduğu gibi değildi; orada mana Yurine’nin vücudundan hiç dışarı çıkmazken burada mana dışarı çıkıyordu ama Yu’nun yarasının üzerine geldiğinde onu iyileştirmek yerine uğursuz lanet tarafından zehirleniyor, zehirlenen mana işlevini yitirerek havaya karışıyordu.
“Neden böyle oluyor?”
Sıcak ve tuzlu gözyaşları yanaklarından aşağıya süzülürken Yurine, Yu’nun üstündeki kıyafeti yırtarak omzundaki yaraya iyice baktı. Kan koyu kırmızı renkte değildi, siyaha dönüşerek akıyordu. Yaranın etrafı kararıp kabuk tutmaya başlarken siyahlaşmış damarlar Yu’nun omzundan yayılarak boynuna, göğsüne ve dirseğine ulaşıyordu.
“Yu!”
Şifa büyüsü işe yaramayınca kendine gelmesi için Yu’nun yüzünü tokatlamaya başladı ama bu denemesi de onu kendine getirmeyi başaramamıştı. Yu’yu sarsıyor, vuruyor, çekiştiriyor, bağırıyor ve onu kendine getirmek için aklına gelen her yöntemi deniyordu ama hepsinin sonucu başarısızlıktı.
“Yu, söz veriyorum bir daha sen ne dersen onu yapacağım. Yu, eğer tehlikeli dersen gitmeyeceğiz. Yu, özür dilerim, bir daha ne dersen yapacağım. Yu... Hadi kalk...”
Tıpkı annesini kaybettiği gibi Yu’yu da kaybetmek istemiyordu. Annesi gitmişti ve Yu da giderse tamamen yalnız kalacaktı. Eğer onlara ulaşmayı başarırsa elbette Sivina ile Ana kendisine sahip çıkar ve belki de amacına ulaşmasında yardımcı olurlardı ama Yurine’nin istediği kişi Yu’ydu. Yu dışındakilerin yanında olmasına bile gerek yoktu, sadece Yu’nun yanında olmasını istiyordu.
“Yaraya dokunmalı mıyım?”
Belki de başarısız olmasının sebebi büyüyü uzaktan uygulamayı denemesiydi. Eğer şifa büyüsünü arada hiçbir boşluk olmadan, yaraya temas ederek uygularsa işe yarayabilirdi.
Yu’nun yarasına baktı, iğrenç gözüküyordu ve bu yara bir başkasında olsaydı ona dokunmak isteyeceğinden emin değildi ama o Yu’nun yarasıydı ve iğrenç olsa da ona dokunacaktı.
“Yanıyor!”
Yurine’nin, Yu’yu kaybetme korkusuyla akan gözyaşlarına acı gözyaşları da eklendi. Omzundaki lanet ateş gibi yanıyordu ve Yurine’nin eli acıyordu.
Yu’nun omzundaki yara ucu ısıtılmış bir sopa gibi değildi, ısı kaynağının kendisiydi. Yara o kadar sıcaktı ki Yurine acı yüzünden çığlık atmak zorunda kaldı.
“Hepea – Hepea – Hep-hep – Hepa’e Xi Rhea – Xi Rhaea- Hepa’e Xi Rhaea – Noxu Tavhee – Si Luel’la… Neydi?”
Akademiden aldığı ışık ve şifa büyüsü kitabından öğrendiği ve daha önce iki defa kullandığı şifa büyüsünü yapmayı deniyordu ama stres sebebiyle doğru kelimeleri hatırlamakta zorlanıyordu.
“Hepa’e Xi Rhaea – Noxu Tevhea – Si Luel’la…”
Kelimeleri doğru telaffuz ettiğinde ışıktan oluşmuş kelebek avucundan dışarı çıkmaya başlıyor ama sıradaki kelimeyi yanlış telaffuz ettiğinde kelebekler hızla sönerek kayboluyordu. Yurine kelebeklerin kaybolduğunu gördüğünde daha da strese giriyor ve bu sefer doğru söylediği kelimeleri de yanlış söylemeye başlıyordu.
“Hep’e Xi Rhea – Nox-”
Tekrar ve tekrar söylemesine rağmen bir türlü doğru kelimeleri sıraya dizemiyordu. Artık tüm kelimeler, büyünün her bir aşaması Yurine’nin aklında allak bullak olmuş, hepsi birbirine girmişti.
Vagona girebilir ve kitabı alarak oradan okumayı deneyebilirdi ama Yu’nun yanından bir saniye olsun ayrılmaya korkuyor, ondan bir saniyeliğine bile ayrı kalsa durumu bir daha düzeltemeyeceği kadar kötüye gidecekmiş gibi hissettiğinden kalbi bulunduğu yerden tek bir adım dahi atmasına izin vermiyordu.
“Yu... Eğer uyanırsan annemle evlenmene izin veririm... Bak, izin vereceğimi söylüyorum, sadece uyanman yeter... Yu... Hadi, bekliyorum... Yu...”
Hareketleri onu uyandırmaya yetmeyince umutsuz bir şekilde kelimeleri kullanmayı denedi ama kelimelerinin ona ulaşıp ulaşmadığı da aslında uyuyup uyumadığı kadar belirsizdi. Gözleri açıktı ve düz bir doğrultuda bakmaya devam ediyordu. Belki de bilinci de gözleri gibi açıktı ve her şeyi duyabiliyor ve hissedebiliyordu.
Hangisi daha kötüydü acaba? Bilincinin kapalı olması mı yoksa bilincinin açık olması ve omzundaki lanetin yakışını saniye saniyesine yaşıyor ve hiçbir şey yapamıyor oluşu mu? Yurine yalnızca o yaraya dokunduğunda bile sıcaklığı yüzünden ağlamıştı, Yu hissedebiliyorsa kim bilir nasıl bir acı çekiyordu.
“Hepa’e… Xi Rhaea… N-Noxu Tevae… Si Luel’la…”
Derin nefesler almaya başlamış, vücudunu ve zihnini toparlamayı denemiş ve sonunda doğru kelimeleri söylemeyi başarmıştı.
Canını yaksa da büyünün etkili olmasını garanti altına almak için elini Yu’nun yarasının üstünde tutuyordu. Acı ve hüzün ile ağlayarak kelimeleri tekrar etti.
Parmaklarının arasından çıkıp özgürce kanat çırpmaya başlayan kelebekler, Yu’nun yarası üzerinde uçarken kanatlarından düşen ışık tomurcukları Yu’nun yarasını sarıyordu.
Yu’nun sol eline kadar uzamış siyah damarlar şifa büyüsünün de etkisiyle renk değiştirip hafifçe elinden yukarı doğru çekilmeye başladı. Yüzüne kadar çıkmış damarlar da aynı şekilde büyünün etkisine maruz kalıyor ve boynuna iniyordu.
Kanama da azalıyordu ama ısıda herhangi bir değişim yoktu, ısı en başta nasılsa hâlâ aynı sıcaklığını koruyor ve Yurine’nin elini yakmaya devam ediyordu.
“Yu...”
Yu’nun adını sayıklamaya devam edecekti ki bir anda yoğunluğunu arttıran karanlık varlığı fark ederek durdu.
“Devam et, Yu... Yu... Yu...”
Yu’yu kaybetme korkusu nedeniyle eli kolu birbirine karışmış olan Yurine, şimdiye kadar vagonun aniden durmasına ve ikisinin de yere düşmesine yol açan şeyi fark edememişti ama o şey şimdi kendini gösteriyordu. Yurine karanlığı hissediyordu.
Alaycı, küçümseyici, aşağılık, rahatsız edici, tiksindirici, sinirlendirici, çıldırtıcı bir ses Yurine’nin sesini mükemmel bir şekilde taklit etti ve dalga geçmek için Yu’nun adını sayıkladı.
Yurine dikkatini nereye vereceği konusunda kararsızdı. Önce Yu’yu iyileştirmek için büyüye devam mı etmeliydi yoksa muhtemelen kendilerini öldürme niyetinde olan şeytana mı saldırmalıydı? Şeytan orada durduğu her saniye sinirlerini geriyordu.
“Annem olsa ne yapardı? Biliyorum sanırım, Yu’nun iyileştirilemeyeceğini anladığında şeytana saldırırdı. Zaten şeytanlardan nefret eder.”
Gerçekten annesi böyle mi yapardı? Yurine onu taklit etmek ve onun yapacağı şeyi bularak onu yapmak istiyordu ama annesinin böyle bir durumda ne yapacağından tam olarak emin olamıyordu.
Yu’nun iyileştirilemeyeceğini düşünürse Rie ondan umudu kesip sahiden ölüme mi terk ederdi? Eğe annesi yaşıyor olsaydı ve onunla birlikte bu noktaya gelselerdi Yu ile birlikte birkaç aylık bir ilişki geliştirmiş olacaklardı, bu ilişkiyi hiçe sayıp ölmesine göz yumar mıydı?
Ama çırağı olmasına rağmen Sharley’yi gözünü bile kırpmadan ölüme terk etmişti.
Karşılarına avcı goril çıktığında Rie, Yurine ile birlikte kaçmak yerine Sharley’yi de kurtarmayı denemişti ama bunun sebebi o zaman bir yol görmesiydi.
Sigma Kulesi’ndeki yangında Sharley’yi kurtarmak için herhangi bir yol kalmayınca ve onu kurtarmak imkânsız bir hâl alınca ona ne olacağını hiç düşünmemiş, ölüme terk etmekte sorun görmemişti.
Fakat Sharley ile Yu bir değildi. Yurine, Yu ile geçirdiği birkaç haftadan sonra bile onu Sharley’yi sevdiğinden ve sevebileceğinden daha çok seviyordu ve onu, Sharley’ye tercih etmişti. Rie de Yurine gibi o ikisini bir tutmaz ve zor durumdaki kişi Yu ise farklı bir karar verirdi, Yurine buna inanmak istiyordu.
Yine de onun bu durumda ne yapacağını bilmediği gerçeği hâlâ bir kenarda duruyordu. Annesi pek çok defa Yurine’yi şaşırtır ve beklenmedik kararlar alırdı. O şimdi burada olsaydı Yu’yu alıp kaçmayı mı denerdi? Yurine, Yu’yu belirli bir mesafeye kadar sürükleyebilecek olsa da onu omzuna alıp koşamazdı.
Zaten bu noktada Yu ile birlikte kaçamayacağı gibi annesinin de kaçması mümkün olmazdı. Hemen önlerinde bir şeytan vardı ve tüm köy şeytanlarla doluydu. Kaçma seçeneği ortadan kalkınca geriye burada durmak ve Yu’yu iyileştirmeyi deneme seçeneği ile şifa büyüsünü keserek şeytana saldırma seçeneği kalıyordu.
Bu iki seçenekten hangisinin doğru olacağına emin olamıyordu. Yurine ilk seçeneği seçip Yu’yu iyileştirmeye devam ettiği sırada şeytan nezaket gösterip onu bekleyecek değildi.
Yu’nun durumu stabil gözüküyordu. Eğer şifa büyüsünü keserse durumunun kötüye gitme ihtimali vardı. Yani onu iyileştirmeyi bırakıp sadece ikinci seçeneğe odaklanamazdı.
Kararını verdi. Annesinin ne yapmayı seçeceğini düşünmek gereksizdi, Yurine kendi seçimini yapacaktı. Yu onun için adeta ikinci bir anneydi ve annesine verdiği değerin aynısını Yu’ya veriyordu. Annesinden vazgeçmeyeceği gibi Yu’dan da vazgeçmeyecekti.
Hatta biraz düşünüldüğünde Yurine, Yu’ya annesine olduğundan daha yakındı. Yu ona ebeveynliğin yanı sıra arkadaşlık ediyordu ve bu onunla, annesi ile konuştuğu zamanlardan daha rahat olmasını ve daha fazla şey konuşabilmesini sağlıyordu. Böyle olması da Yu’nun değerini arttırıp, vazgeçilmez kılıyordu.
“Pekâlâ, ne Yu’yu bırakabilirim ne de şeytanın yaşamasına izin verebilirim. Tek bir seçeneği seçersem sonu her türlü felaket olacak.”
Yurine şifa büyüsüne devam ederken önce çevresine, sonra şeytana baktı.
“Kendimi zorlarsam, başarabilir miyim?”
Yu ile birlikte rüzgâr büyüsü üzerine çalışmalar yapmışlardı. Bunu denemek Yurine’yi yoracak ve yüksek ihtimalle tekrar tüm manasını harcayarak bayılmasını sağlayacaktı ama aklına gelen başka bir yöntem yoktu ve Sharley ile savaştığı gün sahip olmadığı büyü kitaplarına sahip olmuş, o kitaplar sayesinde bir sürü şey öğrenmişti. Şu anda şimdiye kadarki en güçlü hâlindeydi ve her gün güçlenmeye devam ediyordu.
“Babacığının adını sayıklamaya devam etmeyecek misin?”
Aşağılık varlığın kışkırtmaları görmezden gelemeyeceği kadar canını sıkıyordu. Yurine elini Yu’nun yarısından çekti ve avuç içinin ısı yüzünden su topladığını gördü.
Gözyaşları yanaklarından akmış, kimisi dudaklarının arasından ağzına girerken kimisi de çenesinden aşağıya süzülmüştü. Yurine yüzündeki yaşları elinin tersiyle sildi ve yaptığı rüzgâr büyüsü Yu’nun etrafını sarmaya başladı.
Rüzgâr, Yu’nun çevresinde toplandı, yoğunlaştı ve dönmeye başladı. Yurine elini yukarıya kaldırdı ve Yurine’nin elinin hareketi ile birlikte rüzgâr, Yu’nun altına girerek onu yukarıya kaldırdı.
Yurine nesneleri havaya kaldırmayı başarınca Yu heyecanlanmış ve “Oha lan tıpkı force gibi, Jedi Yurine,” demişti. Bu yöntemle Yurine kendini bile kaldırabilir ve uçabilirdi. Tabii bunun için heyecanlanmaması ve konsantre olması gerekiyordu ki Yu’nun endişelerinden ötürü kendi üzerinde deneyememişti.
Hatta öğrendiğinden beri Yurine’nin bu beceriyi üzerinde denediği ilk canlı Yu’ydu ve her an düşecek diye ödü kopuyordu. Ayrıca hem Yu’yu havada tutmaya hem de uzaktan şifa büyüsü uygulamaya devam etmeye odaklanmak zordu.
Bir de şimdi karşısındaki şeytan ile ilgilenmesi gerekecekti. En azından şeytanın, Yurine hazırlıklarını tamamlayana kadar hareket etmeye niyeti yok gibi gözüküyordu.
Bunun sebebi onun onurlu bir savaşçı olmasından kaynaklı değildi tabii, sadece onun hastalıklı kişiliği Yurine’nin hazırlıklarını izlemekten zevk alıyordu.
“İşin zor gözüküyor, bu şekilde savaşabilecek misin?”
-------------------------
04.02.2022 - 22:47
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..