Konuşacak başka bir şey kalmadığında ayağa kalktı ve Ana ile
birlikte odadan çıktı, burası sadece dinlenme odası olarak kullanılan bir
yerdi.
Yemeği buraya ilk geldiklerinde oturdukları salonda yiyeceklerdi. Salondaki masa kısa kaldığı için üç masayı sıraya dizerek daha geniş bir alan oluşturmuşlardı. Yurine masanın başköşesindeydi.
“Yu, burası senin yerin.”
Yu bir kâhyadan fazlası olduğundan Yurine sağında yer alan ilk sandalyeyi onun için ayırmıştı. Başak Katedrali’nin ikinci kişisi ve müstakbel Başak Kardinali’nin sağ kolu olarak o yer ona aitti.
Kendisi için ayrılan yere geçti. Yurine’nin soluna, Yu’nun karşısına oturan kişiyse Sivina’ydı. Yarın Başak Şövalyesi olacağı için o da Başak Katedrali içinde özel bir konuma sahipti.
Sivina’nın yanına şaşırtıcı olmayan bir şekilde Ana oturmuştu. Yu’nun yanında Kigaro ve ondan sonra Dimen vardı. İki roarona da kırılmaması için daha sağlam sandalyeler vermişlerdi. Dimen’den sonra Tobias geliyordu.
Ayrıca masada Yu’nun tanımadığı iki kişi daha vardı.
“Bu hanımefendi Madam Lesly Marais, Madam Marais; Yurine’nin babası Yu Valarfin.”
Sivina, Yurine’yi Neko olarak değil de Yu’nun ona verdiği isimle tanıtmış ve üzerine Yu’nun onun babası olduğunu eklemişti.
“Memnun oldum, Bay Valarfin.”
Sivina, saçları beyazlamış kahverengi gözlü yaşlı kadını tanıttığında Yu gülümsedi ve başıyla selamladı.
“Madam mı? Bayan denmiyor muydu burada da?”
Lesly’nin onu ayırt edici kılan belirgin özellikleri yoktu. Oturduğu esnada boyu Yu’ya eşitti, ayağa kalktıklarında da aynı boyda olabilirlerdi ama onun dışında sıradan yaşlı bir kadındı.
“Bay Rigal Werin.”
Sivina’nın tanıttığı Rigal, başını sallayarak onu selamladı.
O da yaşlı birisiydi ama kısa saçları henüz tamamen beyazlamamıştı, hâlâ hafif siyahlıklar vardı ve gözleri de turuncuydu.
“Buraya geldiğimizde istediğiniz eğitmenleri tuttuk. Madam Marais dans etmeyi ve piyanoyu, Bay Werin ise size Aramca’yı öğretecek.”
“İkinize de teşekkür ederim.”
Sivina ve Ana’dan ona saray danslarını ve Aram dilini öğretmek için eğitmenler tutmalarını istemişti. Yu piyano çalmayı zaten biliyordu ama buranın müziklerine yabancıydı. Yani piyano için bir eğitmeni sadece uyum sağlamak için istiyordu.
“Zaten piyanoyu biliyorum ama aylardır çalmıyordum. Dans konusuna gelirsek de lisedeyken bir tiyatro oyununda prensi oynamıştım. O zaman bir öğretmenimiz birkaç şey göstermişti.”
Prensi oynadığı oyun külkedisiydi. O oyunda komedi unsuru oluşturmak için Yu’nun önüne öyle ayaklar getirilmişti ki eğer Külkedisi’ni oynayan kızın ayakları olmasaydı zavallı Yu o gün ayaklara karşı olan tüm ilgisini yitirebilirdi.
“Aramca da en azından gramer konusunda İngilizce’ye benziyor. Yurine ile ben dil bilgisi ve kalıpları yoldayken kitaplardan öğrendik.”
Aramca’nın grameri İngilizce’nin kopyasıydı. Onun dışında kelimelerin çoğu kendine özgüydü ama ses olarak Almanca ve Fransızca’ya benziyordu.
“Güzel, o zaman size bir sınav yaparım. Eğer yeterli seviyedeyseniz eğitimimiz daha hızlı olur,” dedi Rigal.
Yu başını sallayarak onayladı. Dil ile ilgili kitapları Büyücülük Akademisinden almıştı ve çalıştığı sırada kitaplar aklında hiçbir soru bırakmamıştı. Diğer tüm sınavlarda olduğu gibi bundan da yüksek not alacağına emindi.
“Sizler öğrendiniz mi peki? Size de bizden önce öğrenmeniz gerektiğini söylemiştim.”
“Evet, bize de öğretiyorlar.”
Onu yanıtlayan Ana oldu, ardından Sivina konuştu.
“Ben Aramca’yı zaten biliyordum aslında...”
“Tch... Öyleyse neden bunu daha önce söylemedin ki?”
Eğer bunu önceden bilseydi bir eğitmen tutmaz ve direkt Sivina’dan kendisine eğitim vermesini isterdi.
“...Ama bilen başkalarıyla konuşmak bilgilerimi pekiştirmemi sağladı ve Madam Marais de dans etmeyi öğretiyor.”
“Piyano?”
“Onu da biliyorum.”
Sivina beklediğinden çok daha... Bilgiliydi.
“Yu, senin şimdi yemek yemen uygun mu?” diye sordu Yurine. Bir anda konuşmanın konusunu değiştirmişti.
“Sorun olduğunu zannetmiyorum, özel bir gün ve rutini sadece bir kez bozacağım.”
Krizler ile daha fazla karşılaşmamak için bir ilaç kullanıyor ve bu ilaç işe yarıyordu.
İlacı yemekten önce kullanması gerekliydi ve yemek yedikten sonra da fazla oyalanmadan yatıp uyurdu.
Ama bugün özel bir gün olduğu için günlük rutininde bir istisna yapmaya karar verdi. Bugün tüm maiyetleri ile birlikte yemek yemeyi istiyordu.
“Afiyet olsun.” Maia yemekleri sofraya dizdikten sonra geri çekildi ve Yurine’nin arkasında beklemeye başladı.
Rolderhelm’de olsaydı bu yemeği Lucia’nın hanında sıradan karşılardı ama Mora’nın vatandaşlarının yediği yemeğe kıyasla masa güzel bir şekilde donatılmıştı.
Salata, çorba, sebze yemeği ve domuz bugünkü yemekleriydi. Çorbanın üstünde henüz duman tütüyordu ve Yu sıcakken yemekte zorlandığından biraz beklemeye karar verdi. Bu esnada bir ekmeği küçük parçalara ayırarak çorbanın içine atıyordu.
“Masaları birleştirdik ama çok fazla boş yer kaldı,” dedi Sivina.
“Evet.” Yu katedralin hizmetçilerine döndü. “O yüzden siz de oturun. Bugün özel bir gün olduğu için birlikte yiyelim.”
Yu hizmetçileri masaya davet etti. Astları ile iyi bir başlangıç yapmak istediğinden bugünü özel kılmalıydı.
“Biz de mi? Ama-”
“Sorun nedir, Maia? Yanlış hatırlamıyorsam Yurine, bana itaat etmenizi söylemişti.”
Başak Katedrali’nin dört hizmetçisi de oturduğunda masadaki boşluklar azaldı. Hizmetçilerin arada sırada ayağa kalkıp sofradaki işleri halletmeleri gerekse de beraber yiyeceklerdi.
Başlamak için Yurine’yi bekliyorlardı. Yurine yemeğe başladığında diğerleri de yemek yemeye başlayabilirdi.
Yurine çorbasından bir kaşık aldığında herkes yemeye koyuldu. Yu da çorbasından bir kaşık aldı, sebze çorbasıydı ve Yu’nun sevdiği bir yemek değildi. Yine de ekmek ile birlikte yiyebiliyordu.
“Diğerlerinin de burada olmasını isterdim.”
Dimen büyük elleri ile küçük bir kaşığı tutmayı deniyordu. Bu adam kocaman silahları kolaylıkla taşırken bir kaşığa karşı verdiği mücadele komikti.
“İki yüz kişinin bu odaya sığacağını düşünmüyorum.”
“Demek istediğim bu değildi.”
Onun ne demek istediğini anlamış ama sadece boş bir şekilde konuşmak istemişti. Arada sırada Yu da ciddi konulardan sıkıldığında boş yapabiliyordu.
“Yarın birkaç roaronu daha getireceğiz. Yurine kardinal olduğunda Pontifeks ile konuşarak roaron mevzusunu tartışır, zamanla daha fazla roaronu katedralin çevresinde toplarız ama herkesi bir anda vaftiz edebileceğimizi düşünmüyorum. Küçük bir katedral olduğumuzdan bir anda iki yüz roaronu katedrale katmamız insanların tepkisini çekebilir, yavaş yavaş olacak.”
Herkesi bir anda buraya almak da hepsini birden vaftiz etmek de mümkün olmayacaktı. Onları belirli aralıklarla içeri sokmayı, vaftiz etmeyi ve katedralin çevresine roaronlar için kalacak evler inşa etmeyi planlıyordu.
“Roaronlar şu an nerede kalıyorlar?” diye sordu Sivina.
“Şehrin güney doğusunda bulduğumuz bir su kaynağının yanına onlar için kamp kurduk. Dağlara yakın bir yerdeler. Seni de bir ara oraya götürüp göstermek istediğim şeyler var.”
“Yu! Yemeğini beğendin mi?”
Yu’nun Sivina ile konuşması ve onu bir yerlere götürmek istemesi Yurine’yi kıskandırdığı için aniden konuşmalarının ortasına daldı.
“Evet.”
Genel olarak çorbanın türünü sevmese de yediği diğer sebze çorbalarından daha güzeldi.
“Yu, o zaman onu da ye.”
“Daha çorbamı bitirmedim.”
“Çok yavaş yiyorsun!”
Yu’nun kızlarla konuşmasını istemediği için onu oyalamaya çalışıyordu. Yu onun bu yüzden böyle konuşmaya başladığını anladığında gülümsedi.
“Neye gülüyorsun?”
“Küçük hanım tarafından paylaşılamıyor olmak gururumu okşuyor.”
Gerçeklerin ortaya çıkmasına sinirlenen Yurine konuşmak için ağzını açtı ama dudakları kelimeler dökmek için hareket ederken boğazından hiçbir ses çıkmadı.
***
“Niye bugün aptal aptal şeyler söylüyorsun?”
Akşam yemeğinin ardından biraz sohbet etmişler, ay yükseldiğinde ise odalarına dağılmışlardı. Aslında erken yatıyorlardı ama sabah da erken kalkmak istedikleri için sorun değildi.
“Ne dedim ki?”
“Bana söyletme! Sen ne dediğini biliyorsun.”
Onun ağzından babalık mevzusunu tekrar duyabileceğini düşünmüştü ama Yurine istediğini Yu’ya vermedi.
“Beni babası olarak görüyor...”
Yu önce gülümsedi ama gülümsemesi yavaşça söndü, gözlerini yere indirdi ve arkasını döndü.
“Beni babası olarak görüyor...”
Yurine zamanı geri aldıklarında Yu’dan Rie ile birlikte olmasını ister miydi? Eğer böyle bir şeyi isterse Yu şu anki hâliyle bunu reddetmek zorunda kalırdı.
Ömrü kısaydı ve onları terk edecekken böyle şeyler yapamazdı. Aksi takdirde ona daha çok bağlanırlar ve gidişi ile birlikte daha çok acı çekerlerdi.
“Böyle şeyler söylüyorum çünkü utandığında çok tatlı oluyorsun.”
Yu tekrar arkasını dönüp Yurine’yi koltuk altlarından yakaladı ve havaya kaldırdı.
“Yu.”
“Yu.”
“Efendim?”
“Benim yanımda yat.”
Tahmin ettiği şekilde Yurine birlikte yatmak istiyordu. Yolculuklarından önce de uzun süre beraber uyudukları için Yu bunda sorun görmüyordu. Hem hava soğuktu ve birinin yanında yatmak daha sıcak bir uyku deneyimi sağlayacaktı.
Hem de kızının yanında yatmak Yu’nun kendini biraz daha baba gibi hissetmesini sağlıyordu ve bu his hoşuna gidiyordu.
“Birazdan ilaç içeceğim.”
“Burada iç, hem bir şey olursa ben yardım ederim.”
Bir şey olacağını düşünmüyordu ama normal rutinini bozduğu için korkuyordu. Yurine’nin dediği gibi yapmakta fayda vardı. Çoğu gün beraber yapıyorlardı zaten. Bir baş ağrısı ile karşılaştığında da Yurine ona yardımcı olurdu.
“Önce mutfakta ilacı hazırlayayım.”
Kendi odasından malzemeleri alıp mutfağa giderken Yurine, Yu’nun peşine takıldı. Gün içinde kibirli hanımının peşinden giden Yu iken şimdi Yurine evlat moduna bürünmüştü ve annesinin peşi sıra giden bir ördek gibi görünüyordu.
Mutfağa girdiklerinde yatmadan önce son bir temizlik yapan Clara ile karşılaştılar.
“Hanımım, atıştırmalık bir şeyler mi istemiştiniz? Sizin için hemen hazırlayabilirim.”
“Canım bir şey istemiyor, Yu’nun yanında durmaya geldim.”
Yu ilacı yapmak için ihtiyacı olan otları masanın üstüne koymuştu ve mutfakta ihtiyacı olan malzemeleri arıyordu. Clara’ya cezvelerin nerede olduğunu sorabilirdi ama bir süre aradıktan sonra bulamayınca bu küçük bir gurur meselesine dönüştüğü için sessizce aramaya devam etti.
“Ama süt ısıtabilirsin.”
“Başüstüne.”
Clara temizliğe ara verip işe koyuldu, Yu o sırada aradığı cezveyi bulmuştu.
“İstersen ben sana çilekli süt yapabilirim.”
“Çilekli süt mü?”
“Çilekli süt. Çilek ve şeker var mı? Kış olduğundan burada olduğunu zannediyorum.”
Aslında çilek ilkbaharda yetişiyordu ama bu dünyaya özgü bir şekilde, Mora ile aynı düzlemde kalan birkaç ülkede çileklerin kışın da yetiştiğini duymuştu.
“Evet var ama çilekli süt nasıl olur ki?”
“Çilek ve şeker lazım, ver göstereyim.”
Yu sütü sade içmeyi sevmiyordu. Sade de içebilirdi ama kakaolu, çilekli ve muzlu sütün tadını sade sütün tadından daha fazla seviyordu.
Ama her gün kakaolu süt içmek istediğinde bu cüzdanını zorlayacağı için evde kendi başına yapmayı öğrenmişti. Hazır paketlerden çıkan tozlarla yapıyordu ama çilek ve muz mevsimi geldiğinde tamamen baştan yapmayı denemiş ve başarılı olmuştu, zaten zor bir şey değildi.
Kendi işine ara verdi ve Clara’nın çıkardığı malzemeleri aldı. Dünyada çilekleri ve şekeri mikserle karıştırır, sonra sütü ilave ederek tekrar karıştırırdı. Yapması kolaydı ama burada mikser olmadığı için elle yapmak zorundaydı ve içeceğin hazırlanma süresi uzayacaktı.
“Söylemek istediğin bir şey mi var?”
Clara’nın bir şeyler düşündüğünü ve düşündüğü şeyleri söylemeye çekindiğini fark etti. Dudakları arada sırada bir şey sormak için hareket ediyor ama Clara’nın vazgeçişi ile tekrar duruyordu.
“Ben haddimi aşmak istemiyorum.”
“Söyle.”
Onu sinirlendirecek bir şey söyleyebilir miydi? Yu onu sinirlendirme imkânı olduğunu zannetmiyordu ve haddini aşsa bile Yu sakinliğini korumaya karar verdi.
“Ben hanımefendi ile sizin bu kadar yakın olmanıza şaşırdım, hanımefendi eskiden böyle değildi.”
“Ha! Sadece hak eden kişilere karşı nazik olurum.”
“Ben sevilmeyecek biri değilim sonuçta, insanların beni sevmesi normal.”
Fakat Yurine altı ay önce annesinden başkasına yüz vermezken şimdi Yu ile sıkı fıkı olmasını onu tanıyan insanlar normal karşılamıyordu.
Yu içeceği hazırladı. Çilekli sütü aldı ve bir bardağa dökerek Yurine’ye verdi, tepkisini merak ettiğinden bir bardak da Clara’ya uzattı. Farklı bir dünyanın tadına yapacakları yorumu bekliyordu.
“Mmm... Yu aferin... Seni takdir ediyorum. Bana her zaman böyle güzel şeylerle gelmelisin, beni sürekli ama sürekli şımartmalısın.”
“Beğenmene sevindim.”
Onun beğendiği bir şey yapmak güzeldi, onu mutlu ettiğinde kendisi de onun mutluluğu ile mutlu oluyor ve onun sevimli gülümsemesini görmek boşa yaşamadığını hissettiriyordu.
“Sen de beğendin mi?”
“Evet.” Clara’nın da beğendiği yüzünden anlaşılıyordu, mest olmuş bir şekilde gözlerini kapamıştı. “Daha önce böyle bir şeyi hiç tatmamıştım, çok güzel.”
“Bu dünyanın dışından bir tat.”
Yurine’yi sütünü içmeye bıraktıktan sonra sıra kendi içeceğini hazırlamaya geldi. İlaç kötü kokacağı için içerisini havalandırması gerekiyordu. Soğuk olsa da önce camları açtı.
Sütü ısıtmak için Clara kuzineyi yakmıştı. Yu kuzinenin içine biraz daha dal parçası attı ve cezveyi kuzinenin üstüne koydu.
İlacı hazırlarken beklediği gibi kötü bir koku yayılmış ama hem dışarıdan gelen soğuk ve rüzgârlı hava kokuyu azaltmış hem de Clara bir rahatsızlık belirtisi göstermemişti.
İlacın hazırlığı tamamlandığında kuzineyi söndürdü, ilacı bir bardağa döktü ve Yurine ile birlikte mutfaktan ayrılarak Clara’yı yalnız bıraktı. Biraz sonra o berbat deneyimi tekrar yaşayacaktı.
Yurine’nin odasına girdiler ve Yu kapıyı kapadı.
“Burada da açsak olur mu? Hava aldığımda kendimi daha iyi hissederim.”
“Sorun olmaz Yu.”
Yurine koşarak pencerenin önüne gitti, bir sandalyeye çıkıp camı açtı ve yine koşarak Yu’nun yanına geldi. Yu içerken hemen yanı başında olmak istiyordu
İçine soğuk ve temiz havayı çekti, sandalyeye oturdu ve mümkün olmasa da ilacın kokusunu görmezden gelmeyi deneyerek içmeye başladı.
Kusma isteği her seferinde olduğu gibi yine kendisini gösterdi. Bugün Yu kusma isteğini çok daha ağır bir şekilde hissediyor ama Yurine’nin üzerine kusmak istemediğinden bu hissi bastırmak için ekstra çaba harcıyordu. Zorlukla ilacı bitirmeyi başardı, ilk seferinde bile bu kadar zorlanmamıştı.
“Yüzün...”
Yu ne olduğunun farkında değildi. Yüzü kızarmıştı ve gözleri aniden uykulu bir hâle bürünmüştü, hasta gibi gözüküyordu.
“Yu?”
“Konuşan kim?”
Birisinin küçük ellerini yüzünde hissediyor ama o kişinin kim olduğunu ne görebiliyor ne de tahmin edebiliyordu. Gözleri kararmıştı, kalbinde taşıması zor bir ağırlık oluşurken vücudunun sol tarafını hissetmekte zorlanıyordu.
“YU!”
Şu anda kusmak istiyordu, kusmak düşünebildiği tek şeydi. İçerisinde dolaşan zehri hissedebiliyordu, onu delirtiyordu. Bu zehri dışarı çıkarmak, vücudundan uzaklaştırmak istiyordu. İçerisinde böyle bir lanet olduğu sürece rahat edemeyeceğinin farkındaydı.
Gözündeki perde kalktığında karşısında duran kadın aklını kaçırmasını sağlayacaktı. Mor gözler, kahverengi saçlar ve... Kan içinde kalmış bir yüz.
“Abl-a...”
“YU! YU!”
Oturduğu sandalyeden kalktı. Ablasının çürümeye başlamış yüzüne rağmen ona yaklaşmak istiyordu fakat bunu yapamadı. Birkaç adım geriledi.
Korkuyordu, onu tekrar tutamayacağı için korkuyordu. Bu yüzün sorumlusu Yu’ydu ve şimdi bunun hesabını vermek zorundaydı.
“Abla...”
Karşısındakinin ablalarından hangisi olduğunun farkında olmadan onu doğru bir adım atmayı denedi. Ne yazık ki bunu başaramadı ve ileriye gideceğine geri gitti.
Ablası onun adını haykırmaya devam ederken Yu onun yardım çığlığına tekrar cevap veremedi. İçindekileri tutamayarak kusmaya başladı. Boğazından içeriye giren ilaç, çıkan siyah ziftin tadının yanında hiçbir şeydi.
Boğazı yanarken ve nefes alamazken, cılız bir sesle sordu.
“Neden gittin?”
“BURADAYIM!”
Sanki zihnindeki her şey gözyaşlarına dönüşerek Yu’dan ayrılıyordu. Şu anda aklında hiçbir şey yoktu. Öyle bir boşluğun içerisindeydi ki boşluğun kendisinin bile var olması anlamsızdı.
Elleri titrerken kim olduğunu unuttu ve yere düştü.
“Yardım et.”
Duyduğu son sez, ilk kez özür dilemek dışında bir şey söyleyen kadına aitti.
---
“YU! NE OLDU YU! BURADAYIM! BURADAYIM YU!”
Tekrar olmuştu, yere düşen Yu tekrar bir kriz yaşıyordu. Islanmış yanaklarından gözyaşları dökülürken Yurine hiç oyalanmadan şifa büyüsüne başladı.
“BİR YERE GİTMEDİM! BEN GİTMEM! YU, BEN GİTMEM!”
Yu’dan bir cevap alamıyordu, bağırıp dursa da duymak istediği cevap bir türlü gelmiyordu. Şifa büyüsü de onu uyandırmak için yeterli değildi.
Yu kapıyı kapattıktan sonra kilitlemediği için dışarıdakiler içeri girmekte zorlanmadı. Kapı aniden açıldı ve önce Sivina ile Ana içeri daldı, onların ardından Kigaro ve Dimen, sonra da katedralin diğer sakinler içeri girdi.
“Yardım edin...”
Titreyen dudaklarından dökülen yardım isteğine ilk yanıt veren Kigaro ve Dimen oldu. Yu’yu kaldırıp yatağın üzerine koydular.
“Yardım edin! YARDIM EDİN!”
Yurine yardım çığlığına devam ettiğinde buradaki en deneyimli hizmetçi olan Bart, yatağa yatırılan Yu’nun yanına koştu. Yu ter yüzünden sırılsıklamdı, Yurine başucunda durup şifa büyüsüne devam ederken Bart bağırdı.
“Bez verin!”
Bu kadar kişi burada olsa da ona gerçekten yardım edebilecek kimse yoktu, kimsenin elinden basit müdahaleler dışında yapılacak bir şey gelmiyordu.
Clara belinden çıkardığı bezi Maia’ya uzattı. Maia bezi aldı ve Clara ile Nelita’ya sirke getirmelerini söylerken bezi Bart’a verdi.
Bart önce Yu’nun yüzündeki terler sildi, ter öylesine fazlaydı ki bez kısa sürede sırılsıklam kaldı.
“Çok ateşi var.”
Yu ağır nefesler alıyordu. Göğsü yavaşça inip kalkarken Bart daha rahat nefes alması için Yu’nun üstünü çıkarıyordu.
“AH!”
Yu’nun üst vücudu açığa çıktığında karşılaştıkları görüntü Ana’nın dehşetle çığlık atmasına sebep oldu, kocaman açılmış ağzını titremeyi kesmeyen elleri ile kapatarak kendini susturmayı denedi.
Sivina ve Maia da Ana’dan çok farklı değildi. Bart bile dehşete düşmüştü. Daha önceden bu görüntü ile karşılaşmış Kigaro ve Dimen de Yu’nun vücudundaki lekeyi her gün gören Yurine de dehşet içerisindeydi.
İlonya’da Yu’nun omzuna saplanan lanetli bir kılıç yüzünden Yu bayılmış, beş gün boyunca kendine gelememişti.
O kılıcın tek zararı onda sadece bir yara izi bırakmak olsaydı Yurine o izi kolayca kapatırdı ama kılıç bir yaradan fazlasını bırakmıştı. Yu’nun omzunu, kolunun yarısını ve göğsü ile sırtının bir kısmını kaplayan kara bir leke, kara bir lanet bırakmıştı.
Her gece ve her sabah Yurine o lekeyi ortadan kaldırmak için şifa büyüsü uyguluyordu ama lekeyi oradan kaldırmaya hiçbir büyüsü yeterli gelmemişti.
Şimdi o lekeyi yeni görenler çığlıklarına engel olamazken o lekeyi daha önceden de görmüş olanların dehşete düşmesinin nedeni o lekenin, o lanetin üzerindeki damarların şişip hareket etmesiydi.
Mor ve mavi damarlar şişmiş ve nabız gibi atarken sert siyah deri bazı yerlerden yarılmıştı. Yarılan yerlerden çıkan siyah bir sıvı pıhtılaşıyordu.
Kendini en kolay toparlayan Bart oldu ve gövdesindeki terleri de silmeye başladı.
Clara ve Nelita sirke ve daha fazla bez getirdiğinde Maia, karşılaştıkları manzarayı onlar da görmesin diye onları içeriye sokmadı ve sirkeyle bezleri aldıktan sonra gitmelerini söyledi.
Yu’nun vücudundaki teri sildiler ve sırtına sirkeli bez yerleştirdiler. Yapabilecekleri başka hiçbir şey yoktu. Yurine şifa büyüsüne devam ederken Yu’nun durumun normalleşmesini beklediler.
-------------------------
15.02.2022 - 23:46
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..