Cilt 3 - Bölüm 25: Ön Kayıt (1/2)

avatar
425 5

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 3 - Bölüm 25: Ön Kayıt (1/2)


Kışın son ayındayken kar beyaz bir örtü misali yeri kaplamıştı. Hareket ediyor ve uzun çizmeleri ile arkasında bıraktığı ayak izlerine her basışında çocuksu bir neşeye kapılıyordu.

 

Sivina ve Ana ile yaptığı konuşmanın ardından onların hazırlanıp gelmesini beklemek için ön bahçeye çıktı ve at arabasının yanına geldi. Bugünkü yolculukları Bart dâhil dört kişiyi kapsıyordu.

 

Yurine’yi, her ne kadar bunu yapmak istemese, aklı ve kalbi burada kalacak ve sürekli endişelenecek olsa da Başak Katedrali’nde bırakacak ve ondan kısa bir süreliğine ayrılacaktı.

 

En son ondan kısa bir süreliğine ayrıldığında geçirdiği epilepsi krizini ve sonrasında yaşananları hatırlıyordu. İlk kez o zaman Yurine’nin kendisini önemsediğini anlamıştı.

 

Kigaro ve Dimen, Yurine’nin korumaları olarak Yu’nun yokluğunda sürekli onun yanında olacaklardı. Hâlâ katedralde bulunan Leoral ısrar etse dahi Yu onlara Yurine’yi asla yalnız bırakmamalarını emretmişti.

 

Kigaro ve Dimen, karşılarına Pontifeks’in kendisi gelse yine Yu’nun sözünü dinlerdi. Göçleri sırasında aralarında bir bağ kurulmuştu ve onların Yurine’yi gözlerinin önünden ayırmayacağında emindi.

 

“Hanımefendiler hazır değil mi?” diye sordu Bart.

 

“Hâlâ hazırlanıyorlar.”

 

“Yaşadıkları şoku atlatmak için biraz zamana ihtiyaçları olmalı.”

 

At arabasının yanındaki iki adam da siyah giymişti. Onların üzerlerindeki tek farklılık Yu’nun aksine Bart’ın kafasına bir bere geçirmiş olmasıydı. Yu’nun aklına bir bere satın almak gelmediği için kulakları üşüyordu.

 

Şimdi bir başkası ona beresini verecek olsaydı Yu onu reddederdi çünkü başkasının giydiği şeyleri giymek istemiyordu.

 

Ama ona eşyasını veren kişi güzel bir kız olsaydı kabul ederdi.

 

Kulaklarını soğuğa daha fazla maruz bırakmamak için at arabasına binmeliydi. Yu’nun Libra’dan satın aldığı araba da beyazdı ve içi son derece konforluydu, ayrıca duvarlar soğuğun içeri girmesine izin vermiyordu. Arabanın kapısını açtı, içeri girmek üzereydi ki Bart onu durdurdu.

 

“Bay Valarfin.”

 

Bir ayağı at arabasının içinde, diğeri dışındaydı. Başını çevirip Bart’a baktı. Bart kendisine bakmak yerine arabayı çeken iki rinonun ortasına bağladığı kahverengi at ile ilgileniyordu.

 

“Konuşabilir miyiz?”

 

Ayağını geri çekti ve arabanın kapısını kapattı. Birkaç adım atarak Bart’ın önüne geçti ve ilgilendiği ata baktı.

 

“Hadi bakalım ne diyecek?”

 

Genç bir dişiydi. Kahverengi tüylere ve yeleye sahipti ama göğsünde, yüzünde ve ayaklarında beyaz tüyler bulunuyordu. Yu atın tüylerinin üzerine yerleştirilmiş beyazlıkların onu olduğundan daha estetik gösterdiğini düşündü. Yanındaki iki rinodan güzeldi.

 

“Hanımefendi Rie’nin baktığı attı, o yokken büyüyüp gelişti. Şimdi korkmaması için onu rinolara alıştırmaya çalışıyorum.”

 

“Adı ne?”

 

“Başak.”

 

“Rie yaratıcı isimler bulma konusunda iyi değil sanırım. Neyse, bu da güzel bir isim.”

 

Başak ismi hoşuna gidiyordu. Sebebi burcunun başak olması değildi, Yu burçlara inanmazdı. Doğrusu kendisi de neden sevdiğini bilmiyordu, sadece kulağına güzel geliyordu.

 

“Muhtemelen İngilizce versiyonu havalı olduğu içindir.”

 

Buradaki bir şehre ismini veren virgo kelimesi, İngilizcede başak anlamına geliyordu.

 

“Şimdi o atı sen mi aldın?”

 

“Hayır. Herhalde küçük hanım ister diye düşündüm, ben de onu eğitmeye başladım.”

 

“Eğer bir sahibi yoksa atı ben alacağım.”

 

Hayvanlardan hoşlanan birisi değildi ve onlarla arası iyi denilemezdi. Yine de atın görünüşü ve ismi hoşuna gitmişti. Isırılmaktan korksa da elini atın başına yaklaştırdı ve yelesini okşamaya başladı. At hafifçe kişnerken Yu okşamaya devam etti.

 

“Küçük hanım buna ne diyecek?”

 

“Bana izin verir.”

 

Yurine’nin bir hayvanı kendisinden esirgeyeceğini zannetmiyordu. Belki o annesinin atı olduğu için başka birine vermek istemeyebilirdi ama söz konusu Yu ise sorun etmezdi.

 

“Bence, büyük olasılıkla, muhtemelen, yüzde doksan dokuz virgül dokuz ihtimalle, beni babası olarak gördüğüne göre Rie ile birlikte olmamı istiyor. Bana annesini vermek istiyorken bir atın lafını yapacak değil ya...”

 

“Rinoları sürmeyi biliyorum ama atları sürmek de rino sürmek gibi mi?”

 

“Neredeyse aynı. Hatta rino sürmenin daha zor olduğunu söyleyebilirim. Onları sürmeyi biliyorsan ata da kısa sürede alışırsın.”

 

“Kahverengi olduğu için beyaz atlı bir şövalye olamayacak olsam da Başak’ı sevdim. Güzel bir at ve beyazlıklar hoşuma gidiyor.”

 

Eğer beyaz lekeleri olmasaydı sıradan bir at olacaktı ama bu lekeler onun süsüydü.

 

“Öyleyse öğrenmeme yardım eder misiniz? Hem dediğiniz gibiyse pek uğraşmanıza gerek kalmaz.”

 

“Ederim.”

 

Bart’ın kendisine güvenmediğini fark ettiğinde internette gördüğü bir tekniği uygulamayı aklına koymuştu.

 

Canının sıkıldığı bir gün internette gezinirken manipülasyon ile ilgili içeriklere denk gelmişti. Karşılaştığı bir içeriğin hikâyesini hatırlamasa da gördüğü tekniğin ne olduğunu hatırlıyordu.

 

Elbette teknik bir anda Bart’ın kendisini sevmesini ve ölümüne bir sadakatle bağlanmasını sağlamayacaktı. Zaten bir anda böyle güçlü bir bağlılık elde etmenin tek yolu insan algısını aşan büyü ya da Yu’nun Kigaro’ya yaptığı gibi bir sahtekârlıktı.

 

Ama eğer Bart’ın düşüncelerini yumuşatıp kendisine güvenmesini kolaylaştıracaksa tekniği denemeye değerdi.

 

Teknik basitçe bir kişinin, arasının limoni olduğu bir başka kişiden iyilik istemesine dayanıyordu.

 

Eğer istenilen iyiliğin boyutu büyükse reddedilebilirdi ama kolaylıkla gerçekleştirilebilecek küçük bir isteği çoğu kişi reddetmezdi.

 

Hedeflenen kişi isteği kabul ettiğinde bilinçaltı karşısındaki kişi ile olan ilişkisine yatırım yaptığını düşünür ve yatırımının boşa gitmesini istemezdi.

 

Bart tarafından güvenilmediğinin farkındaydı ve Bart konuşmak istediğinde konuşmanın konusunu az çok tahmin edebiliyordu. Bu nedenle asıl konuya başlamadan önce ondan at sürmek hakkında yardım istemişti. Bunun kendisini güvenilmeye daha açık hâle getireceğini düşünüyordu.

 

“Peki, benimle ne konuşmak istiyorsunuz?”

 

Elini atın yelesinden çekti ve yüzünü Bart’a döndü. Bart da gri gözlerini Yu’nun üstüne dikmişti.

 

“Kim olduğunuzu ve küçük hanımla nasıl tanıştığınızı öğrenmek istiyorum.”

 

“Tahmin ettiğim gibi.”

 

Şaşırtıcı bir istek değildi. Bart gibi katedraldeki herkes bunu istiyordu. Hatta Sivina ve Ana da Kigaro ve diğer roaronlar da bunu istiyordu çünkü Yu Valarfin aniden ortaya çıkan ve bir anda herkesin hayatında yer edinen bir adamdı.

 

“Yu Valarfin, buralardan değilim.”

 

Nereli olduğunu söyleseydi ona inanmazdı.

 

“Nereden geliyorsunuz?”

 

“İ-”

 

Ağzından tek bir harf çıktıktan sonra sustu. Sivina ve Ana’ya memleketinin İlonya olduğunu söylemişti. Ana da İlonyalı olduğunu söylediğinde muhabbet ‘İlonya’nın neresinden?’ kısmına ilerlemiş ve Yu’yu zor durumda bırakmıştı.

 

Şimdi aynı hatayı yapmak istemiyordu. Ayrıca şehre girerken karşılaştığı adama daha inandırıcı bir hikâye sunabilmek için Fırtına Krallığı’ndan geldiğini söylemişti. Herkese farklı bir adres verirse başı derde girebilirdi.

 

“Dört mevsimin yaşandığı genel olarak yeşil denilebilecek bir yer. Orası hakkında fazla konuşmak istemiyorum.”

 

Böyle basit bir soruyu bile yanıtlayamıyor oluşu onu güvenilecek kişiler listesinin altına indiriyordu ama daha sonra insanlara farklı yer adları erdiği ortaya çıkarsa güvenilmesi imkânsıza yaklaşacaktı.

 

Tabii dedikleri doğruydu. Dört mevsimin yaşandığı yeşil bir memleketten geliyordu ve geldiği yer hakkında da konuşmak istemiyordu.

 

Bart ona soru sormaya devam etmeden önce hikâyesini anlatmaya başladı.

 

“Gençleri bilirsiniz, heyecan ararlar. Ailemi kaybettiğimde memleketimde durmak için bir nedenim kalmamıştı ve evimi terk edip maceraya çıkmaya karar verdim. Sonunda yolum Rolderhelm’e düştü.”

 

Kısmen doğru söylüyor olsa da Bart’ın ona inanıp inanmadığı konusunda şüpheleri vardı.

 

Sıra hikâyenin en az inandırıcı bölümündeydi ama Rie ve Yurine’nin gizlice yeraltında hareket ettiğinden bahsetmenin doğru olmayacağına inandığından hikâyesinde eksikler olacaktı.

 

“Bir gece yolum Rie, onun çırağı ve küçük hanımla kesişti. Çırağı ağır yaralıydı ve küçük hanım iyileştirmeyi başaramıyordu. Rie benden yardımımı istedi ve en yakındaki yer olan Sigma Kulesi’ne koştuk. Bilmediğimiz şeyse bir tuzağın içine yürüdüğümüzdü. Orada Rie öldürüldü ve ben küçük hanımı alıp kaçtım.”

 

“Hanımefendi öldürüldü mü? Bunu söylememişlerdi.”

 

“Ve sen de bunu kimseye söylemeyeceksin.”

 

‘Siz’ dilini bırakıp ‘sen’ diline geçmiş ve açıkça emir vermişti.

 

“Ardından küçük hanım benden yardım istedi ve ben de onun kâhyası oldum. Bu hikâyeyi bana güvenmek istediğiniz için anlattım, daha fazla şey merak etmek iyi olmaz.”

 

Kendinden çok daha genç ve deneyimsiz birinden emir almanın Bart’ı ne kadar hoşnutsuz ettiğini ekşiyen yüzünden anlaması zor değildi.

 

“Son bir şey daha sorabilir miyim?”

 

“Basit bir şey olsun.”

 

“Neden küçük hanımın yanındasınız? Ondan nasıl bir çıkarınız var?”

 

Sorulan soru düşünmeden cevaplayabileceği kadar basitti. Ayrıca Yurine’nin yarattığı izlenim de dudaklarının neşeyle yukarıya kıvrılmasını sağlıyordu. Herkes, Yurine’nin annesi dışında birini sevmesine şaşırıyordu.

 

“Çünkü onu kızım olarak görüyorum.”

 

Sesi neşeliydi. Onun yanında olmasının ve hayatını tehlikeye atmak anlamına gelse de onun isteğini gerçekleştirmek için uğraşmasının nedenlerinden biri buydu.

 

Kendi arzuları ve ödül beklentisi de işin içindeydi, bunu reddetmiyordu ama Yurine’yi sevmiyor olsaydı sadece bir geceliğine tanıdığı birini kurtarmak için hayatını tehlikeye atıp böyle riskli bir yolculuğa çıkmazdı.

 

“Birisinin yanında durmak için insanın çıkarlarının olması şart mı? Küçük hanım da ben de sevdiklerini kaybetmiş kişileriz. Bu yalnızlığın içinde karşımızda bizi bekleyen zorluklara karşı yan yana durmamız kaçınılmaz değil mi?”

 

Sigma Kulesi’nin ardından Yurine’yi terk etmesi mümkün değildi çünkü onun da bir çeşit Yu Valarfin’e dönüştüğünün farkındaydı. Yu aslında Yurine’nin yanındayken bir yandan da aylar önce ablalarını kaybetmiş geçmişinin yanında duruyordu.

 

“Ama haklısınız,” dedi. Bu sefer sesindeki neşe yerini keder ve ciddiyetin karışımına bırakmıştı. “Benim bir çıkarım var. O mükemmel dünyayı yarattığımda, ölürken ‘en azından hepsinin bir anlamı vardı’ diyebileceğim.”

 

Farklı bir dünyaya geldiğinde arkasında bıraktığı tek şey anılardı, hatırlaması artık ona acı veren hatıralardan başka hiçbir şeyi yoktu.

 

Rie ile tanıştığında ondan hoşlanmıştı ve onun sayesinde yeni bir hayata baştan başlayabileceğini düşünmüştü. Sonra da düşündüğü gelecek Sigma Kulesi’nin küllerinin arasına gömüldü.

 

Sigma Kulesi’nden kurtulmayı başaran Yu Valarfin kocaman bir sıfırdı. Geldiği dünyada sahip olduğu bir geçmiş bile yoktu. Dostlara ya da bir amaca sahip değildi ama Yurine artık hissedeceğini düşünmediği hisleri açığa çıkardı, bir dost oldu ve amaç verdi.

 

Şimdi sahip olduğu tek şey kızıydı ve sahip olduğu tek şeyin mutluluğunu görmek istiyordu ama tek isteği bu değildi. Bunun dışında kendini tatmin etmek ve vicdanını rahatlatmak gibi sebepler de vardı.

 

Aklına Yurine’nin kardeşleriyle birlikte oyun oynadığı bir dünya gelince gülümsedi. Bunun yaşanmayacağını bilse de...

 

“Hayal etmesi bile güzel.”

 

Hayali zihninden dışarı çıktı ve yüzüne saf bir tebessüm olarak yerleşti.

 

“Ama dokunmak istediğim şeyin bir yıldız olduğunu da unutmamalıyım.”

 

“Sormak istediğiniz başka bir şey var mı? Az önceki gibi basit sorularsa cevaplayabilirim.”

 

“Sormak istediğim çok şey var ama hepsini zor olarak değerlendireceğinizi düşünüyorum.”

 

Bart’ın arkasına geçti ve iki dinozorun bağlı olduğu at arabasının kapısını açtı.

 

“Küçük hanım ben bayıldıktan sonra bana yardım ettiğinizi söyledi, teşekkür ederim.”

-------------------------

20.02.2022 – 00:00






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr