Cilt 3 - Bölüm 28: İleriye Gitmek (1/2)

avatar
427 4

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 3 - Bölüm 28: İleriye Gitmek (1/2)


Mora’da hayvansever bir topluluk olmadığı için memnundu. Eğer dünyadaki gibi hayvan hakları savunucuları burada olsaydı Yu’nun yaptıklarını öğrendikten sonra onun aleyhine büyük bir linç kampanyası başlatırlardı.


-Birinci deney: Gece üç karganın suluğuna üç damla kan akıtıldı.


    -Deney sonucu: Sabahın ilk ışıklarında kargaların hepsi ölü bulundu.


    -Belirtiler: Kargaların vücudunda herhangi bir değişiklik gözlemlenmedi.


    -Deney tarihi: Yirmi altı şubat, KSS kırk.


Sabah her zamanki gibi uyanmış, uyuyan Yurine’nin yüzüne bakıp gülümsemiş ve kalkıp ilk iş olarak kargalara bakmıştı. Kafesin içindeki kargaları gördüğünde karşılaştığı heyecan ve korku birbirleri ile birleşmiş, göğsünü titretmişti.


Heyecanlıydı çünkü birkaç damla kan hiçbir belirti göstermeden üç canlıyı öldürmüştü. İnsanları da iz bırakmadan öldürebilecek bir zehrin kullanışlılığı sorgulanamazdı.


Korkuyordu çünkü hiçbir belirti göstermeden canlıları öldürebilen bir zehir damarlarının içinde akıyor, her bir hücresine ulaşıyordu.


“Acaba ani bir ölüm müydü yoksa bir zaman aralığında yavaşça mı öldüler?”


Yurine hâlâ uyurken kargaların vücudunu iyice kontrol etti. Derilerinde bir değişiklik var mı diye tüylerini bile yoldu ama hayvanlar tamamen ölmeden önceki gibi gözüküyordu.


“Küçük bir hayvanı öldürmek için küçük doz yetti. Peki, daha büyük hayvanlarda da aynı şekilde işler mi? Köpeklerde deneyeceğim. Zehir bulaşıcı mı yoksa değil mi diye de kontrol etmem gerekiyor. Ez kaza Yurine’ye bulaştırmak istemem.”


Kuşları çadırından çıkarttı ve etrafına bakındı. Uyanan birkaç roaronun etrafında toplandığı kamp ateşini gördü.


“Günaydın, Bay Valarfin.”


Onlara nöbet görevi verdiğini unuttuğu için Ana’nın aniden duyduğu sesi irkilmesine sebep oldu ve ani bir içgüdü ile kargaları saklamayı denedi ama bunun başarısız bir deneme olduğundan söz etmeye gerek yoktu.


“Günaydın. Hâlâ sen mi nöbet tutuyorsun?”


“Hâlâ değil. Sivina gece kendi nöbetini tuttuktan sonra tekrar değiştik.”


Ana’nın elinde eldivenler olmasına rağmen ısıtmak için ellerini birbirine sürttü. Gözleri, Yu’nun taşıdığı kafeste cansız yatan kargalara kaymıştı.


“Onlar dün gece getirdiğimiz kuşlar değil mi? Onlara ne oldu?”


“Bir takım nedenlerden ötürü yaşamsal faaliyetlerini sürdüremeyecekler.”


Uzun bir cevap verip dolaylı yoldan anlatmanın Ana’yı sersemleteceğini ve kaçmak için ona zaman kazandıracağını umuyordu. Ne yazık ki Yu’nun umudu boşunaydı.


“Onları öldürdünüz mü?”


“Lütfen bana bir pislikmişim gibi bakma...”


Ana’nın bakışlarından hoşlanmadı. Bir pislik olduğunun farkındaydı ama başkası bunu yüzüne vurunca hâlâ inciniyordu.


“Dün gece elimden gelen siyah kanı hatırlıyor musun? O kandan birkaç damlayı kargaların suluğuna koydum.”


“Neden böyle bir şey yaptınız?”


“Çünkü bu sayede artık damarlarımda bir zehrin dolaştığını biliyorum.”


Tıpkı bir moba oyununda olduğu gibi Ana sersemledi, hiçbir cevap veremedi ve Yu ona nöbeti bırakabileceğini söyleyerek kamp ateşi yakmış roaronların yanına gitti.


“Kargalar ölmüş, onları ateşe atabilir miyim?”


Zehirlediği hayvanları gömmektense yakmak daha güvenli bir seçenek olarak gözüküyordu. Zehrin toprağa oradan da topraktan çıkan bitkilere geçip, o bitkileri yiyen hayvanlar vasıtasıyla dünyaya yayılması gibi bir senaryo ile karşılaşmak istemiyordu.


Böyle bir senaryo kulağa son derece saçma gelse de dünyanın kendisini onu zor duruma sokmak için çabaladığından bu saçma olasılığın gerçekleşme ihtimalini yok sayamazdı.


Roaronlar başlarını sallayarak kamp ateşlerinin karga mezarı olarak kullanılmasına müsaade etti. Yu kargaları ateşin içine atarak çadırına geri döndü.



“Yu~ neden uyandığımda yanımda değildin?”


“Özür dilerim, bir dakikalığına dışarı çıkmıştım.”


Yatakta doğrulan Yurine, Yu ile günlük ritüellerini gerçekleştirmek için yanağını çevirdi. Yu sunulan yanağa bir öpücük kondurduktan sonra Yurine’den kendi yanağına bir öpücük aldı.


“Günaydın.”


“Günaydın, Yu.”


Kahvaltıdan önce üzerine siyah kâhya kıyafetini giydi ve aynanın karşısında kendini inceledi. Artık Yurine ile birlikte olduğundan her zamanki abartılı pozlarını veremese de birkaç poz vermişti.


Yurine’ye de asil bir leydiye uygun süslü kıyafetler giydirmişti. Bu dünyanın kız kıyafetlerini pek sevmiyordu fakat bulabildiklerinin en iyisini Yurine için almıştı. Daha sonra ona uygun modern kıyafetler diktirecekti.


Leoral öğlen ve akşam yemeklerini Yurine ile yemek konusunda ısrarcıydı fakat sabahları geç uyandığı için Yurine kahvaltısını Başak Katedrali’nin maiyeti ve roaronlar ile yapıyordu.


Kamplarının Yu’ya ait tarafında çoğunluğu oluşturan kesim roaronlardı. Onlar, Yurine’yi sevdiğinden kahvaltıları beraber yapmak istiyordu.


Roaronlar kahvaltıya dahil olduğundaysa iki yüz kişilik çok uzun bir yemek masası oluşturmaları gerekiyordu. Öyle ki çoğu Yurine’nin ne dediğini duymuyordu bile.


Yine de beraber kahvaltı etmiş sayıyor ve bununla mutlu oluyorlardı. Onlara böyle küçük mutluluklar yaşatmak Yu için de olumluydu, sadakatleri pekişiyordu.


“Sabah şerifleriniz hayırlı olsun kardinal hazretleri. Size de günaydınlar dilerim Bay Valarfin.”


“Tch.”


Dün geceden sonra Link’i görmek bir anda sinirlerini hoplattı. Yüzü asıldı ve onun yüzünü görmemek için başını çevirdi.


“Acaba köpeklerde denemek yerine zehri onun üzerinde mi denesem?”


Dün gece yaşananları hâlâ hatırlıyordu ve hâlâ neden öyle bir şey yaptığına anlam veremiyordu. En azından Link’in kıçına parmağı girdiği için gururu incinmemişti. Eğer tek sokan Link olsaydı geceleri uyuyamazdı.


“Zehri onun üzerinde denemek demek... Bir insan üzerinde ne gibi etkileri olur?”


Kahvaltı masasına oturdular. Her zamanki gibi Yurine masanın başına, Yu da onun sağına oturmuştu. Link, Yurine’nin solundaki üçüncü sandalyeye geçti. Kendinden önceki iki sandalyenin Sivina ve Ana’ya ait olduğunu biliyordu.


Sivina geldi ve “Günaydın,” diyerek kendi yerine oturdu. Ana da onunla birlikte gelmişti.


İkisi de geceyi nöbet tutarak geçirdikleri için uykularını alamamıştı. Daha önceleri de nöbet tutuyorlardı ve o zamanlar uyku sorunu gözükmüyordu. Belki de gece geç saate kadar ayakta durdukları için uykusuzlardı.


“Günaydın,” diye karşılık verdi Yurine.


Ana’nın bir rahibe olacağı hesaba katıldığında hizmetçi sıfatına sahip olup da kahvaltı masasında oturan tek kişi Yu’ydu. Diğer hizmetçiler bununla ilgilenmiyordu ama Yu, önlerine tabakları dizen Bart’ın kendisine attığı bakışları hissedebiliyordu.


Normalde bir hizmetçinin efendisiyle aynı sofrada yemek yemesine sık rastlanılmazdı. Bart’ın arada sırada gözünün ucuyla Yu’ya bakması onu strese sokuyordu.


“Acaba ne planlıyorlar?”


Eğer dün gece Luna’nın aklına girmeseydi Bart’ı zararsız biri olarak görebilirdi. Şimdiyse Yu onun yakınında olmasından bile rahatsızdı.


“Kesinlikle kabul edilemez, Yurine’nin yanından ayrılamam.”


“Afiyet olsun,” dedi Bart.


Yu o anda kararını verdi, hiçbir şeyi riske atmayacaktı.


“Hey, beni beklememişsiniz.”


“Hmm? Seni bekliyordum aslında, sadece kahvaltıya başlamak için beklemiyordum.”


Kigaro gelip Yu’nun yanına oturdu. Nöbet listesini yazan Yu olduğu için Dimen’in şu anda nöbette olduğunu biliyordu.


“Sana anlattığım şey ile ilgili hiçbir şey oldu mu?”


“Hayır.” Yu’nun ciddi bir soru sorduğunu bilen Kigaro onu ciddi bir şekilde yanıtladı.


Yu, Raul’un kendi çadırlarına girebileceğini zannetmiyordu ama bir anda çıkıp Sivina ya da Ana ile konuşmasını da istemiyordu.


Bu yüzden Kigaro’ya emir vermiş ve Ana ile Sivina’nın etrafında nöbet tutmalarını istemişti. Raul’un nasıl gözüktüğünü detaylıca tarif etmiş, öyle biri gözüktüğü an öldürmelerini söylemişti.


“Tch, keşke dediğim gibi olsaydı.”


Raul’un bir aptallık yapmasını ve Sivina ile görüşmek için ona yaklaşmaya çalışmasını isterdi. Böylece Kigaro onu hemen öldürebilir ve sorunları çözülürdü.


“Ne dediğiniz gibi olsaydı?” diye sordu Ana.


“Önemli bir şey değil.”


Kigaro yalan söylediğini biliyordu ama ona da bunun iki kızın iyiliği için olduğunu söylediğinden Yu’nun yalanını açığa çıkaracak bir şey söylemedi.


“Yu, artık kahvaltıda iş konuşmayı bırakıp yemeğine ye. Hadi, kuş geliyor!”


“Sen benim annem misin?”


Yurine peyniri çatala batırıp Yu’nun ağzına doğru götürürken Yu güldü ve ağzını açtı.


***


Konvoyları kıyı yolunu takip ediyordu. Ön tarafta, arkadan gelen kardinal hazretlerinin güvenliğini sağlamak için Vermilia askerleri ilerlemekteydi.


En arkadaysa roaronlar vardı. Roaronlar ve Vermilia konvoyu arasında kalan beyaz vagon ise Yu’ya aitti. Bart tarafından kullanılan vagonun iki yanında dört roaron rinolarını sürüyordu.


“Güneş açıyor. Karlar erimeye başlayacak.”


Bir çocuk olduğu için karların eriyecek olması onu üzüyordu. Yu da çocukken karların erimesini istemezdi. Büyüdükçe kışın bitmesini ve baharın gelmesini istemeye başladı ama şimdi, baharın gelişi demek ölümüne de yaklaştığı anlamına geldiğinden günlerin geçmesi onu korkutuyordu.


“Dokuz ay sonra tekrar yağmaya başlar.”


Yu’nun elinde bir defter vardı. Defter aldığı notlardan oluşuyordu. O kadar çok not almıştı ki sayfalarının neredeyse tümü doluydu, okuldayken bile bu kadar çok not almıyordu. Zaten çoğu şeyi internette bulabildiğinden not almaya gerek görmediği konular bile vardı ama elindeki deftere baktığında artık not alacak yer kalmadığını fark etti. Yenisini almalıydı.


Bu bitirdiği ilk defter değildi, pek çok defteri vardı ve çoğunu Büyücülük Akademisindeyken tutmuştu.


Küçük kütüphane ona açıldığında içinden istediği tüm kitapları almasına izin verilmemişti. Yine de istediği kitaplardan istediği kadar not alabileceğini söylemişti Maron. O da uyku düzenini bozmayı riske almış ve gecesini gündüzüne katarak not üstüne not almıştı.


Notları hızlı alabilmek için Latin alfabesiyle yazmıştı, bu yüzden onun dışında bu defterleri okuyabilecek çok fazla kişi yoktu.


“Nereye yazmıştım bunu ya...”


Birkaç defter doldurduktan sonra aradığı şeyleri daha kolay bulabilmek için defterlere içindekiler bölümü eklemişti ama bu yazdığı ilk defterlerden biri olduğundan içindekliler bölümü yoktu, bu yüzden aradığı şeyi bulmakta zorlanıyordu.


“Buldum.”


Bu defter zehir ile ilgili bilgiler içeriyordu. Maron zehir ile ilgili kitapları almasına izin vermeyince Yu her şeyi buna not etmişti.


Güçsüzdü, savaşamazdı bu yüzden tehditlerle başa çıkmak için kendi yöntemlerini bulmalıydı. Zehir, Yu’nun bulduğu yöntemlerden birisiydi.


“İyi ki Rolderhelm’de olduğumuz sırada bir şeyler almışım.”


Yu’nun elinde zehir yapımında kullanabileceği ilaçlar ve bitkiler vardı. Rolderhelm’de bunları bulması kolay olduğundan orada bolca istiflemişti.


“Ne okuyorsun?


Yurine, Yu’nun yanına yanaştı ve elinde tuttuğu notlardaki yazılara göz attı. Doğal olarak hiçbirini anlamıyordu.


“Dulzehri. Nefes darlığına yol açan bir zehir. En sonunda kurbanın nefes almasını engelliyor ve onu öldürüyor.”


“S-Sen, niye böyle bir şey okuyorsun?”


“Leoral ve Bart’ı zehirleyeceğim.”


Kısık sesle ve sakince söyledi cümlesini. Birinin ölüm kararını öylece vermek, kendini haklı görse de zordu.


“Neden? Onları kovsak olmaz mı?


“Onları kovmaya çalışsak Leoral haklı olarak bunu benim yaptırdığımı öne sürecek ve seni kontrol ettiğimi iddia edip yakandaki şeytanı yok etmek için askeri gücünü kullanacak. Roaronlar ile kendimi korumayı denesem ve karşımızdaki güçsüz düşmüş bir düşman olsa da onun ordusuna karşı pek şansımız yok.”


Leoral eğitimli şövalyelerini ortaya koyabilirdi, Yu’nun ise savaşa sürebileceği otuz roaronu vardı.


“Leoral ve Bart, o ikisi bir şekilde İlonya’daki olaylarla beni bağlayabiliyor ve Raul’un bir anda ortaya çıkması da onların eline daha fazla koz verdi. Eminim Rie’yi öldürdüğümü bile düşünüyorlardır. Senin yanında olmamı istemiyorlar. Böyle bir şey kabul edilemez.”


Sahip oldukları büyük ideal dışında Yu, Yurine’yi bırakmayı istemiyordu. Ölüm dışında hiçbir şeyin onları ayırmasına izin vermeyecekti.


“Fikirlerini sürdürüp başkalarına da yaymamaları için onları aradan çıkaracağım. Bunun hakkında ne düşünüyorsun?”


Onun fikrini merak ediyordu. Yu iki kişinin ölümüne kendi kafasına göre karar verdiyordu ve Yurine'nin buna ne diyeceğini bilmek istiyordu.


“Yu, eğer bizi ayırmaya çalışacaklarsa ölmeliler.”


Yurine’nin cevabı da sessiz ve sakindi. O da tıpkı Yu gibi soğukkanlılıkla kararını verdi. Yurine’nin gözünde onları ayırmaya çalışanlar her kim olursa olsun yok edilmeliydi.


“Bir çocuğun birilerinin ölüm fermanını vermesi korkunç...”


Yurine’yi böyle şeylere zorladığı için kendisinden daha fazla nefret etti. Yeni dünyada onun normal bir çocuk olmasını sağlayacaktı.


“Mola verdiğimizde sen Sivina’nın yanından ayrılma. Ben, Kigaro ve Dimen ile Bart’ı alacak ve yol kenarında tenha bir yer bulacağım. Orada işi bitecek. Daha sonra da kaybolduğunu söyler, sonra da biraz ararız fakat bulamayınca yine harekete geçmemiz gerekir. Merak etme, onu bulamamaları için bir fikrim var. Sen sadece durduğumuzda bugün iyi hissetmediğini söyleyip mola süresini uzat.”


Yurine başını salladı ve omzunu Yu’nun omzuna dayadı.


“Yurine, Raul meselesi hakkında... Roaronlar onun yaklaşmaması için Sivina ve Ana’nın etrafında olacak fakat Leoral elbet onu bizim yanımıza getirecektir. O zaman geldiğinde senden bir şey istiyorum...”
-------------------------
02.03.2022 - 21:49






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr