Cilt 3 - Bölüm 32: Günlük İşler (2/2)

avatar
447 3

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 3 - Bölüm 32: Günlük İşler (2/2)


Yurine’nin böyle bir yerde olmasına gerek yoktu. Hatta Yu onun burada olmasını istemezdi. O yüzden malikânenin hücrelerinden birinde bir devin otopsisini yaparken yanında sadece güvenliği sağlamak amacıyla dört roaron bulunuyordu.


“Berbat kokuyor...”


Ama buna bilim için katlanacaktı.


Yani... Aslında sadece kendini tatmin etmek istiyordu. Bilim için yaptığı şeyler yok olacak bu dünyada hiçbir anlam ifade etmediğinden yazdığı kitaplar da yaptığı bu otopsi de sadece kendini tatmin etmek dışında bir amaca hizmet etmiyordu.


Merakını gideriyor, bilgilerini tazeliyor ve boş vaktini öldürüyordu.


Devin iki kalbini alıp çıkardıktan sonra birini masanın üstüne bıraktı ve diğerini iyice inceledi. Sahiden çok büyüktü. Yu parmağını kalbin üstündeki ana atar damara soktu ve içeriye ilerletti. Huylanınca geri çıkardı.


“İki tane kalbe sahip olmalarına hâlâ alışamadım. Devlerin iki kalbi olduğu zaten biliniyordu ama hâlâ tuhaf.”


Önünde üç metrelik bir dev vücudu yatıyordu. Burada fantastik canlıları görmek biraz zor olduğundan Yu bir devin öldüğünü duyunca onu hemen buraya getirtmişti.


“Ama bu büyük bir hayal kırıklığı oldu. Dev tam da çekirdeğinin üstünden yaralanmış. Devin çekirdeğinin nasıl olduğunu merak ediyordum.”


Çekirdek denilen bir organ sayesinde bu dünyadaki canlılar mana üretiyor ve bazıları bu manayı kullanarak büyü yapıyordu.


Yu'nun bir çekirdeği yoktu ve kendisinde olmaması çekirdeklere karşı onu daha meraklı yapıyor, bir insan çekirdeğini görmeyi istiyordu.


“Bart'ı keserken aklıma gelseydi keşke, tüh...”


Devin çekirdeği yok olmuştu ve hâlâ insanların çekirdiğini inceleme fırsatı bulamamıştı. Tavukları ve köpekleri kesip çekirdeklerine bakmıştı ama o da Yu için tatmin edici değildi.


Tavuklardaki çekirdek adı verilen organ bir santimetre çapında, mavi, yumuşak ve içinden sarı ve yeşil karışımı bir sıvı akan bir yapıydı. Yu akan sıvıya parmağı ile dokunmuştu ama kötü kokusu dışında herhangi bir özelliği yoktu.


En azından Yu bir özellik keşfedememişti. Yurine ise o sıvının içinde az miktarda mana hissettiğinden bahsetmişti. Sonraki yarım saat içinde bu çekirdek ve sıvısı eridi, buharlaştı ve havaya karıştı.


Köpeklerde yaptığı deneylerde de çekirdek neredeyse farksızdı. Tek farkı organın bir sanitemedreden biraz daha büyük bir çapa sahip oluşuydu ama iki santimetreyi geçmiyordu.


“Burası neden böyle kokuyor? Aman tanrım, sen ne yapıyorsun böyle?”


“B-Bay Valarfin? Bu da ne?”


Hücrelere Link ve Luna girmişti. Luna’yı buraya çağırmasının sebebi Yu’ya ellerini yıkayabileceği bir kova su getirmesiydi. En azından ona böyle söylemişti.


Asıl neden ona tuhaf biri gibi gözükmek ve duygularını değiştirmekti.


“Hmm? Sorun nedir? Farklı canlıların vücudunun nasıl işlediğini merak ediyorum. Bu yüzden yakınlarda bir devin öldüğünü öğrenince hemen buraya getirtip incelemeye başladım. Açıkçası benim için de iğrenç ama merakım tiksintimi bastırmamı sağladı.”


Devin teni griydi ve uzun kahverengi saçları yağlıydı. Yu işini bitirip onu malikâneden atmalıydı yoksa leş kokusu yüzünden çok fazla şikâyet almaya başlayacaktı.


“Senin için düşündüğüm tüm o güzel şeyleri mahvetme lütfen,” dedi Link.


“Benim için güzel şeyler mi düşünüyorsun? Bunu hiç talep etmemiştim... Ama hatırlıyorum da bir keresinde Yurine de bana böyle demişti.”


Link yüzünü ekşiterek devin cesedine baktı. “Çok doğru demiş.”


Luna ise devin cesedini görmemek için yere bakıyordu ama baktığı yerde de devin bağırsakları vardı. Su dolu kovayı yere bıraktıktan sonra devin olduğu masadan uzaklaştı.


“B-Ben... Başka bir şey yoksa ben gideyim.”


“Yok, sağ ol.”


Luna koşarak hücrelerden çıkarken Yu ve Link baş başa kaldı. Link de devin cesedinden uzaklaşmıştı. Sırtını hücre duvarına yasladı ve kollarını göğsünde birleştirerek konuştu.


“Sen tam olarak ne yapıyorsun? Bu ne şimdi?”


“Benim geldiğim yerde böyle canlılar bulunmuyor. Ben de vücutlarının nasıl olduğunu merak ediyorum. Bu yüzden de buradayım işte.” Yu bir pense yardımıyla devin penisini tutup kaldırdı ve Link’e gösterip güldü. “İğrenç, değil mi? Ayrıca küçük. İşte bu penis, o iğrenç hentaileri yapan yavşakların kıçına girsin.”


Birkaç defa maruz kaldığı hentailerde devlerin absürt derecede büyük penisleri vardı ve insan kızlarına işkence ediyorlardı.


“B-Bunu bana neden gösteriyorsun?” Link, gözlerini Yu’nun tuttuğu dev penisinden kaçırdı. İsminin aksine penis dev gibi değildi. Bir insan penisi ile aynı boyuttaydı.


“Sadece, devlerin penislerinin büyük olmasını beklemez miydin? İnsan penisleri ile aynı boyuttular ama bu çok da şaşırtıcı olmamalı aslında. İnsan ırkı, diğer primat türleri arasında en büyük penise sahip olan ırk, neden acaba?”


“Bu bilgi ile ne yapacağımı bilmiyorum.”


“Ayrıca bu penisin kemikli olduğunu biliyor muydun? Normal kemik gibi değil, eriyen türden. Evet, dev penisinin içinde çekiç benzeri bir kemik var ve penisin şekli aşırı kavisli, insanlarla ilişkiye girmelerini mümkün kılmayacak şekilde bir kavis bu. İşte bu, benim Büyücülük Akademisindeki araştırmalarımda karşılaşmadığım bir bilgi. Buradan yola çıkarak dev kadınlarının vajinasında da kemik olduğunu söyleyebiliriz sanırım. Anahtar ve kilit gibi birbirlerini tamamlıyor ve türler arası çiftleşmeyi önlüyorlar. Yani dev hentaileri sahiden de gerçek olamaz.”


Link ellerini yüzüne götürüp ofladı. Yu’nun bir anda ona verdiği bilgiler gerçek anlamda işine yaramayacak şeylerdi ve şu anda onun tuhaf biri olduğunu düşünüyor olmalıydı ama Yu’nun bununla bir sorunu yoktu. Sonuçta Link, birbirlerine fitil sokmayı teklif etmiş bir adamdı.


“Buraya sana rapor vermeye geldim. Odama gel de aldığım notlara bak.”


“Peki, geliyorum.”


Üstündeki önlüğü çıkardı, ellerini yıkadı ve normal kıyafetlerini giydi. Üzerinde kan olmadığını Link’e onaylattıktan sonra devin cesedine daha sonra dönmek üzere onu burada bıraktı ve beraber malikânenin üst katlarına çıkmaya başladılar.


“Kardinal hazretleri nerede?” diye sordu Link.


“Ana ile büyü üzerine çalışıyorlar.”


Bu dünyadayken günlerinin boş geçeceğine dair bir korkusu vardı ama düşündüğü gibi olmamıştı. Yapacak bir şeyler buluyor, günün çoğunu eğitim ya da şehir işleri ile ilgilenerek geçiriyordu.


Ve bir de ordu kurma işi vardı. Cornelia kuşatmaya gitmeden önce Virgo’da kalan savaşabilecek adamların çoğunu aldığı için kuracakları ordu ilk kez ellerine silah alacak genç erkeklerden oluşacaktı.


Paralarının büyük kısmını ordu kurmak için harcıyorlardı ve savaş kaybedilirse büyük sıkıntıya düşeceklerdi. Ayrıca bu zararı karşılamak için daha sonra Cornelia ile ticari konulardan konuşması gerekiyordu.


Güvenliği sağlamak amacıyla malikânede, Başak Katedrali üyelerinin kaldıkları odalar birbirlerine yakındı. Bu yüzden pek kullanmadığı odasının hemen karşısında yer alan odaya geldiler. Burada Link kalıyordu.


Yu hepsine odalarının kapısını çıkarken kilitlemeleri gerektiğini tembihlediğinden Link anahtar ile kapıyı açtı ve içeri girdi. Bir şey demeden Yu da onun arkasından girdi.


Oda gayet sadeydi. Hatta buraya geldiklerinde odayı aldıkları ilk hâlinden pek bir farkı yoktu. Sadece masanın üstünde birkaç kâğıt vardı ve yatağın üzerine birkaç parça kıyafet atılmışı.


Ve bir de en son İlonya’dayken gördüğü bir ağaç figürüne sahip madalyon gözüne ilişmişti. Kâğıtların olduğu masanın üzerinde duruyordu.


Link madalyonu orada unuttuğunu fark edince Yu’ya fark ettirmeden alıp çekmeceye atmayı denedi ama Yu çoktan görmüştü. Rolderhelm’de bu tarzda sembolleri sık gördüğünden figürü tanıması zor olmamıştı.


“Saklamakta başarısız olduğunu düşünüyorum.”


O sembol bu topraklarda tapılmayan bir tanrıçaya aitti, bazılarının Doğa Tanrıçası bazılarının da Toprak Tanrıçası dediği Rheia’ya.


“Fakat böyle önemli bir detayı nasıl unutabilirsin ki? Sana olan güvenimi zedeleme lütfen.”


“Bana olan güvenin odamda başka ilaha ait bir sembol gördüğünden değil de o sembolü saklamakta başarısız olmamdan mı zedeleniyor?”


“Yani, bir anda ortaya çıktığından zaten sağlam bir güven temelim olduğu söylenemez ama ben de bir anda ortaya çıkan biri olduğum için bunun hakkında fazla konuşmayacağım.” En nihayetinde kimileri onu Link'den daha az güvenilir bulmuştu. Şimdi o kişiler burada değildi tabii. “Ama evet, tam olarak bu yüzden zedeleniyor. Ben olsaydım onu masanın üstünde unutmazdım ama ben olsaydım zaten herhangi bir ilaha bağlanmazdım.”


Link’in bağlı olduğundan da emin değildi gerçi, belki öylesine bir süstü.


“Ama belki güzel bir tanrıçaya bağlanabilirim.”


“İlah seçimi konusundaki kriterin beni hayrete düşürüyor.”


Yu konuşmak için Link’in yatağına oturdu. Raporlar hakkında konuşmadan önce bu mesele hakkında konuşmak istiyordu. Onun kime taptığı umurunda değildi ama Zodyaist değilse eğer, neden Başak Katedrali’nde duruyordu ki?


“O, Rheia’nın sembolü. Rolderhelm’de çok görürdük.”


“Evet, öyle.”


Masasının önündeki sandalyeyi Yu’nun karşısına çekip oturdu. Artık saklamaya gerek olmadığı için madalyonu çıkarıp eline almıştı.


“O öylesine bir süs eşyası mı yoksa sahiden Zodyaist değil misin? Eğer öyle değilsen neden Zodyaist bir topluluğun arasındasın ki? Neden Pontifeks seni buraya atadı? Bir münafık mısın?”


“Bir süs eşyası değil, ben de Zodyaist değilim ve münafıklık konusuna gelince...” Link gülümseyen Yu’yu süzdü. “Tek olduğumu zannetmiyorum. Bence sizin hizmetçiler dışında Başak Katedrali’ndeki herkes münafık.”


“Başak Kardinali’nin de öyle olduğunu iddia ediyorsun yani? Bu dilini kaybetmeni sağlayacak bir söz.”


“Sen de kızının sahiden bir ensest tanrısına tapmasını istemiyorsundur bence.”


“Ah, vay... Bu beklenmedik derecede öfkeli bir yanıttı.”


Link’i çok fazla ciddi hâlde görmezdi ve onu ikinci kez öfkeli görüyordu. Aslında öfkeli değildi, en azından Yu’ya karşı öfkeli değildi.


“Ama münafıklık konusunda haklısın.”


Din için çabalamıyor, ona inanmıyorlardı bile. Yu’ya göre Azer’in sözleri saçmalıktan ötesi değildi.


“Ama neden?” diye sordu Yu. “Neden bir başka ilaha tapıyorsun? Hatta neden bir ilaha taptığını bile anlamıyorum. Senin de benim gibi olduğunu düşünmüştüm. Yani, ilahsız.”


Yu bu dünyanın tanrıları ile ilgilenmiyordu ve Link’in bir ilaha taptığını da düşünmemişti. Onun dini bir örgüte bağlı olduğu tabii ki de ortadaydı ama onun da kendisi gibi, kendi çıkarları uğruna burada olduğunu düşünüyordu.


“İlahsız, dışarıdan öyle gözüküyorum demek.”


Yu başını sallayarak onayladı.


“Paranın ve imanın kimde olduğu bilinmez sözü doğruymuş sanırım.”


Link elindeki madalyona bakarak gülümsüyordu. Madalyonu yumruğunun içine aldı ve göğsüne götürdü.


“Longların hepsi Azer’e tapıyordur herhâlde. Belki bizim gibi birkaç istisna vardır, bilemiyorum.”


“Sizin gibi?”


“Ben ve kardeşlerim. Gerçi artık sadece ben kaldım.”


Yu bu acıyı anlıyordu. Link’in yüzündeki buruk gülümseme onlarla ilgili güzel anıları hatırladığını gösterirken aynı zamanda yokluğu yüzünden azap çektiğini anlatıyordu.


“Başın sağ olsun.”


“Sağ ol.”


Ayağa kalkıp madalyonu çekmeceye koyduktan sonra eline hazırladığı raporları aldı ama bunu sadece oyalanmak için yapmıştı. Tekrar yerine oturdu ve raporlar hakkında konuşmadı.


“Annem bu topraklardan değil, sıradan bir tüccarın kızıymış. Babam ile annem, dedem buraya ticaret yapmaya geldiğinde tanışmışlar. Eğer evlenecek asil bir kız bulamazlarsa Longlar arasında akraba evliliği yaygındır, kanı saf tutmak amacıyla yapılır. Bu yüzden babamın, hiçbir soyluluğu olmayan bir kızla evlenmesi bizim önce Yachi kolundan sonra da Long klanından uzaklaşmamızı sağlamış.”


Link hikâyesini anlatırken Yu’nun gözlerine değil elindeki kâğıtlara bakıyordu. Arkasına yaslanmıştı.


“Biz aileden uzaklaşınca da annem babamı ikna etmiş ve gizliden Rheia’ya tapmaya başlamışız. Bir ilaha tapmanın pek bir faydasını görmedim gerçi ama dünyayı kurtarmak için rahatını bozan tek ilah olduğundan Rheia, insanların kulluğunu hak eden tek ilah. En azından ben buna inanıyorum.”


Link ayağa kalktı ve yazdığı raporları Yu’ya uzattı. Yu raporları Link’in elinden alırken göz teması kurdular.


“Longlardan uzak olduğunuz için mi Yu Zao’nun yanında değilsin?”


“Hayır, barışın başka yoldan geleceğine inandığım için onun yanında değilim.”


“Hangi yol?”


“Belki sonra, çok sonra anlatırım.” Link buruk gülümsemesini sürdürdü. “Başka sorun var mı?”


“Evet, bir tane daha...” Ayağa kalktı ve elindeki kâğıtları okurken Link’in arkasına geçti. “Neden Zodyaist olmamana rağmen bizim yanımızdasın? Barışı Zodyaistlerin getireceğini düşünmüyorsundur herhâlde.”


“Hayır, düşünmüyorum. Sizin yanınızda olmama gelirsek de,” Link ona yüzünü döndü ve kendisine baktığını fark eden Yu okumaya başladığı rapordan gözünü ayırıp onun gülümseyen yüzüne baktı. “Çok ilgi çekicisiniz.”


Gözlerini kısmış ve yüzüne uzun bir gülümseme yerleştirmişti. Bir avucu ona doğru bakıyorken bir şey talep ediyor gibiydi ama Yu bunu sadece öylesine bir hareket olarak algıladı.


“Erkekçi.”


“Ah, beni yanlış anlamak senin fesatlığın.”


Onun ne planladığını düşünmeyi bir süre bıraktı ve elindeki rapora odaklandı. Link bu işten anlıyor gibiydi, çok detaylı bir rapor hazırlamıştı.


Rapor, Leshua Von Shimien hakkındaydı. Burada yazana göre yirmi yedi yaşındaydı ve ailesini öldürdüğünden şüpheleniliyordu. Bir anda yüklü bir mirasın tek sahibi olması bu şekilde açıklanmıştı.


Aşk hayatı yoktu ama kızlara düşkün olduğu rapora eklenmişti. Yu’nun elindeki kâğıtta yazana göre malikânenin hizmetçileri ile son derece içli dışlıydı.


“Onun buradaki kızlar ile neler yaptığını nasıl öğrendiğini merak ediyorum.”


Link, Yu’ya cevap vermedi ve Yu okumaya devam etti.


“Tarım arazileri var demek, sadece tüccar zannediyordum ama baya arazisi varmış. Yiyecek ticaretinden çok para kazanıyor...dur...”


“Aklına ne geldiğini sorabilir miyim acaba?”


Link kaşlarını kaldırırken Yu’yu anlayabilmek için başını eğdi.


“Bir ordu topluyoruz ve yiyeceğe ihtiyacımız var. Neden Leshua’dan almayalım ki?”


“Saçmalama, o adamı daha da zengin etmeye mi çalışıyorsun?”


Yu başını iki yana salladı. “Hayır, onu ve diğerlerinin kökünü kazımak istiyorum.”


“Bunu ondan alışveriş yaparak nasıl sağlayacaksın?”


“Sahte paralar ile.”


Link onu ciddiye aldı mı yoksa hâlâ ne dediğini anlamaya mı çalışıyor bilmiyordu ama ona düşünmek için fazla fırsat vermeden anlatmaya başladı.


“Altına bakır karıştırıp gramıyla oynasak kim fark eder ki? Evimdeyken böyle haberler görmüştüm. Benim geldiğim yerde bile fark edemiyorlarsa buradakiler hiç fark edemez. Önce bu şekilde herhangi birine vereceğimizden daha az parayla tüm erzakını düşman kılığında satın alacağız. Burada daha önce kraliyet ile ticaret yaptığını yazmışsın o yüzden hayır demez diye düşünüyorum, hem çok para vereceğiz. Daha sonra da sahte para kullandığı ve düşmanla iş birliği yaptığı gerekçesiyle yakalayıp hapse atacağız.”


“Sen bir dolandırıcısın.”


“Harika bir plan ortaya sunduğum için bana hakaret etmene gerek yok. Leshua’dan böylece kurtulabiliriz ve geriye üç kişi kalır. Yaşlı ve kör olan da yaşlılıktan ölse kimse sorgulamaz bence.”


Leoral’e yaptığı gibi bir şeyi ona da yapabilir ya da kalp krizi geçirmesine yol açacak kadar korkutmayı deneyebilirdi. İkinci seçenek için hayal gücünü çalıştırması gerekirdi ama ondan kurtulmanın kolay olacağına inanıyordu.


“Onu buraya Andromeda Kilisesi atadığına göre neler yaptığından haberleri vardır. Onun ihanetini görmezden gelebilirler,” diye itiraz etti Link.


“Öyleyse onlara bu fırsatı vermeden idam eder ve kanıtlarımızı rapor olarak iletiriz. Kızarlar belki ama eğer Leshua’nın yaptıklarını halk duyarsa hiçbir şey diyemezler.”


“Anlıyorum ve sen...” Link elini Yu’nun omzuna koydu. “Bir şeytanın gözlerini kızartabilecek yegâne insansın.”
-------------------------

Cilt 2 - Bölüm 7'de eklemeler yaptım. Bu eklemelerin karakteri daha derin kıldığına inanıyorum. Fikri veren Yasin'e teşekkür ederim.


16.02.2022 - 21:33






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr