Eski savaşların kayıtlarıyla dolu kitapların dizildiği bir masanın başında oturan Yu, sakince Sivina ve Link’i dinliyordu.
“Kuşatma savaşına destek için gideceğiz, bizim süvari birliği kurmamıza gerek yok. Zaten süvari birliği oluşturmak için zamanımız da yok.”
“Link’e katılıyorum. Hanımefendi Cornelia’nın süvari birliği vardır zaten, onlar yeterli olur. Bütçemizi kuşatma silahları için kullanalım.”
“Öyle diyorsanız...”
Yu süvari fikrini hiçbir zaman ortaya atmamıştı, o ikisi kendi kendilerine konuşup kendi kendilerine bir karara varıyordu. Kuşatma silahlarına önem verme fikrine de en başından beri sahipti.
“İyi anlaşıyorsanız sorun yok.”
Link ona verilen görevin kalanını da kısa sürede tamamlamış ve meclislerindeki üyeler ile ilgili topladığı bilgileri bir rapor hâlinde Yu’nun önüne koymuştu.
Leshua Von Shimien ile ilgili raporunu önceden okumuştu, ticaretin yanında birtakım illegal işler ve tefecilik gibi şeylerle de uğraşan birisiydi. Onunla ilgili hamlesini zaten yapmıştı ve kraliyet safından biri olduğunu iddia ederek savaş için erzak satın almak istediğini ilettiği sahte bir mektup göndermişti.
Diğer raporlara baktı. Verryho, Link’in daha önce ona söylediği gibi bir adamdı. Çocukluğunda kerhaneye düşmüştü ve büyüdüğünde de düştüğü kerhanenin sahibi olmuş, kırk yaşına gelene dek Mora’daki çoğu kerhaneyi satın almıştı. Kadın ticareti ile ünlenmiş birisiydi.
Ravin, dış görünüşünden şüphelendiği gibi yolsuzluk yapan bir rahipti. Kiliseleri Leshua ve Verryho gibi adamların illegal şekilde elde ettiği paraları temizlemek için kullanıyordu. Sadece bu da değildi; halkın yaptığı tüm bağışlar Ravin’in cebine gidiyordu ve kiliseler içerisinde pek çok taciz haberi vardı.
Meclislerinin yaşlı üyesi, Beny Von Dandon da onları şaşırtmayacak şekilde kirli işlere bulaşmıştı. Virgo yakınlarında uyuşturucu tarlaları vardı ve köle ticareti yapıyordu. Köle ticareti yasaldı ama uyuşturucunun cezası idamdı.
Meclislerine atanan bu dört kişi sadece nefes alırken bile sicillerine suç işleniyordu. Zodya yasalarına göre şimdiye dek dördü de ölmüş olmalıydı.
Fakat en ufak ceza almak bir yana, bir şehrin yönetimine getiriliyorlardı.
“Çürük, çürük, çürük...”
Yaptıkları toplantılarda sürekli üstünlüğü ele almaya çalışıyorlar, kendi yararlarına kararlar alınmasını istiyorlardı.
Yu aynı anda hem savaş hem de onlarla ilgilenmenin doğru olmayacağını düşünüyordu. Şimdilik onların suyuna gitmeye çalışıyordu, daha sonra onların işini sırayla halledecekti. İlk hedefi de Leshua’ydı.
Onun dışında şimdilik Yu, onlar tarafından kontrol ediliyormuş gibi yapıyor ve makul olan isteklerini kabul ederek zenginleşmelerine olanak sağlıyordu.
“İşler planladığım gibi giderse tüm servetlerine konabilirim ama ilk hedefim Cornelia, onu kazanmalıyım.”
“Ordumuz hazır, on bin askere sahibiz. Kuşatma için yeterli demezdim, hatta Vermia için kesinlikle yeterli değil ama Cornelia’nın güçleri ile birleştiğinde bir şansımız olacak. Kalan zamanımızı erzak depolama ve kuşatma silahları için malzemeleri ikmal etmeye harcayacağım. Erzak işini senin dediğin şekilde yapıyorum.”
Yu başını salladı. Link aynı anda pek çok işi yürütebilen çok yönlü bir adamdı. Birinci Dünya’daki işverenler onun gibi bir çalışana bayılırdı.
Raporları oluşturmuş, bu esnada orduyu toplamak konusunda Sivina’ya yardım etmiş, sonra da bakır karışımlı altınları hazırlama işini üstlenmişti. Onun gibi astlar Yu’yu başarıya götürecek harika yapı taşlarıydı.
“Askerlerin durumu nasıl peki?”
“Yani...” Sivina tavana bakarak vereceği cevabı biraz düşündü ve sonra başını eğerek Yu’ya baktı. “Askerlerin yarısı hâlâ ergen, diğer yarısı da ergenlikten yeni çıkmış ya da çıkmak üzere.”
Bu dünyada, hatta orta çağda da on beş yaşındaki çocukların askere alınması enteresan değildi. Yu çocukları askere alırken biraz tereddüt etse de dünya için normal bir durum olduğundan bunu yapmıştı.
“Mart sonuna doğru yola çıkıp nisanın ilk ya da ikinci haftası orada olacağımız göz önünde bulundurulduğunda çok uzun bir eğitim almamış olacaklar ama hâlâ verilen eğitim yeterli.”
“Yeterli mi?”
“Evet, yeterli.” Sivina başını sallayıp sözünü tekrar etti. “Rolderhelm ve İlonya’daki gibi düzenli orduları beslemek çok fazla para ister. Mora gibi ülkelerde savaş zamanı erkekler toplanır ve kısa bir eğitimin ardından muharebeye gönderilir. Karşımızdaki düşmanlar da Cornelia’nın askerleri de normalde çiftçi, berber, ayakkabıcı olan kişiler. İlonyalı olduğunuzdan size tuhaf gelebilir ama durum buralarda böyledir.”
Zengin ülkeler düzenli orduları besler, diğer ülkelerse savaş zamanı toplardı. Savaş zamanı eline mızraklarını alan askerler düşman üstüne yürürdü ve eşit seviyede eğitimsiz olan askerler karşı karşıya geldiğinde başarı çoğu zaman komutanlara bağlı olurdu.
Tabii ki de düzenli birlikler vardı ama bunlar genel tablonun küçük bir kısmını oluşturuyordu. Genelde bu birlikler ülkeyi savunmak için kullanılırdı.
“Beni asıl endişelendiren şey ordunun çok genç olması. Ellerine pahalı oyuncaklar verdiğimiz çocukları savaşa göndereceğiz.”
“Ellerine pahalı silahlar verdiğimiz çocuklar ile birlikte savaşa gideceğiz. Bu ayrıntıyı atlamayalım.”
Küçük bir detay gibi görünse de gayet önemli bir parçaydı. Onlar, özellikle Yu ve Yurine savaşta olmalıydı. Cornelia’nın yanında bulunacak ve dostluğunu kazanmak için her şeyi yapacaklardı.
“Öyleyse şenliğe katılacak mıyız? Arada sırada bizim de eğlenmemiz gerek.”
Rapor işleri bittiğinde Link ve Sivina geri çekilmiş ve görev modundan çıkmışlardı. Omuzlarını salmış, gülümsüyorlardı. İkisi de karnaval için heyecanlıydı.
“Sadece üstün bir varlık için çalışmak senin için yeterli olmalıydı.”
Yurine konuşma boyunca sakince oturduğu sandalyesinden zıplayıp Yu’nun yanına geldi.
Link ile uğraşmasına rağmen Yurine de bahar şenliği için heyecanlıydı ve yeni kıyafetini giymişti. Yu’nun onun için hazırladığı kıyafet Japonların yukata dediği türdendi. Yurine için her zaman tatlı ve genelde beyaz şeyler seçiyordu ama bugünkü kıyafeti pembeydi.
“Önce aşağıya ineceğiz. Bugün koruma olarak Yurine’ye eşlik edin,” dedi Yu.
“Bir geceliğine özgür olacağımı düşünmüştüm.” Link hayal kırıklığıyla kollarını kendine doladı. “Benim yakışıklı suratımı görmek için bekleyen biri vardı oysaki...”
“Bekleyen biri?” Sivina meraklı bir şekilde Link’in omzunu tuttu. “Sevgilin mi? Kim o?”
Heyecanlanmıştı ve gülümsüyordu.
“Nişanlım.”
“S-Senin nişanlın mı var?”
Yu sandalyesini itti ve ayağa kalktı. Sersemlemiş şekilde Link’e bakıyordu.
“Bu adam... Top değil mi?”
Link’i baştan aşağıya süzdü. Feminen suratı, ince vücudu ve Yu’ya karşı takındığı tavırla Yu onun sahiden erkeklere ilgi duyduğunu düşünmüştü.
“Nasıl lan?”
“Yu, merak etme. B-Ben senin için bir şeyler düşünüyorum. Seninki en iyisi olacak!”
Yurine kızardı ve bağırarak konuştu. Dikkatler üstüne toplandığında da miyavlayarak kafasını Yu’nun karnına gömdü.
“T-Tamam... Neyse...” Eğer, Link nişanlısı ile vakit geçirmek istiyorsa onu bundan mahrum bırakmayacaktı. “Git madem, bugünlük izinlisin ama bunu maaşından kestiğimi unutma.”
“Pe~ki...” Link güldü ve Sivina’nın diğer sorularını cevapsız bırakarak odadan çıktı.
Link’in ardından Yu ve Yurine de dışarıya çıktı. Sivina onları arkasından takip etti.
“Kigaro, Lonu, Kahan.” Odalarının önünde nöbet tutan üç Roaron’a seslendi. “Beni takip edin.”
Dolunay Malikânesi’nin zindanlarında yeni tasarladığı silahı test edecekti.
“Sivina, sen Ana’yı alıp girişte bizimle buluş.”
Buranın zindanları büyük değildi. Birkaç hücre ve içeride birkaç mahkûm vardı. Bir demirci, zindanların girişinde Yu’yu karşıladı.
“İşte burada...”
Demirci, Yu’ya tahta bir kutu uzattı. Kutu, Yu’nun taşımakta zorlanacağı kadar ağırdı. Kigaro’dan yardım istedikten sonra dikdörtgen şeklindeki uzun kutuyu açtı.
Kutunun içinde bir tüfek vardı. Yu’nun tasarladığı bir tüfekti ve Birinci Dünya’da üretilen ilk tüfeklerden bile ilkel gözüküyordu.
Uzun bir namlusu ve geniş bir kabzası vardı. Çelik bir çubuğun arkasına basit bir mekanizma eklemişlerdi. Bu dünyada barut olmadığından hazırlanan mermiyi ateşlemek için büyü taşlarının kullanıldığı bir düzenek oluşturmuştu.
Tetik çekildiğinde ateşleyici mekanizma büyü taşına sertçe çarparak patlatacak ve meydana gelen patlama öndeki çelik bilyeyi tüfeğin namlusundan dışarıya itecekti.
Çelik silahı inceledi ve tekrar hayal kırıklığına uğradı. Tasarladığı silaha hiç benzemiyordu.
Silahın içine bir büyü taşı yerleştirdi ve silahın namlusundan içeri boncuk şeklindeki mermiyi soktu.
“Buraya gel, uzağa geçip şu şeyi duvara doğrult ve şuradaki şeyi kendine doğru çek. Bunu yaptıktan sonra senin için af çıkacak ve özgür olacaksın.”
Silahın patlama riski vardı ve kendi deneyecek kadar salak değildi. Eğer birinin elinde patlayacaksa bir suçlunun elinde patlaması daha iyi olurdu.
Suçluya silahı verdi ve uzak bir mesafeye çekildi. Adam elinde tuttuğu şeyin ne olduğunu bile anlamamıştı.
“Yurine, sen önümüzde ne olur ne olmaz bir rüzgâr duvarı oluştur. Siz,” Roaronlara seslendi. “Yurine’nin önüne geçin.”
Roaronlar önüne geçtiğinden Yurine hiçbir şey göremiyor ve bundan şikâyet ediyordu ama Yu geri adım atmayacaktı. Yurine’yi kollarının arasına aldı ve gözlerini tamamen kapadı. Bir şekilde gözlerinin zarar görmesini istemiyordu.
“Yurine, rüzgâr duvarı.”
Yurine kendisine üçüncü bir kalkan olması için roaronların önünde rüzgâr duvarı oluştururken mahkûm korkudan titremeye başlamıştı.
Onlar bu kadar önlem almışken tehlikeli bir şey yapmak üzere olduğunu anlayabilecek zekâ seviyesine sahipti.
“Dediğim gibi, o şeyi duvara tutup tetiği kendine çek.”
Siyah saçlı mahkûm tereddüt etse de özgürlüğünü geri almayı istiyordu. Bu yüzden tetiği çekti ve...
Büyü taşının patlaması ile birlikte tüfeğin çeliği parçalandı. Adamın kısa çığlığı ondan çıkan son ses olmuştu. Yüzü ve boynu tüfeğin patlaması ile parçalanmış, eli kopmuş ve ölü vücudu yere düşmüştü.
Diğer mahkûmlar gördükleri manzara karşısında önce şoka uğradı, ardından ilk mahkûmun çığlık atmasıyla herkes çığlık atmaya başladı.
“Silahın gövdesi çok güçsüz, onu sağlamlaştırmak ve büyü taşının boyutunu küçültmek gerek. Daha çok çalış ve şurayı toparla.”
Parmaklıkları yumruklayan mahkûmların bulunduğu bu yerde daha fazla kalmaya ya da tek kelimeyle başarısızlık olan silahı incelemeye gerek yoktu.
“Öleceği zaten belliydi, ilk seferde başarılı olma ihtimalimiz çok düşüktü. En azından bir idam mahkûmunu seçmiştim.”
Bir tüfek geliştirilmesi uğruna bir suçlunun ölümü Yu için göze alınabilirdi. Eğer bu dünyadan vazgeçmemiş olsaydı vicdanı ile uğraşacaktı ama tüm ölümleri geri alacağı için insanların ölümüne karşı daha umursamazdı.
Tabii ölen kişi idam mahkûmu olduğu için hangi dünyada olursa olsun ölmesinin iyi olduğunu düşünüyordu. Ölmeyi hak etmiş bir suçluyla empati kurma ihtiyacı duymuyordu. Ölen kişi umurunda değildi.
Kigaro ve onlara bugün korumalık yapacak iki diğer roaron savaşçısı ile birlikte Dolunay Malikânesi’nin kapısına geldiler.
Link sahiden de gitmişti ve bugün onlara Sivina ve Ana da roaronlar ile birlikte korumalık yapacaklardı.
Dimen’in kendi akrabaları olduğu için bir şenlik olacaksa onların yanında olmayı istemişti ve Link de yoktu ama onun dışında orijinal kadro tamdı. Hatta bir fazlalık bile vardı.
“Merhaba, Luna.”
Yu hala kâhya kıyafetlerini giyiyordu ama şenlik olduğu için Luna hizmetçi kıyafetlerini çıkarmış ve bayramlık kıyafetler giymişti.
Pembe, süslü bir kıyafeti vardı. Fırfırlı eteğinin altına kırmızı ayakkabılar giymişti ve omuzları açıktaydı. Saçlarını topladığı için kulakları ve ensesi tamamen gözüküyordu.
“Kız ensesi... fetişin sırası değil... Güzel kız ama... Ama... Neyse, bozuntuya vermeyeyim.”
Ona duygularıyla oyuncak gibi oynandığını hissettirmek suçluluk duygusunu arttıracaktı. Şimdilik sıcak bir gülümseme verdi. Vermia’yı geri aldıklarında onun Cornelia’nın hizmetine gireceğini ve ondan kurtulacağını düşünüyordu.
“M-Merhaba.”
Luna gerçekten masum bir kızdı. Yu’ya güzel görünmek için çabalıyordu ve şimdi de utangaç bakışlar atıyordu.
“Kızın önünde ceset kesip biçtim hiçbir işe yaramamış...”
O bakışların baştan çıkartmak için değil de gerçekten utandığı için atılması Yu’nun vicdanını sızlattı. Luna’nın yanakları kızarmıştı ve Sivina ona bakıp iç çekerken Yu yaşayacağını hiç düşünmediği bir suçluluk hissi yaşadı.
“Hah? Hah? HAH!”
Yurine mana aktardığı ayağını yere vururken çıkan ses malikânede yankılanıyordu.
“Evet, kıskanıp sıkıntı çıkar. Babacığını kimselere yar etme. Reddetmem gerektiğinde sebep olarak seni öne sürerim.”
Eğer karşısındaki kişi sevdiği biri olsaydı Yurine’nin kıskanıp bağırmaya başlamasını gerçek bir sorun olarak görebilirdi ama şimdi onun kıskançlık krizi işine geliyordu.
“Niye birbirinize böyle bakıyorsunuz?! Yu! Bunu açıkla hemen! Açıklamanı emrediyorum!”
“Bir sorun mu var küçük hanım?”
“Dalga mı geçiyorsun Yu! Tabii ki de bir sorun var! Kızları baştan çıkarıp durma! Sana kaç defa söyleyeceğim, ha? Yeter artık!”
Yurine 'baştan çıkarmak' sözcüklerini kullandığında Luna’nın yanakları kıpkırmızı kesildi, Sivina’nın gözlerindeki acıma dolu bakış ise arttı. Yurine ise Yu’yu yumrukluyordu.
“Özür dilerim küçük hanım.”
“Evet! Öyle yapmalısın! Özür dileyeceksin tabii ki de!”
Yurine, Yu’nun elini acıtacak kadar sıkı tutup göğsüne götürdü ve telaşlı bir şekilde onları izleyen Luna’ya döndü.
“Sen de Yu’yu baştan çıkarmaya çalışma!”
Şu anda ‘babamı başkasına vermek istemiyorum’ moduna girmişti. Yu onun sinirlenmesine hak veriyordu. Yurine ona annesini sunmayı düşünürken Yu bir anda bir kızla ‘kırıştırınca’ sinirlenecekti tabii.
“Siz arkadan yürüyün! Yu’nun yanına yaklaşmanızı yasaklıyorum!”
Hâlâ bağırarak konuşan Yurine; Sivina, Ana ve Luna’yı grubun arkasına attı. Yu ile birlikte kendisi önden ilerleyecek ve bu gece kızların ona yaklaşmasına izin vermeyecekti.
-------------------------
21.03.2022 - 19:12
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..