Cilt 3 - Bölüm 33: Bahar Karnavalı (2/2)

avatar
404 5

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 3 - Bölüm 33: Bahar Karnavalı (2/2)


“...Ve iblis kraliçe,

Döndü asil ve yakışıklı şövalyeye.

Sunacağım sana her şeyi dedi;

Sadece evlen benimle.


Tüm yeraltının hükümdarlığı,

Cehennemin kızıl tacı,

Çorak toprakların orduları,

Hepsini sana sunacağım evlenirsen benimle.


Tek istediğim budur senden asil şövalye,

Karşılığında sunacağım sana her isteğini.

Sereceğim ayaklarına dünyayı,

Başına ben takacağım istediğin tacı.


Asil şövalye, iblis kraliçeye baktı,

Yaşlı kadınlarınki gibi ağarmış saçları vardı.

Buruşmuştu teni, ölü gibiydi.

Kokusu bir insanın katlanacağı gibi değildi.


Şövalye, cevabım kılıcımdır dedi.

Senin vaatlerin kandıramaz beni,

Sabah’ın darbesiyle yollayacağım seni,

Cehennemin en dibine.


Ve şövalye kılıcını kaldırdı,

Kraliçenin göğsüne indirdi.

Şövalyenin darbesi,

Dünyayı kötüden arındırdı.”


İçerisinde iblisler ve birilerini öldürmek gibi korkunç kavramların geçtiği bir şarkının neşeli bir tonda söylenmesinin anlamlandıramadığı bir korkutuculuğu vardı.


Ama Yu’nun aksine Yurine’nin de içinde bulunduğu çocuk grubu bu epik şarkı ile söylenen kukla gösterisini nefeslerini tutarak izliyorlardı. Şarkının başını kaçırmış olsalar da şarkı hoşuna gitmediğinden Yu bir şey kaybetmediklerini söylüyordu.


“Yu, bir tane daha izleyelim.”


“Hoşuna mı gitti?”


Telefon ekranından istediği videoyu izleyebilen Yu için tahta kutunun içinde, ince bir perdenin arkasında oynanan kukla gösterisi hiç eğlenceli değildi.


Fakat Yurine gösteriyi heyecanla takip etmişti. Kuklaların basit hareketlerini izlerken yerinde duramıyor ama aynı zamanda gözlerini de oradan ayırmıyordu.


“Hmm-hmm. Başka izleyelim.”


Az önceki gösteriyi yapanlar mola veriyordu. Yu kukla gösterilerini bulmak için çocukların toplandığı alanları gözetmeye başladı.


Ama başka kuklacılar yoktu.


“Bence ilerleyelim hanımım, elbet başka kuklacılar ile karşılaşırız.”


“Size Yu’ya yaklaşmayın demedim mi ben?”


“Dediniz ama korumanız olarak size yaklaşmak zorundayız.”


Ana, Yurine’ye gülümserken Yurine onun mantığını reddedemedi. İç çekti ve eli ile arka tarafı işaret ettikten sonra Ana arkadaki dostlarının yanına gitti.


Pek de uzaklaşmamıştı aslında, aralarında sadece üç adım mesafe vardı.


Kigaro önden yürüyüp yolu açarken diğer roaronlar Yurine’nin etrafında duvar gibi duruyordu. Çok fazla dikkat çekiyorlardı ama insanlar Yurine’nin önüne atlayıp yardım için yalvardığından dolayı başka seçenekleri yoktu.


Birkaç insana iş bulabilir, karınlarını doyurabilir ve bunun reklamını yapabilirlerdi ama kısa süre içinde diğerleri de sıraya girer ve sonunu alamayacakları bir yalvarma kuyruğu oluşurdu.


Bu yüzden halkı Yurine’den uzak tutuyor ve önüne bir dilekçinin fırlamasına müsaade etmiyorlardı. Geceyi birilerinin dertlerini dinleyerek bitirme niyetleri yoktu.


Tüm meydan sıra sıra tezgâhlarla dizilmişti, tezgâhlar sokak aralarına kadar uzanıyordu.


Bazı yerlerde özel misafirler için çadırlar vardı. Yu en son Rolderhelm’de bir çadıra girdiğinde Lucie hesabı ona kilitlediğinden dersini almıştı ve çadırların olduğu yerlere yaklaşmıyordu.


Yu arada sırada arkasına bakıp kızların onları takip ettiğinden emin oluyordu. Gruplarının ayrılması soruna neden olabilirdi.


“Luna’nın arkada kalması iyi oldu. Yanımda olsa onunla uğraşmak zorunda kaldırdım.”


Luna, Yu onları kontrol etmek için arkasını döndüğünde onu yakaladı ve gülümsedi. Yu yine bozuntuya vermeyerek gülümsedi ve ikisini yakalayan Sivina, Yu’ya adi şerefsiz bir pisliğe bakar gibi baktı.


“Kalbim, acıyor...”


“Yu, yiyecek satıyorlar.”


“Yiyemeyiz, zehirlenebilirsin.”


Dışarıdan yemek satın alamazlardı. Yu yedikleri yemeklerin hazırlanışını itinayla takip eder ya da ettirirdi. Zehirlenme ihtimalinden korktuğu için bilmediği şeylerin midelerine inmesine izin vermiyordu. Yedikleri yemekler özel olarak hazırlanıyordu.


“Yu, kıyafetler var. Bak benimkilere benziyorlar.”


“Sen buranın hükümdarısın, sıradan insanların giyindiği yerlerden giyinemezsin.”


Yurine’nin giydiği yukataların farklı renklerde versiyonlarını satan bir satıcı vardı.


“Yine dünyadan birileri gelip burada üretmiştir.”


Yu, Yurine’ye giydirdiği kıyafeti kendisi tasarlayıp diktirmişti ve kültür olarak orta çağ Avrupa’sını andıran Mora’da böyle kıyafetleri görmeyi beklemiyordu.


“Yu, şuradaki adam büyücülük yapıyor.”


“Ne yaptığına bakmaya bile gerek yok, tehlikeli.”


Büyücülük yapıyorsa onlar ne olduğunu anlamadan Yurine’ye bir alev topu ya da buz bıçağı fırlatabilirdi. Risk almaya hiç gerek yoktu.


Her isteği reddedilen Yurine’nin morali gitgide düşüyordu.


“Oyuncaklara bakmaya ne dersin?” diye sordu Yu.


“Beni oyuncaklarla oynayacak bir çocuk mu zannediyorsun sen?”


Yu başını salladı. “Her gece sana verdiğim ayı ile birlikte uyuyorsun.”


“İkisi aynı şey değil!”


“Sen bilirsin.”


Zararsız gösterileri izlemek, şarkı dinlemek ve hediyelik eşya almak dışında yapabilecekleri aktivitelerin sayısı düşüktü. En ufak aksiyon riskinden uzakta durmak isteyen Yu, grubu en az tehlikenin ve en az heyecanın olduğu yerlerden geçiriyordu.


“Böyle şölenlerde ateş dansçıları falan olur, zaten insanların çoğu böyle şeyleri izlemeye gelir buraya. Neden sıkıcı yerlere bakıyoruz ki?” diye sordu Sivina. Biraz hızlanıp yanlarına gelmişti.


“Tehlikeden uzak durmak için. Ateş dansçısı diyorsun, adam biz onu izlerken bir anda Yurine’ye ateş fırlatsa, Yurine’nin tatlı yüzü yansa ne olur? Kim verir bunun hesabını? Böyle bir şeyin olma ihtimali var ve bu ihtimali yok etmek için en mantıklı hareketi yapacağız, uzak duracağız.”


“Sıkıcısınız, Bay Valarfin.”


“Anne olunca anlarsın.”


Paranoyalarına yapılan eleştiriye klişe bir cevapla karşılık verdi. Belki sıkıcıydı ama bu gecenin sonunda herkes güven içinde yatacaksa Yu için sıkıcı olmak kabul edilebilirdi.


“V-Vazgeçtim. Oyuncaklardan alalım.”


“Sen oyuncaklarla oynayacak bir çocuk musun?”


“Alalım işte! Hadi, gel. Sonra geriye dönüp kuklacıları tekrar izleyelim, molaları bitmiştir.”


“Tamam.”


Oyuncakların dizildiği bir tezgâha doğru giderlerken bu sefer onun yanına gelen Luna olmuştu. Cesaretini toplamış ve heyecanla Yu’ya seslenmişti.


“Bay Valarfin! Meydanda dans ediyorlarmış, gidip ona bakalım mı?”


“Nereden duydun?”


“Bana bunu satan adam söyledi.”


Luna elindeki pamuk şekeri Yu’ya gösterdi.


“Arkaya, naş naş...” Yurine, onun daha fazla Yu ile konuşmasına izin vermeyerek eli ile Sivina ve Ana’nın yanına gitmesini işaret etti.


Sonra da Yu’yu bir tezgâhın önüne sürükledi. Bu tezgâh Yu’nun gelmeyi planladığı oyuncak tezgâhı değildi.


“Yu, bunu oynamanı istiyorum. Şuradaki oku alıp oyuncaklara atacaksın, düşürdüğün senin olacak.”


“Animelerde görmüştüm, bunu tüfekle yapıyorlardı.”


Böyle sahnelere çok özeniyordu ve Sivina ona kılıcın yanında ok ve mızrak kullanmasını da öğretiyordu. Bu yüzden bir şeyler başarabileceğini düşünüyordu.


“O tüfek şeyini burada mı kullanıyordunuz? Yu siz aptal mısınız? Neden böyle tehlikeli bir şey yapıyorsunuz?”


“O öyle bir tüfek değil, neyse...” Yu birkaç bakır parayı tezgâha bıraktı ve tezgâhın başındaki orta yaşlı adama seslendi. Bunlarla kaç ok olursa artık.”


Yu’nun bakırları ona iki ok hakkı veriyordu. Kullanacağı ok oyuncak oklardan birisiydi, yayı fazla gerilmiyordu ve fırlatılan ok da küçüktü. Üstelik okun, atışı zorlaştırmak için yana doğru kavisli olduğunu gördü.


“Vay şerefsiz vay...”


Ödüller piramit şeklinde dizilmişti. En üstteki ödül en güzel olanıydı, süslü bir oyuncak bebekti ve incelikle tasarlanmıştı.


Ortadakiler ise pelüş hayvanlardı, en alttakiler de tahtadan basit oyuncaklardı.


Aslında ok ile onlardan birini vurması kolay olabilirdi ama arada on metre vardı ve işi zorlaştırmak için havada sallanan engeller konmuştu.


“Üste atsam bu elimdeki ile başarabilir miyim? Ortadakilere atsam vurma şansım daha yüksek. En yüksek vurma şansı alttaki oyuncaklarda ama onlar da çok dandik. En iyisi ortadakiler.”


Yayı kendine doğru çekti, Sivina’nın öğrettiği gibi yükü sırtına veriyordu ama zaten oyuncak olduğundan pek bir zorluğu yoktu. Nefesini tuttu ve oku saldı.


“Aferin, Yu.”


Aşağı düşen oyuncak bir pelüş ayıydı. Tezgâhtar hayal kırıklığına uğramış şekilde hayvanı alıp Yu’ya verdi. Birkaç bakır karşılığında kendisine daha fazla para kazandırma potansiyeli olan oyuncağı kaybetmişti.


“Aferin, Yu. Bu şekilde devam et.”


Yu’dan oyuncağını aldı ve ikinci atışı bekledi. Yu tekrar yayı gerdi ve yine piramidin ortasındaki ödüllerden birini hedef aldı.


Tezgâhtar bu sefer ip ile havada süzülen kutulara sert bir şekilde vurdu ve hepsinin hızla sallanmasını sağladı. Tekrar vuramaması için Yu’nun işini zorlaştırmıştı.


“Bu piçe inat vurmam yok mu şimdi?”


Yayı çekti ve önceki ile aynı taktiği kullanarak oku saldı.


Tekrar bir pelüş ayıyı vurmuş olsa da en nihayetinde vurmuştu.


Tezgâhtar dilini şaklatarak ödülü Yu’ya, Yu da Yurine’ye verdi.


“Teşekkür ederim Yu!” Yurine elindeki ayıları tutmaya devam ederken Yu’ya sarıldı. “Şimdi kuklalar!”


“Önce kuklacıya bakalım, sonra meydana gidelim o zaman. Hey, gidiyoruz.”


Sivina, Ana ve Luna yan tezgâhta alışverişe dalmıştı. Sivina ödeme işini Ana’ya bırakıp Yu’nun yanına geldi.


“Ok atma işini ben de deneyecektim.”


“Her attığını tutturup adamı batıracaksın.”


Sivina ellerini yumruk yapıp çenesinin altına koydu, dudaklarını büzdü ve deniz yeşili gözlerini kocaman açtı.


“N-Neden şimdi böyle tatlı bir surat yapıyorsun?”


Yurine, Yu’ya sarılmakla meşgul olduğundan Sivina ve Yu arasındaki sözsüz etkileşimi fark edememişti. Etseydi Yu yine mıncırılacaktı.


“Peki, yap ama fazla abartma. Adamın ocağına incir ağacı dikmeyelim.”


“Hayhay!”


Sivina ödediği birkaç bakırla en pahalı ödülleri alıp Yu dâhil herkese dağıttıktan sonra önce kukla gösterisini, oradan da meydandaki gösteriyi izlemeye giderek şölene devam ettiler.
-------------------------
21.03.2022 - 19:13






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr