Bu dünyada Yu’nun yaptığı ilk şey bir şeyleri mahvetmek, ardından da mahvettiklerini düzeltme görevi almaktı.
Ondan sonra para kazanmış, bu dünyada en çok sevdiği insan olan kız ile bağlanmış, görevlerinde kendilerine yardımcı olacak dostlar bulmuş ve daha fazla para kazanmışlardı.
Ve daha sonra Mora’ya gelmiş, şansın da yardımıyla bir şehir elde etmişlerdi. Amaçlarına giden yolda ayaklarına takılan pürüzleri kaldırmışlar ve en sonunda amaçlarına bir adım daha yaklaşmalarını sağlayacak on tabur kurmayı başarmışlardı.
Orta çağ tarihine çok hâkim biri sayılmazdı ama yirmi birinci yüzyıl standartlarında on bin kişilik bir güce tam anlamıyla ordu denebileceğine dair şüpheleri vardı.
Yine de Mora için küçük bir grup olmadığını düşünüyordu. İki okçu taburu ve dört piyade tugayına ayrılan altı bin kişi Vermia’yı düşman işgalinden kurtarmak amacıyla yola çıkmak üzereydi.
“Link, ejderha konusunda şaka yapıyordun, değil mi?” diye sordu Sivina.
“Hem evet hem de hayır.”
En kısa sürede Cornelia Dri Vermilia’nın yardımına yetişmek için Yeşim Gölü’nden gemilerle hareket edecek ve Yeşim Nehri’ne girip Vermilia kampına ulaşacaklardı.
Bunun dışında tercih edebilecekleri iki yol vardı ama ikisi de Vermia’ya varışlarını iki aya çıkartabilecek uzunlukta yollardı. Üstelik kuzey yolunun kendince tehlikeleri vardı.
“Yeşim Gölü bir adaya ev sahipliği yapar, Yeşim Adası. Orada yaşayan bir ejderha vardır. Bu bir hikâye değil, bilinen bir gerçek,” dedi Link.
“Biz Yurine ile güvenli yoldan mı hareket etsek diye düşünmüyor değilim.”
“Hanımefendinin güvenliğini sağlamak için ben sizin yanınızda gelirim.”
Ejderha muhabbetinden rahatsız olan sadece Sivina ve Yu değildi, Ana yollarının üzerinde bir ejderha olduğunu öğrenince korkmuştu.
“Ejderha saldırgan değil. Vermia düşmeden önce gölü kullanan ticaret ve yolcu gemileri vardı.”
Orada bir ejderha olduğunu Yu, Rolderhelm’de olduğu sırada öğrenmiş ama Link’in dediği gibi saldırgan olmadığı söylendiğinden hakkında fazla bir şey düşünmemişti.
“Saldırgan olmayan ejderha lafını ilk kez duyuyorum. Ejderhalardan bahsediyoruz, bu canlılar insan gibi düşünmez,” dedi Sivina.
“Sen ejderhaları hafife alıyorsun.” Yurine, Sivina’nın gözlerine baktı.
Daha önce Mora’da bulunduğundan göldeki ejderha konusunu biliyordu. Yüzünde kendinden emin bir ifade ile konuştuğuna göre ejderhalar hakkında da bilgili olmalıydı.
“Ejderhalar insanlar kadar zeki varlıklardır, hatta bazıları insanlardan daha zekidir.”
“Onlar hayvan. Bu hayvanlar Elhaven’de halka korku saçarlar. Onların peşinden yüzlerce bazen binlerce kişi gidip öldürürüz.”
“Sizin oradaki ejderhaların aptal olması tüm ejderhaların aptal olduğu anlamına gelmez.”
「Seni şerefsiz!」
Yurine ve Sivina ejderhalar hakkında tartışmaya devam ediyorlardı. Yurine, ejderhaların zekâsı konusunda ısrarcıydı. Sivina ise ejderhaların akılsız canavarlar olduğunu ve sadece öldürdüklerini savunuyordu.
「Çok güzel!」
“Ejderhalar kadim canlılardır. Binlerce yıl yaşayan varlıkların aptal olması mümkün değil, annem bazı ejderlerin insan dilini konuştuğunu söylemişti.”
「Özür dilerim.」
“Annesi böyle söylediyse tartışmayı bırakmalısın, Sivina. Bu aşamadan sonra Yurine’yi ikna etmenin bir yolu yok. Mutlak doğru ejderhaların zeki olduğudur. “
「Seni şerefsiz!」
“Bunun mantığını anlayamıyorum,” dedi Sivina.
Yu da anlamıyordu ama Yurine için annesinin sözleri doğruydu ve en ufak bir yanlışlık olmasının imkânı yoktu. Yurine annesinin doğruyu söylediğine inanmıyordu, annesinin söylediği her şeyi doğru kabul ediyordu. Böyle birinin fikrini değiştirmek çok zor, hatta imkânsızdı.
Yu, Yurine’nin dediğinin doğru olabileceğini düşündüğü gibi Sivina’ya da haklılık payı veriyordu.
Sivina’nın bildiği ejderhalar çiftçilerin hayvanlarını yer, tarlaları ve insanları yakarak terör estirirdi. Elhaven’deki ejderhalar böyleyse ejderhaların korkunç ve aptal canavarlar olduklarını düşünmekte haklıydı.
Yurine’nin söyledikleriyse Yu’nun aklındaki ejderha kalıbına daha uygundu. Bu dünyada kendi dünyasındaki gibi olan bir sürü şey vardı ve kendi dünyasındaki popüler kültürde ejderhaların zeki olması yaygındı.
“Hatta son dönemlerde ejderhaların harika waifular olabileceği de keşfedildi.”
İnsan formuna dönüşen ejderhalar çok çekiciydi. Orta çağ insanlarının aklına böyle fikirler gelse ortaya kim bilir neler çıkardı?
「Kardinal hazretleri teşrif etti.」
“Konumuza dönelim,” dedi Link. “Yeşim ejderhası iyi olsun ya da kötü olsun oraya erken gitmek istediğimiz sürece bizim için bir değişiklik olmayacak, yine gölü kullanacağız.”
Bu konuda Link’e katılıyordu. O gölü kullanmak zorundaydılar.
「Beni anlayabiliyor musun?」
“Gölün kuzeyinden dolaşabiliriz ama o zaman hem orman hem de tepelerle karşılaşırız. Ayrıca orası Kraliyet bölgesine girdiği için hiç beklemediğimiz bir anda düşman birlikleri ile karşılaşabiliriz.”
Kuzeyde kullanabilecekleri rotanın kuzeyinde bir dağ ve o dağın arkasında Mora’nın başkenti Mora’ya yakın bir kraliyet şehri vardı. Oradan inen bir düşman birliği riskini göze alarak hareket edemezlerdi.
「Konuşan sen misin?」
“Gölün güneyinde, Virgo’nun batısındaki orman çok sık ağaçlarla kaplı, ordumuzu oradan bir şekilde geçirsek bile yükleri geçiremeyiz.”
Bu konuda da Link haklıydı. Ormandan geçmek hep çok vakit kaybettirecekti hem de mevcut yükleri ile çok zor olacaktı.
「Yu! Yu!」
“Daha da güneye inersek Libra Şehri’nden geçmemiz gerekir ve bu orduya çok fazla zaman kaybettirir. Kraliyet’in bir ordu hazırladığı ile ilgili söylentiler vardı, biz oraya varana kadar Vermia kuşatması çoktan yok edilmiş olabilir ve kendimizi büyük bir düşman ordusu karşısında bulabiliriz.”
Link burada da doğru konuştu. Üstelik, Andromeda Kilisesi’nin Vermia’yı terk ettiği düşünülürse Libra yönetimi Başak Katedrali ordusunun şehirden geçmesine izin vermeyebilirdi.
「Neden böyle oluyor? Her neyse...」
“Öyle ya da böyle o ordu gelecek tabii ki. Kraliyet tarafının kaç kişilik bir ordu getirdiğini bilmiyoruz. Sayısının yirmi binden daha fazla olabileceği söyleniyor. Cornelia’nın on iki bin askeri vardır sanırım. Vermia’yı da yedi bin kadar asker savunuyordu ve Vermia’ya yakınlarında da orduları var. Yani kraliyet güçleriyle savaşacağız ama bunu yanımızda on iki bin kişilik Vermilia kuvvetleri varken yapmak farklı, savaşa geç kalıp on bin kişilik ordumuzla yapmak farklı.” Link konuşmayı bitirdi ve soluklanmak için elini göğsüne götürdü.
「Kardinal hazretleri teşrif etti.」
“Amacımız Vermilia ailesinin desteğini alarak katedrali güçlendirmek. Eğer biz gidene kadar Vermilia ordusu yok olursa şehri geri almak için daha fazla uğraşmamıza gerek kalmaz. Vermilialar yoksa o şehrin bizim için de bir değeri yok...”
Eğer Vermia tamamen kaybedilirse Yu, Yu Zao Long’un safına katılmayı düşünür ve muhtemelen bunu yapardı çünkü Andromeda Kilisesi’nin elinde hiçbir koz kalmayacaktı.
“Yu, bir şey mi oldu?”
Cümlesini bitirdikten sonra gözlerini devirdi ve yüzü acı çeker gibi bir hâl aldı. Başı ağrıyordu, çatlayacakmış gibiydi.
“Yu, yoksa kriz mi?”
Yu, Yurine’nin elini tuttu ve başını salladı. “İyiyim.”
Link ve kızlar otururken Yu ve Kigaro ayakta duruyordu. Baş ağrısı gittikçe şiddetlenince Yu ayakta durabilmek için Kigaro’nun koluna tutundu.
En son Andromedia’dayken bayılmıştı. Şimdi de kendini bayılacak gibi hissediyordu.
「Ben daha ne yapmalıyım?」
Kusacakmış gibiydi, Kigaro’nun yardımıyla odadaki pencereye doğru yürüdü ve kafasını dışarı çıkartıp Aqua’nın körfez manzarasına bakarak derin nefesler aldı.
“Yu, büyü yapayım,” dedi Yurine. Oturduğu yerden kalktı ve Yu’nun yanına geldi.
「Yalancı! Yalan söyledin!」
「Bu son olacak.」
「Ölmek istemiyorum...」
「Çok güzel! Çok güzel!」
「Bu dünya sahiden berbat.」
Yurine’nin büyüsü şu anda Yu’nun sahip olduğu hastalığı iyileştirmese de belirtileri ortadan kaldırıyordu. Onun yaptığı büyü sayesinde kendini daha iyi hissetmeye başladı.
“Kardinal hazretleri teşrif etti.”
Kapılarını çalıp odalarına giren yakışıklı hizmetçi bekledikleri kişinin geldiğini haber veriyordu. Yu hizmetçilerin kadın olmasına alışmıştı, birinin erkekleri hizmetçi olarak kullandığını görmek ona tuhaf geliyordu.
“Gerçi ben de erkek bir hizmetçiyim ve Bart piçi de öyleydi.”
Aqua hem batıdaki körfeze hem de doğudaki Yeşim Gölü’ne limanı olan Kova Katedrali’ne ait bir şehirdi. Ordularını gölün karşısına geçirmek için burayı kullanmaları gerekiyordu.
Burası ortalama bir orta çağ şehriydi. Hem batıda hem doğuda limanı olması dışında ayırt edici bir özelliği yoktu.
Şehir dışında Yu, Kova Kardinali’nin ikamet ettiği sarayın zevkle döşendiğini söyleyebilirdi.
Fakat sarayın ne kadar güzel olduğunu anlatamazdı çünkü sarayın döşeme şeklinden çok sarayın çalışanlarına odaklanmıştı.
Evet, burada çalışan erkek hizmetçilerin sayısı hayli fazlaydı ama çalışan kız hizmetçiler de vardı. Kızlar inanılmaz derecede güzeldi ve erkekler de en az kızların güzel olduğu kadar yakışıklıydı.
Yu, Kova Kardinali’nin kendine bir harem yarattığına inanıyordu. Ayrıca kardinalin kadınlar konusundaki zevkleri de Yu’nun zevkleriyle benzerdi.
Koyu renklerdense açık renkler, karpuzumsu göğüslerdense kavunumsu göğüsler ve biçimli kalçalar, uzun bacaklar ve en önemlisi zarif ve tatlı bir yüz. Bu sarayın hizmetçilerinin genel özellikleri böyleydi. Hepsi Yu’nun ideal kadın tanımına uyan kişilerdi.
「Kardinal hazretleri teşrif etti.」
「Benim adım Yu Valarfin.」
Zihninde canlanan görüntüler, kulağında beliren sesler. Yu baş ağrısını yine hissetti fakat Kova Kardinali gelmişken rahatsızlığını dile getirmek ve Yurine’den tekrar yardım istemek istemedi.
“Kardinal, mavi gözlüydü... Krem rengi saçları vardı. Neden... Bunu biliyorum?”
“Sizi beklettiğim için özür dilerim ama bana hak vereceğinizi umuyorum. Makamım gereği meşgul bir adamım ve başka sorumluluklarım var. Kendimi tanıtayım, benim adım Livia Von Qualeon, Kova Lütufu’nun sahibi ve Kova Kardinaliyim. Benimle aynı mevkiden birini görmeyeli uzun zaman oluyor. En son annenle karşılaşmıştım. Gördüğüm en güzel kadınlar arasında en üst sıralara oynardı, kardinal olmasaydı onu yanıma alırdım. Yazık oldu, keşke kariyer tercihini yanlış yapmasaydı. Eh, bu insanların kader dediği şey olmalı yapacak bir şey yok.”
Tahmin ettiği gibi kardinalin açık mavi gözleri vardı. Arkaya doğru taranmış saçları krem rengindeydi. Yu ile aynı boyda ve kiloda gözüküyordu. Teni ise bir albino olduğunu söylüyordu.
Livia’nın arkasında iki rahibe vardı. Rahibelerin ikisi de deniz yeşili saçlara ve deniz mavisi gözlere sahipti. Kardinal gibi rahibeler de açık mavi giymişti.
Rahibelerin birinin elinde kova vardı. Gayet sıradan gözüken gri bir kovaydı ve sadece yarısı su doluydu.
“Kova Kardinali’nin özel gücünün kova olduğunu düşünmemiştim. İyi de tüm gün onunla dolaşırsan aptal gibi gözükmez misin? Neyse onu bunu boş ver de ya orospu çocuğu, ya kahpe dölü... Sen niye kızın anasını karıştırıyorsun? Amcık seni.”
Yurine’nin sinirlendiğini bilmesi için görmesine gerek yoktu. Ağzını açtığında karşısındaki kişiyle kesinlikle bir tartışmaya girecekti. Annesine laf atılmasına katlanamazdı.
“İzninizle kardinal hazretlerini tanıtayım. Başak Lütufu’nun sahibi ve Başak Kardinali Neko. Kardinal hazretlerinin iki şövalyesi Dame Sivina Ecues ve Sör Link Yachi Long. Başrahibe Ana Yeşilgül. Kardinal hazretlerinin muhafızlarının komutanı Kigaro.”
Yurine’nin Kova Kardinali’nin evinde Kova Kardinali’ne karşı pençelerini çıkartmaması için inisiyatifi eline alması gerekiyordu.
“Başak Kardinali kendini tanıtamıyor mu? Bir çocuk olması onun yerine inisiyatif alabileceğin anlamına mı geliyor? Kardinallik mevkisini elde ettiyse böyle basit işleri beceremeyip bunun bahanesi olarak çocuk olduğunu öne süremez. Hem sen iki kardinalin konuşmasını bölecek hakkı kendinde nasıl bulabiliyorsun? Benim evime gelip bana karşı saygısız bir tutum takınman kabul edilemez.”
“Çeneni sikeyim.”
Yurine konuşursa Livia’nın sinirleneceğini düşünerek konuşmuş ama planı elinde patlamıştı. Yurine’nin atar yapma ihtimali artarken Yu başını eğdi.
“Hadsizliğimi bağışlayın, kardinal hazretleri.”
Arkadaşlarının yanında azar işitmek ve başını eğmek zorunda kalmak gurur kırıcıydı. Karşısındaki adamın bir dallama olduğunu tahmin edemezdi.
“Hatanı anlaman da güzel fakat bu hatayı hiç yapmamış olsaydın ne ben konuşmak zorunda kalacaktım ne de sen arkadaşlarının önünde azarlanacaktın. İnsan böyle şeyleri düşünmeli zira hata yaptıktan sonra özür dilemek hatanı telafi etmiyor. Bundan sonra konuşmadan önce iki kez düşün, hatta zekâ seviyen göz önüne alınırsa senin üç defa düşünmende fayda var. Veya hiç düşünmeyip düşünme işini senden daha zeki olanlara bırakabilirsin.”
“Tavsiyenize uyacağım.”
Kibar olmaya ve gülümsemeye çalışıyordu. Bozulan sinirleri yüzünden bir pot kırarak işleri mahvedemezdi.
“Kuş olup ananın amına kanat çırpayım orospu çocuğu.”
“Uysan iyi edersin. Alt seviyedeki insanlar kendinden üstte olanlara karşı nasıl davranması gerektiğini bilmeli. Herkes benim kadar merhametli ve anlayışlı olmaz. Eğer sinirli biri olsaydım bunun için seni cezalandırırdım ama sadece uyarmakla yetiniyor ve bir daha aynı hatayı yapmaman için öğüt veriyorum.”
“Senin gibi orospu evlatları anca elinde güç varken konuşur zaten. Ulan! Şu kodumun dünyası bana da özel güç verecekti nasıl götünden kan alıyordum senin... Kapçık ağızlı orospu çocuğu...”
Yu’dan biraz daha yaşlı dursa da fiziksel gücü onunkinden daha fazlaymış gibi gözükmüyordu. Eşit bir mücadelede onu dövebilirdi.
“Konumuza dönelim.”
Yurine beklenenden daha sakin bir şekilde konuştu. Yu onun ortalığı karıştıracağına emindi fakat Yurine onu yanıltmıştı.
“Evet, kâhya dersini almış olmalı, daha fazla uzatmaya gerek yok. Zaten ben de kısa ve öz konuşmayı severim. Gereksiz sohbetlerden ve lafın gereksiz yere uzatılmasından haz etmem. Konumuza dönüp işimizi bitirelim. Andromeda Kilisesi’nden izin aldınız mı?”
Başkent, ordunun kendi aleyhlerine kurulmadığından emin olmak ve denetlemek istiyordu. Orduyu kurmaya başladıklarında Andromeda Kilisesi’ne bununla ilgili rapor vermiş ve planlarını anlatmışlardı. Ardından Andromeda Kilisesi ordunun meşruluğunu tanıdığını bildiren bir mektup yazmıştı.
Yurine, Aqua Şehri limanını kullanma iznini içeren Andromeda Kilisesi'ne ait mektubu Livia’ya uzattı.
“Andromeda Katedrali onaylıyorsa diyecek bir şeyim yok. Bir kardinal olarak konumumu ve kimin benden üstte olduğunu biliyorum. Pontifeks’in tanıdığı bir orduya karşı kafama göre bir şey yapamam, limanımı kullanmanıza izin vereceğim. Asker başı bir gümüş verilecek.”
“Zaten gemilerin masrafını ödüyoruz,” dedi Yurine.
“Ne olmuş yani? Sizi burada ağırlıyor ve limanımı kullanmanıza izin veriyorum. Bana minnettar olmanız ve teşekkür etmeniz gerekirken nankörlükle karşılık mı vereceksiniz? Bu limanda çalışan ve sizin askerlerinizin yarattığı sorunlarla boğuşan insanlara nasıl ödeme yapacağım? Meslektaş olduğumuz için size gereğinden daha cüzi bir miktar söylüyorum, minnettarlık denen şeyi öğrenmelisin. Dost bir kardinal olduğun için şimdilik bunu görmezden gelecek ve toyluğuna vereceğim. Konuşacak başka bir şey olmadığı için artık gidiyorum, ilgilenmem gereken görevlerim var.”
Livia misafirlerine arkasını dönüp girdiği kapıdan çıktı. Onun hizmetçileri, ayrılmadan önce başlarını Yurine’ye eğip reverans yapacak kadar nazikti.
Kapı kapandığında ve Livia’nın ayak sesleri giderek uzaklaşıp kaybolduğunda Yu tok bir sesle konuştu.
“Senin ben ızdırabını-”
Yurine dışındakiler ilk kez onun küfür ettiğini duydu.
-------------------------
23.03.2022 - 21:57
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..