Cilt 3 - Bölüm 42: Savunma Noktası

avatar
436 4

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 3 - Bölüm 42: Savunma Noktası


Luna gözyaşları eşliğinde Yu’nun çadırından çıktı ve koşarak uzaklaştı. Çadırın girişinde bekleyen Sivina işin sonunun buraya varacağını bilmesine rağmen onun Yu ile konuşmasına izin verdiği için pişmanlık duyuyordu.


Ama her ne kadar bunun sorumlusu Yu olsa da artık Luna’nın onun peşinden koşmayacak olması Sivina’yı rahatlatmıştı.


“Valarfin insanlar arasında çekici mi kabul ediliyor?”


“Neden bana soruyorsun?” Sivina gözlerini Kigaro’nun gözlerinden kaçırdı. Bir anda böyle bir soruyla karşılaşmayı beklemiyordu.


“İnsan olduğun için,” diye yanıtladı çadırın önünde nöbet tutan roaron savaşçılarından birisi. Eğer yanlış hatırlamıyorsa onun adı Relgen’di.


“Yani...” dedi Kigaro. “Sürekli etrafında dolaşıyorsun. Biz roaronlara göre öyle cılız biri iş yapmaz tabii ama insanlar için farklı demek ki...”


“Bir şeyleri yanlış anlamışsınız. Yu’da gözüm y-yok...”


Bunu derken ona ismiyle hitap ediyordu.


“Çiftleşmek için yeterince güçlü olmadığını mı düşünüyorsun?” Soruyu soran Dimen, bir somun ekmeği tek başına yiyordu.


“Aptal! İnsanlar böyle şeyleri uluorta yerlerde konuşmaz!” Kigaro, Dimen’in kıllarla kaplı ensesine bir şaplak attı.


Sivina yine kırmızıya dönmüştü, vücudu yanıyordu. Onların ağzına böyle laflar verecek bir insan olmamalıydı ama yeni hissetmeye başladığı duygular onu olmadığı birine çeviriyordu.


“Kigaro.”


Yu çadırın içinden çıkmıştı, yüzünde hiçbir duygu yoktu.


Üç gündür buradaydılar ve Sivina fark etmişti ki Yurine’nin yanında gülümseyen Yu Valarfin yalnızca kızını üzmemek için mutlu taklidi yapan bir babaydı.


Yurine’nin Yu’nun yanında olmadığı çok az zaman vardı ve o zamanlarda Yu’nun yüzü hep aynı şekli alırdı. Duygusuz, ifadesiz, adeta bir duvar gibi.


“Cornelia’nın yanına gidiyoruz, Yurine’nin yanından ayrılmayın.”


“Tamam.”


Kendisi yanında olduğu vakitlerde bile Yu, roaronları sürekli Yurine’nin etrafında tutuyordu. Onlara olan güveninin altında ne yattığını Sivina bilmese de Yu onlara güvendiği için Sivina da güveniyordu.


“Geçmişinde de kızların canını yakan bir erkek miydin?” Sivina, Cornelia’nın çadırına yürüdükleri sırada bir sohbet başlatmayı denedi.


“Hiç umut vermediğim hâlde bana âşık olunca canı yanan Lucie’yi saymazsak, zannetmiyorum.”


“Zannetmiyorum cevabı pek tatmin edici olmadı.” Sivina canının yanmasından korkuyordu. “Ne yaptığını bilmiyor musun?”


“Başarı takıntım-” Yu vereceği cevabı yarıda kesti, sonra da farklı bir cevap verdi. “İnsanlarla ilişki kurmakta isteksizdim. Eğer fark etmeden üzdüğüm biri varsa bilmiyorum.”


“Geldiğin yeri terk ettiğinde eminim arkandan üzülenler olmuştur.”


Yu’nun duygularını anlamak isterdi ama bir duvarı andıran suratı yüzünden hiçbir şey anlaşılmıyordu. Sivina’nın sözlerini duyduktan sonra gözlerini yere indirdi.


“Üzülecek biri kalmadı.”


Cevap, Sivina’nın da gözlerini yere çevirmesini sağlamıştı. Yu’ya kötü anılarını hatırlattığı için üzülmüştü.


“Ne duymayı bekliyordum ki böyle bir şey sordum?”


Gözlerini tekrar yukarı kaldırmadan konuştu. “Özür dilerim.”


“Neden?”


“Nasıl... Neden?”


“Neden özür diliyorsun?”


“Seni üzen bir konuyu açtığım için.”


“Eski meseleler, özür dilemeni gerektirecek bir şey değil. Bu dünyadaki insanların yaşanan olayla hiçbir alakası olmadığından özür dilemesi gereken son kişiler.”


Yu’yu anlayamıyor, ne düşündüğünü hiçbir zaman tahmin edemiyordu. Yu Valarfin zihninden geçenleri en çok merak ettiği insanlar arasında ilk sırayı alabilirdi.


“Senin kim olduğunu bilmek isterdim,” dedi. Yu tabii ki de hiçbir şey anlatmadı.


Tepenin en üst noktasında Cornelia’nın çadırı bulunuyordu. Oraya çıktıklarında hem Vermia’yı hem de Yeşim Gölü’nü görebiliyorlardı.


Ağaçlar kesiliyor ve tepenin çevresine bir sur örülüyordu. O surun önüne ve arkasına hendekler kazılıyor, hendeklerin içi ve önleri de kazıklarla dolduruluyordu.


Sivina kısa süre sonra o surlarda yaşanacak savaşı görür gibiydi.


Hendeklerin içi kan ile dolacak, kazıklar her iki tarafın askerlerini delecekti. İdrar, dışkı ve ter kokusu tüm savaş meydanına sinecekti. Madem böyle olacaktı, öyleyse bu olmadan önce Yu’nun vücudundaki leylak kokusunu alabilmek için ona biraz daha yaklaşmalıydı.


“Y-Yu Valarfin...” Ailesinin kırmızı rengini taşıyan çadırdan çıkan Vermilia Ailesinin kalan en büyük üyesi Cornelia Dri Vermilia’ydı.


Cornelia ile ilk tanıştığında onun sert biri olduğunu görmüş, hatta ona gaddar diyebileceğini düşünmüştü ki Yu yanında olmadığı zamanlarda sahiden öyleydi.


Yu’yu gördüğü zamansa değişiyor ve utangaç bir genç kıza dönüşüyordu.


Objektif olması gerekirse Sivina bunun tatlı olduğunu düşünüyordu ama içinde büyüyen kıskançlığı da görmezden gelemiyordu. Cornelia neden durduk yere Yu’ya vurulmuştu ki?


“İşlerin nasıl gittiğine bakmak ve biraz konuşmak istiyordum.”


Sivina, Yu’nun Cornelia’nın davranışlarını fark edip etmediğini merak ediyordu. Onun zeki biri olduğunu biliyordu ve normal şartlarda bunu fark ettiğinden şüphe etmezdi ama ona olanlardan sonra etrafında olup biten herhangi bir şey ile ilgilendiğini zannetmiyordu.


“Elbette, ben de birazdan teftişe çıkacaktım. Birlikte gidebiliriz, istediğin kadar konuşabilirsin.” Muhtemelen Cornelia konuşurken düşünmüyordu bile. Sadece diline ilk gelenleri söylüyordu.


“Olur.” Yu’nun sesi, Cornelia’nın heyecanlı sesinin aksine durgundu.


Sivina, Yu ve Cornelia tepenin aşağısına doğru ilk adımlarını attıklarında ilerlemeye devam edemeden durmak zorunda kaldılar çünkü birisi Cornelia’ya seslenmiştşi.


“Hanımefendi!”


Onlara seslenen kişi Sör Devan Von Bishory’ydi. Koşarak yanlarına geldi ve Cornelia’nın karşısında başını eğdi.


Söylemeye gerek yoktu ki Sivina onunla Yu’yu karşılaştırmazdı bile. Yu buradayken onun da burada olması sadece seviyeyi düşürüyordu.


“Sizinle konuşmak istiyordum,” dedi Sör Devan.


“Öğle yemeğinde konuşabiliriz,” diye yanıtladı Cornelia. “Şimdi Yu Valarfin ile konuşacağım.”


Cornelia, Sör Devan’a bakmamak için yüzünü Yu’ya döndü ve yürümeye başladı. Sör Devan arkasından takip etti.


“Öyleyse yanınızda durayım, tek başınıza olmanız sakıncalı.”


“Gerek yok,” Cornelia yüzünü Sör Devan’a dönmemişti. Onların arkasında kalmak istemeyen Sivina birkaç hızlı adım attı ve ikisinin arasına girdi.


“Hanımefendi, sizin için endişeleniyorum. Lütfen müsaade edin.”


Cornelia sesli bir şekilde burnundan nefesini verirken Sör Devan peşlerine takıldı. İlk başta arkalarından yürüyordu ama sonra Cornelia’nın yanına geldi.


Sivina göz ucuyla baktığında Cornelia’nın bulunduğu pozisyondan rahatsız olduğunu görebiliyordu ama ikisinin arasından çıkıp onu Yu ile yan yana bırakmaya niyeti yoktu.


“Tüm askerlerin girmesi için çukur kazmamız mümkün olmayacak,” dedi Cornelia. Konuşurken Yu’ya bakmaya çalışıyordu ama aradaki Sivina yüzünden onu tamamen göremiyordu.


“Biliyorum ama tepedeki çadır yoğunluğunu ne kadar azaltırsak o kadar iyi olacak. Sıcak yatak deniyordu sanırım, yataklarda vardiyalı bir şekilde yatılması ile ilgiliydi. Askerler dönüşümlü olarak aynı yatakta yattığı için yatak sürekli sıcak kalıyordu. Çukurlar bu şekilde kullanılır.”


Yu’nun anlattığı sıcak yatak sistemi ile alakalı bir şeyi daha önce duymasa da fikri anlayabiliyordu. Yataklar hiç boş kalmadığından sürekli sıcak kalacaktı.


“Vermia surlarının altına kazılan tünel nasıl gidiyor?”


“Roaronlarınız hızlı çalışıyor,” diye yanıtladı Cornelia. “Şimdiye dek bir aksaklık oluşmadı.”


Roaronlar onar kişilik üç gruba ayrılmıştı ve vardiyalı olarak görev yapıyorlardı. İlk grup Yurine’yi korurken ikinci grup Vermia surlarını alttan çökertmek için tünel kazıyor, üçüncü grup ise dinleniyordu.


“Buraya getirdiğimiz büyü taşlarını surun altına yerleştirip patlatırız. Onlar sıradan taşlardan daha güçlü, herhâlde binlercesi suru çökertebilir ya da mancınıkların çökertebilmesi için zayıflatabilir.


Yu’nun sahip olduğu koca bir çuval büyü taşı vardı. Onları İlonya’dan geldiğinde yanında getirmişti. Sivina onları nereden bulduğunu bilmese de Yu’ya güveniyor ve bu yüzden sorgulamıyordu.


“İç surlar da var,” diye hatırlattı Sör Devan.


“Tch,” Yu dil şaklattı. “O aptal böyle bir şehri nasıl kaybedebilir?” Yu’nun durgun yüzü Sivina’nın nedenini anlayabildiği bir nefret ile doldu.


İlk kez Yurine yokken bir duygu sergiliyordu. Yanakları kasılmış ve kaşları çatılmıştı. Dudaklarından her an küfürler dökülebilirdi.


Cornelia sessizce Yu’ya baktı ama Sivina onu engellediğinden yüzünü göremiyordu. Başka kızların duygularını anlamakta başarılı olduğunda onun mahcup hissettiğinin farkındaydı.


“İç surların kapıları da demir süngülü değil mi?” diye sordu Yu. “Tabii ki de öyle, kapıdan geçmek duvardan geçmekten daha zor olacaktır. Merdiven dayayıp çıkmak dışında ne yapılabilir.”


Yu sol elini çenesine götürdü ama artık çenesini tutamıyordu. Kaybettiği sol elinin yerinde tahta bir el vardı ve elin şekli sabitti. Cornelia, Yu için marangozlarından birine yaptırmıştı.


“Suru çökertmek için açacağımız tüneli kapının altına götürsek... Ama kapı duvarlardan daha sağlam inşa edilmiştir... Zaten ilk suru çökertsek bile iç surlarla karşılaşacağız. Acaba...” Yu parlak bir fikir bulmuş gibiydi.


Sivina farkında değildi ama derin bir nefes alıp Yu’nun vücudunun kokusunu içine çektiğinde ona, yürümeye ilk başladıkları andan daha yakın yürüdüğünü fark etti.


“Suru çökertmek için kazacağımız tüneli ikiye bölsek ve bir kolunu şehrin içine kadar uzatsak? Bir grubun şehrin içine girip iç kapıları açmasını sağlayabilirsek... Hatta...” Yu sözünü tekrar kesti. Biraz hızlandı ve grubun önüne geçti. “Çok zaman alabilir, kuşatmanın ne kadar uzayacağını tahmin edemiyorum ama içeri giren grubun bir süre kendini gizleyip halk arasında bir isyan körüklemesi nasıl olur? Halk içinde isyan çıkarırız, bu esnada surun altına koyduğumuz büyü taşlarını patlatırız ve kargaşa esnasında içeriye sızmış askerlerimiz de kapıları açar. Link’in buna öncülük etmeye gönüllü olacağını düşünüyorum, roaronlardan bir kısmını da onun yanına verebilirim ve elbette yanlarında diğer askerler de olacak.”


“Benim de bu göreve uygun şövalyelerim var,” dedi Cornelia. “Ama bir nevi intihar görevi, şehrin içinde binlerce asker olacak. Kapıların açılabileceği kesin değil.”


“Bir isyandan bahsediyorum. Şehrin içinde askerlerin kaç katı halk vardır? Ama isyanı öyle alelade biri çıkaramaz. Halkın tanıdığı biri olsa, mesela senin gibi? Herkes senin kuşatmada olduğunu düşünürken sen içeride belirsen nasıl olur?”


Planın tehlikeleri açıkça görülebilirdi, bu plan başarısızlık dâhilinde Cornelia’nın ölmesi ile sonuçlanırdı ama planın aklına yatmadığını da söyleyemezdi. Mevcut durumlarında savaşı kazanmak için epik bir şey yapmaları gerekiyordu ve bu yapmaları gereken epik şey olabilirdi.


Ama Sör Devan, Sivina gibi düşünmüyordu. Öne çıktı ve Yu’nun yakasına yapışacakken Sivina bir şimşek gibi hareket ederek ikisinin arasına girdi.


“Ne saçmalıyorsun, kâhya? Hanımefendiyi tehlikeye atmayı nasıl düşünebilirsin!”


“Eğer bir isyan çıkarabileceğini düşünüyorsan Cornelia yerine sen gidebilirsin.”


“Ona ismi ile seslenmeyi-”


“Sör Devan.” Cornelia, kılıcını çekmek üzere olan Sör Devan’ı durdurdu. “Eğer karışıklık çıkarmaya niyetliyseniz daha sonra görüşelim.”


“Hanımefendi, bir anda size ne oldu böyle?” Sör Devan koyu mavi gözleri ile Cornelia’ya bakıyordu. Yu’nun gözleri Cornelia’yı mest ederken Sör Devan’ın gözlerine uzun süre bakmaya gerek görmemişti.


İlerledi ve bu sefer Yu’nun sağına geçti. Şimdi Sivina tekrar ikisinin arasına girerse tuhaf gözükeceğinden birlikte yürümelerine katlanmak zorunda kalacaktı.


“Bu plan benim de aklıma yattı,” dedi Cornelia. “Halkım da beni dinleyecektir. Eminim.”


“Ya dinlemezlerse?” Tekrar yürümeye başlarken Sör Devan sordu. 


Şimdi Sivina, Yu ve Sör Devan arasında yürüyordu ve bundan rahatsızdı. Sör Devan’dan uzaklaşmak için Yu’ya yanaştı ve omuzları birbirine değdi. Sivina hafifçe titrerken tüm vücudunun çarpıldığını hissetti.


“O zaman kötü olur,” diye cevapladı Yu. “Yine de Cornelia şehirde kimlerin ona sadık olacağını biliyordur. Önce sadakatinden emin olduğu birkaç kişiyi toplar, sonra da isyancıların sayısı artar.”


Sadece meraktan başını eğdi ve ne düşündüğünü görmek için Cornelia’ya baktı fakat bunu yaptığına pişman olmuştu. Cornelia da Sivina gibi Yu’nun omzuna değecek kadar yakın mesafede yürüyordu.


“Azer mazer diyerek sıradan halkı kendi tarafına çekmesi zor olmasa gerek.”


“Sözlerine dikkat et! Tanrımız hakkında böyle konuşamazsın!” Sör Devan yine Yu’ya sinirlenmiş ve kılıcına sarılarak önlerine geçmişti. Sivina yine Yu’nun önündeydi. “Bir kızın arkasına saklanmayı bırak!”


“Yeter artık!” Cornelia elini kaldırdı ve Sör Devan’ı işaret etti. “Bir sonraki saygısızlığında seni kovacağım!”


“Saygısız olan...”


Cornelia’nın keskin gözlerinde yanan öfkeyi gördüğünde Sör Devan başını eğdi ve Sivina’nın duyamadığı bir küfür fısıldayarak Cornelia’nın yanına yürüdü. Onun yanına geçmek istemişti.


“Sör Devan’ın tanrısına olan sadakati göz alıcı derecede ama o tanrısını bu kadar seviyor diye din denilen şeyin insanları kontrol etme özelliğini görmezden gelecek değiliz. Zaten en başında yönetici kesimin dini bu kadar sevmesinin nedeni insanları kontrol etmeye yaraması. Yoksa Andromeda Kilisesi’ndekilerin de Azer’e bayıldığı yok.”


“Haklısınız,” dedi Cornelia. Yu’ya yaranmaya çalıştığından değil de bu konuda sahiden Yu gibi düşünüyor gibiydi.


İndikleri bölge tepeye giriş çıkış için kullanılabilecek üç kapıdan ilkiydi. Buradaki kapı doğuya bakıyordu. İkinci kapıysa batıdaki Yeşim Nehri’ne bakmaktaydı. Son olarak güneyde kalan üçüncü kapı vardı, bir tünel şeklindeydi ve Yu’nun önerisiyle Cecilus’dan gizlenerek inşa ediliyordu.


Aslında doğuya bakan kapılarına tam olarak bir kapı denemezdi. Yalnızca birkaç kişinin geçebileceği büyüklükte kazılan bir tüneldi ve Yu bu 'kapının' inşasını öyle mükemmel bir şekilde koordine etmişti ki kimsenin tam olarak ne yaptığından haberi yoktu. Sivina ona hayran kalıyordu.


“Rahat,” dedi Cornelia. Geldiğini gören asker ve köylüler hazır ola geçmişti. “İşinize devam edin.”


Askerler ve inşaata yardım etmeleri için getirdikleri köylüler karınca gibi çalışıyordu. Düşman askerleri gelmeden inşaat bitecekti.


“Şu doğudaki ağaçları görüyor musun?”


“E-Evet...”


Yu, Cornelia’ya sokulup sağ elinin işaret parmağıyla kamplarından biraz uzaktaki küçük ağaçlık alanı işaret etti.


“Okçularımızın menzilinin dışında. Düşman bizi kuşattığı esnada oraya kamp kuracaktır. Güneyimizde, nehrin ilerisinde bir bölgede de bir ağaçlık alan var. O alan oldukça uzak bu yüzden güneye kuracakları kampın da gerisinde kalacaktır.


Kazdıkları 'kapı' tam olarak gösterdiği yere çıkıyordu.


“Kapının inşasını hızlandır. Düşman gelmeden önce bitirmeliyiz.”


“Bay Valarfin, hanımefendiyle ona emir verirmiş gibi konuşmamalısınız.” Sivina, Yu’nun kaldırdığı kolunu aşağıya indirdi ve bu esnada bulduğu fırsatla Yu ve Cornelia’nın arasına girdi.


“Ne yapılacağını söylüyorum.”


“Çok kaba.”


Yu mışlayarak başını çevirdi ve inşa edilen sur boyunca yürümeye başladı.


“Ben... Ben sorun etmiyorum,” dedi Cornelia. Yu’nun yanına yetişmek için adımlarını hızlandırdı ve soluna geçti.


Şimdi yine yan yana yürüyorlardı. Hiç beklemediği anda arkada kalan Sivina’nın zoruna gitmeye başlamıştı.


“Kaç yaşındasın?” diye sordu Cornelia.


“Bu yazın sonunda yirmi olacağım.”


Cornelia ellerini arkasında birleştirdi. Sivina onun hareketlerini okuyabiliyordu. Yu’dan yaşça büyük olan Cornelia, şimdi de yaş farkı yüzünden Yu’nun onu istemeyeceğinden korkmuştu.


“Ben de yirmi iki olacağım...” konuşurken sesi yavaşça kısıldı.


Yu bir şey söylemeden yürümeye devam etti.


Eski Yu Valarfin’in çok farklı davranacağı açıktı. Hatta onu düşes yapmak istediğine göre eski Yu Valarfin’in onu baştan çıkarmayı deneyeceğine emindi.


Ama şu anki Yu Valarfin onu umursamıyordu bile ve Sivina bundan birazcık memnundu.


“Asıl meseleye dönelim,” dedi Sivina. Cornelia’nın flört çabalarını sürdürmesine izin vermeyecekti. “Açılacak tünellerle ne yapmayı planlıyorsun? Bir baskın yapsak bile onları yenecek kadar adamımız yok. Zaten o tünellerden baskın için gerekli asker sayısını geçirirken fark ediliriz.”


“Güneye kazdığımız ilk tünelden askerlerimiz çıkacak, kuzeye kazdığımız tünelin neden inşa edildiğini biliyorsun, doğuya kazdığımız tünel de...”


“Kaçış mı? Hayır, olamaz.” Kaçmak için tünel kazmış olsalardı o tünellerin ucu düşman kampına çıkmazdı.


“Düşman kamplarını kundaklamayı mı planlıyorsunuz?” diye sordu Cornelia.


“Bunu da yaparız ama düşündüğüm şey bu değildi.” Yu tahta bir el takılmış sol kolunu havaya kaldırıp sıyırdı. “Başıma gelen bir işten sonra yaptığım deneylerde de kanımın zehirli olduğunu gördüm. Şimdilik zehir çok hızlı etki ediyor ve kurbanı hemen öldürüyor. Bu yüzden büyük kitlelere karşı mevcut hâliyle kullanamam ama etki süresini uzatmanın bir yolunu bulursam ki bunun için çalışıyorum; tünellerden geçebilir, zehri içecek ve yiyeceklere bulaştırıp düşmanı kırabiliriz.”


“Bu onurlu bir yöntem değil,” diye mırıldandı Sör Devan. Cornelia tekrar ona kızmasın diye sessizce konuşmuştu.


“Bishorylerin kaç askeri buradaydı? İki bin mi? İsterseniz askerleriniz ile birlikte düşmanın üstüne gidebilir ve onurlu bir şekilde ölebilirsiniz ama ben ne burada ölecek ne de savaşı kaybedeceğim.”


Sör Devan yumruklarını sıkarken Cornelia’nın etkisinden dolayı hâlâ bir şey söyleyemiyordu.


“Bu sefer sana katılmıyorum, Yu.” Sivina’nın kuendo stiline zehri kabul ettirebilecek olsalar da bir şövalye olarak hâlâ onursuz olduğunu düşünüyordu.


“Maalesef ben de,” dedi Cornelia.


“Anlıyorum,” dedi Yu. Yürümeye devam ediyorlardı. “Öyleyse yaklaşık binlerce askeri ölüme mahkûm etmenin, karılarını dul ve çocuklarını öksüz bırakmanın, babalarına ve annelerine evlat acısı yaşatmanın, ölen o adamların gelecekteki hayallerini çalmanın onurlu olduğunu düşünüyorsunuz.”


“Böyle bir şey demedik,” Sivina konuştu. “Fakat yazılı olmayan kurallar vardır, zehir korkakça bir yöntem.”


“Senin için öyle çünkü sen güçlüsün. Belki Cornelia ve Sör Devan da güçlüdür. Sizler ellerinize kılıcı aldığınızda onlarca insanı kesebileceğinizi biliyor ve sağ çıkacağınızı düşünüyor olabilirsiniz. Bu yüzden farklı öncelikleriniz var, savaşı sizin için daha ‘görkemli’ kılacak öncelikler.” Yu onları ikna etmek için konuşmaya başladı ve Sivina daha ilk cümlelerden ikna olacağını anladı.


“Fakat buradaki insanlar için aynı şey söz konusu değil. Onlar için savaşın görkemli hiçbir yönü yok, onlar için savaş bir katliam. Onlar sizin aksinize kolayca ölebileceklerinin farkındalar. Pek çoğu muhtemelen eline ilk kez gerçek bir silah alıyor ve çok daha azı savaşmak istiyor. Onların tek istediği evlerine dönmek, karılarıyla sevişmek,” Bu kısımda Cornelia ve Sivina’nın yüzü kızardı. “Çocuklarının başını okşamak ve ailelerinin karnını doyurmak için işlerini sürdürmek.”


Sivina’nın aklı hâlâ Yu’nun öylece söylediği kelimedeydi. Daha önce hiç yapmamıştı ama insanların nasıl ürediğini biliyordu ve aklına Yu’yu yıkadığı esnada gördüğü şey geldi.


“Onlar öldüğünde ailelerine kim bakacak? Sivina, Cornelia, Devan?” Bir cevap almak için adlarını andı ama herhangi bir cevap gelmedi. “Sizce onlara sorsaydık siz kendinizi iyi hissedin diye onurlu bir şekilde ölmeyi ve ailelerini yalnız bırakmayı mı seçerlerdi? Binlerce aile, tüm bu aileleri tek tek dolaşıp onlara oğullarının, babalarının, sevgililerinin sizin seçiminiz yüzünden öldüğünü söyleyebilir misiniz? Onlara ‘sizi ben dul bıraktım, babanızdan ben kopardım, oğlunuzu ben öldürdüm,’ diyebilir misiniz?”


Hiçbiri cevap veremedi. Yu yerinde durup ametist rengi gözleriyle onlara baktıklarında yapabildikleri tek şey başlarını yere eğmekti.


“Eğer cevabınız hayırsa, beni dinleyin.”


Hiçbiri karşı gelemedi ve başka hiçbir şey konuşmadan tepeyi teftiş ettiler.


İki gün sonra Ana ve Link gemilerin içinde güven içinde dönmüş, asker, erzak ve kuşatma silahlarını inşa etmek için gerekli malzemeleri getirmişti.


Bundan bir buçuk hafta sonraysa küçük kalelerinin inşaatı bitmiş ve düşman ordusunun sancakları, tepenin en üstünden bakıldığında görülebilir olmuştu.

------------------------

05.02.2022 - 19:50






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46894 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr