♪ Und da dan o sorn, da dan o versa sorn, ♪
♪ Turn nein das nine form, ♪
♪ Da form thus kuru men dell, ♪
♪ Dell in vers vit das. ♪
♪ Und olso wer were kishe, ♪
♪ Kishe o morna, da denset wan, ♪
♪ Hun olso dell to dan o sorn. ♪
♪ Und then volk turu da sorn, ♪
♪ Volk turu da sorn, ♪
♪ Volk turu da sorn, ♪
♪ Volk turu da sorn, ♪
♪ Volk turu da sorn, till morna apra then. ♪
Terazi Kardinali’nin çadırına girerken daha önce defalarca kez işittiği popüler bir şarkıyı tekrar işitiyordu.
Aramcanın eski bir lehçesiyle söyleniyordu ve telaffuz o kadar farklıydı ki Yashin Huo kelimeleri çıkarmakta zorlanıyordu. Yine de daha önce duyduğu şarkının ne anlama geldiğini biliyordu.
Şarkı, Aşk Gölü’nün Su Perisi ve bir Sabah Şövalyesi hakkındaydı. Efsaneye göre Sabah Şövalyelerinden biri, nerede olduğu bilinmeyen efsanevi bir göl bulmuş ve orada sudan çıkıp insan formunu alan bir periye âşık olmuştu.
Fakat peri sadece geceleri insan formuna kavuşabiliyor, gündüzleri ise suyun içine karışıyordu.
Sabah Şövalyesi ise adından da anlaşıldığı gibi sabaha aitti, bu yüzden ikisinin aşkı imkânsız aşk olarak isimlendirildi ve bu efsanevi ilişki hakkında pek çok hikâye ve şarkı yazıldı.
Yashin Huo’nun şu anda duyduğu şarkı ise yazılan şarkılar arasında en popüler olanıydı. Pek çok kişi kelimelerin ne anlama geldiğini bilmese bile şarkıyı ezbere söyleyebilirdi.
Şarkının son cümlesini kendi dilinde tekrarladı. “Ve göl boyunca yürüdüler, sabah onları ayırana dek.”
Böyle bir Sabah Şövalyesi gerçekten var mıydı kimse bilmiyordu ama varsa da Yashin Huo onun son iki sabah şövalyesinden biri olmadığını biliyordu.
Çünkü son yüz yılda sadece iki Sabah Şövalyesi ortaya çıkmıştı ve şarkı yüz yıldan daha eskiydi.
Onun bir şey isteme ihtimaline karşı iki yaveri arkasında, kendisi önde kardinalin güvenli çadırına doğru yürüyordu. Yüksek bir mevkide olduğundan önünden geçtiği askerler hemen pozisyon alıyor ve yürüdüğü esnada onu selamlıyordu.
Burada yirmi bin asker vardı ve hepsi işinde uzmandı. Başak Katedrali’nin ellerine silah verdiklerini duyduğu çocukların aksine bunlar gerçek adamlardı.
Onların yardımlarına yetişip, düşman ordusunun içinden geçtikleri zaman Cecilus Vermilia sadakatini Terazi Katedrali’ne adayacaktı. Vermilia Ailesi’ni yeni yetme Başak Katedrali’nin kazanmasına izin veremezlerdi.
Tabii Yashin Huo bunların hiçbiri ile ilgilenmiyordu. Savaşmak yapmayı sevdiği iki işten biriydi ve burada olma sebebi, hatta lüks hayatını bırakıp bir asker olma sebebi birilerini öldürmekti. Birilerini öldürmek iyi hissettiriyordu.
Kamplarının merkezine, yalnızca kardinalinin çadırının bulunduğu alana girdiğinde gördüğü askerler artık ona selam vermiyordu çünkü bu askerler, kardinalin özel muhafızlarıydı.
Terazi Kardinali’nin bir sarayı andıran devasa mavi çadırına girdi. Çadırın içi mavi ışık yayan mumlarla aydınlatıldığı için ortam Yashin Huo’ya eskiden gittiği bir genelevi anımsatıyordu.
Terazi Kardinali Keichi Tempo, çadırın girişine bakacak şekilde yuvalak masaya oturmuştu. Onun sağında oturan ve iri göğüslerini koluna dayayan ise Andromeda Pontifeksi’nin hayattaki sayılı akrabalarından olan Akalda Von Binmarth’dı.
Masada oturan diğer beş kişiyse Terazi Katedrali’nin komutanlarıydı.
“Orospu çocuğu Tempo…” diye geçirdi içinden. Akalda’yı kıskanmıyordu, sadece Mora’daki güzellik standartlarının çok aşağısında olan Keichi Tempo’nun yanında Akalda gibi ideal bir Mora güzelinin olması canını sıkıyordu.
Keichi Tempo hakkında çok düşünmüş, onun nereden geldiğini öğrenmeye çalışmıştı ama kısık gözlere sahip bir ulus tanımıyordu. Yashin Huo’nun bildiği haritanın herhangi bir yerinden olamazdı.
“Bilinmeyen Topraklardan mı gelmiş acaba?”
Eski Terazi Kardinali’nin şövalyesi olduğu için şimdiki kardinalin de şövalyeliğini yapması uygun görülmüştü. Bu yüzden Keichi Tempo’nun soluna oturdu.
“Esmer olduğundan Brahatullu olduğunu düşünmüştüm ama gözleri tanıdığım Brahatulluların badem gözlerinden çok farklı.”
Bazı insanlar batıda ve güneyde denizin sonsuza dek uzandığını, bazıları da bir noktadan sonra dünyanın son bulduğunu söylüyordu. Aynı kişiler kuzeyde sonsuz kış, doğuda da sonsuz çöl topraklarının olduğundan bahsederdi.
Ama Yashin Huo bunları avam kesiminin safsataları olarak görüyor ve çoğu soylu gibi dünyanın yuvarlak olduğuna inanıyordu. Ona göre güneydeki El Adası’ndan aşağıya giderlerse haritanın kuzeyinden çıkarlar, batıdaki barbar adalarını geçip ilerlerlerse de doğudaki Brahatul’dan gelirlerdi.
Öyleyse kuzey ve güney, doğu ve batı arasında farklı topraklar, farklı halklar olmalıydı. Yashin Huo gibi pek çok entelektüel de buna inanıyor ve bu bölgelere Bilinmeyen Topraklar diyordu.
Bilinmeyen Toprakların bir yerinde Keichi Tempo’nun ulusu yaşıyor olmalıydı.
“O buraya geldiyse bizim de oraya gitmemiz mümkün. Kim bilir o topraklarda gömülü ne zenginlikler vardır…”
Belki bilinmeyen yerleri keşfetmek sevişmek ve öldürmekten sonra ona zevk veren bir başka şey olurdu.
“Hemen şimdi harekete geçeceğiz,” dedi Keichi Tempo. Tuhaf bir aksanla konuşuyordu. “Tepeyi kuşatan birlikleri yendikten sonra hiç zaman kaybetmeden Vermia’nın kuzeyine gidip üzerimize gelen orduyu yok edeceğiz.”
Onunla ilk tanıştığında konuşması son derece normaldi ama bir süre sonra bir anda aksan edinmişti. Kelimeleri sessiz harfler ile bitirmekte zorlanıyor, sessiz harfler ile biten kelimelerden sonra belli belirsiz duyulan bir ‘u’ sesi ekliyordu.
“Kardinal hazretleri bize başka bir düşman ordusu daha olduğunu mu söylüyor?” dedi Akalda. Göğüslerini buradaki tüm komutanların önünde kardinalin koluna sürtüyordu. “Ne kadar ermiş bir insansınız.”
Akalda, Kecihi’nin yanağında bir öpücük kondururken kimsenin sesi çıkmadı. Keichi’nin yüzünde de herhangi bir değişiklik olmamıştı. Normalde böyle güzel bir kızın onun gibi birinin yanında oturması bile Keichi’yi utançtan kekeletmeliydi ama Keichi hiç umursamıyordu.
“Vermia’nın kuzeyinden düşmanın geldiğini nereden biliyorsunuz?” diye sordu birinci ordunun komutanı Ymerr Heiss. Yüzü kırışmış yaşlı bir şövalyeydi ve koyu yeşil saçları ile uzun sakalları birbirine karışmıştı.
“Tanrımız, yerküredeki temsilcilerinden biri olan bana bu bilgileri lütfediyor,” diye yanıtladı Keichi.
“Yoksa Yüce Terazi Kardinali’nin sözlerine güvenmiyor musunuz?” diye sordu Akalda.
Ymerr başını eğip gözlerini kaçırırken Yashin merak etti, bu kız buradakilerden kaç tanesinin yatağını ısıtmıştı?
“Elbette tanrının havarisine güveniyoruz.” Konuşan kişi dördüncü ordunun komutanı Neveral Huo Long’du. Yashin en azından Akalda’nın onu baştan çıkaramayacağını biliyordu. “Fakat askerlerimiz hem gece savaşacak hem de hiç dinlenmeden tekrar savaşa gidecek, bu kendi adamlarımıza zulmetmekten başka bir şey değil.”
Huo kolundan Neveral, Yashin’den beş yaş büyüktü ve Yashin’in aksine o hayatını tek bir kadına adamıştı. Çoğu Long gibi onun da sarı saçları ve kızıla çalan kahverengi gözleri vardı, uzun boyluydu ve yapılı bir vücuda sahipti.
Karısı da pek güzel bir şey sayılmazdı ama Neveral yıllardır ondan başkasına bakmıyordu. Nerval'in dört çocuğu vardı ve Yashin onun düzenli hayatını kıskanıyordu.
“Lord Neveral haklı,” dedi ikinci ordunun komutanı Beneth Von Shaem. “Savaş zamanı askerleri zorlamak normal ama buna gerek olduğunu zannetmiyorum.”
Siyah sakalını sıvazlayan Beneth’in sözlerini tüm komutanlar başlarını sallayarak onayladı.
“Ha biz düşmanın üstüne gitmişiz ha düşman bizim üstümüze gelmiş, pek fark göremiyorum. Hatta düşmanın üstümüze gelmesi daha iyi olacak.”
“Evet,” beşinci ordunun komutanı Hatem Huo Long da onaylıyordu. “Tepede dinleniriz, orası avantajlı bir nokta. Üstelik öncü birliklerimiz Vermiliaların orayı surlarla çevrelediğini söylüyor. Düşman üstümüze gelir, yorgunken saldırırlarsa yeneriz. Eğer bizi kuşatmayı denerlerse yürüyerek yorulmuş düşmana saldırır, ezeriz.”
Son sözü söyleyense üçüncü ordunun komutanı Shuo Huo Long oldu. “Şehre çekilirlerse de kuşatır, şehir surlarını yıkar ve şehri fethederiz. Kuşatma esnasında yardımımızı Dük Cecilus’un gözüne sokup, bize minnettar kalmasını da sağlayabiliriz. Zaten onunla daha önceden pek çok defa iletişime geçtik.”
Komutanlar kendi aralarında birkaç söz daha söylemiş, birbirlerini övmüş ve en sonunda Keichi Tempo’ya dönerek sözlerini beklemeye başlamıştı.
“Planlarınızın mantıklı olduğunu reddetmeyeceğim,” dedi Keichi. Suratında hiçbir mimik, sesinde hiçbir duygu yoktu. “Ama böyle yapmayacağız.”
Yashin oturduğundan beri hiçbir şey konuşmamıştı ve hâlâ daha konuşmaya niyetli değildi. Keichi’ye karşı en ufak sempati beslemiyordu ama bildiği bir şey varsa bu çocuğu takip ettiklerinde başarıya ulaştıklarıydı.
Nasıl yaptığını bilmiyordu, yine de tanrının ona sunduğu Lütuf ile ilgili bir şey olduğu ortadaydı. Azer’in havarilerine sunduğu Lütuflar insanların algılayamadığı olağanüstü mucizelere kadirdi.
“Yu Zao Long yirmi bin kişilik ordusu ile geliyor. Dük Cecilus ise boğazına saplanan ok yüzünden öldü, Vermilia Ailesi’nin yeni reisi artık Düşes Cornelia ve o da Başak Katedrali’ni destekleyecek.”
“Böyle nokta atışı tahminler…” Ymerr Heiss yumruğunu sıkıyordu.
Buradaki herkes biliyordu ki onun tahminleri, tahminden ötesiydi. Gerçekten ermiş bir insandı ve söylediği her şey gerçekleşiyordu.
Hepsi buna alıştığı için nasıl bildiğini ve geleceğin kesinliğini sorgulamayacaklardı. Onun yerine Yashin Huo, kendileri için oldukça önemli olan soruyu sordu.
“Eğer Cornelia, Başak Katedrali’ni destekleyecekse neden onlara yardım ediyoruz ki?”
“Lord Yashin haklı,” dedi Shuo Huo. Diğerleri de onaylar sesler çıkardı.
Dük Leoral, Başak Katedrali’nde vaftiz olduğunda oğlu ve kızı onunla birlikte vaftiz olmamıştı. Cornelia’nın şimdiye dek törenler haricinde herhangi bir dini yapıdan içeri ayak bastığı görülmemişti ama Cecilus, Terazi Katedrali’ne mensuptu ve dük olma yolunda ablasını bir tehdit olarak gördüğünden katedrallerinin desteğini almayı umuyordu.
“Cornelia’nın yardımına yirmi bin kişilik ordu getiriyoruz, onun şehrini geri alacağız. Bu durumda neden Başak Katedrali’ni destekler ki? Onların hiçbir şeyi yok.”
“Lord Neveral haklı,” dedi Akalda. Neveral onunla aynı fikirde olmaktan iğreniyormuş gibi yüzünü ekşitti. “Cornelia’nın yaptığı yalnızca nankörlük olur, ordumuzu geri çekmeliyiz.”
“Leydi Akalda’nın da dediği gibi onun yaptığı nankörlük olur. Bize minnettar kalmayıp, buyruğumuza girmeyecekse onu ölüme terk etmek bana koymaz.”
Yashin Huo, Lord Beneth’in siyah gözlerine baktı. Konuşurken gözüken büyük dişleri sarıydı ve yanağında derin bir kılıç yarası vardı.
İnsanların ölümü Yashin Huo’yu da ilgilendirmiyordu, bir nankörün ölümü gerçekten umurunda olmazdı ama Cornelia farklıydı. O bir halk kahramanıydı ve onun ölümü, Zodyaistleri mağlubiyete bir adım daha yaklaştıracaktı.
Yashin Huo’nun gözünde Beneth Von Shaem’in bunu hesap edememesi, onun savaşmaktan başka hiçbir şeye kafası basmayan bir aptal olduğunun kanıtıydı.
“Bu fikir gereğinden fazla zalimce,” dedi Neveral Huo. “Sadece öfke ile alınan bir karar. Vermia’nın düşmesi bizi de zor duruma sokacak, bu çok açık.”
“Öyleyse Vermia düşer ve biz de güçsüz düşmüş düşmana saldırıp şehri alır, kahraman oluruz,” dedi Hatem Huo.
Aklı başında olan tek komutanları Neveral Huo, diğer dört komutana neden hemen şimdi yardım etmeleri gerektiğini aptala açıklar gibi açıklasa da ikna edemiyordu.
“Adında Huo ve Von olan herkese rütbe verirsen olacağı bu,” diye düşündü Yashin.
Dük Cecilus’un ölümü çok ani olmuştu. Onu biraz tanıyordu ve onun savaşacağını zannetmiyordu, güvenli bir deliğe başını sokup saklanıyor olmalıydı. Boynuna bir ok yemeyi nasıl başardığını merak ediyordu.
“Ama hâlâ sorumun cevabını almadım.” Yashin konuştuğunda diğer komutanlar sustu ve masadaki herkes Yashin’e döndü. “Cornelia neden, hiçbir şeye sahip olmayan Başak Katedrali’ni desteklesin ki?”
Keichi dilini yanağına bastırdı, yanağı şişerken burnunu çekti ve tüm bu tartışmadan yorulmuşçasına elini alnına koydu.
“Çünkü,” dedi. Herkes onun cevabını bekliyorudu ama o konuşmadan önce biraz daha bekledi. Belki şu anda vahiy alıyordu. “Çünkü bizde olmayan bir şey Başak Katedrali’nde var.”
“Nedir o?” diye sordu Akalda.
Keichi cevap vermeden önce güldü. “Yakışıklı bir kâhya.”
Akalda, Yashin ve beş komutan hiçbir tepki vermeden öylece Keichi’ye baktı. Ymerr Heiss ilk gülen oldu, Neveral Huo dışındaki herkes gülüyordu. Öyle ki Yashin ve Keichi’nin kendisi bile gülüyordu.
“Kardinal hazretleri şaka yapmak konusunda çok iyi,” dedi Lord Beneth.
“Gerçekten öyledir,” dedi Akalda.
Yashin ise şakanın komikiğine değil de Keichi’nin ilk kez şaka yapmasına gülüyordu.
“Yani…” Hiç gülmeyen Neveral Huo’nun buz gibi sesi kahkahaların arasından bıçak gibi sıyrıldı. “Bu bir şaka mı yoksa gerçek mi?”
“Gerçek.”
“Lütfen daha fazla şaka yapmayın!” Akalda gülmeye devam etti ve Keichi’nin omzuna vurdu. Keichi’nin gülmeyi kestiğini ve tekrar duvar gibi bir surat takındığını gördüğünde ise yutkundu ve sessizleşip içine kapandı.
“Cornelia’yı ikna etmenin mümkün olduğu tek bir sefer vardı ama artık bu çok uzakta. Ayrıca şimdi geri çekilsek bile biz dönene kadar düşman bize yetişecek ve ordumuzu yok edecek.”
Keichi son iki kelimeyi özellikle vurguladı.
Ayağa kalktı ve onun ayağa kalkmasıyla birlikte masada oturan herkes yerlerinden kalkıp başını eğdi.
“Hemen şimdi hücum ediyoruz,” dedi Keichi.
-------------------------
23.04.2022 - 22:16
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..