Cilt 3 - Bölüm 50: Karşılaşan Sancaklar (1/2)

avatar
355 4

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 3 - Bölüm 50: Karşılaşan Sancaklar (1/2)


“Bu ninni…” Yu’nun fısıltısı savaş borazanlarının altında kalsa da onun her bir kelimesini dikkatle dinleyen Sivina ne dediğini işitmişti.

 

“Ne ninnisi? Ne diyorsun sen, Yu?” Yu’nun kelimelerini Yurine de duymuştu. Başını çevirip Yu’nun yüzüne baktığında gözlerinden akan yaşları gördü.

 

Yu’nun tahta eli göğsüne gitmişti, kaşları canı yanıyormuşçasına çatılmıştı ama gözlerinden akan yaşlar canı acıdığı için değil, kalbi acıdığı içindi.

 

“Yu, neden ağlıyorsun?” Yurine, elini kaldırdı ve Yu’nun yanaklarından süzülen yaşları sildi. “Korkma, Yu. Ben seni korurum.”

 

“Hayır,” dedi Yu. Bir eli ile atın yularını tutmaya devam ediyordu. Tahta elini göğsünden indirdi ve Yurine’nin beline doladı. “Korkmuyorum… Sadece…”

 

Hem tepede, Başak Katedrali’ne ait borazanlar ötüyordu hem de güneyden gelen ordunun borazanlar ötüyordu. Yu güneye gitmek ve ne olduğunu görmek için atını çevirdi.

 

“Yu, bekle. Ben de sizinle geleyim.”

 

Sivina’nın bineği öldüğü için eğer Yu’yu takip etmek isterse bunu koşarak yapması gerekecekti.

 

Koşarak bir ata yetişebileceğini düşünse de buna gerek yoktu, bu yüzden Yu’nun arkasına atladı. Birisinin çocuk olduğu düşünülürse kısa süreliğine üç kişi taşımak bir at için sorun olmamalıydı.

 

“Sen yeni bir savunma pozisyonu oluştur,” dedi Yu, Cornelia’ya. Ardından atını dehledi ve Link’in kontrol ettiği güney bölgesine doğru atı sürdü.

 

Orada Shimey Von Bishory’nin de bulunması gerekiyordu ama söylediğine göre Yu, Shimey’yi öldürmüştü.

 

“Yu birini öldürdü… Bu beni rahatsız ediyor.”

 

Yu’nun insanları öldürmesini istemezdi. Ona kılıç kullanmayı öğretiyordu ama onun birilerini öldürmek zorunda kalması Sivina’yı rahatsız ediyordu. Eğer elini kana bulaması gereken biri varsa bu Sivina olmalıydı, Yu değil.

 

“Ama bunu o kadar basitçe söyledi ki… Daha önce de birilerini öldürdüğü belli.”

 

Kollarını Yu’nun beline dolamak istedi ama elleri, tamamen Yu’ya yaslanmış Yurine’nin beline çarptı.

 

Yurine homurdanmıştı ama Sivina yine de ellerini geçirdi ve Yu’nun beline sarıldı. Yurine istediği kadar homurdansın, Sivina bu andan vazgeçmeye niyetli değildi.

 

“Önce onu yıkadım, özel bölgesini bile gördüm, sonra da dizlerime yatırdım… Şimdi de… Sarılıyorum…”

 

Sürekli onunla yakınlaşıyordu ve savaş alanında olmasına rağmen bu yakınlaşma Sivina’yı kendinden geçiriyordu.

 

Öyle ki istemsizce çenesini Yu’nun omzuna dayadı ve fısıladadı. “Yu…”

 

“Efendim?”

 

“E-Ee… Ee…” Sivina, Yu’nun ismini fısıldadığını fark edince dili dolandı, Yu istemsizce sıkarken durumu kurtarmak için diyecek bir şey düşündü.

 

“VuUuUuUu!”

 

“VuUuUuUu!”

 

Neyse ki Sivina’nın Yu’ya yalan söylemesine gerek kalmadan borazanlar tekrar öttü ve bu esnada tepenin güneyine vardılar. Askerler surların ardında tekrar bir kalkan duvarı örmüş, başlarında rinosunu süren Link’in komutlarını bekliyordu.

 

Link de Sivina’nınki gibi gümüş bir zırh giymişti ve onun da pelerinin rengi Yu’nunki gibi altındı.

 

Ama onun yüzü, Yu’nun yüzünün aksine kan içindeydi ve terden sırılsıklam olmuş sarı saçları yüzüne yapışmıştı. Sivina surlara baktığında bir noktada anormal şekilde yığılmış kütükler gördü.

 

Surlarının küçük bir kısmı yıkılmış, düşman oradan içeriye girmişti ama Link ve emrindeki askerler savunmayı başarmıştı. Bir fırsatını bulduklarında da kütükleri kullanarak yıkılan kısmı kapatmışlardı.

 

“Ne oluyor?” diye sordu Yu. Atını, Link’in yeşil rinosunun yanına getirmişti.

 

“Küçük balığı yemek isteyen balıktan daha büyük bir balık geliyor.”

 

“Farklı bir düşman ordusu geliyor, desen de olurdu.”

 

“Bir açıdan düşmanlar, bir açıdan değiller,” dedi Link ve atını, tepenin biraz üstüne sürdü.

 

Yu onun peşinden gitti ve surların arkasını görebilecekleri bir konuma ulaştıklarında üzerlerine gelen diğer orduyu ve taşıdıkları sancakları da görebildiler.

 

“Terazi sancakları,” dedi Sivina. Andromedia’da gördüğü için hatırlıyordu.

 

Mavi zemin üzerine beyaz terazi resmedilmiş sancaklar, atlı askerlerin ellerinde dalgalanıyordu. Terazi Katedrali’nin askerlerinin üzerine koştuğu kraliyet askerleri şehre kaçıyordu.

 

“Sence çıkıp kraliyet askerlerini kovalamalı mıyız? Terazi Katedrali’nin bize desteğe geldiği belli,” dedi Link.

 

“Hayır.” Yu’nun cevabı netti. “Düzensiz bir saldırı olur ve fazla süvarimiz yok, kovalasak da yakalayamayız. Boşu boşuna yorulmayalım.”

 

Sivina surların dışına çıkmanın ve düşmanların üzerine koşmanın taraftarı olsa da Yu’nun sözünün onlara bir eksisi olmadığından buna uyacaktı.

 

“Hem gelen askerlerin tamamen Terazi Katedrali’ne ait olduğundan hemen emin olamayız. Başka bir düşman ordusu bekliyordum, belki de bu ordu Zodyaizm sancaklarından birini kullanarak bize tuzak kurmaya çalışıyordur.”

 

“Bu da olası tabii,” dedi Link.

 

Farklı sancak kullanarak düşman birliklerini kandırmak kitaptaki en eski hilelerden biriydi ama savaşın kaybedilmesi durumunda savaş suçu olarak adlandırılıyordu.

 

“Nedense bu kulağa senin yapacağın bir şey gibi geliyor,” dedi Sivina. Çenesi hâlâ Yu’nun omzundaydı.

 

“Ben yapardım zaten. Ne de olsa kazanırsak kimse bizi yargılayamaz.”

 

Ne diyeceğini bilemiyordu. Onu bu hâliyle seviyordu ama hayalindeki ideal Yu’dan uzaktaydı. Onu kendisi için değiştirmek bencilce olurdu ve Yu bazı değerlerden yoksun olsa bile onu sevmeye devam edecekti ama hâlâ onun örnek bir insan olmasını istiyordu.

 

“Sen hâlinden memnunsun sanırım,” dedi Link. Sivina ile konuşuyordu. “Bununla bir sorunum yok fakat savaş alanı bunun için uygun bir yer değil.”

 

Link dediğinde farkına vardı. Hayır, Yu’ya sarıldığının ve başlarının yan yana olduğunun zaten farkındaydı ama bunun normal olduğunu düşünmüştü.

 

Şimdi insanların onu rahatça görebildiği bir yerde ona ne kadar yakın olduğunu fark ediyordu.

 

Link bunun bahsini açınca Yurine başını çevirdi ama Sivina o görmeden önce başını çekmişti bile, sadece Yu’nun beline sarılıyordu.

 

At üstünde olduklarından bu bir açıdan normal karşılanabilirdi. Bu yüzden Yurine normalde vereceği sert tepkiyi vermek yerine burnundan soludu ve yüzünü surların arkasındaki hareketliliğe döndü.

 

“Bize bir tehdit oluşturacaklarını zannetmiyorum.” Link yerinde hareket etmeye başlayan atını dizginledi. “Bir grup, kapıya doğru geliyor.”

 

Link’in gördüğü şeyi onlar da görebiliyordu. Düşman ordusu şehre kaçarken Terazi Katedrali ordusundan ayrılan bir atlı birliği nehre yaklaştı ve kapılarının bulunduğu yola girdi.

 

Eğer aralarında her biri Yurine kadar güçlü büyücüler ya da Sivina kadar yetenekli savaşçılar yoksa en fazla yüz kişi olan bu grup kendileri için bir tehdit oluşturmayacaktı.

 

“Yolu açın, gelsinler,” dedi Yu. Roaron savaşçılarından ikisi emri aldı ve batıdan sorumlu birliklere iletmek için rinolarını dehledi.

 

“Askerler gardlarını indirmesin, Cornelia’yı kapıya çağırın.”

 

Yu’nun sonraki emri ile iki roaron savaşçısı daha gruptan ayrıldı ve emri iletmek için rinolarını sürdü.

 

Yu da atını çevirdi ve roaronlar ile birlikte batı kapısına doğru sürmeye başladı. Link’e herhangi bir ihtimale karşı askerlerin başında durmasını söylemişti.

 

“Vermilia Ailesi’nin desteğini almak için geldiler, değil mi?” diye sordu Sivina. Artık çenesini omzuna dayamasa da hâlâ beline sarılıyordu.

 

“Şu an ha-” Yu konuşurken aniden sözünü kesti. “Yani, sırf Cornelia’nın gül yüzünün hatırına yardıma gelmiş olamazlar.”

 

Fakat Başak Katedrali de Cornelia’nın desteğini almak istiyordu. O düşes olacaktı ve bu, krallıktaki en yüksek mevkilerden biriydi ama her şeyden önce Cornelia bir popülariteye sahipti.

 

Popüler birinin, bir halk kahramanının Terazi Katedrali’ne destek vermesi daha fazla insanın onlara akın edeceği anlamına gelirdi ki işin sonunda Terazi Katedrali, Andromeda Kilisesi’nin kararlarını doğrudan etkileyecek nüfuza sahip olabilirdi.

 

“Terazi Katedrali bizden daha güçlü, daha saygıdeğer. Vermilialar için de daha iyi bir tercih.”

 

Cecilus başa geçerse Terazi Katedrali’ni destekleyeceğine şüphe yoktu. Cornelia ise… Onun Yu’dan hoşlandığını görebiliyordu ve ilk başta onun, duygularını işe karıştırmayan biri olduğunu düşünmüştü.

 

“Ama şimdi bakıyorum da Cornelia, Yu için basbayağı duygularını işe karıştıracak birine dönüşmüş. Nasıl ondan bu kadar çabuk etkilenebilir ki…”

 

Yu ile tanıştığı anı hatırladı. Onu görecek her insan gibi onun çok yakışıklı olduğunu düşünmüştü ama şu an hissettiği duyguları hissetmemişti.

 

Aksine, Satoshi’yi aşağılaması sayesinde onun kendini beğenmiş, küstah bir adam olduğunu düşünmüştü. Bu düşünceleri onun öznel fikrinden çok nesnel bir gerçekti gerçi ama tanıştıkları ilk an Yu onun gözünde bir zorbaydı.

 

Tabii onu tanıdıkça iyi şeyler yapmaya çalışan fakat kötü karaktere sahip bir insan olduğunu düşünmüş, Ana ona Yu’nun onu taşıdığını söyleyene dek bu düşünceleri değişmemişti.

 

O andan sonra da Yu’nun harika bir adam olduğu fikrine varmamıştı tabii, sadece onu iyi biri olarak görmek için bir şans vermişti.

 

İlonya’ya gittiklerinde fazla vakit geçirmeden ayrılmış, tekrar buluştuklarındaysa tamamen içinden geldiği gibi davranmıştı. Onun yanağına bir öpücük kondururken bile ona karşı romantik hisler beslemiyordu.

 

Fakat onu tanıdıkça, onunla daha fazla zaman geçirdikçe hisleri gelişmeye başlamıştı. Yu’nun olağanüstü görünüşü düşülünce onunla biraz vakit geçiren her kızın, Ana gibi farklı yönelimler sergilemedikleri sürece, Yu’dan hoşlanacağını düşünüyordu.

 

Bazı insanlara karşı iyi olsa da onun iyi biri olmadığının farkındaydı, hatta kimileri duygularından ötürü Sivina’nın dile getirmek istemeyeceği hakaretleri haklı olarak Yu için dile getirebilirdi.

 

Onun kişiliğinin farkında olsa da en nihayetinde Yu, sırf kötü olmak için kötü olan birine benzemiyordu. En azından Sivina böyle umuyordu.

 

“Cornelia’nın durumuna ilk görüşte aşk mı diyorlar?”

 

Sivina’nın Yu’ya karşı duyduğu duygular sürekli gelişse de ejderha ile karşılaştıkları güne kadar bunun adına aşk demiyordu. Tabii eğer Yu bir adım atsa Sivina’nın duyguları hemencecik aşka dönüşebilirdi.

 

Ejderha ile karşılaştıklarında, daha doğrusu Yu’nun onu kurtarmak adına öldüğünü düşündüğünde ve ardından Yu ile tekrar karşılaştığında duyguları, o bunu başta reddetse de şimdi reddedemediği bir aşka dönüşmüştü.

 

“Yu iyi amaçlar uğruna kötü şeyler yapan birisi ve ben ona âşığım.”

 

Sivina, Yu’ya âşıktı.

 

Onun hakkında bilmediği tonlarca şey olduğunu biliyordu, belki zannettiğinden çok daha kötü birisiydi ama yine de ona âşıktı.

 

Bu aşk ilk görüşte olmamıştı belki ama sağlam bir bina gibi tuğlalaları bir diğerinin üzerine koyarak inşa edilmişti.

 

“Kapıları açın!” diye bağırdı Yu. Burada Lord Marcus ve Lord Keer’in adamları vardı ve ileride bir yerde Cecilus’un cesedi yatıyordu.

 

İnşa ettikleri kapı açıldı ve beklemeye başladılar. Cornelia ve Yu’nun yaverliğine atanmış Jaime de yanlarına varmıştı.

 

“Gelenler…” dedi Cornelia, tekrar komodoruna binmişti. Sivina onun sözünü kesti.

 

“Terazi Katedrali.”

 

Onun neler yapacağını merak ediyordu. Cornelia sadık bir şekilde Başak Katedrali’ni destekleyecek miydi?

 

“Ve desteklese bile bunu Yu için yapmış olacak, Yu’yu sevdiği için…”

 

Yu için mücadele etmesi gerekiyorsa ederdi ama yine de Cornelia’nın Yu’nun kalbini fethetmesinden korkuyordu.

 

“Bu heyet,” Yurine başını kaldırıp Yu’nun yüzüne baktı. “Yu, Andromeda Kilisesi’nde gördüklerimiz.”

 

Beyaz zırhlar kuşanmış atlı şövalyelerin omzundan mavi pelerinler sarkıyordu. Atları da mavi kumaşlar ile süslenmişti.

 

Önden bu şövalyeler girdi, ardından şövalyeler bir kanat gibi iki yana açıldı ve komodorların üzerinde seyahat eden üç kişi öne çıktı.

 

Biri bir şövalyeydi, taktığı miğfer gizlediği için Sivina onun yüzünü göremiyordu. Bu şövalye, önde ilerleyen kişinin sol arkasında ilerliyordu.

 

Şövalyenin sağında ilerleyen kişi ise vücut hatlarını belli eden, insanları tahşir etmeye yönelik hafif ve işlevselliği düşük bir zırh giymiş, miğfer takmadığı için kızıl saçları tüm zarafeti ile gözüken bir kadındı. Sivina onun isminin Akalda olduğunu hatırlıyordu.

 

İkisinin ortasında, onların biraz ilerisinde ilerleyen kişiyse hiçbir zırh kuşanmamıştı. Tamamen düz, mavi bir gömlek ve siyah bir pantolon giyiyordu.

 

Satoshi’ye çok benzese de ondan daha olgun duran ciddi bir yüze sahipti. Gelen kişi Terazi Kardinali Keichi Tempo’ydu.

 

“Sivina, Andromeda Katedrali’nde Keichi ve memleketim hakkında konuştuğum şeyleri unut. Keichi’nin benim hakkımda bir şeyler bilmesini istemiyorum. Bunu Ana ve Link’e de tembihle.”

 

Yu’nun dediklerini aklına kazıdı. Onu rakip olarak gördüğünden kişisel bilgilerini rakibine vermek istemiyordu.

 

“Aynı yerden geldiklerini söylemişti ama çok farklılar. Yu’nun yanına yaklaşamaz bile.”

 

Yu’nun yüzünü diğer insanlarla kıyaslamaya gerek bile görmüyordu. Kiminle kıyaslarsa kıyaslasın Yu hepsinden daha üstte olacak, sonuç hiç değişmeyecekti.

 

“Duydunuz mu?” dedi Yu. Kigaro ve Dimen ile konuşuyordu.

 

“Evet, ağzımızı açmayız,” diye cevap verdi Kigaro.

 

Roaronlar da o zaman Yu’nun yanında oldukları için anlattıklarını duymuştu.

 

“Sivina!”

 

Cornelia öne çıkarken arkasından bir ses işitti. Bir rino süren ve yeşil zırh giymiş yeşil saçlı bir kız kendisine sesleniyordu.

 

“Ana, iyi olduğuna sevindim,” dedi. Yu atını Cornelia’nın yanına sürdüğü için Ana’dan uzaklaşıyordu.

 

Ana’nın iyi olmasına sevinmişti. Her ne kadar ilk öpücüğünün Yu ile olmasını istese ve Ana bu şansı ondan çalsa da ona kızgın değildi. En nihayetinde kız kıza yapılan bir şeyin sorun edileceğini zannetmiyordu.

 

Üstelik hâlâ bir erkek ile öpüşmemişti ve öpüşeceği ilk erkek Yu olabilirdi.

 

“Olabilir değil, olacak… Ben… Başkası olsun istemiyorum, ya Yu olsun ya da hiç kimse.”

 

Yu’dan daha iyi karaktere sahip insanlar olabilirdi ama Sivina’nın gözünde Yu ile aynı seviyede bir insan hiçbir zaman var olmayacaktı.

 

“Düşes,” diyerek elini göğsüne götürdü Keichi. Başını eğmiş ve Cornelia’yı selamlamıştı.

 

“Demek o da Cornelia’yı düşes yapmak istiyor.”

 

Yu, Cornelia’yı düşes yapmakla ilgili düşüncelerini daha önce söylemişti ve amaçları buydu.

 

Sivina, Terazi Kardinali’nin, Cecilus’u dük yapmak isteyeceğini ve bu yüzden çarpışacaklarını düşünmüştü ama şimdi Cornelia’ya doğrudan düşes diye hitap etmişti.

 

“Kardinal hazretleri, desteğiniz için müteşekkiriz,” dedi Cornelia. Gözleri Yu ile konuşurkenki gibi parlamıyordu, onunla ilk tanıştığındaki soğukluğundaydı.

 

“Değerli meslektaşım.” Keichi, Cornelia’yı selamladığı şekilde Yurine’yi de selamladı. Yurine başı ile selamı aldı ve Keichi, Yu ile Sivina’ya baktı.

 

Sivina’ya sadece tek bir bakış atmıştı ama Yu’yu uzun uzadıya inceledi, Sivina bile onun bakışlarından rahatsız olmuştu. Keichi Tempo, adeta Yu Valarfin’in ruhunu görmeye çalışıyordu.

 

“Fazla zamanımız yok, hemen bir acil durum toplantısı yapmak istiyorum,” dedi Keichi.

-------------------------

25.04.2022 - 16:49






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr