Sabah savunma planlarını konuştukları çadırın içinde tekrar toplanmışlardı ama bu sefer çadırdaki kişiler farklıydı.
Ne Cornelia’nın ne de Keichi’nin lordları çadırda yoktu. Dikdörtgen masanın başında Cornelia, onun sağında Devan Von Bishory, Devan’ın yanında kucağındaki Yurine ile birlikte oturan Yu, Yu’nun yanında sandalyesini ona yanaştırmış şekilde oturan Sivina vardı.
Cornelia’nın solunda Keichi Tempo oturuyordu. Keichi’nin yanında Yu’ya sinsi bakışlar atan Akalda vardı. Zümrüt renginde gözlerinde Sivina’nın yarışamayacağı erotik bir çekim parıldıyordu.
Akalda’nın solunda, Sivina’nın karşısında oturan kişi ise Keichi Tempo’nun şövalyesi Yashin Huo Long vardı. Link ile aynı renkte sarı saçlara sahipti ve gözleri kızıla çalan kahverengiydi.
Yüzünde herhangi bir ifade yoktu, burada otururken sıkılıyor gibiydi.
“Yu Zao Long, ilahi denecek seviyede güçlü bir büyücü ve yirmi bin asker ile birlikte buraya geliyor. Eğer burada kalırsak yok edileceğiz. Orduları şu anda Vermia’nın kuzeyinde, üzerlerine yürümeli ve onları derhal yok etmeliyiz.”
Keichi konuşurken parmaklarını masaya vuruyordu. Nedense bu masada konuşanların çoğu bu hareketi yapıyordu, masada sihirli bir şey olmalıydı.
“Nereden biliyorsun?” diye sordu Yu. Soruyu önce Sör Devan soracaktı ama Yu ondan önce davranmıştı.
“Gözcü birliklerimizin verdiği rapor sayesinde biliyoruz,” diye cevapladı Keichi.
“Yalnızca bir ordunun geldiği haberini duymuş olsan neyse ama ‘ilahi seviyede büyücü’ kısmı inandırıcılığı azaltıyor,” dedi Yu. Sivina’nın gözü aşağıya kaldı ve Yu’nun dizinin titrediğini gördü. “Böyle spesifik bir bilgiyi sadece gözcü birlikleri sayesinde mi öğrendin.”
Sivina, Yu’nun dizini tuttu. Yu’nun dizi titremeyi kesti ve Yu sessizleşen Keichi’ye yeni bir soru sordu.
“Dost bir kardinal olduğun için sana inandım diyelim. Avantajlı olduğumuz tepedeyken bizi yok edebilecek bir düşman, biz onlara saldırdığımızda bizi yok edemeyecek mi?”
Ani bir saldırı ile düşmanı şaşırtmayı ve o şekilde zafer kazanmayı deneyebilirlerdi ve Terazi Katedrali’nin desteği ile birlikte asker sayısı olarak artık iyi bir durumdalardı.
Ama ani bir saldırı yapmak da o kadar kolay bir iş değildi. Şehir sayesinde geldiklerini görüp, önceden hazırlanabilirlerdi ve şehir olmasa bile düşmanın da öncü birlikleri vardı. Şu durumda bir baskın yapamazlardı.
“Üstelik şehrin kuzeyine çıksak ve düşmanla karşılaşsak, şehirden çıkan birlikler güneyden gelir ve bizi sıkıştırır,” dedi Cornelia.
“Başka şansımız yok…” Satoshi’nin bile yüzünde görmediği acınası bir ifade Keichi’nin yüzüne yerleşti. Dudaklarını ısırıyor, kimsenin yüzüne değil kendi ellerine bakıyordu.
“İnsanları ikna etme konusunda kötüsün,” dedi Yu.
“Kardinal hazretleri son derece güvenilir birisidir.” Akalda konuşurken Yu masanın altına baktı. Sivina da aynı yere baktı ama hiçbir şey göremedi. “Şimdiye dek onun söylediği her şey doğru çıktı.”
“Yani, söylediklerinin yanlış çıktığını iddia edecek hâlin yok zaten.”
Akalda değil de biraz olsa da tanıdıkları Cornelia ya da Link, Keichi’ye kefil olsa bu kelimeler bir anlam ifade edebilirdi ama hiç tanımadıkları bir insan, hiç tanımadıkları bir başka insana kefil olduğunda kelimelerinin hiçbir anlamı olmuyordu.
Sör Devan iç çekti. “Şimdi siz bizi yok edecek bir düşman ordusunun geldiğini, eğer düşman ordusunun üstüne yürümezsek yok olacağımızı, bunun tek şansımız olduğunu söylüyorsunuz. Doğru anlamış mıyım?”
Keichi başını salladı. “Evet.”
“Terazi Kardinali’nin yalan söyleyeceğini düşünmüyorum,” dedi Sör Devan.
“Zaten yalancı olduğunu söylemek gibi bir saygısızlık yapmadım,” dedi Cornelia. “Ama tepedeki yirmi bin kadar askeri ilerleteceğiz ve bunun için bir sözden fazlası lazım. Her şeyden önce, neden tek şansımız onların üzerine yürümek?”
Hepsi birden Keichi’ye baktı. Akalda ve Yashin Huo da bunun cevabını merak ediyor gibiydi.
“Bu… Bu benim Lütuf’um ile ilgili bir şey. Lütuf’um hakkında bilgi vermek istememem anlaşılabilir diye umuyorum, özellikle Başak Kardinali beni anlayacaktır.”
“Hmph, bu ardına sığındığın bir bahaneye benziyor,” dedi Yurine.
“Sağlam bir bahane,” diye ekledi Yu. “Dayatmaya benziyor. ‘Benim dediğimi yapacaksınız ve dediklerimi Lütuf’um sayesinde öğrendiğim için size ikna edici bilgiler sunamam’ diyorsun yani?”
“Evet…” Keichi başını kaldırdı ve Yu’nun gözlerine baktı.
“Hani gözcü birlikleri sayesinde öğrenmiştin?”
Yu’nun sorusu karşısında Keichi yumruklarını sıktı. “Gelen orduyu onlardan öğrendim zaten… Sonra Lütuf’umu kullandım.”
Yu tahtadan yapılmış elini çenesine dayadı. “Yani vizy- Öhöm…” Yu öksürdükten sonra devam etti, bu gece ikinci kez sözünü yarıda kesiyordu. “Yani gelecekten görüntüler elde etmek gibi bir işe yarıyor senin Lütuf’un?”
Keichi kaşlarını kaldırarak Yu’ya baktı. Korkmuş gibi görünse de şaşkın değildi.
“Bu özelliğin yalnızca Adromeda Lütufu’nda olduğunu düşünmüştüm. Benzer özelliklere sahip Lütuflar da var demek. Gerçi onun ‘Büyük’ bir Lütuf olduğunu düşünürsek seninki ile birebir aynı olmasa gerek.”
Keichi dişlerini sıkarken araladığı dudaklarından sertçe solumaya başladı. Yu onun sırlarına dokunmaya çalışıyor ve Keichi’nin verdiği tepkiden anlaşıldığı üzere bunu başarıyordu. Söylemeye gerek yoktu ama doğal olarak Keichi bundan hoşlanmamıştı.
“Yu Valarfin, değil mi?” Gül gibi dudakları ile konuşan Akalda iffetsiz bir gülümseme sahipti. “Bence bir…”
“Ayağını, bacağıma sürtme.”
Yu, Akalda’nın sözünü yarıda kestiğinde kızın yüzü bir anda soldu. Yu biraz ciddi biraz da cansız gözlerle ona bakıyordu ve onun baştan çıkarıcı gülümsemesinden hiç etkilenmemişti.
Sivina masanın altına tekrar baktığında Akalda’nın ayağını geri çektiğini gördü.
“Y-Yanlış anlamış olmalısın…” dedi Akalda. Gerçekten utanıyor muydu yoksa Yu’yu baştan çıkarmak için utangaç kız rolü mü oynuyordu belli olmuyordu.
“Hayır.” Yu sertçe yanıt verdi.
Sivina, Keichi’ye baktı ama bu minik olayla ilgili gözükmüyordu. O anda içinde Keichi’ye yönelik bir acıma duygusu belirdi.
Daha sonra tepkisini merak ettiği için Cornelia’ya döndü. Cornelia da Sivina’nın tepkisini ölçmek için ona bakmıştı ve göz göze geldiklerinde ikisi de başını farklı bir yöne çevirdi.
Sivina’nın başını çevirdiği yönde Yashin Huo Long vardı. Keichi’nin aksine onun rahatsız olduğu gerilmiş yanaklarından belli oluyordu ama konuştuğunda söylediği şey Akalda ile alakalı değildi.
Cornelia’ya döndü ve “Düşes Cornelia’nın kararı ne olacak?” diye sordu. “Başak Katedrali bize güvenmiyor olabilir ama en nihayetinde kararı siz vereceksiniz.”
Cornelia kararı verecek kişi olsa da Yu’ya baktı. Yu da bakışlarını Yashin Huo’ya çevirmişti.
“Bize güvenmiyorsunuz, belki de sizi yok etmek için bir tuzağa doğru çektiğimizi düşünüyorsunuzdur. Ben olsam böyle düşünürdüm ama bu saçma bir düşünce. Eğer yok olmanızı isteseydik Kraliyet bunu yapana kadar bekler, sonra da güçsüz düşmüş düşmana saldırırdık. Bu daha mantıklı bir hamle olurdu ve elimizi dost kanı ile kirleterek itibarımızı zedelemezdik.”
Yashin Huo bir sessizlikle karşılaşınca konuşmaya devam etti.
“Tanrı’nın havarisinin art niyetleri olduğunu söyleyebilir misiniz?” diye sordu.
“Evet.”
Yu hızlı ve net bir cevap verince elini masaya vurdu arkasına yaslandı. “Böyle bir yere varamayız ama.”
“Bu konuda Sör Yashin’e katılmak zorundayım, bu şekilde bir yere varamayız,” dedi Sör Devan. “Terazi Kardinali yalan söylüyor olamaz.”
Sivina da önemli bir dini figürün yalan söyleyeceğini düşünemiyordu ama daha sonra aklına Yu’nun din hakkındaki görüşleri geldi.
“Yu, ben de Terazi Kardinali’nin doğru söylediğini düşünüyorum,” dedi Cornelia.
“Hiçbir kanıt yok,” diye cevap verdi Yu. “Bizi ikna edebileceği hiçbir argümanı yok.”
“Yine de o Terazi Kardinali ve ona inanıyorum.”
“Tanımadığın birine inanıyorsun,” dedi Yurine.
“Ayrıca birkaç hafta önce tanımadığım birisini seviyorum, sevgi bir anda oluşabiliyorsa inanç da oluşabilir.”
“K-Kim o birisi?” Yurine, Yu’nun kollarını kendine bastırdı ve yırtıcı bir canlı gibi dişlerini Cornelia’ya gösterdi.
Sivina’nın da içinden Yurine ile aynı tepkiyi vermek geliyordu.
-------------------------
25.04.2022 - 16:49
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..