Cilt 3 - Bölüm 57: Humanity Failure (2/2)

avatar
385 4

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 3 - Bölüm 57: Humanity Failure (2/2)


“Oh, çıkıyor muydun?”

 

Arkasını döndüğünde bir başka çıplak insanla karşılaştı. Bu sefer gelen kişi bir kadın değil, tanıdığı bir erkekti. Yu çıplak bir şekilde odaya giren Link’in karşısında çıplak bir şekilde duruyordu.

 

Link, Yu’nun bacaklarının arasındaki uzva bakmaya başlayınca Yu dilini şaklatarak arkasını döndü ve suya tekrar girdi.

 

“Hayır, Yu, erkeklerden hoşlanmıyorum. Sadece sünnetli olması beni şaşırttı. İselle’ye tapanlardan birisi miydin?”

 

Yu’nun arkasından suya girip onun yanına geçerken konuşan Link’in sorduğu soru hakkında düşündü.

 

Aslında düşünecek fazla şey yoktu, İselle’ye tapmıyordu. Sadece İselle hakkında bildiklerini aklında topladı. O, Karanlık Tanrıçası’ydı ve Yedi Günah Kardeşleri yaratan kişiydi.

 

Onun yarattığı ve sonradan bir günaha dönüşerek Oburluğun Gawain’i adını alan Gawain, Kahramanların Savaşı olarak anılacak savaşı başlatmıştı.

 

“Hiçbir şeye tapmıyorum. Ben doğduğumda annem sünnet ettirmiş, tek bildiğim bu.”

 

“Hmm, bence çok kötü bir şey. Oğlanları sakat bırakıyorlar.”

 

“Bilmiyorum, ilgilenmiyorum ve erkek üreme organları hakkında sohbet etmek istemiyorum.”

 

İnsan anatomisi ve organlar hakkında Link’den daha bilgili olduğuna emindi ve başka bir gün olsa bildiklerini anlatmayı isterdi fakat bugün bunu yapmak istemiyordu.

 

“Yurine nasıl?” diye sordu Yu.

 

“Hâlâ uyuyor, bir sorunu yok.”

 

Link de Yu gibi kendini suyun içinde yaydı ve başını arkasına yasladı. Yu’dan daha uzun olduğu için ayakları daha ilerideydi ve vücudu daha yamuk bir pozisyondaydı.

 

“Yu,” bir süre oturduktan sonra Link söze girdi. “Ne oldu?”

 

Duymaktan korktuğu soru buydu. Buna nasıl cevap vermesi gerektiğini bilmiyordu. Doğruyu söylemek ve geçiştirmek arasında gidip geliyordu ama bu noktada geçiştirmeye çalışmanın fayda etmeyeceği de açıktı. Link’i kandırabileceğini zannetmiyordu. Kandırabilecek olsa bile buna harcayacak enerjisi yoktu.

 

Bu yüzden başını eğdi ve sarı suya baktı. “Kaybettim.”

 

“Neyi?” diye sordu Link. “Siyah kan ile ilgili bir şey mi? Öyleyse Yurine ve Sivina neden-”

 

“Sivina mı?” Yu başını kaldırdı ve Link’in yüzüne baktı. Sarı saçları daima omzuna geliyordu çünkü düzenli olarak kestiriyordu. “Ne olmuş ona?”

 

Link, Yu’nun gözlerinin içine bakıyordu. “Ben seninle uğraşırken Sivina odadan çıkmış. Onu bulduğumda başını bir duvara vuruyordu, alnını yarmıştı.”

 

“O da mı hatırlıyor?”

 

Geride bıraktığı dünyada Sivina ona âşıktı. Yu Valarfin bu duyguları anlayamayacak bir salak değildi.

 

“Nedenini biliyor musun?” Link, Yu’ya bakmaya devam ederken sordu.

 

“Sanırım,” diye cevapladı Yu. “Ama nasıl anlatacağımı bilmiyorum.”

 

“Ben burada yokmuşum gibi, kronolojik sırayla anlatabilirsin.”

 

Yu ofladı ve gözlerini kapatıp başını geriye yasladı.

 

“Biz izin aldık ve yola çıktık. Gemilerimiz, Yeşim Gölü’nün üstünde ilerlerken gemilerden birindeki birisi ya da birileri, üzerimizde uçan Yeşim Ejderi’ne saldırdı. Ejderha sinirlendi ve karşılık verdi, güçlerimizin önemli bir bölümünü kaybettik ve ben göle düştüm. Gözlerimi açtığımda bir adadaydım ve ejderha karşımdaydı.”

 

Gözlerini aralayıp Link’e baktı. Link onu seyretmeye devam ediyordu ama Yu’nun baktığını görünce o da başını geriye yaslayıp gözlerini kapadı.

 

“Ejderhaya beni dostlarıma ulaştırması karşılığında elimi verdim ve bana hiçbir zaman bir ele sahip olamayacağımı söyledi. Sonra da beni Vermia kuşatmasına götürdü. Yurine ve Sivina da oradaydı. Cornelia ile tanıştık, kuşatma hazırlıklarına başladık.” Gözlerini tekrar araladı ve Link’e baktı. Gözleri kapalıydı. “Dinliyor musun?”

 

“Evet, anlatmaya devam et.”

 

Yu burnundan uzunca bir nefes verdi. “Kuşatmamız tepedeydi, tepeyi tahta surlarla ördük, sen geldin, sonra düşman geldi. Düşman bizi kuşatmaya aldı ve saldırdı, onları yeniyorduk tabii… Savaş bitmeye yakınken Terazi Katedrali’nin ordusu geldi. Terazi Kardinali de ordunun içindeydi. Bize ikinci bir düşman ordusunun geldiğini ve orduyu Yu Zao’nun yönettiğini söyledi.”

 

Link, Yu’nun sözünü böldü. “Bunu nereden biliyormuş?”

 

“Çünkü yaşamış,” diye cevapladı Yu ve anlatmaya devam etti. “Hazırlıklara başladık, ordularımızı birleştirdik ve planımızı yaptık. Yu Zao’nun ordusunun içinde çok güçlü bir büyücü vardı ve onu öldürmemiz gerektiğini söyledi. Bu yüzden onların üstüne gidecek ve bir meydan savaşı yapacaktık. Amacımız büyücüyü bulup öldürmekti, aksi takdirde Keichi piçi büyücünün büyüsünün hepimizin öleceğini söylüyordu.”

 

Onun adını andığında tekrar öfkelendiğini hissetti. Eğer şu anda karşısında olsaydı onu yere yatırıp eşek sudan gelinceye kadar döverdi.

 

“Saldırdık ama büyücünün büyüsünü yapmasına engel olamadık. Gökten yıldırımlar yağdı ve ordumuzu kaybettik. En azından benim bulunduğum yerde öyleydi… Sonra da…”

 

“Sonra ne?”

 

“Sonra Sivina, ben ve Yurine; Yu Zao ile karşılaştık. Onunla savaştık. Önce Sivina öldü. Sonra Elaine Jie isimli cadı, Yu Zao’nun yanına geldi ve Yurine ile ben onlarla savaşmak zorunda kaldık.”

 

“Yu Zao ile mi dövüştün?” Link sakin bir tonda sormuştu.

 

“Buna bir dövüş demezdim. Yu Zao tarafından ezildim. Elaine Jie adlı orospu kadın, Yurine’yi öldürdü.” Dudağını ısırıyordu ve yumruklarını yine sıkmıştı. Kapalı gözlerinden yaşlar tekrar akmaya başladı. “Hepsinden sonra da Keichi ortaya çıktı!”

 

Sesini yükselttiğini fark edince gözlerini açtı ve derin nefesler alıp vermeye başladı. Hatırlamak yalnızca ve yalnızca sinirlendiriyordu.

 

“Akalda orospusu vardı yanında, onun boğazını kesti ve sonra… Sonra buraya geri döndüm.” Aniden yükselmiş ve aniden yükseldiği gibi aniden sesini alçaltmıştı. “Terazi Lütufu, zamanı geri sarıyor.”

 

Konuşmayı bitirdikten sonra başını Link’e çevirdi. Link gözleri kapalı bekliyordu. İkisi de konuşmadan geçen kısa bir sürenin sonunda Yu dayanamayıp sordu.

 

“Bana inanıyor musun?”

 

“Evet.”

 

“Saçmalama!” Yu tekrar öfkelenmişti. “Böyle bir saçmalığa nasıl inanabilirsin? Ben bile inanmakta güçlük çekiyorken!”

 

“Doğru söylemiyor musun?” Link sakin ve durgundu.

 

“Evet ama… Ama…”

 

“Öyleyse sana inanıyorum.”

 

Yu daha da öfkeleniyordu. Söyledikleri doğruydu ve insanların ona inanmasını istiyordu ama Link neden bu kadar çabuk bir şekilde ona inanıyordu? Neden hiç sorgulamıyordu?

 

“Saçmalama!” dedi tekrar ama bu sefer sesi daha yüksek çıkmıştı. Ayağa kalktı. “Sen kimsin?! Neden bir anda ortaya çıkıp dostum oluyorsun?! Neden hiç sorgulamadan bana inandığını söylüyorsun?! Kimsin sen?!”

 

Yu’nun dizinden üstü suyun dışındaydı ama Link suyun içinde durmaya devam ediyordu. Gözlerini açıp Yu’ya baktı ama gördüğü ilk şey Yu’nun sallanan penisi olmuştu. Buna bir tepki vermeden başını yukarı kaldırıp yüzüne baktı.

 

Yu elleri titrerken tekrar suyun içine girdi. Bu sefer burnuna kadar suya batırmıştı kendini. Bir anda yükselip bağırdığı için utanıyordu.

 

“Benim ismim Link Yachi Long. Ben kendini insanların iyiliğine adamış bir adamım. Tek isteğim insanların mutlu olması.”

 

Yu soru sormak için eski pozisyonuna geri geçerek dudaklarını suyun içinden çıkardı.

 

“Neden? Neden senin varlığından bile haberdar olmayan insanları umursuyorsun? Ellerinde olsa iki kuruş para için seni bir kaşık suda boğarlar. İnsanlar nankör, cahil ve kötü varlıklar. Neden hayatını onlara adayasın ki?”

 

“Çünkü biri yapmak zorunda,” dedi Link.

 

Yu bu cevabın üstüne daha fazla bir şey söylemek istemedi. O kendini bir ideale inandırmıştı ve böyle insanlarla tartışılamayacağının farkındaydı. Ne söylerse söylesin Link’i yaptığının saçmalık olduğuna ikna edemeyecekti.

 

“Gerçi ben de bir cadıyı kurtarmak istiyorum… Cadı… Rie… Ben ne yaptım?”

 

Rie aklına geldiğinde biraz önce yaptığı şeyden daha fazla pişman olmaya başladı. Pişmanlık duygusu geceleri yatağında ona eşlik edecekti ama en azından şimdilik bu duyguyu unutmak için sohbet edebilirdi.

 

“Link,” dedi sessizce.

 

“Evet?”

 

“Neden Mora’da çok fazla fantastik varlık yok?”

 

“Fantastik varlık?” Link, Yu’nun ne dediğini anlamamıştı.

 

“Yani neredeyse herkes insan, bahsettiğim şey bu.”

 

İlonya ve Mora’da insanlar ezici bir çoğunluğa sahipti ve diğer ırklarla karşılaşmak çok nadirdi. Az önce bir yarı insan gördüğü için bunu sormak aklına gelmişti.

 

“Tanrıça Theia’yı duymuş muydun?” diye sordu Link.

 

“Evet, insanları yaratan kişi olurmuş kendileri…”

 

Yu’nun bildiği şey insanların yaratılmadığı ama evrimleştiğiydi. Bu yüzden birinin çıkıp insanları yarattığına inanamıyordu. Theia’nın varlığı ve yaratılış onun için bu dünyanın gizemlerinden birisiydi.

 

“Yüzyıllar önce Ethalot, kıtanın çoğuna hükmeden devasa bir imparatorluktu.” Link istifini hiç bozmadan anlatmaya başladı. “Ethalot İmparatorluğu savaşlar üzerine kurulu ekonomik bir düzene sahipti fakat savaşacak düşman kalmadığında ekonomik sıkıntılar baş göstermeye başladı. Bunun üstüne savaşa alışmış toprak beyleri ve onların askerleri hâlâ savaş isteyince iç savaş çıktı.”

 

Yu bir masalı dinler gibiydi. Hatta birinin bir şey anlatmasından ve onu dinlemekten hoşlanmıştı.

 

“Kan gövdeyi götürüyordu ve savaş çoğunlukla insanlar arasındaydı. Bu iş abartılı bir hâl alınca Ethalot’un ana tanrıçası, insanları yaratan Theia on üç melek ile cennetten indi ve savaşı durdurmak istedi.”

 

Bu da insanları yarattığı için insanlardan sorumlu olan birinin yapması gereken şeye benziyordu. Yine de hikâyenin kötü bir yere gittiği belliydi.

 

“Ethalotlular savaşmayı bırakmadı ve üstüne savaşmayı bırakmaları için onlara yalvaran Theia’yı melekleri ile birlikte esir aldı. Theia’ya ve yanındaki meleklere tecavüz ettiler ve onları öldürdüler. Bazı hikâyeler onların ölü vücutlarına bile tecavüz edildiğini anlatır.”

 

Korkunçtu ve Yu’nun bu hikâyenin üstüne diyecek sözü yoktu. Daha önce de söylediği gibi insanlar kötü varlıklardı. Bu hikâyeyi bilmesine rağmen Link’in hâlâ insanlar için çabalaması saçmalıktan ötesi değildi.

 

“Ve sen hâlâ bu insanlar için çalışıyorsun?”

 

Link ona cevap vermedi ve hikâyenin devamını anlattı.

 

“O zamana kadar diğer türler de insanlarla birlikte yaşıyordu ama bu olay öylesine korkunçtu ki herkes, tüm diğer ırklar insanlardan iğrendi. İnsan olmayan türler bu iğrenç varlıklarla birlikte yaşamak istemediğinden insanlardan uzaklaştı ve tanrılar, Ethalotluları yok etmek için cennetin ordusunu gönderdi.”

 

“Bu hikâyeyi daha önce duymamıştım. Oysaki dünya tarihine meraklıyım.”

 

Üstelik Ethalot hâlâ mevcudiyetini koruyan bir krallıktı.

 

“Bu hikâye her yerde yer almaz çünkü bu utanç verici olayı insanlar tarihten silmek istiyor. Yine de elf kaynaklarında mevcut. Ethalot İmparatorluğu daha sonra yıkıldı ve yüzyıllar içerisinde farklı ülkeler o coğrafyada hüküm sürdü. Yüz yıl önce bir kişi çıktı ve eski Ethalot imparatorlarının soyundan geldiğini söyleyerek Ethalot Krallığını kurdu.”

 

“İnsanlar bu yüzden mi Ethalotlulardan nefret ediyor peki?”

 

“Evet, Ethalot halkı pek sevilmez.”

 

Yu bazı radikal ırkçı grupların ‘Ethalotlu’ kelimesini hakaret olarak kullandığını birkaç defa duymuştu. Gün içinde yaşadığı sıradan olaylar olduğu için daha önce bahsetme gereği hissetmemişti.

 

“Daha sonra tanrılar, cennetin dışında ölümlü olduklarını keşfetti ve bir daha dünyaya inmediler.” Tanrıların neden dünyaya inmediğini biliyordu. “En azından çoğu inmedi.”

 

“Anlıyorum,” dedi Yu. “Bana hikâyeyi anlattığın için teşekkür ederim.”

-------------------------

01.05.2022 – 16:08






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr