Cilt 3 - Bölüm 58: Kuğunun Düştüğü Hastalık

avatar
450 4

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 3 - Bölüm 58: Kuğunun Düştüğü Hastalık


Link’in anlattığı hikâyenin ardından bir süre boyunca hiç konuşmadılar. İkisi de suyun keyfini sürmeyi deniyordu.

 

Yu için bunun zor olduğu ortadaydı çünkü yine bir şeyler düşünmeye başlamıştı. Yapabilse beynini hemen çıkarıp atardı. Belki uyumak ona yardımcı olabilirdi ama sıcak suyun içinde uzun süredir durmasına rağmen hâlâ uykusu gelmemişti.

 

“Sivina beni eğitirken senin de katılmanı istiyorum,” dedi Yu.

 

“Olur.”

 

Link üstelemeden kabul edince tekrar garip bir sessizlik oluştu. Sessizlik beynini çalıştırdığı için Yu bu sessizliği bozmak istiyordu.

 

“Böyle klişe bir şey söylediğime inanamıyorum ama… Güçlü biri olmak istiyorum.”

 

“Senin durumunda bunun zor olduğunun farkındasın, değil mi?” Link gözlerini aralayıp Yu’ya baktı. “Nasıl bir gücün peşinde olduğun da önemli.”

 

“Belli değil mi?” Yu soruyu gereksiz bulmuştu. “Yu Zao’dan daha güçlü olsam yeter.”

 

Link sırıttı. Dudakları kulaklarına varmak üzereydi. “İsmini andığın kişinin Mora’nın en iyilerinden biri olduğunun farkında olduğunu zannediyorum. Onunla dövüştüğüne göre aranızdaki farkın ne denli ciddi bir boyutta olduğunu biliyorsundur.”

 

Tekrar gözlerini kapatan Link görmese de Yu başını salladı. Onun gücünün boyutunu biliyordu ve bir gün önceki Yu Valarfin olsaydı o gücü asla geçemeyeceğini söylerdi.

 

Ama şimdiki Yu Valarfin, Yu Zao Long’u öldürmek istiyordu. Elaine Jie Long’u öldürmek istiyordu. Büyücüyü öldürmek istiyordu. Cecilus Dri Vermilia’yı öldürmek istiyordu. Keichi Tempo’yu öldürmek istiyordu.

 

Ve tüm bunları kendi eliyle yapmak istiyordu ama hepsinden daha çok istediği şey Yu Valarfin’i öldürmekti.

 

“Muhtemelen sen de o savaşta öldün,” dedi Link’e. “Belki büyücünün yıldırımları tarafından.”

 

Link cevap vermeyince Yu konuşmaya devam etti.

 

“Sen de onlardan güçlü değilsin, değil mi?”

 

Sivina ve Link’den aldığı eğitim onlarla karşılaşmasına yetmezdi. Yu daha güçlü birini bulmalıydı, Yu Zao’dan bile daha güçlü birini. Bu dünyada onu öldüremeyecek bile olsa sonraki dünyada intikamını alacaktı.

 

Elinin ve bacaklarının nasıl kesildiğini çok iyi hatırlıyordu. Damarlarını kaynatan kılıcın sıcaklığı hâlâ aklındaki tazeliğini koruyordu. Bu aşağılanma aklına geldikçe daha hızlı nefes alıyor, elleri öfkeden titriyordu.

 

“Belki,” dedi Link. “Şimdi yaşıyorum ve bir süre daha yaşamaya niyetliyim. Onlardan güçlü olup olmadığımı ölçme fırsatım ne zaman olur bilmiyorum.”

 

Nedense Link’in verdiği cevabı anlayamamıştı.

 

“Özür dilerim,” dedi Yu. “Sana karşı göt gibi davrandığım için de yalan söylediğim için de özür dilerim.”

 

“Ne yalanı?” Link, Yu’nun göt gibi davrandığını kabullenmiş gözüküyordu.

 

“Sadece sana değil, herkese ve yalan söylemeye de devam edeceğim.” Hiçbir zaman gerçek amacını söyleyemezdi. “Ben, Lütufların gerçek taşıyıcısıyım.”

 

Link bunu da sakinlikle karşıladı. “Hmm-hmm,” diye homurdandı ve susup Yu’nun konuşmasını bekledi.

 

“Yurine’nin bir kardinal olarak daha hızlı kabul göreceğini düşündüğüm için böyle bir oyun oynadık.”

 

“Orada bir şeyler olduğunu anlamıştım zaten.”

 

Yu tüm dediklerinden sonra Link’in hâlâ sakin olmasına hayret ediyordu.

 

“Bu kadar mı? Başka diyeceğin yok mu?” Link hayır anlamında homurdandı. “Yüzüme bir yumruk bekliyordum doğrusu.”

 

“Böyle bir şey yapmam, seni seviyorum,” dedi Link gülümseyerek. Gülümsemesi hafif ama samimiydi.

 

Yine bir gün önceki Yu Valarfin burada olsaydı ona erkekçi olduğunu söylerdi ama artık daha fazla sataşmak istemiyordu. Huysuz biri olmaktan da yorulmuştu.

 

“Ben de,” dedi. “Biraz seviyor olabilirim, arkadaş olarak.”

 

Her ne kadar zamanı geri sardığında Link onu unutacak olsa da söylemek istedi çünkü bu Link’e değil kendine itiraf ettiği bir şeydi. Yu Valarfin yorulmuştu ve Yu Valarfin birilerini sevdiğini kabul etmek istiyordu.

 

“Rolderhelm’deki ilk günümde öldüm ve Rie tarafından tekrar canlandırıldım,” diye anlatmaya başladı. “Onunla birlikte Sigma Kulesi adı verilen bir yere gittik. Orada Rie suikasta uğrayarak öldü, ben ve Yurine sağ kurtulduk. Sanırım beni canlandırdığı için Rie öldüğünde Lütufları bana geçti.”

 

Anlatmasının nedeni adil olmak istediği içindi. Link’in bir anda ortaya çıkıp hayatına girmesinden yakınıyordu ama Link’in gözünde Yu da bir anda ortaya çıkan biriydi.

 

“Sonra biraz macera yaşadık ve buraya geldik.”

 

“Gerçek amacın Rie’nin hayalini gerçekleştirmek değil.”

 

“Evet.”

 

Link bir avuç su alıp yüzüne götürdü ve saçlarını ıslatıp yüzünü yıkadı. Daha sonra Uhrimi’nin Yu’nun arkasında bıraktığı sepete uzanıp içinde şampuan olan bir kavanozu aldı.

 

Şampuanı saçlarına sürmeye başladığında konuştu. “Gerçek amacın ne?”

 

“Söyleyemem. Bu yüzden Rie’nin hayalini gerçekleştirmek diyerek yalan söylemeye devam edeceğim.”

 

Zamanı geri saracaklarını söyleyemezdi. Özellikle bunu Link’e söylemesi mümkün değildi çünkü ona inanacak gibi gözüküyordu.

 

“Sizin halkı kurtaracağınıza inanmıştım.” İlk kez Link’in sesi hayal kırıklığına uğramış gibi çıkıyordu. “Bu yüzden buradaydım.”

 

Yu hiçbir şey söylemedi. Cevap verecek yüz bulamadığı için öylece suya baktı.

 

“Belki hâlâ inanabilirim.”

 

“İnsanlar hakkında söylediklerimden sonra mı?”

 

“Evet.”

 

Yu ne diyeceğini bilmiyordu. Bu ülkenin insanları için hiçbir şey yapmaya niyetli değildi ve yapsa bile Nekoverine’ye ulaştığında yaptıklarının hiçbir önemi kalmayacaktı.

 

“Yani,” Link açıklamaya başladı. “Yüzün, konuşma tarzın, hareketlerin; hepsi sana güvenebileceğimi söylüyor. Bu, senin yaydığın hava.”

 

“Anlıyorum.”

 

O da gerçek Yu Valarfin’in kim olduğunu bilmiyordu. Sadece Yu’nun ambalajının büyüsüne kapılmıştı. Ona bir kaybeden olduğunu anlattığında bile böyle düşünüyorsa Yu’nun elinden başka bir şey demek gelmezdi.

 

Yu, Link gibi düşünemiyordu. Kendini tanımadığı insanlara Link’in adadığı gibi adayamıyordu.

 

Rie’yi kurtarmaya karar vermesi bile zorlu bir sürecin ardından gerçekleşmişti. Yu, Link’in yürüdüğü yoldan yürüyebileceğine inanmıyordu.

 

“Rie’yi kurtarmak, Link’in hayalinden çok daha zor.” Onun inandığından daha uçuk bir hayale inanıyor olması da ilginçti. “Rie için, Rie için, Rie için… Yaptıklarım, acılarım… Hayır, Yurine de var ama en nihayetinde Rie’yi kurtarmak için…”

 

Ninninin melodisi tekrar başının içinde çalmaya başladı. Sanki kalbi kanıyor, ruhu vücudundan çıkmak istiyordu.

 

“Benim ruhum…”

 

Beyaz olduğunu söylemişti Rie. Şimdi görse ne derdi merak etti. Belki de Rie ile gerçekte karşılaşsa Yu’dan uzak durmayı seçerdi.

 

“Link.”


Bu sefer seslenen Yu değildi. Arkalarında, girişte duran kız sesleniyordu.


Çık.”

 

Sivina’nın üstünde bir havlu vardı ve vücudunu kaplıyordu. Biraz ilerledi ve Yu’nun bulunduğu yerin karşısına geçip arkasını döndü. Link’in çıkmasını bekliyordu.

 

“Eğer dertleşmek istersen seni dinlerim,” dedi Link gitmeden önce. Sonra Yu’nun omzunu sıvazladı ve sudan çıkıp odadan ayrıldı.

 

Şimdi odanın içinde Sivina ile yalnız kalmışlardı. Link çıktıktan sonra Sivina arkasını döndü ve Yu’ya baktı. Sivina’nın teni pürüzsüz ve nefes kesiciydi, deniz yeşili gözleri hüzünlenince daha bir güzel olmuştu. Dudakları hatırladığı gibi pembeydi ve alnında bir kızarıklık vardı. Henüz suya girmemiş olsa da gümüş rengi saçları biraz ıslanmıştı.

 

“Gözlerini kapa,” dedi havlusunu indirmeden önce.

 

Yu gözlerini kapamadı ama başını eğdi ve suya baktı. Sivina iç çekerek havlusunu zemine bırakıp uzun beyaz bacaklarını yavaşça suyun içine soktu. Yu başını tekrar kaldırdığında göğsünün üstüne dek suya girmişti.

 

Sivina’nın güzel bir yüzü vardı ve Yu ona bakmaktan çekinmezdi ama şu anda yüzüne bakamıyordu. Bu yüzden başını tekrar indirdi ve suya bakmaya devam etti.

 

Onun duygularından haberdar olsa da ne söyleyeceğini bilmiyordu çünkü aynı banyoda olacaklarını düşünmemişti. Daha önceden bu sahneyi hayal etmişti tabii. Ne de olsa Yu bir erkekti ve bir takım ihtiyaçları vardı. Mora’da kendisine ayıracak vakit bulabildiği için de birkaç kez böyle sahneleri düşleyerek işini halletmişti.

 

Ama bu sahnenin gerçekten yaşanacağını, Sivina’nın gerçekten yanına geleceğini zannetmiyordu. Daha önce Yu çıplak olduğu hâlde çadırına girmiş ve onu yıkamıştı ama şimdi Sivina da çıplaktı.

 

“Geçmişi hatırlıyor mu?”

 

Bunu öğrenmek istese de soracak cesareti kendinde bulamıyordu. Sivina’ya karşı söyleyecek hiçbir kelimesi yoktu. Onun yüzüne bakmaktan utanıyordu çünkü onu da öldürmüştü.

 

Yanlış seçim yapmış, yeterince kuvvetli olamamış, Sivina’yı ölüme sürüklemişti.

 

Bu yolculuğa başlarken onu kendisi için ölebilecek bir piyon olarak görmüştü ama tüm yaşananlardan sonra ona karşı duygusal yakınlık hissetmemesi imkânsızdı. Onun ölümü yüzünden kendini suçlamak dışında bir şey yapamıyordu.

 

Sivina’nın ona baktığını fark ettiğinde gözlerini kaldırdı. Gözleri buluştuğunda hemen geri indirdi.

 

Yu’nun bir şey söylemeyeceğini anlayan Sivina konuşmayı başlatan taraf olmaya karar verdi.

 

“Ne oldu?” diye sordu Sivina.

 

Sesi biraz sert çıktığı için Yu konuşmaya daha da çekinir oldu ama sonsuza dek susamazdı. Başını kaldırmadan soruya soruyla karşılık verdi. “Hatırlıyor musun?”

 

“Evet.” Şimdiye kadar söylediği diğer kelimeler gibi bu da kısa ve basitti.

 

Yu ne kadar çirkin biri olduğunu kanıtlamak istercesine sol elini kaldırdı ve göğsüne götürdü. Sert ve sivri parmakları tenine değdiğinde nefesini tuttu.

 

Göğsünde yer alan Lütufların nefes aldığını hissedebiliyordu. Sivina’nın hatırlıyor olmasında Lütufların taşıdığı rolü merak etti.

 

Yu hâlâ ne diyeceğini bilmiyordu. Bu yüzden Sivina konuşana dek susmaya karar verdi ama Sivina’nın tekrar konuşması uzun sürmedi.

 

“Ben…” dedi. Konuşmak için kendini zorladığı belliydi. “Ben öldükten sonra, ne oldu?”

 

“Sen öldükten sonra…” Yu kelimeleri tekrarladı. Titreyen dudaklarını ısırarak kontrol etmeye çalışıyordu. “O zaman öldüğün kesin yani…”

 

Öldürmüştü. Sadece kızını değil bir arkadaşını da öldürmüştü. Yu Valarfin öldürmeyi bırakamayan bir katildi.

 

Sivina da Yu da konuşmadı. Sivina, Yu’yu izlemeye devam ederken Yu hâlâ suya bakıyor ve konuşacak cesareti toplamayı deniyordu.

 

“Yu Zao ile dövüştüm.” Yu kaybettiğini Link’e söylemişti ama Sivina’ya söylemesi düşündüğünden daha utandırıcıydı. Tekrar öfkelendiğini hissetti ve hiç nefes almadan ardı ardına kelimeleri sıraladı. “Ve kaybettim. Ezildim. Kesildim. Bir rakip bile değildim. Hatta muhtemelen bu Yu Zao’nun gözünde bir dövüş bile değildi. O yalnızca kendini bir şey sanan bir aptala hak ettiği dersi verdi.”

 

Sivina yüzünü Yu’dan hiç ayırmamış olsa da Yu hâlâ ona bakamıyordu.

 

“Yurine öldü çünkü ben yeterince iyi değildim. Sen öldün çünkü ben bir hiçim. Kaybettik, kaybettim…”

 

Duygu durumu çok hızlı değişiyordu ve bunun farkındaydı. Gözlerinden tekrar yaşlar gelmeye başlamıştı.

 

“Yu Zao, Elaine Jie, büyücü… Onlar aslında hiç kimseyi öldürmedi. Tüm ölümlerin tek sorumlusu benim.”

 

Sivina susarken Yu konuşuyordu ve ne kadar konuştuğunu fark edemiyordu bile. Sadece içini döküyordu.

 

“Zannettiğiniz kişi değilim. Tanıdığınız Yu Valarfin gerçek birisi değil. Ben bir canavardan, bir katilden ötesi değilim. Yine de bu bencilliğim!” Tekrar yükseliyordu. Sesi yükseldi ve kaplıcanın bulunduğu odanın duvarlarında yankılandı. “Yine de kazanmayı istiyorum, intikam almaya hiç hakkım yok ama yine de intikam almayı, onları öldürmeyi, sinirimi atmayı hayal ediyorum çünkü HEPSİ KENDİMİ TATMİN ETMEK İÇİN!”

 

Dudakları büzüştü ve tuhaf bir şekil aldı. Sinirlerinin bozulduğunu ve gülmeye çalıştığını anladı ama gülmeyi başaramıyordu.

 

“Ben şimdiye kadar neyi başkası için yaptım ki? Biraz Yurine için çabaladım o kadar. Onun dışında her şey kendimi tatmin etmek içindi.” Bunu daha önce defalarca kez kendine itiraf etmişti. “Ama en kötüsü ne, biliyor musun? Başarısızlık olduğumu bilmeme rağmen kendimi, Yu Valarfin isimli varlığı harika biri olarak görmekten alıkoyamıyor oluşum.”

 

Bu seferki egosunun bir eseri değildi. Çoğu insandan daha zeki olduğunun farkındaydı; çoğu insanın ulaşmayı hayal bile edemeyeceği bir noktada olduğunun farkındaydı; çoğu insandan daha güzel, daha etkileyici olduğunun farkındaydı.

 

Ve tüm bunların doğru olduğunu bilmesine rağmen başarısızdı. Bunlar başarıya giden yolda hiçbir işine yaramamıştı.

 

“Ben nefret doluyum. Ben tüm insanların kendini tatmin etmek için yaşadığına inanıyorum ve bu yüzden yaptıklarımın yanlış olduğunu düşünemiyorum bile… Ama biliyor musun? Yaptıklarımın yanlış olduğunu kendime söylüyorum ve bunun doğru olduğunun farkındayım.”

 

Yu bile kendini anlayamıyordu.

 

“Ben… Bilmiyorum. Ne yapmam gerektiğini bilmiyorum.” Gözlerini kapadı. “Bu dünyada hiç olmamam gerekiyordu. Sana geçmişimi anlatırken atladığım bir kısım bu. Ben bu dünyada olmaması gereken bir varlığım. Bir yabancıyım. Bir yalancıyım.”

 

Yalan söylemeyi bırakamayan bir yalancıydı Yu, tıpkı öldürmeyi bırakamayan bir katil olduğu gibi.

 

“Keşke benim yerime farklı biri olsaydı. Keşke burada bir kahraman oturuyor olsaydı.”

 

Sivina’nın hâlâ sustuğunu ve konuşan tek kişi olduğunu fark edince başını kaldırdı ve onun yüzüne baktı. Bunları ona söylememişti aslında, hepsini kendine itiraf ediyordu.

 

Sivina ise hâlâ Yu’ya bakmaya devam ediyordu ama bir farklılık vardı. Sivina’nın deniz yeşili gözleri ıslaktı ve yaşlar yanaklarından aşağıya süzülüyor, çenesinden damlıyordu.

 

“Neden bana kızmıyorsun?” diye sordu Yu. “Seni öldürdüğümü söylüyorum, her şeyin benim suçum olduğunu söylüyorum? Ne duruyorsun? Bağır, vur, kır, hakaret et! Sinirini çıkar benden! Öfkeni kus!”

 

Bağırdı ve Sivina’nın daha fazla ağlamasına sebep oldu. Yaptığı şeyin korkunç olduğunu düşündü. Onu ağlatmıştı. Sivina, Yu yüzünden ağlıyordu.

 

Luna’yı da geçmişte ağlattığının farkındaydı ve gelecekte yine onu ağlatmak zorundaydı ama bu Sivina’nın yarattığı etkiyi yaratmamıştı. Ayağa kalkıp ona sarılmak ve özür dilemek istedi ama çıplak olduğunu hatırladığı için kalktığı yere hemen geri oturdu.

 

“Özür dilerim, özür dilerim, özür dilerim,” diye üç defa tekrar etti.

 

Ama elinden özür dilemek dışında bir şey gelmemişti. Sadece oturdu ve utançla başını eğmeye devam etti.

 

“Bu yükü tek başına omuzlama,” dedi Sivina. Yu gözlerini yukarı kaldırıp ona baktı. Sivina ağlamaya devam ediyordu. “Tüm suçu kendine yıkma.”

 

Sivina’nın yüzü acıyla kırıştı ve yutkundu. Burnunu çekiyor, dudakları titrerken konuşmaya çalışıyordu.

 

“Canımı yakıyorsun.” Yu nasıl cevap vereceğini bilmiyordu. Sivina konuşmaya devam etti. “Acı içinde olman canımı yakıyor, ne yapacağını bilmemen canımı yakıyor, üzgün olman canımı yakıyor.”

 

“Ben… Vermia’yı ele geçirmeliyim.”

 

Pes etmiş değildi. Aksine yenilgisinin ardından kararlılığı hiç olmadığı kadar güçlenmişti. Hakkında ne yapacağını bilmediği konu bu acımasız dünyaya karşı nasıl üstün geleceğiydi.

 

“Peki ya Vermia’yı almak acına bir son verecek mi? O zaman gülecek misin?”

 

Vermia’yı almak Yu’nun acısına son vermeyecetki. Yu Valarfin ölene ve yeni bir Yu Valarfin eskisinin küllerinden doğana dek bu acı devam edecekti.

 

Eskisinden daha güçlü, sabırlı, akıllı, bilge bir Yu Valarfin’e ihtiyacı vardı. Yaşanan trajediyi ancak öyle biri geri alabilir, ancak öyle bir Yu Valarfin mutluluğu hak edebilirdi.

 

“Neden cevap vermiyorsun?” diye sordu Sivina. “Neden canımı yakmaya devam ediyorsun?”

 

“Ben ne yapıyorum ki?”

 

“Canımı yaktığını söylüyorum!” Sivina yavaştan yükselmeye başlamıştı. “Ölüm anında… Tek düşündüğüm sendin. Sadece sendin. Benim çektiğim acıyı çekmen en çok korktuğum şey olmuştu. Ben… Ben sana âşığım!”

 

Sivina birden ayağa kalktı. Omuzlarından aşağıya sarı sular süzülürken tüm vücudu Yu’nun karşısındaydı.

 

Hayal ettiğinden daha güzeldi. Bacakları bildiği gibi uzundu, bacaklarının arasında yer alan organ da hayal ettiği gibi pembeydi. İnce belli, düz karınlı ve atletikti.

 

Göğüsleri kıyafetin altında gözükenden daha büyüktü, uçları pembe ve küçüktü, Yu’nun hayal ettiğinden daha tatlı gözüküyordu. Omuzları dardı ve yüzü her zaman olduğu kadar güzeldi.

 

Bir erkek olarak Yu gördüğü manzara karşısında penisinin sertleşmesine engel olamadı.

 

“Sadece dışarıdan gördüğün adama-”

 

“Hayır, şu anda karşımda duran adama!”

 

“O çocuk zamanı geri aldığında Cornelia’nın ve senin duyguların birikti. İkinizin de beni sevmesinin nedeni-”

 

“Yine de bu aşk!”

 

Sivina, Yu’nun üstüne doğru yavaşça yürürken iki defa onun sözünü kesti ve cümlesini bitirmesine engel oldu.

 

“Beni tanımıyorsun! Benim kim olduğumu bilmiyorsun!” Sivina üzerine doğru yürümeye devam ederken konuşması gittikçe hızlanıyordu. “Ben bir yalancıyım! Bir katilim! Sana da Ana’ya da yalan söyledim! Hepinizi kandırdım!”

 

Sivina yürümeyi kesmemişti ve Yu artık kelimelerin arasında nefes almadan konuşuyordu.

 

“Sizi yanımda isteme sebebim kendi amacım için kullanmaktı;  Leoral’in dediği her şey doğruydu; Rolderhelm’de dolandırıcılık yaptım; İlonya’da tarihinin gördüğü en büyük vurgunu yaptım; Yurine’yi kullanarak insanları öldürdüm; Roaronları köleleştirdim; Başak Lütufu’nun taşıyıcısı Yurine bile değil, benim; Luna’yı kullanarak Raul’un geldiğini önceden öğrendim ve Yurine’ye onu gördüğü gibi öldürmesini söyledim; Bart suçlarımı keşfettiğinde onu kendi kanımla zehirledim ve vücudu bulunamasın diye parçalara ayırıp rinolara yedirdim; Leoral’i de zehirledim! Hepsini ben yaptım!”

 

Sözlerini bitirdiğinde Sivina hemen karşısında dikiliyordu. Sinirlenmişti. Elini kaldırdı ve Yu’nun yüzüne sert bir tokat indirdi.

 

Tokadın sesi tüm odada yankılandı ve Yu yediği tokat karşısında sersemledi. Kendini kısa sürede toparlayarak tekrar konuştu.

 

“Ben bir yalancıyım, bir katilim. Sevdiğin kişi bu mu?”

 

İnsanlar Yu Valarfin’in ambalajını, onlara gösterdiği kişiliğini seviyordu. Belki de Yu’nun Yurine’yi bu kadar sevmesinin nedeni de buydu. Herkes onun dış görünüşünü severken Yurine gerçek Yu Valarfin’i, katili seviyor, onu babası olarak görüyordu.

 

Ama Yu’nun son sözleri diğer yanağına da tokat yemesini sağladı. Sivina’nın elleri gerektiğinde yumuşak olabilse de gerektiğinde gerçekten ağır oluyordu.

 

Yanağını sızlarken Sivina’nın yüzüne bakamıyordu ama Sivina başka yere bakmasına izin vermeyecekti.

 

Eliyle Yu’nun çenesini tuttu ve başını yukarı kaldırdı. Yu gözlerini onun gözlerine doğrulttuğunda yüzünü yaklaştırdı, sıcak bir nefes verdi ve dudaklarını Yu’nun dudaklarının üstüne koydu.

 

“Sıcak. Yumuşak.”

 

Yu öpücüğü kabullenerek öylece bekledi. Sivina’nın bacağı onun penisine değiyordu ama ne Sivina bunu sorun ediyor gibi görünüyordu ne de Yu yaşadığı şok yüzünden başka bir şey düşünebiliyordu.

 

Ne kadar sürdüğünü bilmiyordu. Sivina’nın dudakları kendi dudaklarından ayrıldığında gözlerini açtı ve Sivina’nın yüzüne baktı.

 

“Sana âşığım,” dedi Sivina.

 

“Evet, bunu görebiliyorum.”

 

“Ne dersen de sana âşığım, ne yapmış olursan ol sana âşığım. Bu aşkın nedeni ne olursa olsun hâlâ aşk ve ben sana âşığım.” Sivina, Yu’nun yüzünü iki elinin arasına aldı. Gözlerinde hâlâ yaş vardı ama artık daha mutlu bakıyordu. “Âşığım. Ben, Yu Valarfin’e âşığım. Yu Valarfin kim olduğunu iddia ederse etsin âşığım. İstersen bu aşkın varlığını reddet, istersen bunun doğal olmadığını söyle, gerçeği değiştirmeyecek. Gözlerine baktığım adama âşığım. Kaybettiğini, başarısız olduğunu söylüyorsan bu başarısıza âşığım. Bir gün başarılı bir adam olduğunu söyleyecek olursan ona da âşık olacağım.”

 

Yu bu sözlerin kalbini titrettiğini reddedebilecek kadar duygusuz değildi. Bu noktada hiç kimse kalbinin titremesine engel olamazdı.

 

“Sana âşığım, Yu,” dedi Sivina, Yu’yu kendine çekip başını göğsüne dayamadan önce. “Ve bunu söylemeye devam edebilirim.”

 

Burada bulunduğu her an Sivina’ya daha fazla umut veriyordu. Yine de ayrılamadı ve gözlerini kapadı. “Kafam karışık.”

 

“Biliyorum.” Sivina, Yu’nun saçlarını okşadı. “Daha fazla konuşma, sadece dinle.”

 

Sivina’nın kalbi hızlıydı. Âşık bir insanın kalbi ne kadar hızlı atıyorsa Sivina’nın kalbi de öyle atıyordu.

-------------------------

02.05.2022 - 15:50






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr