Sağ elini
Yurine’nin yanağına koydu, sıcak ve yumuşaktı. Yavaşça okşarken nazikçe
seslendi. “Yurine.”
Yurine çoğu zaman olduğu gibi yine ilk seslenişinde uyanmadı. Bu yüzden iki defa daha seslendi.
“Yurine, Yurine.”
Ona biraz daha seslendiğinde istediğini başardı. Yurine’nin uzun siyah kirpikleri aralandı ve kızıl gözleri ortaya çıktı.
İlk başta hiçbir şey demedi, öylece bekledi. Sonra ellerini kaldırdı ve Yu’nun elini tuttu. Bunu yaptığında gözleri yaşarmıştı.
“Güvendeyiz,” dedi Yu. “Korkmana gerek yok.”
Yurine hiçbir şey demiyor ama ağlarken burnunu çekiyor ve hıçkırıyordu. Yu onu doğrulttu ve başını omzuna getirerek sarılıp saçlarını okşamaya başladı.
Bu sefer Yurine’nin boynuna sarılmasına izin vermemişti. Bunun yerine Yurine’nin kollarını onun koltuk altlarından geçirmesini sağlamıştı. Bu sayede Yurine onu boğamayacaktı.
Yine de çok sıkı bir şekilde sarılıyor ve Yu’nun canını yakıyordu ama Yu buna katlanabilirdi.
Yurine gittikçe daha gürültülü bir şekilde ağlamaya başladı. Hüngür hüngür ağlıyor, hıçkırıklar yüzünden kimi zaman öksürüklere boğuluyordu ama hiç konuşmuyordu. Sadece ağlıyordu.
“Her şey çok güzel olacak, söz veriyorum,” dedi Yu. “Oraya ulaşacağız, görevimizi başaracağız. Söz veriyorum.”
Daha önce bunun sözünü vermişti ama Yurine’yi rahatlatmak için tekrar aynı şeyleri söylüyordu.
Yurine, Yu’ya sarılmayı bıraktı ve biraz geri çekildi. Kızıl gözlerinden hâlâ yaşlar akarken burnunu çekti, elini kaldırdı ve Yu’nun sol yanağına bir tokat attı.
Bunun mana ile güçlendirilmiş bir tokat olduğu belliydi çünkü Yu’nun dudağı patladı ve azı dişlerinden biri çenesinden ayrılıp yatağın üzerine düştü. Ağzı kısa sürede kanla doldu.
Yu ve diğer herkes şaşkınlık içinde Yurine’ye bakarken Yurine, Yu’yu yakasından tuttu ve bağırmaya başladı.
“APTAL! APTAL! APTAL!”
Şimdiye kadar hiç böyle yüksek sesle bağırdığını görmemişti. Bu ses tonu Yurine için de zor olacaktı ki öksürdü ve sesini alçaltmak zorunda kaldı.
“Neden beni korkutuyorsun! Neden kendine zarar veriyorsun! Sana gidelim dedim! Kaçalım dedim! Neden beni dinlemiyorsun! Aptal! Aptal! Aptal Yu!”
Dişinin gitmesine üzülmüştü ama şu anda odaklanması gereken şey Yurine’ydi. Yurine’nin azarı karşısında sessizce onu dinliyordu, yüzü tekrar düşmüştü.
“Korktum…” dedi Yurine titreyen sesiyle. “Çok korktum… Seni kaybetmekten korktum, Yu.”
Elbette Yurine şu anda çok daha fazla şey söyleyebilirdi ama hiç olmadığı kadar çok ağlıyor, hıçkırıkları ve dudaklarının arasından ağzına giren gözyaşları konuşmasına engel oluyordu.
Başını Yu’nun göğsüne dayadı ve yüzünü gizledi. Yu tekrar ona sarılmıştı.
“Yu, vazgeçelim.” Yurine, Yu’nun omuzlarını sıkarken konuştu. “Başka ülkeler de var, oraya gidelim. Bir daha zarar görme…”
Bunlar, Yurine’den duymayı hiç beklemediği sözlerdi. Bu yüzden duyduklarına inanamadı ve tekrar konuşması için bekledi.
“Ben senin kılıç perin olabilirim. Kaçalım, bu yol sana zarar veriyor. Bu hayal senin canını yakıyor. Yu, lütfen bir daha savaşmayalım…”
Yurine’nin söyledikleri onun için de söylemesi zor şeylerdi, Yu bunun farkındaydı. Yurine’ye bunları hiç söyletmemiş olmayı isterdi lakin söyletmişti. Onun kendi canını yakmasını sağlamış, belki de kalbini hiç olmadığı kadar kırmıştı.
“Yapamam,” dedi sızlayan çenesini konuşmaya zorlayarak. “Başladığım işi bitirmek zorundayım.”
Yurine bağırarak sordu. “NEDEN?!”
“Ben…”
Yurine’ye gördüğü şeyleri, Gökyüzü Sarayı’nı anlatmak istiyordu ama artık bunu yapmak iyi bir sonuç doğurmazdı. Hem burada asıl amaçlarını bilmeyenler vardı hem de Yurine annesini kurtarmaktan vazgeçmişken ona Rie’yi gördüğünü söylerse kendini kötü hissederdi.
Bu yüzden sadece “Bu iş artık eskisinden daha büyük,” diyebildi. “Ben başaracağım. O dünyaya ulaşacağız. Kararlılığım hiç olmadığı kadar yerinde, Yurine.”
Yurine bunları Rolderhelm’deyken söyleseydi Yu çok mutlu olabilir, farklı bir cevap verebilirdi ama artık geri dönüşü olmayan bir yoldaydı.
Taşıdığı ruh, Rie’nin kurtulmasını istiyordu ve kalbinde ona karşı hissettiği duygular onu terk etmesine izin vermezdi.
“Yu…” Yurine ağladı.
***
Tabii ki de daha önce dişçiye gitmişti ama böyle bir tedavi yöntemiyle ilk defa karşılaşıyordu.
Sivina, Yu’nun düşen dişini alıp yerine koymuştu ve Yurine şifa büyüsü ile eski hâline getirmişti. Bu tedavi yöntemi karşısında ne diyeceğini bilemiyordu.
Sivina parmaklarını Yu’nun ağzından çıkarırken cilveli bir şekilde gülümsedi. Bu gülümseme baştan çıkarıcı olsa da güzelliği hakkında düşünmekten kaçındı ve farklı bir şey düşünmeye karar verdi.
“Ölmesine rağmen nasıl gülümseyebilir?” İç çekti. “Bir bu eksikti, sağlıklı düşünebilme kabiliyetini yitirmiş waifu.”
Kendisi de şu anda pek sağlıklı olmadığının farkındaydı. Normalde o şekilde yandıktan sonra delireceğini düşünürdü ama Gökyüzü Sarayı’nın etkisi sayesinde akıl sağlığını koruyabilmişti.
Yine de içinde Göküyüzü Sarayı’na, Rie’ye ve geçmişte her ne yaşandıysa ona dair kuvvetli bir bağlılık hissediyordu ve belki bunu bir çeşit delilik olarak adlandırabilirdi.
Bir mendille ağzındaki kanları sildikten sonra hâlâ yatağın üstüne oturmaya devam ediyordu. Diğerleri de aynı yerlerindeydi.
Yurine konuşurken Yu diğerlerine dikkat etmemişti ama şimdi başını kaldırıp baktığında Ana’nın gözlerinin kızardığını gördü. Ağlamıştı.
“Pekâlâ, tamamen dürüst olmam mümkün değil ama bir şeyler deneyeceğim,” dedi dostlarına bakıp. “Link ve Sivina’ya bir şeyler söyledim ama tekrar anlatacağım…”
Hırsızlık olayından bahsetmesi gerekiyor muydu emin değildi ama Sivina’ya bundan bahsetmişken şimdi diğerlerinden saklarsa Sivina’nın gözündeki itibarının zedeleneceğini düşünüyordu.
Belki bu bir açıdan iyi olabilirdi ama Yu Valarfin hâlâ gururlu biri olduğundan bunun yaşanmasını istemiyordu.
“Yu, ne anlatacaksın?” diye sordu Yurine.
“Rolderhelm’deki dolandırıcılıktan başlayacağım,” diye cevapladı Yu.
Sivina’ya anlattığı için o bilse de Link ve Ana ilgili bir şekilde ona yaklaştı. Kigaro ise umursamamıştı.
“Dolandırıcılık mı?” diye sordu Ana.
“Evet. İlonya’da size verdiğim altınları Rolderhelm’de insanları dolandırarak elde ettim. İnternette gördüğüm bir numaraydı, insanlara sahte maç sonucu verip karşılığında para aldım. Şey, verdiğim sonuçlardan yarısı doğruydu ve yaklaşık üç bin kadar kişi zengin oldu ama en nihayetinde bir o kadarı da parasını kaybetti.”
Link elini yüzüne götürdü. “Dolandırıcılık önceden de yaptığın bir şeydi yani…”
“Eğer yalnızca para olarak bakmazsak hayatım boyunca aslında ben olmayan birini Yu Valarfin diye insanlara tanıttım.”
Link’in sinirli olacağını düşünmüştü ama öyle gözükmüyor ya da sinirini belli etmemeyi tercih ediyordu.
“Hayal kırıklığına uğradığımı reddedemem,” dedi Ana. Yüzü tamamen asıktı. “Anladığım kadarıyla Link ile de benzer bir şey yaptın…”
“Bakırı altın ile kaplayıp Leshua ile ticaret yaptım. Şu an orduda olan erzakları normalinden çok daha düşük bir bedel karşılığında aldık ve bunu kraliyetin kılığına girerek yaptık.” Link ile birlikte yaptığı dolandırıcılık buydu.
Ama bu güncel bir olaydı, anlatması gereken bundan daha eski şeyler vardı.
“İlonya’da da bir soyguna giriştim, buraya getirdiğim altınları İlonya’da almıştım. Alacak verecek meselesi dediğim buydu. Leoral sizinle konuştuğunda amacını öğrenmek için Luna’yı kullandım, öğrendiğimde de Leoral ve Bart’ı öldürdüm. Raul’u öldürmesini de Yurine’ye söyleyen bendim.”
Bakmaktan çekinse de bir itiraf yapıyorsa cesur olması ve doğrudan yüzlerine bakması gerektiğini düşünerek Link ve Ana’nın yüzüne baktı.
İkisi de hayal kırıklığına uğramıştı ve bunu gizleyemiyorlardı.
“Rie öldüğünde Avcı ve Başak Lütufları bana geçti, onların asıl taşıyıcısı benim ama Yurine’nin bir kardinal olarak daha kolay kabul göreceğini düşündüğüm için bir oyun oynayarak onları Yurine taşıyormuş gibi gösterdim.”
Bu, güncel dünyada yaptığı son itiraftı. Bundan başka bir şey söyleyemezdi. Sıra yaşanmamış dünyada yaptıklarına geldi.
“Ana, Kigaro…” İkisi yaşanan olayı bilmiyordu. “Biz daha önce Vermia’ya gittik ama eksiktik, hem de çok eksik. Göl üzerinde ilerlerken Yeşim Ejderhası’nın saldırısına uğradık.”
Ana’nın bir soru sormak üzere olduğunu görünce elini kaldırdı ve onu durdurdu.
“Sağ kalanlar Vermia kampına gitti, ben de göle düştüm ve bir şekilde Yeşim Adası’na ulaşıp ejderha ile karşılaştım. Ejderha elim karşılığında beni kampa ulaştırabileceğini söyledi. İşte elimin şu anda bu hâlde olmasının sebebi bu, elimi ona vermem. Sanırım.”
Ana’nın aklındaki sorular hâlâ cevaplanmamış ve Kigaro da meraklı bir şekilde dinlemeye başlamıştı.
“Kampın kurulduğu tepede düşmanı karşılamak için bir savunma alanı kurduk. Kraliyetin ordusu gelince bize saldırdı ve savaşın sonlarına doğru Terazi Kardinali kendi ordusu ile desteğe geldi. Bize, Yu Zao’nun başka bir ordu ile geldiğini söyledi.”
Keichi’yi düşünmek hâlâ sinirlendiriyordu.
“Tabii onlar gelmeden önce yaptığım iki şey var, önce Cornelia’yı Cecilus’u yakalayıp hapsetmeye ikna ettim ama bunu yapmak yerine Cecilus’u öldürdüm. Yani Cornelia’yı kandırdım. Cecilus’u öldürmeden önce de Shimen Von Bishory’yi öldürmüştüm çünkü Bishoryler taraf değiştirmeye hazırlanıyordu. Önceden anlaşmışlar.”
Bu sorun ile tekrar ilgilenmesi gerekiyordu. Sadece Shimen’i değil, Sör Devan’ı da öldürmek istiyordu çünkü Shimen’den sonra ordudaki Bishorylerin komutanı o olacaktı ve onun Cornelia’ya ihanet edeceğine dair bir inancı vardı.
“Daha sonra Yu Zao’nun ordusu geldi, savaştık ve kaybettik. Ardından Terazi Kardinali, Terazi Lütufu’nu kullandı ve zamanı geri sardı. İşte buradayız.” Ana’nın soracağı soruyu tahmin etti ve o konuşmadan konuştu. “Bunu hatırlıyor olma sebebim, daha doğrusu sebebimiz benim Başak ve Avcı Lütuflarına sahip olmam. En azından böyle varsayıyorum.”
Ana ve Kigaro susuyordu. Onlardan bir şeyler demesini bekledi ve bir süre sonra Ana konuştu. “Kimler hatırlıyor? Sen ve Yurine mi?”
“Ben de hatırlıyorum,” dedi Sivina.
“Muhtemelen benim yakınımda olanlar hatırlıyor,” diye ekledi Yu. “Bir büyücü yıldırımlar ile ordumuzu yok etmişti ve o andan sonra roaronları görmedim. Muhtemelen roaronlar bu olmadan önce öldüğü için…”
Yu’nun aklına umut verici ve çektiği vicdan azabını azaltacak bir fikir geldi.
Eğer roaronlar zaman geri sarılmadan önce öldüyse ve bu yüzden yaşananları hatırlamıyorlarsa bu Yu’nun taşıdığı Lütufların ölüler üzerinde etkili olmadığı anlamına gelirdi.
“Öldüğümüz için...” Kigaro meraklı bir şekilde konuştu.
“Hatırlamıyorsunuz…”
Yani Yurine ve Sivina hatırladığına göre ölmemişlerdi. Bu hipotez Yu’nun çektiği vicdan azabını bir kuş tüyü kadar da olsa hafifletiyordu.
“Sorunlarımız şunlar,” dedi Yu daha fazla soru kabul etmeyerek. “İlki, üçüncü tümenin içinde Yeşim Ejderi’ne saldırıp onu kışkırtacak ve bize saldırmasını sağlayacak birisi ya da birileri var.”
“Üçüncü tümeni ordudan ayırabiliriz ama ejderhayı kışkırtacak kadar ne yapmış olabilirler?” diye sordu Link. Olayları çok hızlı bir şekilde kabulleniyordu.
“Zamanın geri sarılması gibi bir şeye bu kadar çabuk ikna olman beni hayrete düşürüyor,” demeden edemedi Yu. “Ejderhaya karşı büyük bir alev oku kullanıldı. Bir büyücünün varlığını araştırmamız gerek. Belki Yurine onun varlığını yakınlaşırsa hissedebilir ama bu da tehlikeli.”
“Neden?” diye sordu Kigaro.
“Çünkü ejderhayı kızdıran saldırıyı Yurine’ye karşı yapabilir,” diye cevap verdi Ana. O da durumu çok çabuk kabulleniyordu ve Yu gerçekten hayrete düşüyordu.
“Bunun nedeni ne?”
Yu olsaydı onu böyle kolay ikna edemezlerdi.
“Ben de manayı hissedebilirim,” dedi Ana. “Yurine yerine kontrol edebilirim.”
“Sen yapınca tehlike azalacak mı?” diye sordu Yu. “Sana saldıramaz mı?”
“Yurine’ye saldırmasından iyidir…” Ana’nın duyguları anlaşılmazdı.
Yu sessiz kaldı ve başını sallayarak teklifi kabul etti. Şimdi sırada ikinci ve çok daha büyük bir sorun vardı.
“Yu Zao’nun ordusunun içinde orduları yok edecek kadar güçlü bir büyücü var, onu yenemeyiz. İlk düşman ordusu gelmeden önce Vermia’yı almalı ve şehre sığınmalıyız, bu ilk seçenek.”
“Büyücü şehre saldıramaz mı?” diye sordu Sivina. “Bence yeterince güçlü.”
“Yu Zao’nun şehre karşı böyle bir büyü yapılmasına izin vereceğini zannetmiyorum. Yine çok zor bir durumda olacağız ama arazide olmaktan daha iyi.”
“Peki ya şehri nasıl alacağız? Yapabilsek ilk seferde yapardık.” Sivina, Yu’nun anlatmak üzere olduğu noktaya değindi.
“Yeşim Ejderi’nin kalbi yok ve onu geri istiyor. İlk anlaşmamızda ona ya elimi verecek ya da kalbini yeraltı dünyasından alıp ona geri götürecektim. Bu sefer ona yeni bir anlaşma sunacak ve kalbini teklif edeceğim.”
Yu ciddiye alınmadığı için mi yoksa ciddiye alındığı için mi ona durgun ve şaşkın bir ifade ile baktıklarını anlayamadı.
“Şimdi yeraltı dünyasına girmek gibi bir niyetim yok. Uzun süreli bir anlaşma olacak, gelecekte yapacağım. Eğer kabul ederse şehir surlarına saldırmasını isteyeceğim. Burada da ikinci seçenek devreye giriyor, birinci seçenekten önce bunu önereceğim.”
Yu gönlünden geçen asıl plana geldi.
“Eğer kabul ederse onunla Yu Zao’nun ordusuna saldıracağız. Belki o, bize yüzünü bile göstermeden ordumuzu yok eden büyücüyü yenecek kadar güçlüdür.”
“Ya kabul etmezse?” diye sordu Link.
“Eğer gelecekte kalbini vermem karşılığında isteyeceğim iki şeyden birini kabul etmezse kalbini gelecekte değil, şimdi vermem gerekir. Yeraltı dünyasına iner ve kalbini alırım, bunu kabul edecektir.”
Yu’nun aklına gelen tek kurtuluş yolu ejderha ile bir anlaşma yapmaktı. Aksi takdirde büyücü tekrar onları yok edecekti.
“Umarım bu sefer daha iyi bir anlaşma olur…”
-------------------------
03.05.2022 -16:00
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..