Cilt 3 - Bölüm 61: Müstakbel ########, Ejderha, Kedi (1/2)

avatar
395 3

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 3 - Bölüm 61: Müstakbel ########, Ejderha, Kedi (1/2)


Boşluk, uzay, dünya; Yu ne şekilde tanımlayacağını bilmiyordu ama Yurine ve kendisinin etrafındaki küçük bir alanın büküldüğünü hissediyor, sanki tüten alevin üzerinden bir manzarayı seyrediyormuş gibi hissediyordu.

 

Yurine’nin yüzüne baktığında kendini sıktığını görebiliyordu. Alnı kırışmıştı ve yanakları bir duvar gibi sert görünüyordu. Minik elleriyle Yu’nun ellerini tutmuştu.

 

Yu arada sırada göğsünde ve göbeğinde bir gıdıklanma hissediyordu. Tam olarak gıdıklanma da diyemezdi aslında, gülmesini sağlamıyordu ama daha iyi bir tanım da bulamıyordu.

 

Bir şey ruhuna dokunmaya çalışıyor, bazen başarıyor ama sonra hızla geri çekiliyordu. Bu her oluşunda bir sonraki dokunma ile arasındaki zaman iki katı açılıyordu.

 

“Yu~” dedi Yurine. Sesi titrek ve sinirliydi. “Neden olmuyor?!”

 

Yurine ve Yu’nun denediği şey kılıç perisi anlaşmasıydı. Bunun adına ‘kılıç perisi anlaşması’ demenin ne kadar doğru olduğu hakkında şüpheleri vardı ama literatürde geçen bir adı yoktu ve aklına gelen tek isim de buydu.

 

Yurine, Yu için bir kılıca dönüşmeye çalışıyordu.

 

“Zinciri artık hissedemiyorum, Yu, ne yapacağım?” Yurine sinirden ağlıyordu. Yaşların yanaklarından süzüldüğünü görmek her zamanki gibi acı vericiydi.

 

Yu onu kendine çekti ve sarılıp başını okşadı. “Sorun değil Yurine, seni seviyorum. Benim için bir kılıca dönüşsen bile seni kullanmaya kıyamazdım.”

 

“Ama Yu!” Yurine başını kaldırdı ve ıslak kırmızı gözleriyle ona baktı. “Ben bunu istiyorum! Neden diğerleri gibi olamıyorum! Neden Yu Zao’nun kılıcı gibi olamıyorum!”

 

Yu diz çöktü ve bu sefer kızının alnına bir öpücük kondurdu. “Senden onun gibi olmanı istemiyorum, sadece olabildiğince tatlı ve mutlu olman yeterli. Benim isteğim senin gülümsemen, yeni dünyada, annenle birlikte. Bunun için çalışıyorum. O yüzden başkalarına benzemediğin için üzülme.”

 

“Anlamıyorsun…” Yurine de Yu gibi ısrarcıydı. “Beni anlayamıyorsun.”

 

Bu kelimeler Yu’nun canını yakmayı başarmıştı. Evet, sonsuz arzuya sahip açgözlü bir insan olarak saf duygulara sahip bir varlığı anlayamıyordu.

 

Yurine bir kılıç perisi olmayı doğası gereği istiyor ama Yu bundan korkuyordu. Eğer biri ölürse diğeri de ölecekti ve Yu ölümünün Yurine’yi ölüme sürüklemesinden korkuyordu. Belki de bu korku yüzünden Yurine ile tamamen bağlanamıyorlardı. Belki de Yu’nun korkusu, Yurine’nin gerçek bir kılıç perisi olmasına engel oluyordu.

 

Yu bunun farkında olarak daha fazla acı çekiyordu ama bu korkuyu yenmesi mümkün değildi. Yurine’yi tekrar riske atmayacaktı. Ne şu anki hâliyle ne de bir kılıç formuna dönüşerek savaşmasına izin vermeyecekti.

 

Yurine için, diğerleri için o savaşacaktı. Elbette asıl amacını unutmuyordu, Rie için de savaşacak ve onun tekrar benzer bir kaderle karşılaşmasına engel olacaktı.

 

Bir sonraki sefer birisi savaşmak zorunda kaldığında, birisinin acı çekmesi gerektiğinde o kişi Yu Valarfin olacaktı. Bu dünyanın insanlarının yanında ne kadar güçsüz olursa olsun bu hayalden vazgeçmeye niyeti yoktu.

 

Hatta bu bir hayalden fazlasıydı; bu Yu Valarfin’in gözünde gelecekti, bir plandı. Bunun olduğunu gözleriyle görebiliyor, kulaklarıyla duyabiliyor, teniyle hissedebiliyordu.

 

Kılıcı savurmanın omuzlarına yüklediği ağırlık, kalbinin heyecanla titremesi ve nefes alış verişlerinin seri bir şekilde hızlanması, çeliklerin çarpıştığında çıkardığı ses… Hepsini hissedebiliyordu. Hatta bunları öyle bir raddede hissediyordu ki bunlar histen ötesiydi.

 

Kulaklarındaki ninni, her yeri kaplayan beyaz ışık, öfke, aşk ve müstakbel ########. Yu Valarfin’in ruhu ve zihni karmakarışık bir hâl alıyor, ona kim olduğunu sorgulatıyordu.

 

Ama her geçen gün cevaba biraz daha yaklaştığını hissediyordu. Yu Valarfin en sonunda gerçekten kim olduğunu öğrenebileceğine inanıyordu.

 

“Yu, bu bir ihtiyaç,” dedi Yurine. “Ben böyle olması gerektiğini hissediyorum. Acıkmak gibi, sarılmak gibi… Ben senin kılıç perin olmayı istiyorum Yu.”

 

Yu ne diyeceğini bilmiyordu, bu yüzden ellerini ellerine alıp alnını Yurine’nin alnına dayadı.

 

“Sonsuza dek bu formda yaşamanın düşüncesi bile acı verici.”

 

Yurine’nin kısık sesle söylediği kelimeler Yu’nun kanını dondurdu.

 

“Senin yaşlandığını düşünmek istemiyorum, senin öldüğünü ve arkada kaldığımı düşünmek istemiyorum. Korkuyorum, Yu. Bu yüzden ben gerçek bir kılıç perisine dönüşmeliyim. Ölümsüz bir varlık olmak istemiyorum. Sevilmeden yaşamanın hiçbir anlamı yok.”

 

Yu yorulmuştu. Gerçekten ama gerçekten ağlamaktan yorulmuştu. Yine de Yurine’nin bir anda duygusallaşması onu hem ağlatmaya başlamış hem de canını yakmıştı.

 

Sadece üç buçuk yaşındaki biri nasıl olur da böyle kelimeler kullanabilirdi? Yurine bu kelimeleri nereden biliyordu?

 

“Ben de bir kılıç perisiyim, bir başkası değilim.”

 

“Biliyorum…” Yurine bunları nasıl bilirse bilsin, Yu’nun yapması gereken şey onun yanında olmaktı. “Yine de üzülme ve gülümse. Üzgün olman beni de üzüyor.”

 

Yurine burnunu çekti. “Tamam.”

 

Yaşananlardan sonra annesinden vazgeçmiş ve tamamen Yu’ya bağlanmıştı.

 

Yurine’nin böyle kelimeler söyleyeceğini hiç düşünmemişti. Büyücülük Akademisinde ona söz verdiğinden sonra onun annesinden vazgeçeceğini, bu dünyada kalmayı tercih edeceğini aklının ucundan bile geçirmemişti.

 

Ama Yurine, Yu’yu şaşırtmıştı. Yu için annesinden vazgeçmişti, ‘babanı mı yoksa anneni mi daha çok seviyorsun’ sorusuna ‘babamı’ cevabını veren bir kızdı.

 

Fakat bu şaşkınlık, bu cevap Yu’yu mutlu etmekten o kadar uzaktı ki bunları düşünmesi Yu’nun canını yakıyor, kendinden utanmasına yol açıyordu.

 

Yurine’ye bunları söylettirdiği için utanıyordu, onu annesi ile kendisi arasında bir seçim yapmak zorunda bıraktığı için kendinden nefret ediyordu.

 

“Üstelik sonraki dünyada da yanında olacağım, kendini oraya sakla. Bu dünyada bir kılıca dönüşmek zorunda değilsin.”

 

“Anlıyorum, Yu.” Yurine, Yu’nun elini kullanarak kendi gözyaşlarını sildi. “Hep beraber olacağız.”

 

Yurine’nin sözünü bitirmesiyle kamaralarının kapısı çaldı. Bu kapı en son çaldığında içeri Sivina girmiş ve tepelerinde uçan ejderhadan bahsetmişti.

 

Şimdi tekrar kapı çaldığında Yu gördüğü manzarayı hatırladı ve tekrar uzamaya başlayan tüyleri ürperdi. Vücut kıllarından arınmak için kullandığı kremi tekrar kullanması gerekiyordu.

 

“İçeri gel,” dedi Yu.

 

Kapı açıldı ve gümüş saçlı şövalye gülümseyerek içeri girdi.

 

“Evet, ben de uzun bir süre, çok ama çok uzun bir süre sizinle beraber olmayı istiyorum. Bazı hareketleriniz insanları rahatsız ediyor olsa da bunlar gittikçe azalıyor ve kendinizi fazlasıyla sevdirmek gibi güzel bir huyunuz var.”

 

Sivina konuştuklarının ne kadarını duymuştu? Sonraki dünya hakkındaki kısmı duymamış olmasını umdu. Daha sonra onu yoklamalıydı.

 

“Ama yüzünüzdeki ifadelere biraz daha çalışmalısınız. Beni gördüğünüzde can sıkıcı biri içeri girmiş gibi bir tepki vermeyin, bunun canımı yaktığını söylemeliyim, Yu.”

 

“Böyle bir tepki vermek istemedim, özür dilerim.”

 

“Bolca özür dileyen Yu Valarfin’e alışmam zaman alacak,” dedi Sivina biraz daha gülümseyerek. “Ama onu da seveceğim, ne de olsa o da Yu Valarfin.”

 

Sivina biraz daha ileri gitmiş ve duygularından Yurine’nin önünde bahsetmişti.

 

“Pervasız,” dedi Yurine ama ona azar çekmedi.

 

Yu, Yurine’deki bu değişimin olumlu mu olumsuz mu olduğunu anlamakta zorlanıyordu.

 

“Seni de seviyorum, Yurine.” Sivina yüzünü saklayan Yurine’ye de gülümsedi. “O gün bana çektiğin sağlam azar canımı yakmıştı ama söylemeliyim ki o yaptığım tamamen benim kendi isteğimdi.”

 

Bahsettiği şey Yu’ya kucak yastığı verdiği seferdi. Yurine burnundan soludu ama Sivina’nın devam eden pervasızlığına karşı sessiz kaldı.

 

“Vardık mı?” diye sordu Yu. Doğrudan Yeşim Adası’nı hedeflemişlerdi.

 

“Evet, Yu.” Sivina’nın yüzündeki gülümseme yavaşça azaldı. “Güvenli olduğundan eminsin, değil mi?”

 

“Değilim,” diye cevap verdi Yu.

 

“O yüzden ben de yanında duracağım.”

 

Yu zaten o şekilde olacağını düşünmüştü. Bu yüzden itiraz etmedi, farklı herhangi bir şey söylemedi ve başını sallayarak kapıya doğru yürüdü. Yurine de onun elini tutuyordu.

 

Güverteye çıktığında adaya baktı. Üzerine bir şehir kurulacak kadar büyüktü ve adanın içine doğru ilerledikçe rakımı yükseliyordu.

 

“Şu taraf,” dedi Yu. Yarım yamalak da olsa ağaçların yoğunluğu ve güneşin yönünden en son nerede durduğunu hatırlamayı denemişti.

 

Emin değildi ama eliyle işaret ettiği kuzey tarafında olduğunu düşünüyordu. “Oraya çıkalım.”

 

Sivina başını salladı ve emri kaptana iletmek için koştu. Herhangi bir askere söylese de emri iletebilirdi ama Sivina, Yu’nun sözlerini kendisi iletmek istemişti.

 

“O güzel bir kız,” dedi adayı izleyen Yurine. “Çok güzel bir kız, ondan etkilenmiyor musun?”

 

“Yine başlıyoruz, huh?” Sivina’nın güzelliğini reddetmiyordu. “Ne söylememi istiyorsun? Kendimi hayalimize adadığımı söylersem mutlu olur musun?”

 

Yurine başını salladı. “Ama seni mutlu edecek diğer şeyler de beni mutlu eder.”

 

“Yani bu Sivina ile olmamı onayladığı anlamına mı geliyor? Beni annesi için istemesine rağmen mi?”

 

Bir kez daha düşünmekten kaçmayı tercih etti ve gemi gösterdiği yöne yaklaşırken adayı seyretti. Ejderha etrafta gözükmüyordu.

 

“Onlardan erken yola çıktık ama umarım bizi bırakıp arkamızdan gelenleri seyretmeye gitmemiştir. Gerçi geçen sefer bu günün gecesinde ortaya çıkmıştı…”

 

Adaya çıktıklarında Yeşim Ejderi’ni beklemek dışında yapabilecekleri bir şey yoktu. Belki yeraltına açılan kapıyı aramayı deneyebilirdi ama hem bununla uğraşmak istemiyordu hem de bunun ejderhayı kızdırma ihtimali vardı. Sonuçta kimse davetsiz misafirlerin evinde dolaşmasını istemezdi.

 

Gemi adaya yeterince yaklaştığında Yu, Yurine, Sivina ve Kigaro bir kayığa bindi ve diğer roarolar makaraları kullanarak kayığı suya indirdi.

 

“Hey, bu… Niye suya bu kadar yakınız? Bu gemi çok küçük değil mi?”

 

Kigaro’nun kürek çekmesi gerekiyordu ama kayığın ortasına gelmiş ve dizlerini göğsüne çekip titremeye başlamıştı.

 

“Aslanların iyi yüzücüler olduğunu zannediyordum,” dedi Yu. “Belgesellerde suya giriyorlardı.”

 

“Ben su mu bilmem!” Kigaro kükredi ve kayık sallanınca Yu da korktu.

 

“Dikkatli ol!” Yu, Yurine’yi sıkıca tutmuştu. “Sudan korktuğunu neden daha önce söylemedin ki?”

 

“Daha önce suya bu kadar yakın olmadım ki! Hem ben korkmuyorum! Roaronlar korkmaz!”

 

Kigaro bağırıp kükredikçe kayık daha da sallanıyor ve Yu daha fazla korkuyordu.

 

Evet, Yu da suyun ortasında, küçük bir tahta aracın üstünde olmaktan korkuyordu.

 

“Lanet olsun!” Yu kürekleri kendi eline aldı ama nasıl çekeceğini bilmediğinden kürekleri beceriksizce salladı ve hareket etmek yerine kendi etraflarında dönmeye başladılar.

 

“Ben kürek çekmeyi biliyorum, Elhaven bir adada yer alıyordu.”

 

Yu bir kıza ağır işi yüklemek istemiyordu. Sivina’nın kendisinden daha güçlü olduğu ve bu işi de daha iyi yapacağı ortadaydı, eskiden olsa hemen kürekleri ona verirdi ama şimdi bunu yapmayı kendine yediremiyordu.

 

“Sadece nasıl yapacağımı söyle.”

 

Sivina, Yu’ya doğru uzandı ve ellerini tutup oynatmaya başladı. Siyah elini bile hiç iğrenmeden tutmuştu.

 

Sivina bunu yaparken göğüsleri de Yu’nun hemen gözlerinin hizasına denk geliyordu. Sivina da bunun farkındaydı ve bilerek Yu’ya gereğinden daha yakın duruyordu.

 

Yu’nun başını farklı bir yöne çevirmesi Sivina’yı sadece eğlendirdi ve Yu’ya biraz daha yaklaştı. Yu işi kaptığında Yurine, Sivina’yı karnından geriye doğru itti.

 

“Teşhircilik yapmasan daha şey olursun… Kabullenilebilir.”

 

Bu cümleyi ona söylemeyi planlamıştı ama hem sonrasında gelecek diyalog hem de Sivina’ya vereceği umut baş ağrıtıcı olabilirdi. Bu yüzden sustu ve kürek sallamaya devam etti.

-------------------------

04.05.2022 – 16:08






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr