Her birine ayrı at almak yerine iki at almışlardı. Diğer
yolcuları iki atın çektiği römorkta taşıyorlardı. Yardımcı olması için Yu’nun
yanlarına aldığı Oğul ise ne ata binebilir ne de römorkta gidebilirdi, bu yüzden
grubun arkasından yürüyerek ilerliyordu.
Altar kendisi gelmek yerine bu işi Yu’nun çözmesini istemiş ama yine de Oğul ve bir diğer kişiyi almasına izin vermişti. Yu yanına Oğul’u aldıktan sonra başka kimse onunla gelmek isteyince de Kyre’yi onun yanında gitmeye zorlamıştı.
Tabii sadece üç kişi değillerdi. Altar, Raya’nın da Yu ile gitmesini istemişti. Yu, Altar’ın onun ölmesinden korktuğunu anlayabiliyordu ve ölmesinden korkmasına rağmen daha güçlü biri olması için ona zorlanacağı şeyler yaptırmaya çalışıyordu.
Eğer onunla gider veya gereğinden fazla yardım sunarsa bunun Yu için kolay olacağını düşündüğünden kendisi gelmek istememiş fakat onu tek başına gönderip kesin bir ölümle karşılaşmasını istemediği için de yanına birilerini, özellikle de bir şifa büyücüsünü vermişti.
Kartal Dağlarına yaptıkları yolcukta onlara eşlik eden dört kişi daha vardı. İlk eşlikçileri Fia’ydı. Yu onu kendisine hizmet etmesi için yanına almıştı. İkinci eşlikleri ise Kyre’nin elf kölesi Luvanie’ydi. Yatmadan önce yatağın ısıtması için onu yanında getiriyordu.
Üçüncü eşlikleri ilk ikisinden farklı bir amaç uğruna buradaydı. Onun yapabileceği hiçbir şey olmasa da Yu onu zorla yanında getirmişti çünkü korkmasını ve eğer kendisi ölürse onun da ölmesini istiyordu. Yanın aldığı Fake atların çektiği römorkun bir köşesinde sinmiş bir şekilde oturuyordu. Yu onu yanında götüreceğini ve şeytanla yüzleştireceğini söylediğinde adam korkudan altına işemişti.
Ve dördüncü eşlikçileri Oğul’un sürükleyerek taşıdığı goblindi. Yu onun kollarını kesmiş, dişlerini sökmüş ve birkaç defa dövmüştü. İlk başta goblinlerle savaşmayı pek eğlenceli bulmasa da ona şiddet uygulamak hoşuna gitmişti. Hatta goblin çığlık atar ve ağlarken onu dövmenin insanları öldürmekten daha eğlenceli olacağını düşünmüştü çünkü goblin ona karşılık veremiyordu. Karşılık alamayınca da daha az efor harcıyor ve daha az eforla daha çok zevk alıyordu.
Tabii hayatının tehlikeye girdiği kılıç dövüşlerinin de kendine has bir stresi, korkusu ve eğlencesi vardı. Sonuç olarak ikisi de Yu’nun hoşuna giden ayrı zevklerdi.
Güneş batmaya başladığında Kartal Dağlarından ilki olan Acıkartal’ın ucunu görebiliyorlardı. Dağlar çok yüksek olmadığı için dağların ucunu görmek onlar için az yollarının kaldığı anlamına geliyordu. Yu hemen oraya gitmenin ve gece yarısı olmadan Şeytan Beyi’ni öldürmenin hayalini kurarken römorkta yolculuk edenlerden birinin sesi yükseldi.
“Ağanın tuvaleti gelmiş,” dedi Raya
Yu karşılık verdi. “Ağanın kendi ağzı yok mu?”
“Adamı korkutursanız söyleyemez,” diye cevapladı Raya. “Bok içinde yolculuk etmek istemiyorum. Durdurun şunu.”
Atları süren Yu ve Kyre önce atlarını yavaşlattılar, uygun bir hıza geldiklerinde de durdular. Yu attan inip Fake’nin aşağı inmesi için römorkun kapısını açtı ve şişman adam sallanarak römorktan indi.
“Ne oldu?” diye sordu Yu, Fake’nin önünde beklediğini görünce. “Avucumu açmamı mı bekliyorsun? Benim üstüme mi sıçacaksın?”
Fake etrafına bakınca Yu da aynı şekilde baktı. Önündeki dağlar haricinde biraz tepeli ama genel olarak boş bir yoldu. Çalılar minyatür denecek kadar küçüktü ve bir adamı arkasında saklamaya yetmezdi. Ağaçlar geride kalmıştı.
“Götünü gizleyebileceğin kapalı bir alan yok,” diyerek güldü anladığında. “Hahaha, evet, öyle bir yer gözükmüyor. Oğul, Fake’nin önüne geç de kimse adamın götünü görmesin.”
“Orur, arkadaşım,” dedi Oğul ve goblinin zincirini bıraktı. Yu onun keyfini yerine getirmek için birkaç şey söylese de morali hâlâ bozuktu ve yol boyunca durgun gözüküyordu. Fake’ye eşlik etmek için goblinin zincirini bıraksa da goblin kaçmak için hamle yapmaya cüret edemedi.
İkisi biraz uzağa gittiklerinde Fake pantolonunu indirip eğildi ve Oğul onun arkasına geçti. Oğul’un bacaklarının arasından Fake’nin kalçasının bir kısmı gözüküyordu fakat kimse ona bakmadı. Fake tuvaletini yaparken Yu römorktaki yolculara baktı.
Luvanie’ye acıyordu. Diğer elfler gibi sarı saçları ve yeşil gözleri vardı ama diğer elflerden daha zayıftı. Onunla ilgili bildiği bir şey Vazgeçilenlerin en genci olan Kyre ile aynı yaşta olduğuydu. Her ikisi de on yedi yaşındaydı.
Kyre aynı yaşta olduklarını biliyor muydu ve biliyorsa bu yakınlık yüzünden duygusal bir şeyler hissediyor muydu merak etse de cevabı bilmiyordu. Yine de Luvanie’nin Kyre ile bitlikte diğer tüm Vazgeçilenlerin hiçbirinden hoşlanmadığını biliyordu. Genç elfin Kyre tarafından tecavüze uğramadığı bir gün neredeyse yoktu.
“Kyre’yi öldürsem mi? Şeytan yaptı derim. Altar yalan söylediğimi anlayabilir mi? Ya da onu öldürdükten sonra Luvanie’yi serbest bırakır ve birlikte kaçtılar diye yalan söylerim.”
Luvanie’ye biraz daha acıdı.
“Hayatta olsa ve kurtulsa bile bunu yıllar boyunca atlatamayabilir. Lanet olsun, keşke insanların anılarını silmek mümkün olsaydı.”
İnsanların anılarını silmek büyü ile mümkün olabilirdi fakat Yu bir büyücü değildi. Buna rağmen yapabileceği bir şey vardı; zamanda geri gittikten sonra Vazgeçilenleri durdurmak için geri dönebilirdi.
“Rolderhelm’e döneceğim. Diğer her şeyi düzeltip de buraya gelmem yine ayları bulacaktır. O aylarda kaç köy yıkılacak, kaç insan hayatı solacak?”
Tekrar sinirlenmeye başladı. Kyre’yi hemen şimdi öldürmek istedi ve kararmaya başlayan gökyüzüne doğru başını kaldırıp tanrılara birkaç küfür mırıldandı. Güçlü olmalarına rağmen tüm bunları görüp de yardım eli uzatmamalarına katlanamıyordu.
“Beni kurtarmayışlarını anlayabilirim, kötü birisiyim. Peki ya bu insanların suçun neydi?”
Böyle varlıklara tapması mümkün değildi ve tüm bu felaketleri görüp de tanrıların sınaması olarak kabullenerek o varlıklara tapmaya devam eden insanlara saygı duymuyordu.
“Elflerin tanrısının ismi Elver miydi?” diye sordu Fia’ya.
“Evet, Efendi Valarfin.” Fia dizlerinin üstüne oturmuştu. “Fakat Efendi Elver sadece bizim elf türümüzün tanrısı; diğer elf türleri olan yüksek elf ve karanlık elflerin ilahları farklıdır.”
Tekrar konuşmadan önce Yu, Fake işini bitirmiş mi diye arkasına baktı. Adam hâlâ devam ediyordu ve Oğul başını ona doğru eğmiş izliyordu.
“Neden sizin şu Efendi Elver yardım etmek için kendini hiç göstermedi?”
Yu soruyu sorduktan sonra Fia’nın yüzü soldu. Yu onun tekrar özür dileyeceğini düşündü ama bu sefer özür dilemedi, tanrısı olarak kabul ettiği Elver’e karşı hem saygı hem de hayal kırıklığı duyarak cevapladı.
“Efendimizin bir bildiği vardır. Onu sorgulamak bizim haddimize değil.”
“Saçmalık,” diye yapıştırdı cevabı. “Korktukları için gelmediklerini sen de söylemiştin. Neden hâlâ ondan efendin olarak bahsediyorsun ki?”
Fake’ye tekrar baktığında pantolonunu topladığını gördü. Oğul onun önünden çekildiğinde ağır adımlarla gruba doğru yürümeye başladılar.
“İnsanların dini inancını sarsmaya çalışma.” Raya, Fia’nın aksine daha rahat bir pozisyonda oturuyordu. “Yaptığın şeyin ne kadar kötü olduğunu yol boyunca düşün. Tanrılar bizi yarattılar ve ne yaparlarsa yapsınlar onlara boyun eğeceğiz. Onlar bizim annelerimiz ve babalarımız.”
Raya konuşana dek tek taraflı bir sohbetti ve Yu kendi fikirlerini Fia’ya dayatmaya çalışıyordu. Raya’nın konuşmaya katılmasıyla saldırıya uğradığını hissetti ama özellikle son cümle kalbini kırmıştı. Biraz sustuktan sonra konuşmayı bitiren kişi olmak için umutsuzca birkaç cümle sarf etti.
“Anneleri ve babaları tarafından terk edilmiş çok fazla çocuk gördüm. Birinin annesi daha iyi bir çocuk bulmuştu. Belki sizin şu tanrılar da daha iyi kullar bulmuştur.”
Kurduğu cümleler yüzünden kalbi, Raya’nın kırdığından daha fazla kırılmıştı. Kendini bir çocuk gibi hissetti. Öfkelendi, ağlayacak gibi oldu ve atına doğru yürürken durdu. Birkaç geri adım atarak römorkun açık olan kapağına geri döndü.
“Özür dilerim,” dedi hem Fia’ya hem de Raya’ya. “Öyle dediğim için özür dilerim. Pişman oldum, lütfen beni affedin. Özür dilerim.”
Aslında özür dilediği kişi kendisiydi. Söylediği her şey sadece onu incitmişti. Raya onu umursamazken Fia gözlerini yere eğdi ve Yu kırılan kalbinin parçalarıyla atına geri döndü.
Fake römorka çıkmış ve Oğul gitmeden önce bıraktığı goblinin zincirini tekrar eline aldığında Yu ve Kyre atları tekrar harekete geçirmişti. Yu’nun kalbi hâlâ kırıktı ve biraz da kendine gülüyordu. Karşısındakini incitmek için ağzından çıkan sözlerle kendini vurmuştu.
“Raya çok haklı... Bu insanların elinde tanrılarından başka bir şey yok. Onu da alırsam kime tutunurlar? Tanrılar, sadece isimleri bile iş yapıyor.”
Zengin ve güçlü insanlar hayatın sorunlarıyla zenginlik ve güçlerini kullanarak başa çıkardı. Onlar güvenli yerlerde yaşar ve Vazgeçilenler gibi suçlular onları tehdit etmezdi. Savaş canlarını sıkabilir ve bu yüzden veya farklı sebeplerle güçlerini kaybedebilirlerdi fakat hayatları hiçbir zaman sıradan bir köylünün hayatı kadar zor olmazdı.
Zor olmayan bir hayatta, hastalıkların şifası parada bulunurken ve para ekmeğe dönüşürken tanrıya ihtiyaç yoktu. Altınlar, gümüşler ve mücevherler tanrının olması gereken boşluğu harika bir şekilde, hatta fazlasıyla dolduruyordu.
Öte yandan çoğu çocuğu ergenliğe ulaşmadan ölen, etin tadını bilmeyen ve taze bir ekmeğin sıcaklığını hatırlamayan, hiç görmediği lordu için hiç görmediği topraklarda savaşmak zorunda kalan ve tüm hayatı normal giderken bir anda gerçekleşen bir köy baskını sırasında her şeyini kaybeden insanlar için tanrılardan başkası yoktu. Bu insanların elinden tanrıları alındığında ellerinde hiçbir şey kalmazdı. Hayatlarına devam etmek için tanrılara ihtiyaçları vardı ve onlar hayatlarına devam ettiğinde tüm sistemin çarkı dönerdi.
“Evet. Tanrılar olmalı. Bir tanrı olmalı. Gerçek ya da sahte olmasının bir önemi yok; insanlar tanrı istiyor ve tanrının ismi bile onlar için yeterli.” Kalbinin kırıklığı yeni düşüncelerle iyileşiyordu. “Ama insanlara kendini gösteren ve onları tehdit eden tehlikeleri ortadan kaldıran bir tanrı, çok daha harika olmaz mıydı?”
Yu her zaman bir tanrının öyle olması gerektiğini düşünmüştü. Elbette tanrılar insanüstü varlıklar olarak insan değerlerinin de üzerindeydi, bu yüzden Yu ile aynı değer yargıları taşımıyor oluşları olasıydı ve bu yüzden insanları umursamıyor olabilirlerdi ama kesin olan şey insanların acı çekişinin sorumluları oluşlarıydı. Onların ahlaki yargıları ne derse desin, herkesin bir görevi ve sorumluluğu vardı. Yu tanrı ya da değil, herkesin sorumluluklarını yerine getirmesi gerektiğine inanıyordu.
「Etu, egos oksider sena theosus.」
Kılıç doğru söylüyordu. Eğer herkesin yerine getirmesi gereken bir görevi varsa Yu’nun görevi de onları öldürmekti. Onlar normal insanlar değildi ve onlara karşı arzularını bastırmak zorunda olduğunu zannetmiyordu. Onlara karşı tüm vahşiliğini konuşturabilir, vicdan azabı çekmeden içindeki canavarı açığa çıkartabilirdi.
“Ne makıyorsun?” diye sordu Kyre.
Yüzü sivilceli ve tüysüz yanakları kemikliydi, ortasında bir yarık olan çenesinin üstüne siyah teller çıkmıştı. Siyah saçlarını bitlenmemek için kısa kesmişti ve çoğu Moralı gibi mavi gözlere sahipti. Yu’nun gözünün ucuyla onu süzdüğünü fark ettiğinde huzursuz oldu.
“Neden Vazgeçilenlerin arasına katıldın?” diye sordu ona.
Kyre agresifti. “Sana ne?”
“Lise çağındaki sinirli bir suçlu, bir canavar. Bir de bunları liselerde daha çocuk diye savunuyorlardı. Yapmam gereken şeyin ne olduğunu biliyorum. Diğer suçlular gibi cezasını çekmeli.”
Kyre’nin tavrına karşı sahte bir gülümseme takındı. O an karar vermişti. Kyre’yi öldürecekti. Bunu ne zaman yapacağını bilmiyordu ama hem onu hem de diğer Vazgeçilenleri öldürecekti. Ne olursa olsun bunu yapmak zorundaydı, ondan başkası yapamazdı. Birilerini öldürebiliyorsa öldüreceği kişiler onlar olmalıydı ki kendisi de bir şekilde bu dünyada üzerine düşeni yapmış olsun.
“Bu zevk neden kendini göstermek için sürekli bahaneler ile karşıma çıkıyor?”
Üç sıradağın güneyinde yer alan Acıkartal Dağı başından sonuna dek görüş açılarına girdiğinde dağın yamacında durdular. Güneş tamamen batmış ve yıldızlar onun yokluğuyla kendini göstermeye başlamıştı.
“Bana yardım et,” dedi Fia’ya. Eşyalarını römorkta taşıyorlardı. Fia römorktan zırh parçalarını alarak Yu’yu giydirmeye başladı. Luvanie de Kyre’ye zırhını giydiriyordu.
Her ikisi de zırhını giydiğinde Oğul hâlâ durgun bir şekilde goblinin zincirini tutarak ayakta dikiliyordu. Yu zırh giydirmek için bile olsa ne Fia’nın ona yaklaşmasını istiyordu ne de kendisi bunu yapmak için gönüllü olacaktı. Kyre’ye seslendi.
“Oğul’a zırhını giydir.”
“Neden men yapıyor muşum?”
“Zırhı kim giydirecek diye kavga mı edelim yani? Bunu mu istiyorsun?”
Kyre bunu yaptığı esnada yapmak istemediğini belirtmeye devam ederek Oğul’un zırhını giydirmeye başladı. Oğul’un zırhı hem daha büyük hem daha ağır olduğu için Kyre zırhı giydirirken zorlanıyordu, bir de Oğul’un sürekli kötü kokması vardı ki ona yakın olmak genç suçlunun sürekli homurdanmasına sebep oluyordu.
Raya, Luvanie’ye seslendi. “Gel, sen de şunları giy.”
Diğerlerini dışarıda bırakacak değillerdi. Yu, Oğul ve Kyre mağaraya girdiğinde burada kalırlarsa onlar için tehlikeli olacağından yanlarından ayırmayacaklardı. Tabii en azından silah kullanmayı bilen adamların yanında duracak olsalar da mağaranın içi hâlâ tehlikeliydi. Tehlikelerden korunmak için üstlerine zincir zırh geçirip birkaç çelik parçası giyeceklerdi. Plaka zırh kadar güvenli değildi ve çelikler onlara büyük geliyordu ama her türlü hiç yoktan iyiydi.
“Sen de gel,” dedi Yu, Fia’ya.
Kadının üstüne zincir zırhı geçirdi ve birkaç çelik parçasıyla bacaklarını ve kollarını korudu. En sonda da başının üstünü kaplayan bir kask verip, ellerine kaldırmakta zorlandığı çelik bir kalkan ile hançer tutuşturdu.
“Arkam dönükken beni öldürmeyi denemezsin, değil mi?” diye sordu şakayla karışık.
Fia başını salladı. “Asla, Efendi Valarfin.”
“Ben olsam aklımdan bunu yapmak geçerdi.”
Yapmayacak olsa bile hançeri onu esir tutan adamın boynuna saplamak aklından çıkmazdı. Daha sonra bu cezasız kalmayacak olsa bile hayal etmesi güzel olurdu.
Raya da kendi zincir zırhını giydi fakat Fake’ye giyebileceği bir şey vermediler çünkü onun üstüne uyacak zırhları yoktu. Adama çelik bir kalkanla hançer uzatırken onu uyardı.
“Eğer bize ihanet etmeyi düşünürsen diğerlerinin aileni yaşatacağını zannetme.”
“Öyre mir şey yapmam,” dedi Fake. “Asra yapmam.”
Kılıcını yanına almış olsa da bir de savaş çekicini taşıyacaktı. Kalkanını sol kolunu geçirdi ve goblinin üstüne yürüdü. Yu’nun ona yaklaştığını gören yeşil yaratık korku dolu sesler çıkartarak başını dizlerinin arkasına saklamayı denedi.
Yu ona yaklaşıp zincirini çözdüğünde goblini boynundan tuttu ve dağa doğru fırlattı. Goblin yere düştü, biraz sızlandı ve titredi fakat tekrar dayak yiyeceğinden korkarak hareket etmedi.
“Koşsana!” diye bağırdı tekrar goblinin yanına giderken. “EVİNE GİT! KOŞ! KOŞ, HADİ!”
Gobline birkaç tekme attı; yaratık kelimeleri anlamasa bile ondan kurtulmaya çalıştığını anlamıştı. İki ayağının üstünde kalktı ve koşmayı denedi, başaramayarak yere düştü. Yu birkaç tekme daha attığında tekrar ayağa kalktı ve yalpalayarak koşmaya çalıştı. Sürekli düşse de ilerleyebiliyordu.
“Gidelim,” dedi diğerlerine. Goblini takip ettiler.
-------------------------
01.09.2022 – 00:00
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..