Cilt 4 - Bölüm 41: Gölgelerin Ardındaki (2/2)

avatar
352 4

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 4 - Bölüm 41: Gölgelerin Ardındaki (2/2)


Raya’nın yanından ayrıldıktan ve tek başına köye döndükten sonra bile aklında tanrının göğsüne dokunduğu an vardı. Kelimenin tam anlamıyla Nefaera’nın her yerine dokunmasına rağmen başına böyle bir şey gelmemişti. Birilerinin anılarına erişme fikri başta güzel gelse de kişiliğini kaybetme riskini o kadar yüksek buluyordu ki yaşadığı deneyim onu ölmekten bile daha çok korkutuyordu.

 

“Düşünmem gereken çok fazla şey olunca hiçbirini düşünmek istemiyorum, sadece yatıp uyumak istiyorum.” Ofladı ve çenesini ovuşturdu. “Düşünmem gereken şeyleri sıraya koymalıyım.”

 

Düşünmesi gereken ilk şey olarak aklına Amelia geldiğinde hiçbir şey düşünmemenin daha iyi olabileceğini düşündü fakat düşünmemek mümkün değildi.

 

Yurine sayesinde bir baba olmanın ne kadar güzel olduğunu hissedebilmiş olsa da Yurine onunla birlikte zamanda geri dönebilecek bir çocuktu. Amelia’nın doğuracağı çocuk içinse aynı şeyi söyleyemiyordu çünkü bebek, Yu’nun geri sarmak istediği noktada henüz var olmamıştı. Yu’nun zamanda geri gitmesiyle birlikte mevcudiyetini sonsuza dek kaybedecekti.

 

“Şu anda karnı şişmiş olmalı ve Amelia benim şehre neler yaptığımı biliyor.”

 

Oflayıp atların bağlı olduğu römorka birkaç defa vurdu. Bebek hakkında düşünmek üzücüydü ve Amelia hakkında düşünmek onu yoruyordu. Zamanı geri sarmayı başarırsa bir sorun kalmayacaktı ama şimdi Amelia’nın hayatının nasıl olduğu ve başaramazsa nasıl olacağı düşüncesi aklına geldikçe rahatsızlık duyuyordu.

 

“Zor zamanlarda zor kararlar verilmeli ama...” Ama hangi kararı verirse versin siluetlerin onu aşağılayacağını biliyordu. “Yurine benim ilk göz ağrım değil mi? İlk göz ağrı önce gelmez mi?”

 

İlk çocuğun yerinin ayrı olduğunu daha önce birkaç kişiden duymuştu. Amelia’nın doğuracağı çocuğu kucağına alırsa ölmüş kızına mı yoksa ona mı daha çok değer vereceğini kestiremiyordu ama Yurine’nin yerini hiçbir şeyle doldurmak istemiyordu.

 

“Annem gibi oldum,” dedi sessizce. “Hahaha! Ne yaparsam yapayım onun gibi olacağım. Dünya böyle demek ki... Kınadığın şey bir şekilde başına geliyor.”

 

Rie’nin hayatını kurtarmalıydı. Vermia’da ve elf köyünde yaptıklarını düzeltmeliydi. Vicdanı kanından doğacak bir çocuğu terk etmekten rahatsızlık duysa da ahlak anlayışı tersini söylüyordu. Eğer bir izleyici olsaydı ve bebeği tercih eden bir karakteri görseydi onu anlar ve hak verirdi ama Yu Valarfin her şeyi düzeltme imkânı varken bundan vazgeçen birine iyi gözle bakmazdı.

 

“Efendi Valarfin!” Fia yanına geldi ve doğrudan gözlerinin içine baktı. “İyi misiniz? İsterseniz dinlenin ve gerisini bize bırakın.”

 

“Senin efendin değilim, artık bana öyle seslenmek zorunda değilsin.”

 

Elf kızı nefesini tuttu ve cüretkâr bir hamleyle Yu’nun ellerini kavradı. Kölelikten özgürlüğe geçişi çok hızlı yapmış, üstüne samimiyeti de arttırmıştı. Geçtikleri birkaç aylık süreçte de böyle olmuş olmasını dilerdi.

 

“Sizinle gelmek istiyoruz, bunun için bize izin veremez misiniz?” diye sordu Fia, lafı uzatmamıştı. “Üçümüz de sizden memnunuz. Geride yaşayabileceğimiz bir köy kalmadı ve hiç tanımadığımız başkente gitmektense sizin yanınızda olmak bizi daha mutlu edecek.”

 

Sofya ve Deniz de Fia’nın arkasında duruyor ve Yu’nun cevabını bekliyordu. Yu ellerini Fia’nın ellerinin arasından çekti ve oflayarak at arabasına yaslandı.

 

“Size bir hayat dersi vereyim,” dedi. Elfin ondan otuz sekiz yaş daha büyük olduğu bu sözü söyledikten sonra aklına gelmişti. “Kötü insanlardan uzak durun, piçlerden uzak durun. Benim de kötü bir piç olduğumu unutmamanızı istiyorum. Beni sevmenizi anlayabiliyorum, memleketimde de böyleydi. Sanırım insanlar dünyanın neresinde olurlarsa olsunlar piçlerden hoşlanıyor. Ancak bu iyi bir şey değil ve bu huyu hızlıca terk etmelisiniz. Benim gibi insanlardan uzak durun, benim gibi insanlarla konuşmayın bile. Eğer benim gibi insanların ne kadar kötü olduğunu fark edip uzaklaşacak sosyal becerileri geliştirmezseniz yarın ya da öbür gün ölmeniz kimseyi şaşırtmaz.”

 

Konuşurken boş durmamak adına römorkun üstüne çıktı ve daha fazla yer açmak için römorkun üstündeki kutuların yerlerini değiştirmeye başladı.

 

“Benim gibi insanları değiştiremezsiniz,” dedi bir kutuyu sürüklerken. “Eğer böyle düşünüyorsanız, benim yanımda mutlu olacağınızı zannediyorsanız yanılıyorsunuz. Kendiniz gibi insanlar bulun ve tanrıların sizden olmanızı istediği gibi bir insan olun.”

 

Meşgul gözükmek için edindiği uğraş kısa sürede anlamsız hâle gelmişti çünkü tüm kutular olabilecek en mükemmel yerindeydi. İster istemez durdu ve römorktan indi, bunu yaptığı için aptal gibi hissediyordu.

 

“Bu zırhları sattığımız zaman elinizde çok para olacak. Vazgeçilenlerden kalan diğer eşya ve paralar da sizin. Kendinize şehirde bir ev alın, bir dükkân açın. Diğerleriyle yakın olun. Birbirinize ihtiyacınız var. Yu Zao’nun başkentinde herhangi bir şeyin sizi tehdit edebileceğini düşünmüyorum. O adam halkını tehlikenin içine atacak birine benzemiyordu. Mutlu olmaya çalışın.”

 

Fia, Soyfa ve Deniz’in yüzleri düşmüş olsa da gülümsemeye çalışıyordu. “Aptallar,” diye geçirdi içinden. Ondan hoşlanan herkes en iyi tabiriyle aptal, en kötü tabiriyle ölümü arayan aptallardı. Günün birinde onların kendisi gibi bir piçin peşine düşmemesi için tanrılara dua etmek istedi. Açıktaydı ve onu görüp duyabilirlerdi.

 

“Ama görüyor olmaları bir şey yapacakları anlamına gelmiyor.”

 

Onlara eliyle işe devam etmelerini işaret ettiğinde kalan son eşyaları taşımak için Fake’nin evine girdi. Fake ve oğlu da onlara yardım etmişti.

 

“Bana bak,” dedi Fake’ye. Yerdeki iki kutuyu işaret ediyordu. “Hanımefendi Raya geldiğinde bunları ona vereceksin. Dönüşte uğrayacak ve vermediğini görürsem seni cezalandıracağım.”

 

“Ermette isteğinizi yerine getireceğim, Efendi Vararfin.”

 

Onun omzuna vurdu ve “Aferin,” dedi. Sonra içinde baltaların bulunduğu sepeti iki eliyle tutup havaya kaldırdı ve kapıdan dışarı çıktı. Birkaç adım yürüyüp bahçeden çıkmadan önce Farmiya tarafından durduruldu.

 

“Meni terk mi ediyorsun?” diye sordu kadın, sesi yüksekti. “Namussuz herif! Şerefsiz köpek! O kadar kez menimre-”

 

Bağırmaya başlamıştı ve herkes tarafından duyuluyordu. Buna rağmen kimse başını çevirip onlara bakmamıştı. Tabii arkası eve dönük olduğu için Fake’nin ne yaptığını göremiyordu ama kızına kızgın olduğuna emindi.

 

“Terk etmek dediğinde sanki sana bir söz vermişim gibi anlaşılıyor,” dedi Farmiya’yı geçmeye çalışırken. “Seninle ilişkiye girmek istedim, bu yanlış bir seçimdi ve şu an pişman olsam da o zaman iyi hissettim. Sen de aynı seçimi yaptın ve sonucunda sen de iyi hissettin. İkimiz de alacağımızı almadık mı? Hiçbir zaman birbirimize birlikte olma sözü vermedik. Yoksa benimle birlikte olma sebebin beni bir gelecek yatırımı olarak görmen miydi?”

 

Farmiya elini kaldırdı ve Yu’ya bir tokat attı. Yu söylediklerinin sert durabileceğini anladığında tekrar iç çekti ve kendine kızdı.

 

“Özür dilerim,” dedi baltaların olduğu kutuyu sol eline alırken. Sonra sağ elini cebine atıp birkaç altın çıkarttı. Altın paralar çok değerliydi. “Sert konuşmuş olabilirim, özür dilerim. Hem sana yaptıklarım için hem de kelimelerim için. Söz veriyorum bir gün bunu düzelteceğim. Şimdilik şunu al. Sana ve-”

 

“Men para vereceğin fahişen değirim!” Yu yüzüne bir tokat daha yedi. “Namussuz köpek!”

 

Yu ona çarpmak zorunda kalsa da Farmiya’yı geçti ve elindeki altınları çitlerin üstüne koydu. Farmiya arkasından bağırıp altın paraları başının üstüne fırlatsa da arkasını dönmedi. Yaptığı şey için pişmanlık duyuyordu. Olmak istemediği, olmaktan iğrendiği bir adama dönüştüğü için pişmandı. Her hareketi için pişmandı. Zamanda geri dönmeyi başardığında bile anıları onunla kalacağı için kendini asla iyi biri olarak göremeyecekti.

 

“Özür dilerim.”

 

***

 

“Sen yaşıyor muydun?” diye sordu siyah saçlı kadın, onun titrediğini ve ağzından kan tükürdüğünü gördüğünde. Kadının sesinde belirgin bir memnuniyetsizlik vardı.

 

Dört kolundan destek alarak kalkmayı denedi ama kaslarını oynattığında sırtındaki korkunç acı yüzünden bağırarak yere düştü. Kadın onu iyileştirmediği sürece ayağa kalkmasının mümkün olmadığını biliyordu. Ölmek üzereydi ve şu anda ona ikinci bir şans vermek istercesine uyandıran tek şey öfkeydi.

 

Etrafta üç ceset görüyordu ve Valarfin ortalıkta yoktu. Altar ileride yatıyordu ve Raya onun yanında duruyordu. Kadının gözlerinde biraz yaş vardı. Ayağa kalkarken yaşlarını koluna sildi ve iyileştirmek üzere Marak’ın yanına geldi. Yavaş hareket ettiği için sinirliydi ama sinirini ifade etmek için kelimeleri boğazından çıkartmakta zorlanıyordu.

 

Raya sırtındaki derin yaraya şifa büyüsü yapmaya başladığında Marak yaşanan şeyi hatırladı. Yu Valarfin’in önüne geçmiş ve melek ile savaşmak için onun mızrağını istemişti. Ardından keskin bir acı gelmişti. Henüz ne olduğunu bile anlamamıştı ki hayatında ilk defa hissettiği kuvvetli acı onu yere düşürmüş ve bilincini kapatmıştı.

 

“Az kalsın kalbine giriyormuş,” diye mırıldadı Raya.

 

“Arkamdan vurdu,” diye öfkeyle tısladı Marak. Acı azaldığında konuşabilecek gücü toplamıştı.

 

Marak’ın kültüründe böyle bir ihanetin yeri yoktu ve otuz beş yıllık hayatında ilk defa böyle alçakça bir hamleye karşı yenik düşüyordu. Valarfin’e fazla güvenmiş ve onun tarafından ihanete uğramıştı. Bir kez daha bu toprakların insanlarına neden güvenilmemesi gerektiğini anlıyordu. Onuru aşağılanmıştı.

 

“O kaçtı mı?” diye sordu.

 

“Evet, muhtemelen tüm köleler ve tüm eşyalarımızla birlikte...”

 

Marak iki elini birden yere vurduğunda Raya korkuyla çığlık attı ve ondan uzaklaştı. Eğer efendisi Raya’yı koruduğu gibi Valarfin’i de korumuş ve dokunulmaz olduğunu ilan etmemiş olsaydı onu çoktan öldürmelerini önerirdi. Onun yaşamasına müsaade etmenin iyi bir şey olmadığını başından beri biliyordu.

 

“Dokunulmaz olmasaydı!”

 

|TAK|

 

|TAK|

 

|TAK|

 

Konuşmayı kesmesini sağlayan şey, mezar odasına açılan koridordan gelen ayak sesleriydi. Anladığı kadarıyla onun efendisi yere değdikçe ses çıkartan topuklu ayakkabılardan hoşlanıyordu. Bu sayede diğerleri onun geldiğini duyabiliyordu.

 

Tabii onun geldiğini anlamak için sesi duymaya gerek yoktu. Etrafı saran karanlık ortamı ağırlaştırıyor, kanını yoğunlaştırıyor ve kalbini yavaşlatıyordu. Vücudunun üstüne binen yük onun havaya kattığı otoriteydi.

 

“Benim sözlerimden duyduğun rahatsızlığı mı belirtiyordun?” diye sordu efendisi. Sesi hiçbir insanın gömülemeyeceği kadar gömülmüştü karanlığa ve karanlığın ta kendisi olmuştu. Yine de muhteşemdi, büyüleyiciydi.

 

“A-asla, lordum!” dedi Marak. Raya’nın yaptığı gibi hemen pozisyonunu düzeltmiş ve efendisinin karşısında diz çökerek başını eğmişti.

 

“Demek öyle?” diyerek güldü efendisi.

 

Adamın yüzü şimdiye dek bir insanda gördüğü en güzel yüz olmasına rağmen yaydığı kötülük o kadar yoğundu ki onun yanında durduğunda bile günaha girdiğini hissediyordu. Hiçbir şeytan onun yarattığı etkinin onda birini yaratamazdı.

 

Efendisi adeta karanlığın ve güzelliğin vücut bulmuş hâliydi. Uzun siyah saçlarının üstünde sarı renkli güller vardı ve genelde bu toprakların haritasında gözükmeyen ülkelerde giyilen uzun yeşil bir elbise giyiyordu. Elbisesinin üzerine saçlarına taktığı gül motifleri işlenmiş ve sarı bir kuşak beline bağlanmıştı.

 

İnce dudaklarındaki gülüş o kadar keskin ve güzeldi ki cinsiyeti ve türü fark etmeksizin herhangi bir canlı ona âşık olabilirdi; eğer yaydığı karanlık olmasaydı.

 

“Valarfin kaçtı mı?” diye sordu efendisi.

 

“Evet, efendim!” diye cevapladı Raya.

 

“Beklediğimden daha itaatkâr çıktı. Size ihanet etmek için bu kadar sabretmesi şaşılacak şey. Sanırım yaşadığı diğer olaylar onu biraz fazla etkiledi. Onun gibilerin ne düşüneceğini kestirmek benim için bile zor.”

 

Efendisi, Altar’ın yanına gelip bir dizinin üstüne çöktü ve adamın yeşil saçlarını okşadı. Soluk ve güzel uzun parmaklarını saçlarının arasında biraz gezdirmesi Altar’ın kasılarak ayağa fırlaması için yeterli olmuştu. Yeşil saçlı adam, efendisini karşısında gördüğü an diz çöktü.

 

“Beni bağışlayın!” dedi kusursuz bir teslimiyetle.

 

“Bağışlanacak bir şey yok,” dedi efendisi, sesi kulakları nazikçe okşuyor ama kalbe korku salıyordu. “Böyle olmasını bekliyordum, böyle olmasını istiyordum. İstediğim şey oldu. Bazen kaybetmek bazen de kazanmak... Kaybettikleri kazandıklarından fazla olduğunda insan yorulur ve kırılır.”

 

Efendisi, Altar’ın yanından kalkmış ve çukurun üstündeki köprüye doğru yürümeye başlamıştı. Bir elini salladı ve Raya ile Altar’ı kastederek konuştu.

 

“Artık ikinize ihtiyacım kalmadı, gidebilirsiniz. Valarfin iyi niyetinin bir göstergesi olarak size köyde birkaç hediye bıraktı.”

 

“T-teşekkür ederim, efendim,” dedi Raya ve ayağa kalktı. Yavaş adımlarla çıkışa doğru yürümeye başladı fakat tedirgindi. Marak onun neler hissettiğinin farkındaydı.

 

Altar ise efendisi onu azat etmesine rağmen yerinden kıpırdamamıştı. Efendileri tanrının lahdine yaklaştığında ve başını çevirip göz ucuyla ona baktığında Altar az kalsın hissettiği ağırlığın altında ezilecekti. Titreyerek teşekkür etti ama istediği başka bir şey vardı.

 

“Size hizmet etmek bir onurdu fakat-”

 

“Fakat mı?” diye sordu efendisi gülerek. Onun güldüğünü duymak Marak’ı korkutuyordu. Dört kollu iri adam iyi şeyler yaşanmayacağını anlarken kalbini dehşetin parmakları sarmıştı.

 

“Çocuklarımı iyileştireceğinizi söylemiştiniz...” dedi Altar, titreyerek. “Hizmetim karşılığında...”

 

Efendisi bir kez daha güldü, sonra hafif bir kahkaha attı. “Ah, evet, doğru... Öyle bir şey demiştim. Üzgünüm, senin çocukların öldü. Başın sağ olsun.”

 

Raya mezar odasından çıkacakken görünmez bir duvara çarparak yere düştü. Altar ise bir süre olduğu yerde donakaldı ve efendisinin kelimelerini dudaklarının arasında tekrar etti.

 

“Ama dediniz ki... Siz... Söz verdiniz.” Yeşil saçlı adamın ilk defa ağladığını görüyordu. “İyileştireceğinizi söylemiştiniz, söz vermiştiniz. Ben sizin için o kadar şey-”

 

“Evet,” diyerek Altar’ın sözünü kesti efendisi. “Öyle bir şey dedim. Yalan söyledim.”

 

Altar’dan yükselen öfkeyi hissetmesi için özel yeteneklere ihtiyacı yoktu, kim olsa ona baktığında öfkeyi hisseder ve onun nasıl vücut bulduğunu görürdü. Marak’ın boyun eğdiği yeşil saçlı efendisi iki elini de asıl efendisine doğru kaldırdı ve vücudu çatlarken bağırdı.

 

“FORA!”

 

Öfkeden doğan kızıl alevler efendisine doğru ilerledi ve bir an Marak bile bunun etkili olacağına inandı.

 

Efendisi tanrının lahdinin önüne geçerek üstündeki kapağı kaldırıp çukura attığında ve içerisine elini uzatıp beyaz bir ışık yaydığında ona çarpmak üzere ilerleyen alevler vücudunu sardı, dans etti ve sahte bir umut verdi. Altar’ın gülümsediğini görmüştü.

 

Ama başarmak mümkün değildi.

 

Alevler asıl sahibine çarpmak üzere geri döndüğünde efendisinin vücudunda en ufak bir iz bile yoktu. Altar’ın vücuduysa hemen alev almış ve çıkan yanık kokusu hızlıca Marak’ın burnuna ulaşmıştı.

 

“Tahmin ettiğim gibi,” dedi efendisi bir elini yüzüne götürerek. “Peki ya senin bana hatırlatmak istediğin bir şey var mı? Belki bir söz vermişimdir.”

 

“H-hayır!” diye bağırdı Raya, secdeye kapanmıştı. “Şüphesiz ki siz her şeyin farkındasınız, efendim!”

 

“Elbette öyleyim,” dedi efendisi. Daha sonra Raya’dan herhangi bir ses çıkmadı, kadın taş kesilmişti. Marak onun vücudunda çatlaklar oluştuğunu gördü, ağzından köpükler çıkan kadın secdede durmayı başaramadı ve yere uzandı.

 

Altar ise alevler içerisinde bir süre koştu. Buradan sağ çıkmanın mümkün olmadığını anladığında yapabileceği en iyi şeyi yaptı, kendini çukurun içine attı ve çığlığı giderek alçalırken ölümüne doğru düştü. Pek tabii ki düşerek ölmek yanarak ölmekten daha tercih edilesi bir seçimdi.

 

“Başını kaldır,” dedi efendisi.

 

Marak onun ne ara önüne geldiğini anlayamamıştı. Efendisinin güzel yüzündeki sarı gözler parlıyordu ve hiçbir adamın onun haşmeti karşısında boyun eğmekten başka şansı yoktu.

 

“Senin yeni bir görevin var,” dedi karşısında duran şeytan. “Köydeki herkesi öldürmeni istiyorum.”

 

“Amradarsınız!”

 

Efendisi ile arasındaki zeminin içinden Marak’ın dört kolu için dört siyah kılıç yükseldi. Yu Valarfin’in kılıçlarına benziyordu. Efendisi gölgeye dönüşüp kaybolmadan önce Marak’a son emrini verdi.

 

“Yu Valarfin’i bul ve öldür.”

-------------------------

07.09.2022 – 00:00






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr