Cilt 4 - Bölüm 51: GM

avatar
336 4

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 4 - Bölüm 51: GM


Kimin tarafında olduğunun anlaşılması için üst üste geçmiş birkaç plaka parçadan oluşan gri bir zırh kuşanan asker, zırhın altına kraliyetin kırmızı rengini giymişti. Yürürken diğer askerlerden uzak duruyor ve bir amacı varmış gibi hareket ediyordu. Başındaki hoplit miğferi yüzünü diğer askerlerden nispeten sakladığı için diğerlerinin onun, onlardan biri olmadığını anlama ihtimali de düşüktü.


Asker önce bir atölyeye girdi. Onu gözden kaybetmek istemediği için adamın içeride bulunduğu üç dakika boyunca gözünü atölyenin girişinden ayırmadı. Gözleri sürekli sokağın hareketine kaysa da askeri kaybetmek istemiyordu. Planları için önemli birisiydi.


Atölyeden çıktıktan sonra etrafını biraz inceledi. Sokak boyunca yürüyen bir muhafız alayıyla selamlaştı, yoldan geçen bir at arabasındaki çocuğa elini salladı ve sokağın karşısındaki kahvehaneden eliyle bir çay istedikten sonra duvara yaslandı.


“Sence kimi seçecek?” diye sordu Sör Jura.


Sör Ormund’un fikrini öğrenmek istemişti fakat adam bir buz salkımı kadar soğuk ve sessizdi. Sör Jura birkaç saniye ondan cevap bekledikten sonra burnundan öfkeli bir nefes verdi.


“Nereye baktığını seçemiyorum ama gözüne yeşilli kadını kestirdi gibi. Belki de ben gözüme kestirmişimdir. Yani, ben olsam onu seçerdim.”


Sokağa hâkim bir evin damındaydılar ve yukarıdan dışarıyı izliyorlardı. Sokakta yine kendi şövalye ve askereleri vardı. Hatta burada çoğunluktaydılar, sokaktan geçen insanların pek çoğu onlara aitti. Tabii desteklerini almaları gereken halkın da varlığı hafife alınacak ölçüde değildi.


Sör Jura’nın dediği gibi asker yeşil kıyafetli şişman kadını gözüne kestirmişti. Kadın kaldırımda yürüdüğü esnada onu durdurdu ve bir sohbet başlattı. Yeşilli kadın ilk başta bir askerin onu durdurmasından ötürü endişeli gözükmüştü ama sohbet kısa sürede onu sakinleştirmişti.


Konuşmaları birkaç dakika boyunca devam etti ve konuşmanın ortasında yüzü tamamen gülen kadın, konuşma devam ettikçe tedirgin hissetmeye başladı. Yüzü düşmüş, bir an önce gitmek için fırsat kollamaya başlamıştı. Rahatsızlığı zirve noktaya ulaştığında askeri geçip yoluna devam etmeyi denedi fakat denediği birkaç hamle başarısız oldu. Asker onu kolundan tutup duvara yasladı, bu aşamada insanların tepkisini yeterince çekmişti. Çevredekilerin çoğunun kendi grubundan olduğunu düşünen asker başına bir şey gelmeyeceğine güvenerek kadının memesini sıktı ve onu zorla öpmeyi denedi.


Bir kız olarak izlemekten rahatsız olduğu bir sahneydi. Onun bu kadar ileri gideceği belli olsa da olay yaşanmadan önce bunu hayal etmek istememişti.


Kadın bağırdığında halkın arasına karışan diğer adamlarından bazıları kadının yanına koştular ve onu taciz eden askerle sahte ve yüksek sesli bir tartışma başlatarak insanların dikkatini iyice topladılar.


“İşte başlıyor,” dedi Sör Jura.


Cornelia’nın en gaddar şövalyesi olarak bilinen Calemon Kazkanadı isimli adam koşarak halkın arasından sıyrıldı. Halkın içinden yükselmiş bir şövalye olduğu için görünüşü onlarla birebir aynıydı, hiç sırıtmıyordu. Elinde taşıdığı ekmek bıçağını kaldırdı ve kadını taciz eden askere düşünme fırsatı vermeden gözünden içeri soktu.


“Onu öldürmeyecektiniz!” diye bağırdı Sör Ormund.


Sivina da askerin öldürülmeyeceğini düşünüyordu ama Sör Calemon bıçağı askerin gözünden çıkarttıktan sonra birkaç defa boğazına saplamıştı.


İnsanların çığlıkları onların olduğu binaya kadar ulaşırken Sivina şaşkınlığını yok etti. Evet, şaşırmıştı ama bu bir ölüm gördüğü için değil, beklenmedik bir ölüm gördüğü içindi.


“Başka türlü istediğimiz etkiyi yaratamazdık,” dedi pişkince Sör Jura. “Hem öleceğini söyleseydik planı kabul edecek fazla kişi de bulamazdık. En azından iyi bir amaç için feda edildi.”


“Bu alçaklık!” Sör Ormund, Sör Jura’yı yakasından tuttu. “Başkalarını feda etme hakkını nasıl kendinde görebilirsin? Bir şövalye bunu yapamaz!”


Sör Jura yakasındaki eli itti. “Az önce bir kadının taciz edildiğini izlediniz ve bir şey yapmadınız. Şimdi gelip de burada ahlak bekçiliği yapmayın.”


Sör Ormund’un yüzü sinirden kızarmış olsa da adam sessizleşti ve evden dışarı çıkıp adamlarının başına geçmek için yanlarından ayrıldı. Sör Jura da onu takip etti ve Sivina’yı yukarıda bıraktı.


“İşler plana göre gittiğinde sorun etmiyorlar demek ki,” diye düşündü. “Planın ne kadar berbat olduğu önemsiz.”


Damdan aşağı atladığında Sör Ormund ve Sör Jura henüz evden çıkmamıştı. Onların gelmesini beklemeden kılıcını kınından çıkarttı ve kraliyet askerlerine saldırmak için koşmaya başladı.


“Tecavüzcüler!” diye bağırmıştı halktan biriymiş gibi davranan askerleri. Maceracı şövalyeler kılığında şehre giren plaka zırhlı askerleri de onlara hemen destek çıkmıştı.


Sivina tüm hızına rağmen henüz yanlarına varmadan sokaktaki tüm kraliyet askerlerinin cesedi yere yığılmıştı.


“Bunlara daha ne kadar tahammül edeceğiz!” dedi sakalları beyazlamış yaşlı bir adam. Yamalanmış kahverengi bir gömlek giymişti ama kuvvetli bir savaşçının yapılı vücuduna sahipti. Tabii ki de kendisi Cornelia’nın askerleri arasındaydı.


Bir kadın, insanları kışkırtmaya çalışan adamın sesine kıyasla fazlasıyla zayıf bir sesle karşılık verdi. “Onlar şehri tekrar inşa etti.”


“Kapa çeneni kadın!” Başka bir şövalye kadını itti ve yaşlı adama desteğını sundu. “Buraya gelip kadınlarımızı bizden almaya çalışacaklar ve biz de oturup izleyecek miyiz? Siz tanrınızı unutunca şerefinizi de mi unuttunuz!”


“Sadece bir kişinin yaptı-”


Başka kraliyet askerleri insanların arkasında belirdiğinde Sivina kraliyeti savunan adamın üstünden atladı ve kraliyet askerlerinin önüne indi. Askerlrer henüz Sivina’nın sahneye girişine karşı duydukları şaşkınlığı atlatamamışken Sivina kılıcını savurduğu gibi birinin boynunu kesti. İkinci askeri de aynı şekilde öldürürken son asker başka bir şövalyenin kılıcına kurban gitti.


“VERMİA İÇİN ÖZGÜRLÜK!” diye bağırdı Sivina, hiçbir suçu olmayan adamların kanı kılıcından akarken.


“TANRIMIZ ADINA, KÂFİRLERE ÖLÜM!” diye bağırdı diğer adamlar.


Cornelia’nın adamları aynı kelimeleri tekrar ve tekrar haykırmaya devam etti. Halk arasında onlara karşı gelmek, sakinleştirmek ve düşünmek isteyenler olsa da sesleri onların sesini bastırıyordu.


Halkın arasına gizlenmiş tüm asker ve şövalyeler aynı kelimeleri var güçleriyle haykırmaya başladığında sesi çıkartamayan halk da çoğunluğa uymaya başladı. En nihayetinde onlar sesi en çok çıkanın yanında olan sıradan insanlardı.


Elbette aralarında kraliyetin yaptığı reddedilemeyecek iyi işleri gören ve bu kalkışmaya karşı çıkanlar da vardı ama sayılarının bir önemi yoktu, seslerini çıkartamadıkları için fikirlerini de yayamıyorlardı.


“Yürüyün yoldaşlarım!” dedi süslü bir zırh giymiş maceracı şövalye. “Şehrimizi yaktılar, tanrımızı aldılar, namusumuza el uzattılar, sırada canımız var! Onlar bizimkini almadan önce biz onlarınkini alalım!”


“ALALIM!” diye haykırdı kalabalık. Bu sefer aralarında gerçekten halktan insanlar da vardı. Daha fazla kraliyet askeri yürümeye başladıkları sokağa girdikçe onların üstüne koşuyor ve hepsini vahşice katlediyorlardı.


Aralarından ölenler oluyordu ama verdikleri ölümler kraliyet askerlerine değil onlara yarıyordu. Onlar halktan biriymiş gibi gözüktükleri için kraliyet askerlerinin kendi halkına saldırdığı izlenimi oluşuyor, olaya şahit olan daha fazla insan kraliyete karşı ayaklanmak için bir sebep buluyordu.


“Neden duruyorsun?” diye sordu bir şövalye, kaldırımda olayları izleyen bir adama. “Askerlerin öldürdüğü şu insanları görmüyor musun? Onlar seni öldürene dek bekleyecek misin? Kadınlar bile savaşırken senin götünü kaldırmaya cesaretin yok mu?”


Şövalyenin azar çektiği adamın yüzü kızardı ve kahverengi gözleri yaşardı. Yerden bir taş alan adam sokak boyunca yürüyen kalabalığın arasına katıldı ve önüne çıkan ilk asker birliğinin arasına atladı. Askerlerden birinin mızrağı adamın sırtına saplanırken hiçkimseye zarar verememişti.


Sivina’nın gözünde üzücü bir durumdu ama bir o kadar da komik buluyordu. Ölüş biçimi bugün gördüğü en aptalcasıydı.


“Yine de yanlış.”


Kraliyet askerleri tüm şehirde bir sokakta başlayan ayaklanmanın haberini alıp olayları durdurmak için organize olana dek bolca vakte sahiplerdi. Bulabildikleri tüm kraliyet askerlerini öldürerek düşman sayısını azaltacak ve halk içierisinde bulabildikleri tüm desteği almaya çalışacaklardı.


“Çok öne gitmişsin,” dedi koşarak ona yetişen Sör Jura. Sör Ormund ise ya onun gerisinde kalmış ya da farklı bir yöne sapmıştı.


Sivina onu dikkate almadı. O esnada daha önceden yangının olmasını planladıkları bölgede dumanlar yükselmeye başlamıştı.


“YANGIN VAR!” diye bağırdı birisi.


“ŞEHRİ YAKIYORLAR!” diye kükredi Sör Jura, sonra da güldü ama kimse kargaşa esnasında gülüşüne dikkat etmemişti.


“KRALİYET ŞEHRİ YAKIYOR!”


Kaynak yoktu, sadece aralarından birinin asılsız iftirasından ibaretti ve gerçekte yangını başlatan onlardı.


Ama halk gerçeğin ne olduğuyla ilgilenmiyordu. Yüzlerce kişi bir anda aynı şeyi söylemeye başlayınca herkes şehrin kraliyet tarafından yakıldığını kabul etmişti.


Öyle güçlü bir ivmeyle saflarına katılanların sayısı artıyordu ki her geçen dakika sesleri iki kat, üç kat, dört kat daha güçlü çıkıyordu. İnsanlara karşı hissettiği duyguları etkileyen bu tutum, Mora’nın halkına olan saygısını yok etmişti. Kraliyetin tüm yaptıklarını görmezden gelip böyle bir oyunla galeyana gelmeleri akıl kârı değildi.


Eğer ki Elhaven’de böyle bir oyun oynamayı deneselerdi halkın tutumu bambaşka olurdu. Kendi halkının asaletini dünyanın başka bir halkında bulması güçtü.


“Çocuğu dinleyin!” diye bağırdığını duydu birisinin. Etrafta bir çocuk aradı fakat bulamadı.


Sonra birisi daha gür bir sesle terkar bağırdı. “ÇOCUĞU DİNLEYİN!”


Biraz daha bakındıktan sonra sokağı aydınlatmak için fenerlerin asıldığı direklerden birinin tepesine çıkmış, ergenliğe girmek üzere olan ve yüzü maymunu andıran yeşil saçlı bir çocuk gördü.


İlk başta çocuk sesini kimseye duyuramıyordu çünkü kalabalığın uğultusu çok kuvvetliydi. Birkaç kişi daha “ÇOCUĞU DİNLEYİN!” diye bağırınca onun ne dediğini işitir olmuştu.


“Bir tane asker teyzeye bir şeyler yapmaya çalışmış!” diye bağırdı çocuk. Bir erkek çocuğuydu ama çok ince bir sese sahipti. “Kavga etmişler, sonra asker şehri yakmış! Asker şehri yakıyor! Asker şehri yakıyor! Asker şehri yakıyor!”


O çocuğun planın neresinde olduğunu bilmiyordu. Belki aralarından birisi ona para vermişti belki de sıradan bir çocuktu ama kim olursa olsun insanları daha fazla kışkırttığı kesindi.


“GELİYORLAR!”


Çığılık atarsacına bağıran kişi bir kadındı. Kadının çığlığından hemen sonra sokağın köşesini bir asker taburu döndü. Ayaklarını yere sertçe basıyor, mızraklarını kalkanlarına vurarak isyancıları uyarıyorlardı.


Yaklaşık altı yüz kişilerdi. Gri zırhları kırmızı kumaşlarla süslenmişti. Yolu tamamen kapattıktan sonra kalkanlarının arkasına siper almış, mızraklarının ucunu halka çevirmişlerdi.


“BU SAÇMALIĞA HEMEN BİR SON VERİN!” diye bağırdı taburun komutanı. Onun miğferinin üstünde kırmızı tüyler vardı, böylece rütbesini belli ediyordu.


“DİNLEMEYİN YOLDAŞLARIM! ONLARIN SÖZLERİ ZEHİRDİR!”


Doğrusu, bu kadar kolay olacağını o bile düşünmemişti. Yüzünü bile görmediği tek bir adamın iki cümlesi, sayısı bini aşmış bir kalabalığı anında ikna etti ve her biri mızraklarını doğrultmuş askerlerin üstüne koştu.


Barbarlık. Kelime tanıklık ettiği şeyi açıklamaya yeter miydi acaba?


İnsanlar mızrakların onları deşeceğini bilmelerine rağmen askerlerin üzerine yürümüş, askerler de mızraklarını geri çekmeden beklemişti.


Kan sokağı o kadar kısa süre içerisinde kaplamıştı ki şaşırmamak elde değildi. Ortamı saran kan kokusu Sivina’nın da öldürme isteğini tetikliyordu ama o bir kenarda beklemeyi tercih etmişti. İyi bir savaşçı olsa da o kadar askerin arasına atlayacak değildi.


Böylece ölmelerini izledi. Her iki taraf da vahşice birbirini katlediyordu fakat halk daha vahşiydi. Onların askerlerinin elinde hiç değilse kılıç ve mızraklar vardı fakat halkın arasından isyana katılanlar bıçaklar, sopalar ve taşlar kullanıyor, düşürmeyi başardıklarının başını ezerek ya da boynunu parçalayarak öldürmeyi deniyorlardı.


“Yanlış taraftayım. Burada olmamam gerekiyordu… Bunu şimdi söylüyor olmam da… Samimi değil…”


Küfürler, çığlıklar, pişmanlıklar… Dışkı kokusu, idrar kokusu, ter kokusu… Kan… Neden şimdi zaman yavaşlamıştı?


“HASİKTİR!”


Bir adam bağırdı ve gökten siyah bir ‘şey’ düştü. Ayaklarının altında hem kraliyet askerlerini hem de isyancıları ezmişti. Sivina’nın kanı adeta titredi ve sonra…


İnce bir ses, hızlıca kalınlaştı.


Ve.


Her yer önce kırmızıya, sonra siyaha boyandı.

------------------------

30.10.2022 - 20:00






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46894 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr