Cilt 4 - Bölüm 52: Bir Yıldıza Dokunmanın Bedeli (1/2)

avatar
341 4

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 4 - Bölüm 52: Bir Yıldıza Dokunmanın Bedeli (1/2)


Ateş.


Tekrar, tekrar, tekrar, tekrar ve tekrar.


İşlediği tüm günahlara karşılık, aldığı her nefese karşılık; sahip olduğu her hücreye dek yakıyor.


Her seferinde kanı kaynıyor, derisi şişiyor, gören tek gözü yeniden ve yeniden kör oluyor, çığlıkları boğazını parçalıyor.


Ama hiçbir şekilde ölmüyor.


-Yu Valarfin başladığı yerin bile gerisindeydi-


Alevler onu ne kadar yakarsa yaksın, ölümün kıyısına geldiğinde göğsü acı verici bir şekilde parlıyor, hücreleri yavaş ve acı verici bir şekilde yıldıza doğru çekiliyor ve alevler de yıldızın kütle çekimine kapılıp onun içine gömülüyordu.


Sonra… İyileştiriliyordu.


Lakin şifa bir lütuf olmayı çok uzun zaman önce bırakmıştı.


İyileştirildiği, duyma yetisini tekrar elde ettiği, tekrar çığlık atabildiği ve tekrar görebildiği, tek bir koldan ve baştan ibaret kalmış vücudunun temas ettiği yerleri tekrar hissetmeye başlayabildiği her an sonraki işkencenin başlangıcıydı.


Ve tabii ki sonraki işkence tekrar yanmaktı.


-Yu Valarfin olmamalıydı-


Sağ kolu hayvanlar tarafından parçalanmıştı.


Sağ bacağı da öyle.


Sol bacağı da.


Aç köpekler zindanın içine sokulmuş, Yu’nun gövdesi ve başı korumaya alındıktan sonra kolu ve bacakları hayvanlara sunulmuştu. Onlar da Yu’nun kolunu büyük bir iştahla yiyerek açlıklarını dindirmeyi denemişlerdi.


Kanı onların ağzını yaktığında ve zehirlediğinde başka hayvanlar getirmişlerdi. En sonunda bir köpek boyutundaki yavru bir ejderha Yu’nun kolunu ve bacaklarını birkaç gün içinde yemeyi başarmıştı.


Ejderhanın yiyebileceği başka bir şey kalmadğında onu öldürmüş ve Yu’ya yedirmişlerdi. Et o kadar sert ve o kadar acıydı ki Yu sürekli kusmasına rağmen açlıktan ölmemek için yemek zorunda kalmıştı.


Sonra yanmaya devam etmişti.


Sabah ve akşam yoktu; günler, aylar ve haftalar yoktu; zaman hiçbir zaman var olmamıştı.


Sadece yanıyor, sönüyor, iyileştiriliyor ve tekrar yanıyordu. Cehennem sonsuza dek devam ediyordu. Cehennem. Cehennem. Cehennem. Cehennem.


Tüm günahlarının karşılığı buydu.


Gözyaşı dökmeden ağlamak, ses çıkaramadan çığlık atmak, yaşamadan hayatta kalmak.


Tüm acıyı hissediyordu ama aklını kaybetmiyordu. Delirmiyordu. Deliremiyordu. Kendisini öldüremiyordu.


-Hak ediyordu-


Ailesini dağıtan suçlu olarak hak ediyordu.


Babasını öldüren suçlu olarak hak ediyordu.


Masumları öldüren suçlu olarak hak ediyordu.


Ablalarını öldüren suçlu olarak hak ediyordu.


Erkek kardeşini öldürmeye teşebbüs eden suçlu olarak hak ediyordu.


Rie’yi, kızının annesini öldüren suçlu olarak hak ediyordu.


Camaeron Don’u, tek isteği babasının zulmünden kaçmak olan bir mağduru öldüren suçlu olarak hak ediyordu.


Satoshi’yi, kendisiyle aynı dünyadan gelen ve yeni bir hayat kurmaya çalışan çocuğu öldüren suçlu olarak hak ediyordu.


İnsanları dolandıran suçlu olarak hak ediyordu.


Duygu elde etmiş ve mutluluk arayan kuklayı öldüren suçlu olarak hak ediyordu.


Binlerce insanı soyan suçlu olarak hak ediyordu.


Kendi kızına katliam yaptıran suçlu olarak hak ediyordu.


Efendisinin çocuğunu korumaya çalışan masum bir adamı öldüren suçlu olarak hak ediyordu.


İnsanların geleceğini düşünen bir dükü öldüren suçlu olarak hak ediyordu.


Hileli paralar kullanan suçlu olarak hak ediyordu.


Çocukları savaştıran suçlu olarak hak ediyordu.


Çocuğunu öldüren suçlu olarak hak ediyordu.


Bir kızın masumiyetini çalarak onu kirleten ve sahte vaatler veren suçlu olarak hak ediyordu.


Bir şehri yakan ve insanlarını vahşice katleden, hatta insanların kendi komşularını katletmesini sağlayan suçlu olarak hak ediyordu.


Masum kadınlara tecavüz edildiğini görüp de durduramayan suçlu olarak hak ediyordu.


Masum insanların köyüne saldıran suçlu olarak hak ediyordu.


Kendi dünyasından bir başka masumu katleden suçlu olarak hak ediyordu.


Evini koruyan insanları katleden suçlu olarak hak ediyordu.


Evine saldırdığı insanların tecavüze uğramasına müsaade eden suçlu olarak hak ediyordu.


Bir başka kadını kirleten suçlu olarak hak ediyordu.


Bir tanrıçaya elini uzatmaya cüret eden suçlu olarak hak ediyordu.


Bencillik suçunu işleyen biri olarak hak ediyordu.


Açgözlülük suçunu işleyen biri olarak hak ediyordu.


Kibir suçunu işleyen biri olarak hak ediyordu.


Yalan suçunu işleyen biri olarak hak ediyordu.


Zina suçunu işleyen biri olarak hak ediyordu.


Zayıflık suçunu işleyen biri olarak hak ediyordu.


Suçu durduramayan biri olarak hak ediyordu.


Yu Valarfin olma cüretini göstermiş biri olarak hak ediyordu.


-Acı, günahlarından arınmanın tek yoluydu-


Kötü insanlar yaşamamalıydı ve kötülüğün boyutu önemsizdi, buna inanıyordu. İnandığı felsefeye göre ölmesi gerekiyordu ama öyle bir canavara dönüşmüştü ki bulunduğu aşamada ölüm onun için bir lütuftu.


Acı çekmeyi hak ediyordu.


“Öldür artık,”


“Bitir artık,”


“Rie, Yurine, Sivina… Birisi, herhangi birisi, artık bitirsin…”


Defalarca kez, aynı kelimeleri yılmadan tekrar etmişti. Defalarca kez yandıktan sonra anlamıştı ki ölmeyi istemek de bir suçtu. Önceden de karar verdiği gibi ölmeyi değil acı çekmeyi hak ediyordu ve ölürse işlediği suçların cezasından kaçmış olacaktı.


Kaçmak da bir suçtu.


-Kaçmayı isteme suçunu işleyen biri olarak acı çekmeyi hak ediyordu-


Kaçmaması gerekiyordu.


Arkasını dönmemesi gerekiyordu.


Nefret etmemesi gerekiyordu.


Kandırmaması gerekiyordu.


Yalan söylememesi gerekiyordu.


Sır saklamaması gerekiyordu.


Zayıf olmaması gerekiyordu.


Zina etmemesi gerekiyordu.


Cinayet işlememesi gerekiyordu.


Bir suç işlendiğini gördüğü vakit müdahale etmesi gerekiyordu.


-Bir korkaktı-


Çünkü müdahale etmemek korkaklıktı, suça ortak olmaktı. Suçluları cezalandırmamak sonraki suçun sorumlusu olmaktı.


“Evet… Evet…”


Yandıktan sonra iyileştirilen gözünden damlalar akmaya başladı.


“Bir melekle savaşacak gücüm varsa cezayı kesecek gücüm de vardı. İnsanlar benim yüzümden acı çekti. Vazgeçilenleri gördüğüm ilk anda onları öldürmeli veya denerken ölmeliydim. Ondan sonra olan her şeyin tek suçlusu benim. Katil benim, tecavüzcü benim; onlar değil, benim. Ben, hiçbir şey yapmayarak her şeyi ben yaptım.”


Kahramanlık, cesaret, kuvvet, irade, sadakat, alçakgönüllülük, erdem… Bu macerayı kabul eden birinin sahip olması gereken özelliklerdi ve hiçbirine sahip değildi.


Kötüydü, korkaktı, güçsüzdü, iradesizdi, haindi, kibirliydi, günahkârdı.


-Değişmeliydi-


Ne kadar süredir yanmıyordu? Uzun süre olmuştu. Belki de sadece birkaç dakika geçmişti. Zaman kavramı artık yoktu, sadece karanlık vardı.


“Gücüm olmasa bile Pepe Don’un karşısına çıktığım an onu öldürmem gerekirdi,” diye düşündü.


“Öldürmek yanlış.”


“Öldürmek yanlış.”


“Öldürülmeyi hak ediyor.”


“Öldürmezsem daha fazla kişiyi öldürecek.”


“Öldürdü.”


Kaçıncı defa aynı şeyi düşünüyordu? Doğru şeyleri yapmak çok zordu.


“Katil.”


“Katil.”


“Katil.”


Delirmemişti, deliremezdi. Akıl sağlığı göğsündeki iki Lutüf tarafından korunuyordu. Tüm acıyı hissetmesi için iyi bir imkân sağlanmıştı. Acı ona yaptıklarının ne kadar kötü olduğunu öğretmişti.


Nefret etmiyordu, intikam aramıyordu. Ne yapacağını bilmiyordu ama ne yapması gerektiğini ve ne olacağını biliyordu.


-İyi bir adam olmalıydı-


-Burada yanmaya devam edecekti-


Sesi, kırık kanadıyla umutsuzca uçmaya çalışan bir kuşun çırpınışı gibiydi.


“Yoruldum,” dedi. “Yoruldum…”


Sol elinin bileğine sarılmış bir zincirle duvara asılmıştı. Vücudu iyileştirilmesine rağmen yanık izleriyle doluydu. Kirpikleri, kaşları ve saçları yandığı için yerinde değildi, artık uzamıyordu.


Bacaklarının arasından idrar aktı. Sidiği yere düştüğünde sıçrıyordu ama Yu’ya kadar yükselmiyordu. Yine de kendi sesi dışında duyduğu tek şey yere düşen idrar ve dışkının sesi olduğu için onları işitmekten memnundu.


Acıdan ibaret bir varlık olmaya alışmıştı. Yanmaya başladığı her seferinde ağlayamayacak hâle gelene dek ağlasa ve çığlık atamayacak hâle gelene dek çığlık atsa bile zaman içinde yanmaya bile alışmıştı.


Ama bir süredir yanmadığı için alışkanlığını kaybetmekten korkuyordu. Sonra korktuğu için sinirleniyordu. Korkmak da günahtı.


Korkaklık günahını işlemiş bir suçluydu.


Korkmamalıydı.


-Korkmamalıydı-


-Korkuyordu-


-Korkmamalıydı-


-Korkmak günahtı - Korkmak günahtı-


“Korkmak günah, korkmak günah… Korkunç, korkmak günah, korkunç… Korkmak günah…”


Delirmemişti. Deliremezdi. Bunu biliyordu. Delirmek kaçmak olurdu. Kaçamazdı. Kaçmak günahtı.


Kaçamazdı.



KAÇAMAZDI.



KORKAMAZDI.



GÜNAH İŞLEYEMEZDİ.



GÜNAHKÂR OLAMAZDI!


.


.


.


.


.


.


.


.


.


.


“Fısıltılar…”


.


.


.


.


.


.


Karanlık zindanın içerisinde sert ve ürkütücü ayak sesleri duvarlarda yankılanarak kulaklarına gelmeye başladı.


Ayak sesleri kambur adama ait değildi. Ucube işkenceciye ait değildi. Elfe ait değildi. Şimdiye dek onu ziyaret etmiş hiçbir işkenceciye ait değildi.


Tamamen yabancı, tamamen doğaüstü bir varlığa aitti.


“Yardım-” diye fısıldadı ve dilini ısırdı. “Edemezsin… İsteyemem… Hak ettiğimi buluyorum. Burada sonsuza dek acı çekmeliyim… Belki sonsuzluk olmuştur… O zaman, daha fazla.”


Fısıltıları yavaşça zindana yaklaşan varlığa ulaşmıyor veya o ulaşmadığını zannediyordu.


Varlığın ayak sesi gitgide yükselirken belli belirsiz loş bir ışığı yanında getiriyordu.


“Söz vermiştim, öldürmeden önce, kızıma… Sözümü bozdum. Sözünü bozan bir günahkâr olarak hak ediyorum…”


Daha fazla ağladı. Tek gözünün görüşü daha önce yüzlerce sefer olduğu gibi yine gözyaşları yüzünden kapandı. Hatırlayamadığı kadar uzun zaman önce buranın son olduğunu kabullenmişti.


Kurtulmak istiyordu.


Kurtulmak istemiyordu.


Acı çekmek istiyordu.


Acı çekmek istemiyordu.


Doğal isteklerine karşı çelik bir iradeyle karşı koyuyordu.


Ama iradenin ona ait olduğuna emin değildi. Belki de kurtulamayacağına emin olduğu için kurtulmayı istemediğine kendini inandırmıştı.


“Kurtarılamazdı.”


Ayak sesleri iyice yaklaştığında ışığı seçebilir olmuştu. Beyaz bir nur gibiydi lakin çok silikti.


Ve ışık kaynağı, ayak seslerinin sahibi, uzun boylu ve güzel bir varlık Yu’nun hücresinin önüne geldi.


Gözyaşları düştüğünde onun yüzünü görebilmişti. Tanıdığı elflerden daha uzun kulaklara sahipti, tanıdığı elflerden daha uzundu, daha güzeldi. Saçları platin sarısıydı ve gözleri ilahi bir maviliğe boyanmıştı.


Yaratılan tüm canlılar içerisinde en bilge, en yüce ve tanrılara en yakın olanlar arasındaydı. Bir yüksek elfti. Ethalotluların vahşetinden sonra haritanın kuzeyinde yer alan ülkelerin ormanlarına çekilen ve insanlardan uzaklaşan kutsal halka mensuptu.


Şimdiye dek güney topraklarına bir yüksek elfin indiğini görmemişti ama şimdi bir tanesi karşısında duruyordu. Beyaz teni parlıyordu ve gözleri Yu’nun tek gözüne bakıyordu.


“Çocuğum, sana ne yapmışlar böyle?” diye sordu. Yu’nun zindanın duvarları gibi soğumuş yüreğini ısıtan samimi ve babacan bir sese sahipti.


Hücrenin parmaklıklarını tuttu, soluk beyaz elleri alev aldı ve demir çubuklar yayılan alevlerle eriyerek yere aktı. Mucizeviydi.


“Yeni işkencecim mi?” diye sordu kendine.


Önceden vücudu yağa bulandıktan sonra meşalelerle aleve veriliyordu. Şimdi onu yakmak için başka bir büyücü getirmişlerdi. Onun alevleri canını doğal alevlerden daha çok yakacak gibi gözüküyordu.


Dudaklarının ucu yavaş ve çarpık bir şekilde kulaklarına doğru kıvrıldı. Daha fazla acı, daha fazla ateş… Ateşin sıcaklığı ne kadar yüksek ve acısı ne kadar fazlaysa günahlarının da o kadar iyi temizleneceğine inanıyordu.


“Ateş temizler.”


Düşünceleri bunlardan ibaretti.


Mutlu olmak ve yaşamak, acıdan ömrünün sonuna dek uzak durmak ihtiyacı olan şeydi ama hak ettiği şey değildi. Bunu biliyordu.


Ve bir anda gelen bir yabancının onu kurtarmaya çalışmayacağını da biliyordu.


“Yu Valarfin?” dedi yabancı. “Sen, Yu Valarfin’sin, değil mi?”


Sesindeki samimiyet ona hiç tanımadığı babasını hatırlatıyordu. Böylece hiç tanımadığı birini özlediğini fark etti, ona ihtiyacı olduğunu hatırladı.


Yu ne konuştu ne de başını sallama zahmetine girişti.


“Yu Valarfin bir günahkârdı ve Yu Valarfin olmak bir günahtı. Günahtan uzak durması gereken bir adam Yu Valarfin olamazdı.”


Parmaklıkların erimesinin ardından hücrenin içine giren yüksek elf onun hemen önüne geldi ve parmaklarını yüzüne götürerek yanaklarını tuttu. Dokunuşu yumuşaktı, sıcaktı ve yüzünün onun parmaklarının arasında olması güven veriyordu. Ölçemediği bir sürenin ardından bir insan ona temas ediyordu.


Yüksek elf ağladı. “Dilini mi kestiler çocuk?”


-Günahkâr-

------------------------

31.10.2022 - 20:00






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr