Metalik sesler, ilk seferinde olduğu gibi şimdi de kulağında çınlıyordu.
Çanlar ardı ardına çalıyor, tüm şehri sesleri kaplıyordu.
Öksürdü. Patlamanın ardından iki kulağında da tiz bir ses vardı. Hiç alçalmadan çalıyor, dünyanın kalanını duymasına engel oluyordu.
Duman yüzünden kızarmış gözlerini ovaladığı eli külle kaplandığı için gözlerini daha fazla yaktı. Kollarının ya da bacaklarının acımasına katlanabilirdi ama göz gibi hassas bir bölgenin yanması berbat bir histi.
Öksürdü. Çınlama azalırken duman da azalmıştı. Birkaç metre ötesinde olan şeyleri görebiliyordu ve gördüğü şeyler ona hemen ayağa kalkmasını, kılıcını bulmasını ve gardını almasını söylüyordu.
Dumanların arası kırmızıydı. Kan her yeri kaplamıştı ve kim olduğu fark etmeksizin herkes öldürülüyordu. Onları öldürenlerin vücudu siyahtan daha koyuydu, kanatları büyüktü ve bir yarasanınkini andırıyordu ve vücutlarındaki tek renkli şey olan gümüş boynuzları uzun ve sivriydi. Onlar insansı bir biçime bürünmüş şeytanlardı.
Bir tanesi onun üstüne gelirken vücudunu daha yakından görme şansını elde etti. Tüm vücudu uzun ve siyah kıllarla kaplanmıştı ve kılların üstü kızıl kana bulanmıştı.
Şeytan kanadını çırpıp üstüne sıçradığında Sivina yana yuvarlanarak onun sivri pençeli ayakları tarafından parçalanmaktan kurtuldu. Ayağa kalkmayı denerken koşan bir kadın ona çarptı ve ikisi birlikte yere düştü. Şeytan tekrar atladığında Sivina kurtulmayı başarsa da kadının yüzü yaratık tarafından ezilmiş ve başı patlamıştı.
“Siktir!”
O bile böyle bir durumda küfretmeden edemezdi.
Ensesinde toplanan mana ona arkasından gelen başka bir varlığın olduğunu söylüyordu. Havaya zıpladı, karşılaştığı şeytanla aynı görünen bir başka şeytan onun altından geçip giderken başka bir şeytan kanatlarını çırparak ona doğru yükseldi.
Sivina havada hareket edemezdi. Ona doğru uçan şeytan pençesini yüzüne doğru savururken kollarını yüzüne götürerek kendisini korumaya çalıştı.
Şeytanın pençeleri koluna çarptığında yüzüne bir zarar gelmesini engellemişti ama iki kolunda da derin yaralar oluşmuştu. Yere düştü.
“Ahh!”
Karnına kan kusmasını sağlayan ve kimden geldiğini anlamadığı bir tekme yedi. Tekme onu havalandırdı ve bir eve doğru uçurdu. Evin tahta penceresini kırarak içeri girdi.
“Taah! AAAHHH!”
Kül, duman, kan, yara… Nerede olduğunu bilmiyordu. Birkaç dakika önce bir isyanın önderlerindendi ve etrafında gelişen olaylara hakimdi. şimdiyse ani gelişen olaylar karşısında ne düşüneceğinden bile emin değildi.
Dört çocuğun ağlamasını duydu. Bir kız da çığlık atıyordu. Gelecek şeytanla yüzleşmek için kollarından destek alarak ayağa kalkmayı denedi ama yaraları yüzünden titreyen kolları onu taşımayı başaramadı, yüzüstü düştü.
“Burada mı bitiyor?” diye sordu kendine. Şeytan, Sivina’nın kırdığı pencerede kendi boyutunda başka bir kırık açıp içeri girmişti. “Yu…”
Şeytan başını çevirdi. Gözleri tüylerinin arkasında kalmış olmasına rağmen hâlâ görebiliyordu. Yüzünün ortasındaki korkutucu ağzı açtı ve çiviyi andıran dişlerini gösterdi.
Çanlar çalıyordu.
“Yu…” dedi, ölmeden önce adını andığı son kişi olması için.
Tüm hayalleri gözünün önünden geçerken tanrılar biliyordu ki onu sevmişti. Ona âşık olmuştu ve âşık olduğu ilk ve son adamdı.
Onu arzulamıştı. Onun ona ait olmasını ve o da ona ait olmayı istemişti. Hayallerinin aniden patlayan bir olayla silinmesini bir hakaret olarak sayıyordu ve şimdi aniden gerçekleşen başka bir olayla hayallerinin gerçekleşmesi için kalan son şans kırıntısı da kayboluyordu.
Çanlar, ağlamalar, çığlıklar. Duman.
Şeytan üstüne gelirken yanında birinin ağladığını fark etmişti. Bir şövalye olarak ağlayan kişiyi koruması gerekiyordu ama bitmişti. Kollarındaki yara çok derindi, kalkamıyordu.
“Qua!” diye bağırdı biri.
Şeytanın sırtından giren su, göğsünden kırmızıya boyanmış bir şekilde çıktı. Şeytanın göğsünden çıktığı zaman da yoluna devam etti ve evin çatısını parçalayarak gökyüzüne yükseldi.
Yanındaki bebek daha güçlü bir şekilde ağlıyordu ve onu sakinleştirmek için uğraşan kız da çığlık atmaya başlamıştı. Odanın kapısı sertçe açılırken Sivina’nın göremediği bir adam içeri girdi.
“Ameria!” diye bağırdı yaşlı bir ses.
“Sivina!”
Kırık pencereden içeri bir adam sıçradı, Galahad Uzunmızrak’tı. Yerde yatan Sivina’nın yanına koştu ve eğilerek kollarına baktı.
“İyi misin?!” diye sordu telaşla. “Sivina! Kahretsin! QUA!”
Sör Galahad’in haykırışının ardından gelen ikinci büyüsü pencereye doğru uçtu. Bu sefer ortaya çıkan şeytana karşı buzdan mızraklarla saldırmıştı.
Şeytanın vücudunda açılan delikler onu geldiği pencereden düşürürken Sivina, Galahad tarafından kucaklandı.
“Yu,” dedi tekrar, Sör Galahad’e doğru. Adamın yüzünün yabancı bir erkeğin ismiyle düşüşünü izledi.
Evin içindekiler ağlamaya devam ediyordu. Az önce çığlık atan sarışın kadın şimdi kucağındaki bebeği susturmaya çalışırken Sivina’ya baktı. Duyduğu isim ilgisini kısa bir süreliğine çekmiş ama hemen sonra bebeğiyle ilgilenmeye geri dönmüştü.
“Baba,” dedi yaşlı adama. “Ne yapacağız? Ne yapacağız?”
Sivina ile yaşıt gözüken kadının mavi gözleri yaşla dolmuştu ve babası olarak çağırdığı adamın yeşil gözlerinde korku vardı. Kızını kolundan tutup torunuyla birlikte aşağı götürürken “Bekleyin!” diye bağırdı.
Sör Galahad onu taşımadığı sürece Sivina beklemekten başka bir şey yapamazdı. Sör Galahad kıyafetinden yırttığı parçalarla kanın akmaması için Sivina’nın kollarını sararken yaşlı adam elinde kırmızı bir iksirle geri geldi. Cam şişenin içindeki sıvı kan koyuluğundaydı.
“Munu yarararına akıt,” dedi yaşlı adam ve iksiri Sör Galahad’e uzattı.
“Ne bu?” diye sordu Sör Galahad.
“İyireştirecek,” diye cevapladı yaşlı adam, aceleciydi. “Hızrı or.”
Sör Galahad cam şişenin kapağını açtı ve kırmızı iksiri Sivina’nın kollarındaki yaraların üzerine akıttı.
“Ahh…”
Sıvı sıcaktı ve yarayla temas ettiği gibi yakmıştı. Manasının iksirden gelen mana ile birleşmek üzere kollarına dolduğunu hissederken yaşaran gözlerini ve titreyen dişlerini sıkarak bağırmamaya çalıştı. İksir etini şişiriyor ve kopmuş damarlarını birleştiriyordu.
“İnanırmaz…” dedi yaşlı adam. “İşe yaradı… İşe yaradı…”
“Ne olduğunu bilmediğin bir şeyi mi verdin!” Sör Galahad tek eliyle yaşlı adamı karnından tutup kendine çekti. “Sonradan daha kötü olursa-”
“O yarararın derinriği onu kesinrikre ördürürdü,” dedi yaşlı adam, sonra dışarıya baktı. “Yaşama şansı kazandı. Sanırım.”
Dışarıdan çığlık ve haykırışlar gelmeye devam ediyordu. Belirli aralıklarla patlama seslerini duyuyor ve coşan alevleri görüyorlardı. Duman hâlâ şehirdeki hakimiyetini koruyordu.
“İyileşirdi!” diye bağırdı Sör Galahad.
“Tamam!”
Sivina kollarına baktı. İksir akmıştı ve yaraları kapanmıştı. İyileşmiş etini görebiliyordu ama derisi geri gelmemişti.
“İyiyim,” dedi ve yaşlı adama baktı. “Teşekkür ederim. Sanatın inanılmaz.”
Ayağa kalkarken yaralarının bu kadar hızlı iyileşmesine şaşırıyordu. Şifa büyüsüyle henüz çocukluğunda tanışmıştı ama Yu Zao tarafından öldürüldüğü zaman haricinde hiç bu kadar büyük bir yara almamıştı ve Rolderhelm’de bile onu bayıltan şey yaraları değil zehirdi.
“Airemi muradan çıkartamirir misiniz?” diye sordu yaşlı adam. “Konuya hızrı girdiğimi miriyorum ama-”
Ama bu şehrin halkı felakete alışkındı ve yaşlı adam ne yapılması gerektiğini anlayacak kadar tecrübeliydi.
Sivina bir kez daha şehre baktı.
“Belki ölsem daha iyi olurdu.”
Evinden çok uzaktaydı. Başarısız olmuştu. Sevdiği adamı kaybetmişti. Neden yaptığını bilmediği bir şekilde bir yıl boyunca bir yerden başka bir yere sürüklenmişti ve şimdi tekrar bir şeyler başarabileceğini düşünürken yine başarısızlıkla karşılaşıyordu.
Şimdi kurtulsa bile ne yapacaktı ki?
“Sona geldim. Sonra biraz daha ilerledim. Bir sona daha geldim ve sonra biraz daha ilerledim. Ölmeyi başarana dek bunu mu tekrarlayacağım?”
Hayattan nefret ediyordu. Yaşamayı sevmiyordu.
“Aileni aşağı getir,” dedi ve Sör Galahad’in yapmamasını söyleyen çığlığı eşliğinde kırılmış pencereden atladı.
Bir çocuğun bir şeytanın ayağının altında ezilmek üzere olduğunu gördü. Ulusundan gelen gücüyle manasını birleştirdi ve şeytanın üzerine doğru atladı. Yaratığın tüylerindeki kan ona yaklaştıkça daha parlak bir hâl alıyordu.
Elinde bir kılıç olmadığı için yaratığı eliyle öldürmeyi deneyecekti. Şeytan onun geldiğini gördü ama yine de ayağının altındaki çocuğu ezdi. Üzücüydü ve onu kurtaramadığı için kendisini suçlayacaktı ama şimdi rakibine odaklanması gerekiyordu.
Şeytanın ona doğru savurduğu eli tuttu, omuzlarını kullandı ve kendini havada döndürerek şeytanın omuzlarına kondu. Şeytan pençelerini saplayıp onu üstünden atmadan önce sol eliyle boynunu tutup sağ yumruğuyla gözünün olduğunu düşündüğü kısma vurdu.
Doğru düşünmüştü. Yumruğu kılların altındaki göze isabet etti, onu ezdi ve kafatasını parçalayarak beynine ulaştı. Elinin ne kadar acıdığını ancak çığlığıyla anlatabilirdi ama önemli değildi. El Adası’nın halkı hızlı iyileşirdi.
Yumruğunu çıkarttı ve şeytan yere düşerken üstünden atladı. Önceden karşılaştığı şeytanların aksine bunlar öldüğünde erimiyordu. Belki de şeytan değil de farklı bir türün mensubuydular ama içinden onlara başka bir isim veresi de gelmiyordu.
“Kendini öldürtmeye mi çalışıyorsun sen!” Sör Galahad, saldıran başka bir şeytanı büyüsüyle ikiye ayırırken Sivina’nın yanına geldi. “Buradan kaçalım. Kimsenin kıçını kollamak zorunda değiliz!”
“Bir şövalye işleri o şekilde yürütmez, sör,” dedi Sivina. “İsterseniz tek başınıza kaçabilirsiniz.”
“Ölmeye çalışıyorsun!” Sör Galahad bağırdı ve Sivina’nın kolunu tuttu. “Bir yıl boyunca seni eve götürmeye çalıştım; sense şimdi burda ölmeye çalışıyorsun! Ne amaçlıyorsun!”
Sivina kolunu geri kurtarırken onu itti. “Belki de öyle yapıyorumdur,” dedi. “Beni ölümümle bırakın, sör.”
Şehirden kaçmak için arzusu yoktu ve şehri Cornelia için fethetmeye yönelik arzusunu öleceğini düşündüğü an kaybetmişti.
Bu noktadan sonra yaşamanın da anlamsız olduğunu düşünüyordu. Doğal bir içgüdü ona hayatta kalmasını söylüyordu ama bir neden aradığında hayatına devam etmek için herhangi bir sebep bulamıyordu.
Aslına şu anda neden o aileyi kurtarmak için çabaladığını da söyleyemezdi. Belki sonra birilerini daha kurtarmayı dener ve kimsenin hatırlamadığı bir şövalye olarak ölürdü. Bunu yapmak istemiyordu ama…
“Ne olursa olsun, siktir et.”
Küfür etmenin ona yakışmadığını biliyordu.
Alevler şehri hızla ele geçirirken Cornelia’nın ne yaptığını merak etti. Artık onun bile durduramayacağı bir şekilde delirmiş olmalıydı. Onu da hayatta tutmaya çalışmak boş bir çaba olacağı için aramakla uğraşmayacaktı. Yine de onu sevmişti ve son anlarında onun için üzülecekti.
Söylediği gibi evden dışarı çıkan aileye baktı. Yaşlı adam kucağına beş ya da altı yaşında bir çocuğu almıştı. Yanında üç kız vardı ve üç kız da kucağında bir bebek taşıyordu. Gerçi birisi bebekliğini tamamlamış gibiydi.
“Gidelim!” dedi Sivina. Bir silahı yoktu ama bu şekilde ilerleyebildiği kadar ilerleyecekti.
------------------------
01.11.2022 - 20:00
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..