Cilt 4 - Bölüm 53: Sun (2/2)

avatar
313 4

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 4 - Bölüm 53: Sun (2/2)


Sör Galahad’i arkasında bıraktığını düşünerek kurtarmaya çalışacağı aileyle birlikte koşmaya başladı.


“Ara sokakrarda daha az insan vardır!” diye bağırdı yaşlı adam. Sivina hemen yanındaki iki evin arasına girdi.


Duman burayı da kaplamıştı ve binaların tepesinden gökyüzüne yükselen alevleri dar bir sokağın içinden bile görebiliyordu. Şehrin kaderi tekrar yıkımdı ve onu kurtarmanın bir yolu yoktu.


Bu trajik kader Sivina’yı güldürürken düşündürüyordu.


“Dünya yok olmanı istiyorsa ne kadar çabalarsan çabala ona üstün gelemiyorsun demek ki.”


Yanına sarı saçlı bir adam indi ve onunla aynı hizada koşmaya başladı. Tabii ki de o kişi Sör Galahad’di. Onun için de üzülüyordu. Onun yanından gitmesini ve hayatına kendisi hiç var olmamış gibi devam etmesini isterdi.


“Kılıcımı al,” dedi Sör Galahad.


Sivina, Sör Galahad’in uzattığı kılıcı alırken adamın elinde buzdan bir kılıç belirdi. Su büyüsünü kullanabildiği için ona istediği gibi şekil verip farklı cisimler elde edebiliyordu fakat bunu yapmaya manası bulunduğu sürece devam edebilirdi. Bu yüzden yanında bir kılıç taşımak manasını tükettiği durumlarda kullanışlı oluyordu.


“Aaahhh!”


Arkasında koşan kızlardan birinin çığlığı bebekleri ağlatırken yer sallandı ve Sivina ile Sör Galahad haricindekiler ayakta durmayı başaramayarak sırtlarını duvara dayadı.


“Yaslanmayın!” diye bağırdı Sör Galahad, kucağında bebek taşıyan iki sarı saçlı kızı tutup çekerken kahverengi saçlı olan kız kendi kendine duvardan uzaklaştı.


Yerin sallanması binaların duvarlarında çatlaklar oluşturuyordu. Sivina ve Sör Galahad diğerlerini dengede tutmaya çalışırken yürümeye devam etti ve bazı evler çökmeye başladı. Deprem tüm şehri sallıyordu.


“AAAHHH!”


Daha kuvvetli bir çığlık onlarla hareket eden ailenin tüm üyelerinden geldi. Önlerindeki yol ikiye yarılmış ve içinden alev fışkırmıştı. Anneleri çocuklarını korumak için kendilerini üzerine siper ederlerken Sör Galahad büyüsünü kullanarak alevlerin onlara ulaşmasını önlemeye çalıştı.


“Kıyamet mi kopuyor!”


Sör Galahad’in buzları onları bir nebze korumuştu. Başka bir buzla önlerine inşa ettiği kalkanı kırarken birkaç ev daha çöktü.


“Buradan çıkmalıyız,” dedi Sör Galahad. “Evlerin arasına girmek saçmalıktı.”


Tercih edilen yol hakkında bir tartışmaya girmeyecekti. Sör Galahad ile birlikte eşlik ettikleri aileyi önlerindeki yarıktan karşıya geçirerek ilerlemeye devam ettiler. Ara sokak olmasına rağmen buradan ilerlemeyi akıllarına getirmiş birkaç kişi daha gördüklerinde Sivina’nın içine şeytanların dikkatinin koştukları yola çekileceğine dair kötü bir his belirdi.


Çöken binaların bir kısmına alev almış binalar eklenince ortam daha da cehennemvari bir hâle bürünmüştü. Gitgide kalabalıklaşan ara sokaklarda insanlar birbirlerini ezmeye başlamıştı.


“Dikkat edin!”


Halkın arasından bir çığlık yükselirken gökyüzünden kara bir cisim düştü. Terör getiren varlığın yere temas etmesiyle çevresindeki binaların hepsi çökmüştü. Toz ve alev bulutu alanı kaplarken tekrar Sör Galahad’in buz büyüsüyle korunmaya muhtaç kalmışlardı ve eğer düşen şeye biraz daha yakın olsalardı yıkılan binaların altında ezilip öleceklerdi.


“Kaçın,” dedi Sör Galahad. Buzları ortadan kalktığında düşen şeyin görüntüsünü de görebilir olmuşlardı.


Yaratığın çevresi ölmüş insanlarla kaplıydı. Düştüğü yerden kimse sağ çıkmamıştı. Yaratık karanlıktan, alevden ve yürüyen dehşetten imal edilmişti. Uzun dört siyah kolu ve iki bacağı vardı; ellerinde ve ayaklarında olan pençeler bir kılıcı andırıyordu. Gövdesi bir ejderhanın şeklindeydi ve başı alevlerin içinde süzülen kara bir taştan ibaretti.


Şeytan kollarını kaldırdı ve vücudunu saran alevler etrafa saçılıp ona uzakta durup da hayatta kalmayı başarmış son insanları da küle çevirdi.


Evler yıkıldığı için şehrin kalanını da açığa çıkmıştı. Şehri saran alevlerin dumanı bazı insanları zehirliyordu ve sonlanan depremin yıkamadığı binalar alevler tarafından zayıflatılıp şeytanlar tarafından yok ediliyordu.


“KAÇIN!” diye bağırdı Sör Galahad. “El’es, Qua’fi! HAVEN!”


Bir kaç kelimeyle binlerce buzdan bıçak oluşturmuştu. Onun bu kadar güçlü olabileceğini hayal dahi etmezdi.


Tabii yaptığı büyünün sürekli kullanabileceği bir şey olmadığını söylemek de gerekliydi. Büyüyü daha yeni yapmasına rağmen manasının çoğunu tek bir darbede şeytanın işini bitirmek için kullanmıştı ve yüzü kıpkırmızı kesilmişti.


Ne yazık ki şeytanın üstüne fırlayan binlerce buzdan bıçak onu öldürmek için yeterli gelmeyecekti. Sör Galahad kaçabilmeleri için şeytanla savaşırken Sivina ona saygı göstermeye karar vererek arkasında saklanan aileyi itekledi. Farklı bir yol arayacaklardı.


“Nereden gideceğiz ki?” diye sordu kucağında bir çocuk taşıyanlardan en küçüğü. Etrafına baktığı zaman çoğu yolun ya yok edilmiş ya da insan cesetleriyle kaplanmış olduğunu görüyordu.


“Bilmiyorum,” dedi koşmaya başlarken. “Buradan uzaklaştıktan sonra düşüneceğiz.”


Alev almış şekilde koşan insanların arasından geçerken başını çevirip göz ucuyla Sör Galahad’e baktı. Adam havadaydı ve elinde buzdan bir kılıç vardı. Sonunu görmeden önce başını çevirdi.


“Şuradan giderim!” dedi yaşlı adam. Geniş bir sokağı işaret ediyordu.


Ona uydular ve Sivina tehlikelerle yüzleşmek için önlerinde ilerleyerek adamın gösterdiği sokağa girdi.


“Tanrılar…”


Sokağın aşağısına doğru akan kızıl kanlar yoğun ve bunaltıcı bir koku yayıyordu. Cesetlerden oluşan bir tepecik kan nehrinin kaynağıydı ve tepeceğin üstünde öldürdüklerinin etini yiyen bir şeytan vardı.


Evet, siyah yaratık uzun ve keskin pençeleriyle kopardığı etleri siyah kıllarının altında gizlenen ağzına götürüyor ve birkaç defa çiğnedikten sonra tek seferde yutuyordu.


Sivina’yı gördüğünde yemeğine olan ilgisini kaybetti ve yüzünü saçlarını kahverengiye boyamış şövalyeye çevirerek dişlerini gösterdi. Hâlâ canlı olan et onun için daha arzu edilesiydi.


Diğerlerine kaçmalarını söylemeyi bile başaramadan şeytan üzerlerine sıçradı ve Sivina şeytandan kurtulmak için en yakındaki binanın çatısına zıpladı. Bina yanıyordu fakat ayakları bir zemine değer değmez tekrar sıçrayacağı için ateşten etkilenmeyecekti.


Fakat… Sivina burada korkunç bir hata yapmıştı.


Şehirden çıkarmaya çalıştığı aile arkasındaydı ve şeytanın yolundan çekilmesi ailenin açığa çıktığı anlamına geliyordu.


Siyah kıllarla kaplı uzun pençeli iğrenç yaratık Sivina’nın hemen arkasındaki yaşlı adama doğru ilerlerken adam kucağındaki çocuğa sarıldı. Sivina ayakları destek alabileceği bir zemine değer değmez şeytana doğru geri sıçramıştı ama çok geçti.


Yaşlı adamın vücudunda kucağındaki çocukla birlikte şeytanın eli tarafından bir delik açılmıştı. Tüm kadınlar çığlık atarken kahverengi saçlı kadın kendini dizlerinin üstüne attı ve şeytan Sivina’dan sıyrılarak onu ve kucağındaki bebeği pençesiyle parçaladı.


Sivina yere geri indiğinde birkaç saniye önce yaşayan dört insana ait dört ceset bulmuştu.


“Düşünme.”


Şeytan, sarı saçlı iki kızın arasındaydı. Uzun boylu olan kız küçük kardeşine bakıyordu. İkisi de kucağında bir bebek tutuyordu. İkisi de çığlık atıyordu.


Tüm şehir çığlık atıyordu.


Tüm şehir yanıyordu.


Bir can daha yok olmadan önce Sivina şeytanın üstüne atıldı ve kılıcını yaratığın koluna doğru savurdu.


Siyah kıl yumağının pençesi Sivina’nın kılıcına çarptığında Sivina “Kaçın!” dedi. Şeytan diğer pençesini Sivina’nın karnına savurunca Sivina geri sıçradı ve şeytanın başlattığı sonraki sıçrama saldırısına karşı vücudunu yan çevirdi.


Şeytanın pençesi Sivina’nın siyaha boyanmış saçlarından birkaç tel alırken mağlup şövalye kılıcını savurdu.


Bir an için onu öldürdüğünü düşünmüştü ama kılıç bunu başaracak kadar güçlü değildi. Şeytanın kıllarını keserken etinde bir yara açtı ve hepsi bu oldu. Şeytan kılıcın altından çekildi ve pençeli ayağıyla Sivina’ya vurmayı denedi. Sivina tekrar zıplayarak bundan kurtulurken diğerlerinin kaçtığını fark etmişti.


Nereye kaçtıklarını söyleyemezdi ama muhtemelen kan nehrini takip ederek sokağın aşağısına gitmişlerdi.


“Beni öldürsen çok da sorun olmaz…”


Şeytanı öldürmek ve onların peşinden gitmek için elinden geleni yapacaktı ama kazanmayı istediğini de söyleyemezdi.


Yaratığın pençeleriyle yaptığı birkaç saldırıdan daha geriye zıplayarak kurtulduktan sonra gelen sıradaki pençe darbesinde kılıcının ucunu şeytanın eline doğru çevirdi. Çelik, şeytanın iki parmağı arasına girerken canavarın kıllarla kaplı ağzı açıldı ve ağzına bulaşan kan çığlığıyla birlikte Sivina’nın yüzüne sıçradı.


Kılıcını çekti ve aldığı ivmeyle etrafında bir tur dönüp şeytana bir kez daha vurmayı denedi. Bu sefer sıçrayarak kaçan şeytan olmuştu. Diğerlerinin aksine kanatları yoktu ama çok yükseğe sıçrıyordu. Öyle ki Sivina ilk saniyede onun dövüşten kaçmak için sıçradığını zannetmişti.


Ama kötücül varlığın böyle bir amacı yoktu. Sıçradıktan sonra indiği yerde Sivina’ya dişlerini göstererek hırladı ve onun üstüne doğru koşmaya başladı.


Yüzlerce düşmanla kılıç çarpıştırmış deneyimli bir şövalye olsa da korkuyordu. Yaşamak için bir neden bulamasa bile ölüm korkusunun yaşaması için gerekli neden olabileceğini anladı.


Ama cesur biriydi. Ölmekten korktuğu için kaçacak değildi.


Daha önce Kızılşapel Katili’ne karşı yaptığı gibi pozisyon aldı. Bu işin sonraki hamlede sonlanmasını istiyordu. Ya o ölecekti ya da şeytan.


Şeytanın pençeli ayaklarıyla attığı adımlar yerdeki kanı sıçratıyordu. Parmaklarından birinin sallandığı pençelerini iki yana açmıştı ve ağzını da sonuna kadar açıp sivri dişlerini göstererek tiz bir çığlık atıyordu.


Sivina bekledi.


Şeytan üstüne sıçradığında eğildi ve yerde takla atarak şeytanın bacaklarının altından geçti. Şeytanın sırtını önüne aldığında da zıpladı. Kılıcını boynuna saplamasıyla şeytanın kolunun ona çarpması aynı anda gerçekşemişti.


Sivina bir duvara çatlatacak kadar güçlü çarptı ve şeytan çığlık atarak yere düştü. Kılıç şeytanın boynuna saplanıp orada kırılmıştı ve büyülü bir mucize yaşanmazsa varlık düştüğü yerde ölecekti.


Sivina’nınsa kemikleri sızlıyordu.


Şehir yanmaya devam ediyor, kara dumanlar gökyüzünden gelen ışığı keserek onlara kurmaca bir gece yaşatıyordu.


Ayağa kalktı ve titreyerek kan nehrini takip etmeye başladı.


Vücudundaki mana sağ olsun eğer beyin kanaması geçirmiyorsa ölmeyecekti ve yürürken yaptığı birkaç ısınma hareketinin ardından bayılacak raddeye gelene dek dövüşmeye devam edecek enerjiyi toplayacaktı.


İlerlerken sokak aralarına bakıyor ve o iki kızla çocuklarını arıyordu.


“Neredesiniz?” diye seslendi.


Düşünmemek çok garipti.


Hayatında ilk kez düşünmediğini hissediyordu.


Kadere karşı gelinmeyeceğini anlamıştı ve bu şehri tabutu olarak kabullenmişti. Şu anda o kızları bile neden aradığını bilmiyordu. Şövalyelik veya görev umurunda değildi ve sadece bir şeyleri amaçsızca yapıyordu.


Geçtiği her sokak arasına gördüğü cesetleri bir an için onlara ait zannediyordu ama değildi ve cesetlerin bir kısmı yanmış veya parçalanmış olduğundan öyle olsalar bile anlamazdı.


Karşısında kontrol edebileceği son bir sokak arası kalmıştı. Eğer orada da onları görmezse kaçtıklarını varsayacak ve ölene dek bir şeyler yapmak için şehrin iç kesimlerine doğru ilerleyecekti.


Kana bulanmış yolda birkaç adım attı ve alev almış binanın köşesinden yavaşça başını çıkararak sağa çevirdi.


Bir ceset.


Bir ceset daha.


Ve.


“ANLIYOR MUSUN!” diye bağırdı uzun sarı saçlara sahip uzun boylu adam. Onu boğazından kaldırıp duvara vururken Sivina’ya baktı.


Gördüğü mavi gözler az kalsın damarlarındaki kanın buz kesmesini sağlayacaktı.


Hemen ardından adam gözden kayboldu. O kadar hızlı olmuştu ki Sivina bir an için onu hayal ettiği düşüncesine kapılacaktı fakat bu düşüncelerden uzaklaşmasını sağlayan bir şey vardı…


Uzun boylu adamın duvara vurduğu o kişi.

------------------------

01.11.2022 - 20:00






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr