Cilt 4 - Bölüm 54: Merhamet Paradoksu (2/2)

avatar
324 4

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 4 - Bölüm 54: Merhamet Paradoksu (2/2)


Elleri yanıyordu.


「Ne yapacaksın? Onların yanmasına izin mi vereceksin yoksa öldürerek acıdan kurtaracak mısın?」


Vücudunun kontrolü ona geri verildiğinde ellerindeki alevin yaydığı acıyı daha kuvvetli hissetmeye başlamıştı. Sol elinin sert yapısından ötürü acısını hissetmese de oradaki kanın kaynadığını hissedebiliyordu. Sağ elindeyse tenezzüh eden ateşin sihirli doğası onu çok daha acı verici kılıyordu.


Yanarken koşan bir kadın ona çarpıp üstüne düştü. Yu ile birlikte yere uzandılar ve kadın Yu’nun yüzüne vurmaya başladı. Bunu ona zarar veren kişiyi öldürmek için mi yoksa acıdan olabildiğince az etkilenmek için mi yaptığını bilmiyordu ama kesin olan şey canını yaktığıydı.


「Merhamet etmezsen canı daha çok yanacak.」


Azerel’in sesi sadece başının içinde değil tüm vücudunda dalgalandı. Tüyleri o sesle dikelmiş ve kanı o sesle donmuştu.


Öldürmek istemiyordu. Öldürürse bunu şu anda canı yandığı için yapacak ve merhamet bahanesi ardına sığınacaktı. Korkuyordu. Birisine ihtiyacı vardı. Birisi yanında olmalı ve ona ne yapması gerektiğini söylemeliydi fakat o kişi Azerel olmamalıydı.


Yüzünü yumruklayan kadının alevleri üstüne bulaşırken kaynayan kanı damarlarını patlatıyor ve onu iyileştirmek için hızlıca vücudunun hasar gören bölgelerini kaplıyordu.


「Yap!」


Yaptı. Alevler içerisindeki sol elinin parmaklarını kadının göğsüne sapladı ve onu üstünden iterken kalbini sökerek hızlıca yaşamını sonlandırdı.


Henüz bunu kendisi için mi yoksa kadının çektiği acıyı dindirmek için mi yaptığını sorgulamak için fırsat bulamadan yanarak üstüne gelen başka bir insanla karşılaştı. Ayağa kalkarak ondan kaçmayı deneyecekti ki vücudunu uzun süredir hareket ettiremediği için başaramadı, karnının üstüne düştü ve adam da ona takılarak yere yapıştı.


Azerel’in tekrar öldürmesi gerektiğini söylediğini duyuyordu. Buradaki herkesi öldürmeliydi. Aksi takdirde pencerelerden atlayıp intihar etmez veya öncesinde dumandan zehirlenmezlerse yarım saat boyunca onları bekleyen bir acı olacaktı.


Düşünmemeliydi. Düşünürse bunu kendisi için yaptığını söyler ve yapmayı bırakırdı. Daha olayların nasıl geliştiğini bile tamamen idrak edememsine rağmen yerde süründü ve düşen adamın boynunu sol eliyle parçaladı.


“AAAHHH!”


Çığlıklar hem ondan hem de diğer insanlardan geliyordu. Zehirli duman çoktan şanslı olanları bayıltmıştı, şanssız olanlar kat boyunca koşuyor ve bazıları pencerelerden atlıyordu.


Yu da acı çekmeye devam ediyordu. Elleri yanarken yerinde sabit duramıyor, sürekli kıpırdıyordu. Bir yandan da git gide vücudunun kontrolünü geri alıyordu. Bu aşamada Azerel’in bir desteği olduğuna emindi.


Ona çarpan bir başkasını yere attıktan sonra dizlerinin üstünde ayağa kalktı ve çığlık atarak üzerine koşan yaşlı bir adam gördü. Adamın kıyafetleri üzerine yapışmıştı ve iki kolunu havada sallıyordu.


“Iha!”


Sol elini adamın karnına sapladı. Adam ölmeden önce kollarını onun omuzlarına atmış ve saçlarına alev bulaştırmıştı. Yu’nun saçları yanmaya başlarken Yu çığlık atarak öldürdüğü adamı üstünden attı.


Alevler vücudunu sararken ona bakanlar sadece siyahla kaplanmış bir canavar görebilirdi. Yanık yaraları kanı tarafından kaplanıyor, iyileştiriliyor, sonra vücudunda tekrar yaralar beliriyor ve döngü tekrarlanıyordu.


Ergenliğine henüz girmemiş bir çocuğun da camdan atladığını gördüğünde içerisinde bulunduğu manzaraya katlanmasını sağlayacak tahammülü çoktan kaybetmişti.


Alevler akan gözyaşlarını hemen ortadan kaldırırken pençesini bir başkasına sapladı. Ölümün olabildiğince hızlı olması için doğrudan kalbini hedeflemişti.


Başka biri üstüne atlayıp onu boğmaya çalıştığında ayaklarıyla onu itti ve altından kurtulup başını tutarak sertçe yere vurdu. Tek bir darbe adamın alnının yarılması için yeterli olmayınca birkaç kez daha yaptı.


Vücudu alevler içerisindeyken normal bir insanın bunları yapmasının yolu yoktu. Her şey Azerel’in ona sağladığı güç sayesindeydi. Yabancı ve bünyesinin kaldırabileceğinden daha yüksek, zararlı bir güçtü.


Fakat artık o gücün onu şeytanlaştırmasına izin vermiyordu. Gücün onu kontrol ettiği dönem aynı güç tarafından sona erdirilmiş ve yeni bir dönem başlamıştı. Onların daha fazla acı çektiğini görmemek için Azerel’in vücuduna sağladığı dayanıklılık ve acı toleransını kullanıyor, kemikleri kırılsa bile öldürüyordu.


Öldürmek istemiyordu. Öldürmek ona zevk vermiyordu. Öldürdüğü için acı çekiyordu.


Ama öldürmezse canları daha çok yanacaktı.


「Arkanda.」


Baştan aşağı kırmızı alevlere bulanmış bir şövalye, arkasını döndüğünde gördüğü şeydi. Elindeki uzun kılıcı kaldırmış ve başına doğru indirmişti. Yu kaçmayı denediğinde esir edilmeden önceki çevikliği ve şu anki çevikliği arasında bir fark hissedemedi. Azerel vücudunun tüm kontrolünü sanki hiç işkenceye maruz kalmamış gibi geri kazanmasını sağlamıştı.


Ayaklarını oynattı ve kılıcın altından çekilirken alevlerin ısıttığı çelik sol kolunu sıyırdı. Yu adamın miğferine sağ eliyle bir yumruk attığında parmaklarını kırmıştı. Elinin acısıyla bağırırken vücudundaki alevlerin acısını daha fazla hissetti ve bir an için kontrolü kaybetti.


O kısa an şövalye tarafından iyi bir şekilde değerlendirilmişti. Adam çelik eldivenli eliyle Yu’nun çenesine vurdu ve onu yere düşürken birkaç dişinin ağzından dışarı çıkmasını sağladı.


“ŞEYTAN!” diye bağırdı kılıcını saplamayı deneyen şövalye.


Yu bile ne yaptığının farkında değildi ama vücudunun üstünden destek alarak kalçasını ve bacaklarını yukarı kaldırdı ve şövalyenin eline tekme atarak kılıcı düşürdü.


Yanan şövalye kılıcını kaybettikten sonra dengesini de kaybetti, sırtının üstüne düşecekti ki tüm ağırlığını önüne verdi ve Yu’nun üstüne doğru inişe geçti. Yu sol elini havaya kaldırdığında adamın yüzü doğrudann pençelerin üstüne denk geldi ve böylece hayatı son buldu. Daha fazla acı çekmeyecekti.


Kanlar alevleri takip etti. Alabildiği kadar canı alabildiği kadar hızlı almak için devam etti. Günahlarını bilmediği insanların yanmasına müsaade edemezdi. Eğer hak etmiş olsalardı onlara üzülmezdi ama hak etmediklerini düşündüğü için haksız yere ceza almalarına engel olması gerektiğine inanıyordu.


「Kızınla karşılaştığın kuleye git. Orada senin için bir şeyler bulacaksın,」 dedi Azerel. Yu içerideki herkesi öldürmüş ve alevlerin arasında beklemeye başlamıştı.


Azerel tekrar onun tepki vermesini engellemişti. Bu yüzden hissettiği acıya rağmen çığlık atamıyordu. Kanı damarlarını patlatarak dışarı çıkıp onu iyileştirirken yürüdü. Alevler tüm kaleyi sarmış ve kalede Yu’nun erişebileceği hiçbir canlı kalmamıştı.


Çoğu yanarak değil de duman yüzünden ölmüştü. En azından bunu düşünerek vicdanını rahatlatabiliyordu.


Çatırdayan tahtaların sesi eşliğinde alevlerin arasından geçti. Yanan bedenlerden bazıları yolunun üstündeydi, onların üzerinden atladı. Önceden yürüdüğü yolun şimdi çöktüğünü görmek ona sayamayacağı kadar çok şey hissettirebilirdi ama tepki veremediği acı diğer her şeyi gölgede bırakıyordu.


Saraydan kuleye doğrudan giden yol yıkıldığı için dışarı çıkıp kuleye giderken şehri görmüştü. Çanlar artık çalmayı kesmişti çünkü çanların olduğu tüm kiliselerin üzerinde duman tütüyordu. Hava alevlerden yükselen duman yüzünden kararmıştı ve güneş ışığı onlara ulaşmakta zorlanıyordu.


Sürekli yaşanan patlamalar, parlayan kızıllıklar; Vermia şehri Yu’dan kurtulmuştu ama şimdiki felaket onu tamamen yok edecekti. Felaketin kaynağını, nasıl ortaya çıktığını bilmiyordu ama Azerel’i ister istemez bununla bağdaştırmak hiç zor değildi.


Ve kucağında kızıyla kaçtığı kuleye girdi. Alevler henüz bu kuleye ulaşmamıştı. Kuleye girerken aklına Sivina geldi. Yurine’yi kurtarmak için içeri koşarken hemen arkasındaydı. O gün nasıl arkasında kalabilmiş olduğunu merak ediyordu.


“Merak mı… Ediyorum?”


Ellerine baktı. Yangından çıktığı için üzerindeki alevler sönmüştü. Yaralarının tamamen kapandığını görünce ağladı. Böyle güzel bir vücudu hak etmiyordu. İçindeki çirkinliği gösteren bir şeye sahip olmalıydı.


Önceden kapanmış olduğu için onu yukarıya camdan çıkmak zorunda bırakan yol açıktı. Merdivene adımını atmadan önce o gün bu yol açık olsa olabilecekleri düşündü. Sivina onunla birlikte yukarı katlara gelseydi ölebilirdi. O zaman onun ölümüne yol açtığı için bugün daha büyük bir üzüntü duyardı.


「Burası.」


Bir kapının önünden geçerken Azerel onu durdurdu. Hiç beklemezken sesi o kadar aniden çıkmıştı ki Yu korkudan dizlerinin kontrolünü kaybetip yere düşmüştü.


Çiçek desenleri kazınmış kahverengi kapının kulbundan destek alarak ayağa kalktı. Azerel bu odaya girmesini istiyor olmalıydı. Kulbu çevirerek açmayı denedi ama kapı kilitli olunca omzuyla kırmak zorunda kaldı.


Kapı düşündüğünden daha dayanıksız çıkmıştı. Sert bir şekilde vurmasına bile gerek kalmadan kapıyı kırdı ve içeri girdi. Onu ilk karşılayan şey olan toz bulutu yüzünden öksürürken Azerel tekrar zihninin içinde konuştu.


「Ne de olsa bunlar ganimet sayılırdı. Saklamışlar. Şimdi bulduğuna göre geri alabilirsin.」


Öksürdükten sonra nefes alırken odanın içine baktı. Perdeler kapalıydı ve sadece açık kapıdan giren ışık odanın bir kısmını aydınlatıyordu. Üstü örtülerle örtülmüş birden çok eşya odadaki masaların üstüne konulmuş, duvarlara asılmıştı.


Ona en yakın olan eşyaya yöneldi. Duvarın dibinde duruyordu ve üstüne toz tutmuş büyük gri bir örtü vardı. Örtüyü iki parmağıyla tuttu ve kendine doğru çekti.


“Zırh…”


Tahtadan bir kuklaya giydirilmiş, kuklanın vücudunu mükemmel bir şekilde kaplayan, üstü hafifçe toz tutmuş yeşil bir çelik yığınıydı. Altın işlemelerin arasında göğse yerleştirilmiş bir başak figürü hemen göze çarpıyordu. Şeytanların saldırısından önce giydiği plaka zırhtı. Pahalıydı, kaliteliydi ve bir asile yaraşır güzellikteydi.


“Neden saklamışlar ki?” diye düşündü. Birinin alıp kullanmasını daha olası bulurdu.


Arkasını döndü ve örtüleri birer birer kaldırarak diğer eşyalara baktı. Çoğu şeytanların belirmesinden sonra ölen ya da kaçan Vermilia askerlerine ait eşyalardı. Elbette sıradan değillerdi. Üst rütbelilerin, asillerin ve zenginlerin kullandığı zırhlar, silahlar ve süslerdi.


「Hissediyor musun?」 diye sordu Azerel.


O sorana dek hiçbir şey hissetmiyordu fakat sorunun ardından göğsünde kıpırdayan bir şeyler fark etti. Elbette gerçekte orada kalbi dışında hareket eden bir şey yoktu fakat yakınlarda onu ilgilendiren bir şey olduğunu bu şekilde anlamıştı.


Belli bir yöne doğru hareket ettikçe göğsündeki hissin kuvvetlendiğini gördü. Onu bir zincirle kilitlenmiş bir dolabın önüne götürüyordu. Dolabın önüne geldiğinde zinciri sol eliyle parçaladı ve kapağı açtı. Kılıçların, bıçakların ve baltaların yer aldığı bir silah dolabıydı ama burada özellikle onu ilgilendiren bir şey vardı.


“Kılıç.”


Ortamdaki yetersiz ışık onu görmeyi zorlaştırıyordu ama fark etmemek elde değildi. Çeliğin canlı olması başlı başına absürt olsa da ona baktığında onun cansız olduğunu hissediyordu. Sağ elini ona doğru uzattı ve kabzasından tutup çekti. Hatırladığından daha ağır ama hâlâ diğer kılıçlara kıyasla çok hafifti.


“Artık yolculuğuna çıkmaya hazırsın,” dedi Azerel. Vücudundan dışarı çıkarken beyaz bir duman şeklini almış ve çıkış yolu olarak Yu’nun ağzını ve burnunu kullanmıştı. Genzi yanarken sırtını duvara dayadı ve Azerel’in tamamen vücut bulmasını bekledi.


Ona baktığında herhangi bir kötülük bekleyemiyordu. Uzun boylu yüksek elfin güven verici bir doğası vardı. Ona şevkatle bakıyor ve mavi gözleriyle acıdığını belli ediyordu.


“Buraya gel çocuğum,” dedi Yu’nun koluna girerek.


Güzel kokuyordu. Onun götürdüğü yere gitti. Çıplak olduğu düşünüldüğünde bir erkekle kol kola yürümek tuhaf hissettiriyordu.


Azerel ona burada bulduğu kıyafetleri giydirdikten sonra zırhını kuşanmasında yardımcı oldu. Zırhın her parçasını bizzat üstüne geçirmişti. Yu bu esnada tamamen sessizdi. Kendini babasının yeni aldığı kıyafetleri özenle giydirdiği küçük bir çocuk olarak görüyordu.


“Burada bir şeyler daha görmüştüm,” dedi. Masalara özenle dizilmiş eşyaların arasında istediği şeyler yoktu ama bir çekmecenin üstünden pembe iplikle işlenmiş süslü bir cüzdan aldıktan sonra içine birkaç küçük şey attı. Sırtı dönük olduğu için Yu onun ne aldığını görememişti.


Azerel cüzdanı Yu’nun belindeki kemere sıkıştırdıktan sonra tekrar koluna girdi. Bu esnada alevler onların kulesine de ulaşmıştı ama Azerel ile birlikte yürürken ateş onlardan uzak duruyordu.


“Şu sıralarda Mora’nın güneyinde kendini kral ilan etmiş bir korsanın işgali var,” dedi onu merdivenlerden indirirken. Yu hiçbir şey demeden dinliyordu. “Batıya ya da İlonya’ya gidip bir gemiye binmeyi denemek de tehlikeli olur. Hâlâ bir şeytan olarak aranıyorsun. Ethalot’a zaten öylece giremezsin… Yani demem o ki Doğu Ethalot’u rotan olarak seç. Oradan önce Orta Ethalot’a, sonra da Batı Ethalot’a git. Kaş ya da Naşad’a ulaştıktan sonra Brahatul’a gitmek için bir gemi bulman zor olmayacak. Orada benimle buluşursun.”


Ethalot adını taşıyan dört krallık vardı. Ethalot denince herkesin aklına dördü arasında en büyüğü olan Ethatlot Krallığı geliyordu ama onun kuzeyinde doğu, kuzey ve batıya konuşlanmış üç krallık daha bulunuyordu.


“Beni götürmeyecek misin?” diye sordu Yu. Merdivenlerden inmiş ve kuleden çıkmışlardı. Etrafına baktığında gördüğü şey tam bir cehennemdi ama Azerel onun koluna girmişken korkuyu hissetmiyordu.


“Yapmam gereken işlerim var,” diye cevapladı Azerel. “Üstelik seni sadece kendi mutluluğum için kullanmak istemiyorum çocuğum. Bu yolculuk güçlenmen ve geri döndüğünde sevdiklerini kurtarman için sana çok yardımcı olacak. Sakın endişe etme, eğer tehlikeye düşersen senin için geleceğim.”


Kalenin surlarından dışarı çıkıp bir kez daha şehre baktığında durumun kuleye girdiği zamankinden daha kötü olduğunu gördü. Alevler daha da yükselmişti ve şehre dair hiçbir umut yoktu.


Ve kaleye gelen yolun aşağısından kırmızı bir zırh giymiş bir kadın geliyordu.


“Sanırım bu senin tehlikeye düştüğün an,” dedi Azerel. Tekrar beyaz bir dumana dönüşerek içine girdi.


“VALARFİN!” diye bağırdı Cornelia.

-------------------------

02.11.2022 - 20:30






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr