“ŞEYTAN!” diye bağıryordu tepeye çıkan kadın. “ŞEYTAN! ŞEYTAN! ŞEYTAN! ÖLDÜRECEĞİM SENİ!”
Yalnız başınaydı. Üstünde bir zırh ve elinde bir kılıçtan başka hiçbir şeyi yoktu. Yüzü kırışıklıklarla dolu ve gözleri morarmış olduğu için onu tanımak zordu. Zayıflık onun güzelliğine zarar verse de tamamen götürmeyi başaramamıştı.
Gördüğü galibarda rengi saçlar ve gözler tanıdığı sadece tek bir kişide vardı, Cornelia Dri Vermilia’da.
Onun nefretini anlıyor ve haklı buluyordu. Onun kendisinden böylesine nefret edeceğini daha önceden düşünmemiş olduğu için şaşırıyordu. Başka ne beklenebilirdi ki? Onu istemeden de olsa kendine âşık etmiş, kendi kardeşini öldürmesine yol açmış ve sonra şehrini yakmıştı. Onun nefreti tamamıyla haklı bir nefretti.
“GEBER!”
Cornelia kılıcını havaya kaldırdı ve çelik şehirde parlayan alevlerin ışığıyla ışıldarken üzerinde buz parçaları oluştu. Kılıç, Yu’ya doğru savrulduğunda buzdan oluşmuş bıçaklar hedefini hemencecik öldürmek için yola çıktı.
Yu buz bıçaklarının menzilinden uzağa zıplayarak kurtulmak istedi fakat yeterince hızlı değildi. Zırhı bile onu bıçaklardan korumaya yardımcı olmadı ve tüm vücudunda onlarca delik oluştu.
Bu aşamada ölmesi gerekiyordu.
Ve ölmediği için canı yanıyordu.
Buz onu yere yapıştırmıştı. Gözünün üstünden giren bir buz beynini parçalayarak kafasının arkasından çıkmış ve toprağa saplanarak başını kaldırmasına engel olmuştu.
Ama bulunduğu duruma rağmen ölü değildi. Göğsü şişip iniyor ve ciğerleri içine hava çekiyordu. Yu ise yaşadığı ana Azerel’in vücudunu ele geçirdiği ilk zamandaki gibi şahitlik ediyordu. Gözlerinin içerisinden sadece kırmızı tona sahip dünyayı izliyordu.
Azerel, Yu’nun aksine hiç zorlanmadan yerden kalktı ve Cornelia’nın karşısında dikildi.
“Zırhın henüz el değmemişti,” diye düşündü. Onun düşüncelerini Yu duyabiliyordu fakat Yu düşünme seçeneğine sahip değildi. Önceden olduğu gibi sadece bir şeyler isteyebiliyordu.
“GEBER!” diye bağırdı tekrar Cornelia. “YAŞAMAYACAKSIN! YAŞAMAYACAKSIN!”
Kılıcını savuruyor ve buzdan bıçakları Yu’nun üstüne fırlatıyordu. Azerel, Yu’nun vücudunu iyileştirirken Cornelia’nın büyüsüne aldırış etmeden yürüdü. Bıçaklardan kaçmayı denemiyor ve kendisine isabet etmesine izin veriyordu. Daha sonra tüm yaraları iyileştirse de Yu için acının varlığı geçmiyordu.
“GEBER! GEBER! GEBER! GEBER! GEBER!”
Azerel, Cornelia’nın önüne gelene dek yürüdü. Cornelia’nın önüne geldiğindeyse nefretle dolu düşes kılıcını kaldırdı ve Yu’nun boynuna indirdi.
Ne kadar tuhaf olduğunu kelimelerle anlatması mümkün değildi. Hissettiği acıyı bile tarif edemiyordu. Başı yere düşer ve yuvarlanırken gözlerinin içinden dünyayı izledi.
Yere düşmüş başına Cornelia’nın hırıltıları geliyordu. Başsız kalmış gövdesine saldırıyor ve hâlâ dinmemiş öfkesini bastırmaya çalışıyordu.
Yu’nun elindense beklemek dışında bir şey gelmiyordu. Korkmak ve acı çekmek sıradanlaşmıştı ve Azerel onu böyle bir anda bırakıp gitse içinde oluşacacak hissiyatın bir adı yoktu.
Azerel gitmedi. Yu ne olduğunu anlamadan başı tekrar yere düşmüş gövdesinin üstünde belirdi. Cornelia bizzat şahit olduğu manzaranın korkunçluğuna ve muazzamlığına hiç aldırmıyordu.
“Cornelia,” dedi Azerel.
Konuşan kişi Yu olduğu için Cornelia karşısında aslında bir başkasının olduğunu anlamıyordu. Kılıcını, Yu’nun boynuna saplayan Cornelia, üzerine kan kusulmasını sağlarken Yu’ya da acı sunmuştu.
Azerel saldırıya saldırıyla karşılık vermedi. Cornelia’nın ellerinden tuttu ve kılıcı boynundan çıkarttı. Cornelia ellerini oynatamayınca ayaklarıyla saldırmayı denedi ama kılıcın etkisinin uzağından bile geçmiyordu.
“Seni sevdim, Cornelia.” Azerel, Cornelia’yı dudaklarından öperken Yu içeride çıldırmak üzereydi.
Azerel’i, kendi vücudunu yere yatırıp yumruklamak istiyordu. Bunu yaptığı için Cornelia’nın ayaklarına kapanarak af dilemek istiyordu. Tövbe etmek istiyordu. İşlediği günahtan arınana dek yanmak istiyordu.
Onu öpmemeliydi. Onu kirletmişti. Onurlu bir adam olmak istemişti fakat Azerel onu bir kez daha günaha sokmuştu.
“Her şeyi düzeltmenin bir yolunu buldum,” dedi. Nazik, umut dolu ve tutkuluydu. “Benimle gel. Yaptığımız her şeyi geri alabiliriz. Şehri-”
Cornelia’nın bilekleri tutulmuştu fakat bu büyü yapmasına engel değildi. Havada yarattığı iki bıçak Yu’nun başının iki yanından saplandı. Yu bir kez daha ölmüştü. En azından ölmüş olmalıydı.
Azerel büyüyü eritir ve Yu’yu iyileştirirken ona saldırmaya devam eden Cornelia’yı ısrarla ikna etme çabalarını sürdürdü.
“Zamanda geriye giderek tüm günahlarımızı affettirebiliriz. Beni istemiyor muydun? İşleri düzelttiğimizde evleniriz ve-”
Boynunda sıcak bir nefes hissetti. O sıcak nefes bir saniye bile geçmeden sıcak bir dokunuşa döndü ve henüz bir kalp atışlık süre dolmadan Cornelia’nın dişleri boynuna girdi. Cornelia, Yu’nun şah damarıyla birlikte boynundan bir parça kopartırken Yu yine tepki veremediği acısını çekmeye başladı. Azerel ise başını dik tutmaya devam ederek Cornelia’nın ellerini bıraktı.
“Onu rahat bırak!” demek istedi yaşadığı acının arasında ama konuşamazdı.
Azerel sol elini kaldırdı ve Cornelia’nın boynuna savurdu.
“NEDEN!”
Cornelia yere düşerken boynundan Yu’nun üstüne kan fışkırmıştı. Azerel tam bu esnada kontrolü geri vermiş, Yu çığlık atarak Cornelia’nın üstüne yığılmıştı.
“ONU İYİLEŞTİR!” diye bağırdı Cornelia’yı kollarının arasına alırken. “ÖLMESİNİ İSTEMİYORUM! ÖLDÜRMEK İSTEMİYORUM! YANLIŞ BİR ŞEY YAPMADI! ONU İYİLEŞTİR! İYİLEŞTİR! İYİ-”
Ölmekte olan Cornelia’nın nefreti o kadar büyümüştü ki son nefesini vermeden önce tekrar buzdan bir bıçak oluşturup Yu’ya fırlattı. Bıçak, Yu’nun sağ gözünden içeri girdi ve Yu düşerken suratı Cornelia’nın yarılmış boynuna denk geldi.
Yine onun yüzünden bir şeyler mahvolmuştu. Doğası gereği insanlara zarar vermekten kendini alıkoyamıyordu. Cornelia o olmadan yaşayabilirdi fakat o var olmuş, ona umut vermiş, onu delirtmiş ve delirdiği için onu öldürmüştü.
İyileşmek için daha ne kadar yanması gerekecekti? Hangi tedavi onu bu işleri batırma hastalığından kurtarabilirdi?
Cornelia bunları hak eden biri değildi.
Nasıl düzeltebilirdi? Biliyordu. Düzeltmek için yapması gereken ona söylenmişti.
Belki de Azerel’in onu öldürme sebebi onu düzeltmeye motive etmekti.
Ama onu öldüren Azerel miydi? Yu kendi eliyle öldürmüştü. Yine öldürmüştü. Öldürmüştü.
Azerel’den nefret ediyordu. Kendinden nefret ediyordu.
Ama nefret etmemeliydi. Nefretin sonu iyi bitmezdi. Nefret sahip olması gereken erdemlerin arasında değildi.
「Ona bir şans tanıdın, çocuk,」 dedi Azerel. 「Bu şansı reddetti. Senin suçun değildi. Sana zarar verecekti.」
Ona zarar verecek seviyeye ulaşmasında tek sorumlu yine oydu. Azerel böyle kelimelerle ruhunu rahatlatamazdı. Başındaki yara iyileştirken Cornelia’nın üstünden kalktı ve suratından kan damlarken öldürdüğü kadının yüzüne baktı.
Aslında… Güzeldi.
Fakat o güzellik yok edilmişti.
「Çocuğum, önüne bakmayı öğrenmen gerekiyor. Geçmişe dönemezsin ama geleceğe gidebilirsin.」
Sözü ne kadar ironikti.
Yu ayağa kalkmadan önce Cornelia’yı alnından öptü ve açık kalmış gözlerini kapattı.
“Onun vücudunu,” dedi öldürdüğü kadına bakarken. “Yakmanı istiyorum. Bu şekilde kalmamalı… Onu böyle bırakmak istemiyorum.”
「Tabii ki.」
Yu, Cornelia’nın ayağının ucunda bir kıvılcım görmeden önce sırtında bir elin onu ittiğini hissetti ve düşesin vücudu alevler tarafından sarmalanırken ileriye doğru bir adım atmaya zorlandı.
「Kıymetli çocuğum, yaptıklarımı zalimce bulmuş ve benden nefret etmiş olabilirsin lakin tüm bunlar senin için.」
“Benim için mi?” diye sordu inanamayarak.
「Elbette çocuğum! İstesem senin kılığında dolaşarak amaçlarıma ulaşabilirdim. Lakin senin de gelişmeni, kendi hayallerinin peşinden koşmanı istiyorum. Bunu bir babanın evladına olan duyguları olarak görebilirsin.」
Sözlerini onu kandırmak için söylediğini biliyordu… Biliyordu ama hâlâ ruhuna dokunuyordu. Henüz yeni Cornelia’yı öldürmüş olmasına rağmen, Azerel’in sözlerinin etkisi ona inanması için kuvvetli bir arzu yaratıyordu.
Yine de gözlerinin önünde duran gerçeği göremeyecek kadar kör olması mümkün değildi. Azerel hedefine gideceğine inandığı yolda her türlü canavarlığı yapacak kötü bir adamdı.
「Bu yolculuğun seni yetiştirmesine izin ver, çocuk. Çöle vardığında farklı biri ol, çölden çıktığında farklı biri ve geri döndüğümüzde bambaşka bir adama dönüş. Ondan sonra kızını, onun annesini ve Cornelia’yı kurtarabilirsin.」
Yu yere bakarak yürürken şehirden gelen sesler azalmaya başlamıştı. Artık insanlar sokakta çılgınca koşuşturmak yerine evlerde saklanıyor ve bir umutla ölmemeyi bekliyordu.
「Aslında… Ancak böyle kurtarabilirsin.」
“Peki ya sonra?” diye sordu Yu.
「Sonrası basit değil mi? Onları kurtardıktan, güven içinde evlerine ulaştırdıktan sonra hayatlarından çıkacaksın.」
Yutkunmak öylesine zordu ki bir an için nasıl yapacağını unutmuştu.
「Sen de biliyorsun. Çocuğum… Söylemesi zor fakat onların yanında uzun süre durursan yine zarar görmelerine sebep olacaksın. Onları kurtarmak için yaptığın her şey boşa gitmiş olacak. Rie sana canını geri verdi ve sen onun canını aldın. Bunu düzelt, borcunu öde ve uzaklaş.」
Eğer her şeyin sonunda onlardan uzaklaşacaksa bu kadar uğraşmasına ne gerek vardı?
Lanetlenmişti.
Bu kelimeleri düşündüğü için bir başka günaha batmıştı.
Onları, onlara sahip olabilmek için kurtarmayacaktı; öyle yapması gerektiği için kurtaracaktı. Hayatlarını çalmıştı ve geri vermek zorundaydı. Zaten bir defa onlardan aldığı ve hakları olan hayatı geri verdiğinde, yaptığı şey için bir ödül beklemeye hakkı yoktu.
Hem onlarla birlikte bir hayat yaşamak istese bile bu nasıl olacaktı ki? Azerel ona ömrünü uzatabileceğini söylemişti fakat bu, bu dünya için geçerliydi. Zamanı geri aldığı vakit Azerel ile bağları kopacaktı. Ondan zaman geri alındıktan sonra da onun ömrünü uzatmasını isteyebilirdi, Azerel onun hastalığını yenmesini sağlayacak güce sahip gibi gözüküyordu.
Fakat ejderha ile bir anlaşması vardı ve yalnızca o ejderhanın kalbinin peşinden gidebilirdi. Beş yıl içerisinde ejderhanın görevini yerine getiremezse ruhu parçalanacaktı.
Ruhunun parçalandığı senaryoda eğer yanında Rie ve Yurine olursa onların nasıl bir kedere boğulacağını düşünmek yüreğini ağırlaştırıyordu. Onların yanında olmak, bir şekilde öldüğünde bile onların zarar görmesini sağlayacaktı.
Azerel haklıydı. Zamanı geri aldıktan sonra yapması gereken şey Rie ve Yurine’nin yaşamını garanti altına almak, onlara yakınlaşmadan evlerine götürmek ve önlerindeki engelleri kaldırmaktı. Sonra da Cornelia ile ilgilenmeli ve ona da iyi bir hayat sunmalıydı. Eğer önlemek için orada olmazsa Cecilus ihanet ederek Cornelia’yı öldürecekti.
Ve Sivina vardı. Ana, Satoshi, Raul… Onlar da Kızılşapel Katili’nin peşinden gidecek ve Yu’nun yaptığı plan olmazsa muthemelen öleceklerdi. Onları da kurtarması ve düzgün bir hayat sunması gerekiyordu.
Ama bir yandan da eğer onlara fazla yaklaşırsa uğursuzluğu ve basiretsizliğiyle onların hayatına tekrar kötü etki edecek, belki de tekrar Nekoverine’ye ulaşması gereken bir yolculuğa çıkmak zorunda kalacaktı.
Terazi Kardinali’nin sahip olduğu gibi bir gücü olsaydı zamanla bir sorunu olmazdı fakat yaptığı her yanlışı düzeltmek için aynı yolculuğu tekrar edemezdi.
「Evet, çocuğum; anlıyorsun ve yapman gerekenin ne olduğunu biliyorsun. Geçmişe bakma, geçmişinde görevlerin dışında bir şey bırakma. Geleceğe yürü ve insanları kurtar. Bir kahraman böyle yapar.」
“Ben bir kahraman değilim.”
Yu Valarfin sadece yürüyen bir adamdı. Önünde bulduğu yolda yürüyor, farklı bir yola geçmek istiyor ama bunu bir türlü başaramıyordu. Yaptığı şeyler hem onun seçimiydi hem de ona sorulmamış, yapmaya itildiği şeylerdi.
「Fakat bir kahraman olacaksın. Onları kurtarmak için o iki katili öldürdüğünde insanlar seni öyle anacak. Tabii eğer kendini hiç göstermezsen o zaman işler değişir. Hmm… Sanırım o zaman gerçek bir kahraman olursun.」
Şehre yaklaştıkça üzerinde hissettiği baskı artıyordu. Kandan nehirler sokaklardan aşağı akıyor, alevler evlerin çatısında tütüyor ve sinekler bile yerdeki cesetlere yaklaşmaya çekiniyordu.
Şehri neredeyse tamamen kaplayan duman yüzünden öksürdü. İnsanlar başka bir şekilde ölmese bile dumana uzun süre maruz kalmaktan zehirlenip hayatlarını kaybederdi.
“Şeytan,” diye iç geçirdi siyah kıllarla kaplı bir yaratık gördüğünde.
Yaratığın boyu iki metreden fazlaydı ve iri bir vücuda sahipti. Ellerinde ve ayaklarında gümüşi renkte uzayan pençeler kılıcı andırıyordu ve sırtında yarasalarınkini andıran kanatları vardı.
Yaratığın yüzündeki kıllar kan yüzünden kırmızıya dönmüştü ve kılların arkasındaki gözler gözükmüyordu. Ama insan etinin parçaları kalmış sivri dişlerini o başka insanları yerken görmek mümkündü.
İrkildi ve insanlığa zarar veren şeytanları yok etmek ya da bu uğurda ölmek adına kılıcının kabzasına elini götürdü.
「Gerek yok.」
Yu’nun kılıcına sarılan eli, anlamsız bir güvenle geri indi. Azerel’in yanındayken, Azerel dışında kimsenin ona zarar veremeyeceğini düşünüyordu. Azerel evladını koruyacak bir babaydı.
Yine de kısa sürede böyle düşüncelere kapılması, özellikle Azerel’in yaptıklarını gördüğünde tuhaftı. Daha da tuhafı ise kapıldığı düşünceleri sorgulamıyor oluşuydu.
“Şehri kurtarabilir miydin?” diye sordu Yu.
「Deneyebilirdim. Belki. En azından sana saldırmalarına engel olabilirim.」
“Neden kurtarmadın?”
Şehri yakışının ardından kaçtığı için arkasında nasıl bir şey bıraktığını bilmiyordu fakat bugünkü kadar kötü olamayacağına emindi. Şu anda şehir cehennemden bir parçayı anımsatıyordu.
Buna engel olacak kadar güçlü olmadığı için üzgündü.
Buna engel olmayı denemek yerine Azerel’e uyduğu için günahkârdı.
“Onlara karşı dövüşmeliyim… Ölsem bile… Daha fazla günaha giriyor-!”
Gökyüzünden düşen siyah bir cisim soluğunu kesmişti.
Cisim herhangi bir yerden gelmiyordu, bir anda belirmişti ve uzaktan bile çok büyük gözüküyordu. Düştüğü yerden büyük bir toz bulutu yükseldi ve çevresindeki binaların çöküşüne ana caddeden yürüyen Yu şahitlik etti.
“İnsanlara zarar verecek!” diye bağırdı cismin düştüğü yere koşmaya başlamadan önce.
Bacaklarını hızlıca hareket ettirirken Azerel’in onu durdurmasını, orada olacak şeyleri görmezden gelmesi gerektiğini söylemesini bekliyordu fakat adam suskundu. Yu’nun kendi gözleriyle gerçekleri görmesini istiyordu.
Böylece cismin düştüğü sokağa ulaşmak için koştu. Yıkılmış ve yanmış binaların arasında geçerken hâlâ yanmaya devam eden ve mucizevi şekilde alevlerin hiç sıçramadığı bazı binaları gördü. İçeride saklanan birileri olup olmadığını ve onlar için neler yapabileceğini merak ediyordu.
「Belki evlerde insanlar vardır,」 dedi Azerel. 「Ama ya yoksa ve boş yere zaman kaybedersen? Ya cismin düştüğü yere gittiğinde geç kaldığın için insanların öldüğünü görürsen?」
Azerel durmasına engel olmuştu. Belki şu anda pencerelerde insanlar onun koşuşunu izliyor ve yardım umuyordu fakat Yu ikna edilmeyi seçerek onların varlıklarını görmezden gelmiş, koşmaya devam etmişti. Bu seçimin onu pişman etmemesi için hiç umursamadığı tanrılara dua ediyordu.
「İkinci kötü senaryo da buraya geldiğinde herkesi ölü bulman ve buraya gelmeyi seçerek arkanda bıraktıklarını kurtaramamandı,」dedi Azerel ve Yu’nun karşılaştığı durumu izah etti.
İnsanlar tanınmayacak hâldeydi. Alevler onların parçalanmış vücutlarının üstündeydi. Kan kokusu havaya ağırlık katıyordu. Düşen siyah cismin vücudu delik deşik olmuştu fakat onun öldüğünden emin olamıyordu çünkü yere düşmemiş, dizlerinin üstünde hareketsiz bir şekilde kalmıştı.
「Çocuğum, şimdi kendi gözlerinle hiç kimseyi kurtaramadığını görüyorsun. Bunun için fazla zayıfsın ve şimdi onları kurtarmış olsaydın bile bunun değeri olmayacaktı. Senin dışında bu dünyada yaşayan hiç kimsenin bir değeri yok.」
Artık şehirde insanların kalmadığına, kalanlara da yardım edemeyeceğine emindi. Azerel en doğrusunu söylüyordu ama Azerel’in dedikleri doğru olsa bile kabul edemezdi. Kabul etmek vazgeçmek olurdu ve vazgeçmeyi de günah sayardı.
Gerçekte hiçbir şey yapamayacak olsa bile ve zaman geri sarıldığında kimse hatırlamayacak olsa bile o hatırlayacaktı. Onun için önemliydi. Eğer şimdi aramaktan vazgeçerse bir günahkâr olmaktan asla kurtulamayacaktı.
“Ama neyi arıyorum ki?”
“Bilmiyorum.”
“İnsanları mı?”
Tekrar yürümeye başladığında sıcaklığı hissetti. Bir süreliğine ateşin sıcak olduğu bilgisini unutmuştu ve üstündeki zırhın varlığı aklından çıkmıştı.
「Gerçekten mi? Yürüyüp birilerini mi arayacaksın? Onları kurtarsan bile ne olacak ki? Onları nereye götüreceksin? Senin yanında daha fazla zarar görmeyecekler mi? Zaman geri sarıldığında onları kurtarmak için bugünün gelmesini mi bekleyeceksin?」
Sorular onu boğazlıyordu. Daha iyi nefes alabilmek için ağzını açtı ve havayı içeri çekti. Sonra öksürmeye başladı, şehrin havası onu zehirliyordu.
「Umutsuz vaka gibi davranıyorsun çocuk. Şehirden gidelim ve yolumuza bakalım. Brahatul’a kadar önünde çok uzun bir yol olacak.」
Yu, Azerel’i reddetti. Elbette onu uzun vadeli planlarında reddetmesi mümkün değildi fakat böyle küçük bir şeye hakkı olduğunu düşünüyordu. Şehir yok olana kadar içinde dolaşmak ve yaşayan herhangi biri var mı görmek istiyordu.
Azerel buna müsaade ettiğinde ve yürüyüş yolunu değiştirmediğinde önceden edeceği itirazlarla bir şeyler değiştirebilir miydi merak etti. Azerel’in gücü aşılamaz gözüküyordu fakat belki çok fazla uğraşırsa, en azından vicdanını rahatlatacak kadar karşı koymayı başarabilirdi.
“Vicdanımı rahatlatmam önemsiz, hayır… Vicdanım rahat olsa bile gerçek değişmeyecek.”
Caddenin yukarısına doğru yürürken bir kan nehrini takip ediyordu. İlerlerken sokak aralarına bakıyor, birkaç canlı insan görmeyi umuyordu. En azından insanlara dair bir ses iyi olurdu.
“Kadere karşı gelmek demek ki mümkün değil,” diye düşündü. “Şehir bir kere yandı ve ayakta kaldı ama yok olmak onun kaderiydi. Bu yüzden, şimdi yok oluyor… Bu, bu olmamalı… Kader yenilebilmeli…”
Geçtiği her sokak arasında cesetler görüyordu. Sadece adamlar değil, kadınlar ve çocuklar da acımasızca katledilmiş, vücutları tahrip edilmiş, parçalanmış ve yakılmıştı.
Bunları yapanlar şeytandı ve Yu da bir zamanlar bu insanları aynı kadere maruz bırakmıştı. Kendisine bir şeytan demeyecekse ne diyecekti?
Yol başka bir mahalleye bağlanmadan önce son bir sokağın önünden geçecekti. İlerlerken bacaklarının zorlandığını hissetti, Azerel daha fazla yürümesini istemiyordu.
「Çocuğum, kimse yok işte. Hadi dönelim.」
“Yürüyeceğim,” dedi Yu. “Lütfen yürümeme izin ver. Tek yapabildiğim yürümek.”
Birkaç adım daha attı ve son ara sokağın ucuna geldi. Burada da hiç kimseyi bulamayacağını düşünerek göz ucuyla soluna baktı.
Azerel tarafından iyileştirilmiş yakışıklı yüzü, sadece onda olan mor gözleri ve bir zamanlar giyerken görüldüğü zırhıyla birinin, özellikle de özel bir kadının onu unutması mümkün değildi.
“Yu,” dedi kucağında bir bebek taşıyan sarı saçlı kadın.
-------------------------
03.11.2022 - 20:00
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..