Sivina ve Herict arasındaki dövüş Marak’ın arkasında devam
ediyordu ve az önce oluşan patlamayı da görmüştü. Basit bir mantıktı ama suyun
aleve üstün geleceğini ve Sivina’nın kaybetmeyeceğine dair kuvvetli bir his taşıyordu.
Karısı kaybetmeyecekti. Bu yüzden Sivina tekrar ayağa kalkarken Yu kendi
rakibine odaklandı. Onu öldürmek ve karısına yardıma gitmek istiyordu ama
canavarı yenmenin kolay olmayacağının farkındaydı.
Ölü kılıcı Marak’ın canlı kılıçlarıyla her buluştuğunda şan-sunun gücünü hissediyordu. Canavarın kasları Yu’nun insan kaslarının karşısında ilahi denecek kadar kuvvetli kalıyordu. Yu iki kolunu kullanarak bile onun kılıçlarını zar zor karşılayabiliyordu.
Fakat hissettiği tek kuvvet Marak’a ait değildi. Kılıçların kuvvetini de hissediyordu. Kılıçların sunduğu teklifi kabul edecek kadar iradesiz davranmış ve Yu’ya aynı teklifi kabul etse ne olacağını göstermişti.
Vücudundaki damarlar şişip kalp gibi atıyordu, gözleri öldürme aşkıyla alev alev yanan bir kırmızıya dönmüştü ve vücudunu yavaşça kaplayan siyah dövmelerden çürük kokusu yayıyordu. Zaten bir insan değildi fakat kılıçları kabul ederek akıllı bir canlı olmayı da bırakmış ve tamamen kılıçların şeytani zevk ve arzularını tatmin etmek için çalışan bir şeytana dönüşmüştü. Bir Vazgeçilen olarak onunla konuşup anlaşmak hiçbir zaman mümkün olmasa da şimdi öncekinden de fena bir hâl almıştı.
“ÖL!”
En azından bazı kelimeleri düzgün bir şekilde telaffuz etmeyi öğrenmişti ama elinde tuttuğu kılıçlar sadece rüzgârı keserken ve onun çeliğiyle çarpışırken konuşmasına rağmen basit seslerden ibaret olan kelimelerini, Marak’ın kelimelerine kıyasla daha iyi aktarıyordu.
Kılıçlar kan istiyordu, et istiyordu, ruh istiyordu. Marak’ın öfkesi ve kiniyle beslenmiş, Yu Valarfin’i avlamayı bir hayat amacı olarak belirlemişlerdi.
“DAY!”
Sürüklendiğini biliyordu. Ayakları suyu yararak gerilerken köprüye doğru ilerliyordu ve bu gidişle köprüyü geçip daha da geriye gidecekti. Belki onu kasabanın çıkışına kadar sürüklerdi, belki dövüşleri tarlalara kadar uzanırdı. Bu noktada herhangi bir şey söylemek zordu çünkü kılıçların sonraki hamlesi dövüşü anında bitirebilirdi.
Fakat dövüş burada bitecekse bunun kendi lehine değil de Marak’ın lehine biteceğini düşünüyordu. Daha açık olmak gerekirse hissediyordu çünkü düşünmek şu anda yapabildiği şeyler arasında değildi. Marak’ın dört elinde dört kılıç vardı ve bu dört kişiye karşı savaşmak gibiydi. Canavar her bir kolunu etkili bir biçimde kullandığından Yu sadece tek bir kılıç elini yenmeyi başarsa bile kalan üç el canını almak için orada olacaktı.
Onunla dövüşmeye devam etmek için seçebileceği seçeneklerden biri hana girmekti. Birden fazla rakibin karşısında dövüşürken dar bir koridorda olmak açık alanda olmaktan daha iyiydi çünkü bu sayede dövüşeceği kişilerin aynı anda saldırmasının önüne geçerdi.
Marak’ın da iri bir vücudu vardı ve elinde tuttuğu dört kılıcı hanın koridor ve odalarının içinde burada olduğu kadar rahat sallayamazdı. Hana girmek sayı üstünlüğünden kaynaklanan dezavantajı ortadan kaldırarak dövüşün yönünü lehine çevirebilirdi.
Tek endişesiyse Sivina’dan uzaklaşmak ve yardıma ihtiyacı olduğunda yardımına koşamamaktı ama Marak varken zaten istese de ona yardım edemeyecekti. Hem artık bunun hakkında endişelenmek için çok geçti çünkü Marak onu köprünün üstüne kadar sürüklemişti.
Yani kendi dövüşüne tüm gücünü vermek dışında yapabileceği başka bir şey, seçebileceği başka bir seçenek bulunmuyordu. Kendini siyah kılıçlardan korurken gerilemeye devam edecek ve hana girip Vazgeçilen’i orada yenmeyi umacaktı.
Tabii hana kadar olan yolculuğunun aynı şekilde devam edeceği de şüpheliydi. Marak’ın gücü açıkça onunkinden üstündü ve şimdi bile tek yapabildiği kaçmaktı. Canavar saldırıları isabet etmedikçe daha fazla sinirleniyordu ve sinirlendikçe daha güçlü vuruyordu. Öyle ki köprüyü geçerken gelen darbeleri kendi kılıcıyla durdurmak gittikçe zorlaşmıştı ve yanlış bir hamlede canavarın kılıcının altına koyduğu kılıcı, canavarın gücünün karşısında yenik düşebilir ve kendi vücudunu kesebilirdi.
Marak’ın saldırıları arasında yakaladığı bir boşlukta düşmanının yeşil vücudunun arkasında yükselen altın rengi zırhı gördü. Yaptığı sürpriz saldırıyla aslan miğferli savaşçıyı dövüşten elemeyi ummuştu ama adam giden gözüne rağmen ayağa kalkıp saygı duyulası bir iradeyle savaşmayı seçmişti.
Tabii ki de öyle yapacaktı. Yu ondan bir gözünü aldıktan sonra hâlâ savaşacak gücü olmasına rağmen öylece bekleyip dövüşten çekilecek hâli yoktu. Rakibinin gösterdiği iradenin karşısında duyduğu saygı nişanesi olarak Yu onun hak ettiği seviyede bir rakip olacak ve bir savaşçının hak ettiği şekilde onurlu bir ölüm bahşedecekti.
“DAY VALARFİN! DAYİ ET ORİ RAVO İN SHAN THAO!”
Kelimeleri anlamış olmak onu hiç korkutmamıştı. Korkmasına da gerek yoktu. Rakibinin güçlü olduğunu biliyordu, rakibinin zaten güçlüyken bir de şeytani bir güçle lanetlenip mevcut gücüne güç kattığını biliyordu ve bir başka rakibin daha karşısına çıkmak üzere olduğunu biliyordu. Tüm ihtimaller onun aleyhineydi.
Ama hiç önemli değildi. Yu Valarfin bir zamanlar olan çocuk değildi. Şimdi yeteneğinin ve yapabileceklerinin farkındaydı ve hiçbir bahaneye sığınmaya çalışmayacaktı. Belki ona bu yeteneği bahşedenler tanrılardı, belki sadece genetikti belki yalnızca şanstı. Neden onun elinde olduğunun önemi yoktu. Yeteneği sayesinde ikisini de öldürebileceğini biliyordu ve bilmesinin önemli olduğu tek şey buydu.
“DAY!”
Tek bir kusur ölümüyle sonuçlanacaktı fakat reflekslerinin kontrolü ele almasına izin verdi ve bir büyü taşını eline alarak havadaki Rileon’a fırlattı. Adam bu sefer kılıcını kullanarak taşın yüzüne ulaşmasını engellemişti ama Yu’nun gözünde bu başarısız bir saldırı değildi. Aksine olmasını beklediği şey buydu. Havadaki rakibinin sağlam bir iniş yapmasının önüne geçmiş, Marak’ın dikkatini bir anlığına yukarıya çekmiş ve canavara yaklaşma şansı elde etmişti.
Devamı o kadar hızlıydı ki bir gün Yu’dan dövüşü anlatmasını isteseler burada ellerini nasıl kullandığını, ayaklarının dans eder gibi hareket edişini ve kılıcı kısa bir süre için kaç defa salladığını anlatamazdı. Hareketin merkezindeki Yu için bile bu süre göz açıp kapayıncaya dek geçen bir rüya gibiydi. Zihninin ulaşamayacağı kadar hızlı, rakibin hayal edemeyeceği kadar şaşırtıcıydı.
Kılıcını tek eline alıp Marak’ın yüzüne götürdü. Marak tek kılıcıyla kendini korumuş ve diğer üç kılıcıyla birlikte Yu’ya saldırmıştı. Bu saldırılar Yu’nun vücuduna ulaşmadan önce Rileon arkasına inmiş, kılıcını saplamak üzere Yu’nun sırtına götürmüştü.
Yu hamlesinin bu olacağını hissetmişti. Arkasına bakmadan çekildi ve Rileon’un kılıcını çeliğinden tuttu. Sol eli sayesinde yara almamış ve silahının hareket etmesini aniden durdurarak Rileon’u şaşırtmıştı. Devamında bununla kalmadı, hâlâ Marak’ın kılıçları onu öldürmek için geliyordu. Rileon’un kılıcını tutup çekti ve kılıcın sahibini sürüklerken çeliği Marak’ın sağ alt eline saplayarak kılıçlarından birini düşürmesini sağladı.
Başarılı bir hamle yapmıştı fakat gerçek başarıya zarar görmeden ikilinin arasından çıktıktan sonra kavuşacaktı. Marak’ın diğer iki kılıcından kurtulmak için eğildi fakat hesap etmediği şey rakibinin sadece dört kollu bir canavardan ibaret olmadığıydı.
Arzuladığı şekilde her şey başladığı ve devam ettiği kadar akıcı bir şekilde sonlamadı. Marak kılıçları atlatan Yu’ya elinin acısından aldığı güçle tekmesini geçirdi.
Havalanmadan önce arkasında duran Rileon’a çarptı ve onunla birlikte yerden yükselirken kanın ağzından fışkırışına tanık oldu. Çıkardığı kanın birazını da havadayken yuttuğu için nefesi kesilmişti. Kılıcını düşürmesine engel olan tek şey karnına aldığı darbenin acısının vücudunu sarmasıyla kasılan parmaklarıydı. Hayatı boyunca böyle sert bir darbeyle karşılaştığını hatırlamıyordu. Karnındaki çelik bile parçalanmış ve midesinin ağzından dışarı çıkacağını zannetmişti.
Havada ne kadar ilerleyeceklerini tahmin etmesi güçtü fakat camın kırılma sesini işittiğinde yolculuklarının ilk durağına gelmişlerdi. İkinci durağaysa girdikleri odanın içindeki bir duvara çarpmalarının ardından yere düşerek zemini kırmaları ve bulundukları binanın bir alt katına geçmeleriyle ulaştılar.
Yu şimdiye dek çoktan ölmüş olacağını düşünürdü fakat ağzındaki kan tadını hâlâ alabiliyor olması ve acı hissinin devam etmesi ona yaşadığını ve bir süre daha yaşamaya devam edebileceğini söylüyordu. Ayağa kalktı ve Rileon’dan uzaklaştı. Onun hâlâ yaşadığını görüyordu ama yerdeki bir rakibe saldırmak pek onurlu bir hareket olmayacaktı.
Karnının acısını tekmeyi yediğinden beri hissediyordu fakat acının tüm etkisini hissedebilmek için ayağa kalkıp yürümesi gerekmişti. Tekrar kan kusarken dizlerinin üstüne çöktü ve iksirlerin sağlam olup olmadığını kontrol etti.
Vücudunun sınırlarını kaldıracağı söylenen siyah lekeli iksir sağlam bir şekilde kemerinde duruyordu fakat şu anda asıl ihtiyacı olan şifa iksiri kırılmış ve kırmızı sıvı düştüğü yere dökülmüştü.
“Onları yenecek kadar…”
İksiri açtı ve içti. İksirin tadı yoktu fakat ağzındaki kan tadının boğazından aşağı inmesi öğürmesini ve içtiği iksirin birazını çıkarmasını sağlamıştı. Yine de yere dökülmesine izin vermemiş ve tamamını midesine geri indirmişti.
Ardından elini karnına götürdü ve parmaklarının arasına akan sıcak kanı hissetti. Çeliğin aldığı darbenin ardından sadece yamulmasını daha mantıklı ve fizik kurallarına uygun bulurdu ama Marak’ın darbesi onu parçalamıştı. Belki böylesi daha iyiydi. Göğüs zırhını çıkarmadan yamulmuş karın zırhını çıkaramazdı ve yamuk bir karın zırhıyla gezmek vücudunun şeklini bozacağından savaşmaya devam edemezdi.
Rileon dövüşmek için ayağa kalkarken Yu kalan üç büyü taşından birini sol eline aldı ve kılıcını rakibine doğrulttu. Adam kendi kılıcını düşürmüştü fakat kemerinde taşıdığı bir hançer vardı ve onu kullanarak savaşmaya kararlıydı.
“VALARFİN!”
Sesi duyduğu gibi tuttuğu büyü taşını karşısındaki rakibe değil, tavanda yeni açılan delikten inen Marak’a fırlattı. Taş yeşil şan-sunun ayaklarının altında patladı ama taşı harcamasına gerek olmadığını Marak onların aksine düştüğü yerde kalmadığında ve cüssesiyle yerde bir delik daha açıp alt kata geçtiğinde anladı. Ardından zeminin kırıldığına dair sesi birkaç defa daha duydu. Tek bir kat Marak’ı durdurmaya yetmemiş, canavar birkaç kat aşağıya düşmüştü.
Rileon, Marak’ın sahneye hızla girip aynı hızla çıkışının ardından Yu’nun üstüne atladı fakat başka bir büyü taşının yüzüne çarpmasıyla başarılı bir iniş yapmayı beceremeyerek rakibinin ayaklarının önüne düştü. Büyü taşı tekrar adamın sol gözünün, daha iyi bir tabirle ifade edilmesi gerekirse sol gözünden kalanların üstünde patlamış ve aynı yerin tekrar acıyla yanmasına sebep olmuştu.
Aynı numarayla aynı yerden ikinci defa vurulmak şüphesiz onun için utanç vericiydi ama aynı hareket ile karşılaşan kişi kendisi olsaydı bir şey yapamayacağını bildiğinden rakibini küçümsemek gibi aşağılık bir hareket yapmayacaktı.
“Kararlılığını takdir ediyorum,” dedi kılıcını adamın sağlam gözüne saplamadan önce.
Ama karşılaştığı kararlılık tahmin ettiğinden daha takdir edilesiydi. Rileon gözüne gelen kılıcı bıçağıyla engelledi ve Yu’nun ayağına tekme atarak onu yere düşürmeyi denedi. Yu zıplayarak tekmeden kurtulsa da adam kolunun üstünde havalanıp karnına ikinci bir tekme attığında acı hissetmese de kan tükürdü ve geriledi. Rileon tekmesinin hemen ardından iki ayağının üstünde doğruldu ve bıçağıyla üstüne atladı. Vücudu iyi bir durumda olmasa da iksir sayesinde rahat bir şekilde hareket edebilen Yu darbelerden sıyrılarak kurtuldu.
Rileon her ne kadar güç bakımından ondan çok üstün olsa da onun gibi bir kas yığının Yu kadar esnek hareketler yapması fiziksel açıdan mümkün değildi. En nihayetinde vücudunun belirli yerlerinde taşıdığı kas kütleleri vardı ve bu kütleler yalnızca belirli bir yere kadar hareket ediyordu.
İri adamın bıçak darbelerinden kaçarak kurtuldu fakat bir noktada kaçacak yerin kalmadığını düşünüp kılıcını bıçağın önüne koyunca adamın kollarının kuvvetine dayanamadı ve tuttuğu kılıcı yere düşürdü. Rileon toparlanma fırsatı vermeden bıçağını Yu’nun sağ gözünün üstüne götürerek ondan alınan göze karşı bir göz almayı istemişti fakat Yu’nun sol elinin nasıl bir şey olduğunun hâlâ daha farkında değildi.
Yu sol eli yardımıyla bıçağı tuttu ve sağ eline aldığı son iki büyü taşından birini alıp tekrar adamın yüzüne attı.
Adam boştaki elini kullanarak büyü taşının yüzünde patlamasını önlemişti fakat Yu için onun dikkatini dağıtmak fazlasıyla yeterliydi. Büyü taşının patlamasıyla oluşan toz bulutu dağılırken Yu bıçağı bıraktı ve sol elinin hedeflediği yere ulaşması için Rileon’a yaklaştı. Sivri parmakları adamın boğazına değdiği vakit bitmişti.
-------------------------
26.03.2023 – 23:00
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..