Cilt 5 - Bölüm 28: İşimba (1/2)

avatar
252 2

Start - Kapının Ardındaki Dünya - Cilt 5 - Bölüm 28: İşimba (1/2)


Sakinleşmesine dek geçen süre boyunca Yu’nun kollarında kaldı. Ailesini görmeyeli o kadar oluyordu ki onlara nasıl bakması gerektiğini bile bilememişti. Aynayla daha çok ilgilenmeli ve karşısında daha fazla vakit geçirmeliydi fakat gördüğü her yeni yüz ve duyduğu her yeni sesle daha çok ağlayacağını bildiğinden ayak bağı olmaya çekiniyordu. Şimdiki odağı evin araştırmasını çabucak tamamlamak ve avlayacaklarsa şeytanı avlamak olmalıydı. Ardından aynayı istediği kadar kullanabilir ve başını Yu’nun bağrına koyup istediği kadar ağlayabilirdi.

 

“Bana oldukça kötücül bir nesneymiş gibi gözüktü,” dedi Meryu. “Zararsız olduğuna emin misin? Belki de bilmediğin bir şeydir.”

 

“Yeni şeyler de var.” Bacıyakalayan kabzasıyla gözün üstüne vurdu. “Fakat bu şey süs eşyasından fazlası değil. İçindeki hayat bizim dünyamızdan bağımsız, endişelenmeye gerek yok.”

 

Kapının hemen yanında asılı olan kırmızı göz hakkında konuşuyorlardı. Göz sürekli onları izliyordu ve yaydığı mana oldukça yoğundu. Yine de Yu onda bir kötülük olsaydı söylerdi, bu yüzden kılıç ne derse desin Sivina’nın içi rahattı.

 

“Peki, piyanonun olayı nedir?” Meryu piyanonun tuşlarına baştan sona dokundu ve inceden kalına giden kısa bir melodi oluşturdu. “Bunu bu kapıdan içeri nasıl soktuğunuz ayrı merak konusu tabii ama ben piyanonun ne işe yaradığını da merak ediyorum. Dinleyicileri hipnotize edip çalan kişinin kölesi hâline getiriyor olabilir mi? Tüm dünyayı ele geçirmek için kullanılabilecek bir alet! Kesinlikle kötü emelli kişilerin eline geçmemeli!”

 

“Emin ol dünyayı ele geçirmek gibi bir özelliği olsaydı Yuzarsef kullanırdı.” Yu’ya tuttuğu günlüğü piyanonun üstüne koymasını söyledi. “Piyanonun işe yarayıp yaramadığı belli değil çünkü hiçbir zaman başarılı bir denemeyle karşılaşmadık. Yuzarsef’in amacı piyanoyu kullanarak izleyiciler ile iletişime geçmek. Belki onları isimlendirilmeyenler olarak da duymuş olabilirsiniz. Ne oldukları tamamıyla belirsiz olduğundan pek çok isme sahip olabilirler. Bunlar sadece benim bildiğim ikisi.”

 

Yu günlüğü piyanonun üstüne koydu ve sayfalarını karıştırmaya başladı. Bacıyakalayan’a göre piyano resmi olan sayfayı bulması gerekiyordu. Günlüğün ortalarında aradıkları şeyi bulduktan sonra tuşlara karşı gelen notaların piyano üzerinde işaretlendiğini gördüler fakat nota sistemi Sivina’nın bildiğinden farklıydı.

 

Tüm sayfalar gibi bu sayfada da her şey İngilizce yazıldığı için yalnızca Yu okuyabiliyordu ve Yuzarsef en yakın dostu Bacıyakalayan’a bile dili nasıl okuyacağını öğretmemişti. Adamın aklından geçenleri ve günlüğü kullanarak yapılabilecekleri merak ediyordu. Bulan kişi için sürprizler saklanmış olmalıydı.

 

“Clermont cadılarıyla yaşadığı maceralardan sonra isimlendirilmeyenler hakkında bir şeyler daha öğrendiğini anlatıyor,” diyerek başladı Yu. “Onların tam olarak bilinmeyen şeyler değil, bilinmeyi bekleyen şeyler olduğunu söylüyor.”

 

Meryu onu durdurdu. “İsimlendirilmeyenlerin ne olduğunu hâlâ bilmiyorum,” dedi Sivina’nın da fikrini belirterek. “Önce bunu açıklasan olmaz mı?”

 

“Benim bilgim de sınırlı.” Yu kaldığı yeri unutmamak için parmağını son okuduğu kelimenin üstüne koydu. “Bir elf bana titanların tanrıları, şeytanları ve isimlendirlmeyenleri yarattığını söylemişti.”

 

Bacıyakalayan da bildiklerini söyledi. “İsimlendirilmeyenler hakkında böyle net bir bilgiyi hiçbir zaman elde edemedik.” Tabii ki Yu ile rekabet etmeyi seçmiş ve ona karşı konuşmuştu. “Kimisi onların titanlar tarafından yaratıldığını yazmış, kimisi de titanlardan önce var olduklarını ve bildiğimiz her şeyin onların varlığından doğduğunu söylemiş. Hepsi teorilerden ibaret, varlıklarını tamamen reddeden kayıtlar bile mevcut. Yuzarsef sadece olumlu kayıtlara göre hareket etmeyi seçmişti. Senin öğrendiğin kişilerin bilgileri eksik veya hatalı olmalı. Ancak cahiller bu kadar net konuşur.”

 

Bacıyakalayan sihirli bir kılıçtı, bilince sahip akıllı bir canlı olması onu büyülü kılıçlar arasında bile özel kılıyordu ve kılıç perilerinden sonra bulunabilecek en iyi silah olabilirdi. Yine de sırf onu kullanmak istediği için kocasını aşağılamasına izin vermeyecekti.

 

“Sensiz de yolumuza devam edebiliriz,” dedi kılıcı itip Yu’dan ve kendisinden uzaklaştırırken. “Yu’nun kalbini kıracak birisine grubumuzda yer yok. Buraya kadar sen olmadan geldik, buradan sonra sen olmadan devam edebiliriz. Ben kocamın yanında durmaya devam edeceğim.”

 

Şimdiye kadar ki kalabalıklara tolerans göstererek onu teşvik eden kişi olduğunu düşündüğünden sert davranarak aynı şeylerin tekrar söylenmesini engelleme sorumluluğunu kazanmıştı. Yu’nun hatalarını telafi etmek için çabaladığını ve iyi biri olmaya çalıştığını görebiliyordu. Yaptıkları yüzünden hakareti hak etmesi de umurunda değildi. Onu elleriyle inşa edecek, gelecekte kendisine sadık ve iyi yürekli bir koca yapacaktı. Bencilce bir amaçtı fakat bu oyunu kendi iyiliği adına oynuyordu.

 

“Birileri onların varlığının farkında ve bu birileri, başka birilerinin onlara ulaşmasını istiyor.” Yu tartışmayı uzatmayarak kitabı doğrudan okumayı seçti. “Şimdiye dek bulduğum bütün ipuçlarını karşılaştırdım ve son ipucunu da nihayet bulduğuma inanıyorum. Hepsini birleştirdiğimde çok basit bir mantığa ulaştım. İsimlendirilmeyenler bizimle aynı dünyada yaşıyor sayılmazlar, onlar izleyiciler ve bizi seyrediyorlar. Elbette sadece bir hipotezden öteye geçemeyebilir fakat müdahale etmeye gerek görmedikleri bir oyun gibi olduğumuzu düşünüyorum. Onlar için bir simülatörüz, dünyamızı inşa etmişler ve bizi seyrederek eğleniyorlar. Peki ya tüm bu bilgileri kullanarak onlarla iletişime geçmek için ne yapmam gerekir? İşte bunu bulmak zorundaydım ve bunun için kurduğum mantığı biraz törpülemem gerekti.”

 

Sivina tekrar dini inancına saldırıldığını hissediyordu. Tanrılarını titanlardan başkasının yaratmış olabileceğine, dünyasının bir başka canlı tarafından doldurulmuş olabileceği fikrine inanmayı reddediyordu. Tüm bunlar kâfirlikti ve her bir düşünce kalbini incitiyordu. Belki şeytanlar insanları tanrılara düşman etmek için varlığı bilinmeyen varlıklar konseptini oluşturmuştu. Tanrılardan güçlü varlıkların olmasından daha inandırıcı geliyordu ve bir şeye inanması gerekirse buna inanacaktı.

 

Ama kocası okumaya devam etti. “Bu noktaya kadar anime izleyen akıllı insanları düşünmüş olmalısın, sanki varlıklar ne yaptığını biliyormuş gibi fakat hayır, ben böyle düşünmüyorum. Açıkçası bu çok basit ve kolay olurdu fakat hayatın bu kadar kolay olmadığını bilmek bile bu düşünce yapısını çürütmeye yetiyor. İsimlendirilmeyenlerin, izleyicilerin, varlıkların, bilinmeyenlerin tam anlamıyla zekâ sahibi olamayacağı inancındayım. Evet, hoş şeyler onları mutlu ediyor fakat mutluluğa ulaştıkları şeyleri tam olarak anlayamıyorlar. Yoksa tüm o savaşlardan, büyülerden, izledikleri sayısız hikâyeden zevk alır ve bu hikâyenin başrolleriyle iletişime geçerlerdi.”

 

Sayfa bitmiş ve sonraki sayfayı geçmişti. Yazılar koca kitaba sığmadığı için gitgide küçülmüş, sayfanın kenarlarına taşmış ve en sonunda yeni kâğıtlarla eklemeler yapılması gerekmişti.

 

“Bu piyano Fırtına’nın Çocukları tarafından yapıldı. Dünya üzerindeki tüm kanallarla iletişime geçiyor ve doğru şekilde çalındığı takdirde onlarla iletişime geçmende yardımcı oluyor. Basit olduğunu biliyorum ve daha geçen gün bazı şeylerin fazla kolay olmadığını söyledim ama bir düşününce olabilme ihtimali üzerine yoğunlaşmak, olmama ihtimalini düşünüp vazgeçmeyle kıyaslandığında pek tabii ki daha yüksek başarı şansına sahip.”

 

Fırtına’nın Çocukları, Azer ve eşlerinin soyundan gelenlere verilen isimdi. Onlarla karşılaşmak yaygın değildi ve her gittikleri yerde kimliklerini açığa vurmadıkları için onlardan biriyle karşılaşsalar dahi karşılaştıkları kişilerin kimliğini anlayamazlardı. Gerçekten tanrı soyundan gelen insanlar tarafından yapılmış bir eşyanın gücünü sorgulamak kulağa saçma geliyordu fakat Azer’in soyundan gelenlerin ona bağlılıkları bilindiğinden piyanonun en azından herhangi bir insanın yararına çalışacağına inanmak da içinden gelmiyordu.

 

“Piyanoyu çalarak izleyicilerin dikkatini çekebileceğime inandım. Onların dikkatini çekip, vakit harcamaya değer bir zevk sunarsam benimle iletişime geçeceklerini düşünüyorum ama yolda bir engel var; piyano gerçekten yetenek ve güzel ses istiyor ve ben sadece ortaokul müzik dersinde zorlukla öğrendiğim flütü çalabiliyorum. Yine de şansımı deneyeceğim.”

 

Sayfa bittikten sonra Yu ekleri okumaya başladı. Ekler genel olarak küçük isyanlar, denemelerinin kötü yönleri ve neden başarısız olduğuyla ilgiliydi.

 

“Parmaklarım tuşlara temas ettiğinde piyano buzulu erimiş penguen sesleri çıkarıyor anasını satayım! Sesim de güzel değil, birleşince iğrenç bir gösteri sunuyorum. İsimlendirilmeyenler arasında beni izleyenler varsa duyduktan sonra da uzaklaşmıştır kesin!”

 

Başka bir notu açtı. Yeni notlarda şarkılar vardı. Yu bazı şarkıları bildiğini söylüyordu, bazılarını ilk kez duyduğunu ve bazı şarkıların hangi dilde yazıldığını bilmiyordu.

 

“Bu şarkıyı İşimba’nın tanrılarından birini ikna ederek aldım. Zamanında bayağı kullanmış ve işe yarayacağını söylüyor.” Şarkıya geçmeden önce okuduğu son nottu. Başını kitaptan kaldırdı. “Bu şarkı da bildiğim herhangi bir dile benzemiyor ama merak ettiğim bir şey var. İşimba’nın tanrıları ne? Daha önce isimlerini işitmemiştim. Oysaki dünya ile ilgili gördüğüm çoğu bilginin üstüne atladığıma eminim.”

 

İşimba’nın tanrılarına tanrı diyesi gelmiyordu. Ethalotlular işledikleri iğrenç suçun ardından aforoz edildiğinde tanrılara düşman kesilmiş ve kendilerine sahte ilahlar, putlar bellemişlerdi. Belledikleri ilahların hiçbir gücü yoktu, cennetle alakaları bile bulunmuyordu.

 

Batı dünyasında İşimba ismi ve tanrıları da sahte ilah yaratma fikrinin aşağılık yönü sebebiyle sansürlenirdi. Sansürlenmediği takdirde de genellikle insanların Ethalotlulara olan haklı nefretini körüklemek amacıyla kullanılırdı. Ola ki bir insan bu tanrıları keşfetti, düşüneceği tek şey Ethalot milletinin kâfirliği olurdu ve yapılacak şey belliydi; putlara tapan sapkınlara lanet okumak, mümkünse başlarını keserek hayatlarına ve sapkın fikirlerini yaymalarına son vermek.

 

“Kitapta onun hakkında da bilgi var,” dedi Bacıyakalayan. “Madem her şeyi okuyabiliyorsun arayıp bul, biz de dinleyelim.”

 

“Böyle konuşma.” Sivina tekrar uyarmak zorunda kaldı. “Üçüncü kez uyarmak yerine seninle olan yolculuğumuzu başlamadan bitireceğim. Bunu aklında bulundursan iyi olur. Ormanda kendine başka kullanıcılar bulursun artık. Belki İselle tapınağındakiler insanları kışkırtan kılıçları sever.”

 

Yu sayfaları karıştırdı ama bir günlük için bile fazla sayfaya sahipti. Bir de sayfaları yetmeyip eklemeler yapılmıştı. Koca bir hayatı yalnızca tek kitaba sığdırmanın imkânsız olduğu ve o kitapta da aradıklarını bulmanın zorluğu açıktı.

 

“İşte bu yüzden kitaplarda içindekiler bölümü olmalı,” dedi Yu aramaya devam ederken.

 

Sivina sayfaları karıştıran kocasını hayranlıkla izliyordu. En nihayetinde gençti ve tüm gençlerin hayatında aşktan başka beklentiler olurdu. Sivina da maceralardan etkileniyordu, keşfedilmemiş bilgiler onu heyecanlandırıyordu ve konuşan bir kılıcı kullanacak olmak ilginçti ama her şeyi ayrı tutabilir ve tüm vaktini kocasına ayırabilirdi.

 

Yu’nun bunu bilmesi gerekiyordu. Sivina’nın farklı şeylere ilgi duyup enerjisini onlara ayırmayı seçeceğini düşünmemeliydi. Bu düşünceler yalnızlık hissettirebilirdi ve Sivina kocasına böyle hissettirmemesi gerektiğine inanıyordu. Kılıçla aralarına mesafe koymalı, Meryu’ya ayıracağı zamanın Yu’ya ayırdığı zamanla yarışmasına izin vermemeli ve ilgisini maceralara değil Yu’ya yoğunlaştırmalıydı. Böylece iyi bir eş olabilecekti.

 

“İşimba ismiyle sadece bu sayfayı bulabildim, daha fazlası varsa bulmak için zamana ihtiyacım var.”

 

Sayfanın içine katlanarak konulmuş bir kâğıt vardı. Şimdiye dek oradan nasıl düşmediği ayrı bir konuydu. Yu parşömeni açtı ve kitabın üstüne koydu. Karışık semboller, ilginç geometrik şekiller ve Yu’nun bile alfabesini çözemediği bir dille oluşturulmuştu. Elbette, tüm bu sembollerin ve değişik harfleri içeren dairenin dışında Yu’nun okuyabildiği dilde yazılmış kelimeler de bulunuyordu.

 

“Bu yeni işte,” dedi Bacıyakalayan. “Yuzarsef’in elinde görmemiştim. Küstükten sonra eklemiş olmalı.”

 

“Her şey de küstükten sonra olmuş,” Meryu aşağılarcasına güldü. “Sen şuna direkt bilmiyorum desene. Havanın sönmesinden mi korkuyorsun?”

 

“Hiçbir şeyden korkmuyorum küçük hanım.” Kılıç cesaretini sergiler gibi havada döndü. “Bilmediğim şeylere bilmiyorum diyebilecek kadar olgun biriyim!”

 

“Tabii, tabii… Aynen öyledir.” Ciddiye bile almamıştı. “Bu yazıları okuyabiliyor musun Yu abi? Ne diyor?”

 

“Okuyabiliyorum fakat değişik sembollerin bulunduğu bir parşömenin üstünde yazan yazıyı sesli okumanın doğru olduğunu zannetmiyorum. Zaten bilmediğim bir dilde yazılmış, yanlışlıkla korkunç sonuçları olacak bir büyüyü aktive etmek istemem.”

 

Fikri saygı duyulası ve mantıklıydı. Yu parşömeni günlüğün üstünden alıp yazılanları çevirmeye başlarken Sivina parşömenin üstüne çizilmiş sembollere dokundu. Parmağının altında akan manayı hissedebiliyordu. Yumuşak ama pürüzlü, dokunduğunda gıdıklayan bir yüzeyi vardı. Ayrıca sıcaktı.

 

Sıcaklığı parmağı sembollerin çizgilerinin üstünde gezerken arttı ve parlamaya başladığında çok geç olduğunu fark etmek için bile geç kalmışlardı. Tüm dünya donmuş, neden kimsenin konuşmadığını sormak için başını kaldırdığında ışığın gittikçe grileşerek onu yalnızlığa sürüklemesiyle karşılaşmıştı. Her şey önceden provası yapılmış gibi akışkan ve hızlıydı. Sesini çıkarıp çığlık atmasına bile zaman tanınmadan kendini önce griliğin, sonra da mutlak karanlığın içinde buldu.

-------------------------

12.05.2023 – 23:00






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr