Bölüm 5: Edebi Deha

avatar
134 0

Stratejist - Bölüm 5: Edebi Deha


        Aynı yılın dokuzuncu ayında Jiang Lu, Hanlin Akademisi'ne girdi. İmparatorluk sınavında birinci olduğu için akademi Akademide ikinci dereceden öğretim görevlisi oldu.

Bir daha ki yılın ilk ayında, bilgisi ve itibarı nedeniyle Jiang Lu, Yüce Kültür Sarayı'nın kurulmasına yardım etmesi için atandı. Jiang Lu üç yıllık bir süre içerisinde becerisi, araştırma hevesi, analitik yeteneği ve uykusuz gecelere katlanma yeteneği ile takdir edildi. Çok geçmeden Hanlin Akademisi'nde kıdemli öğretim görevlisi oldu.

-Güney Chu Hanedanı Kayıtları, Jiang Lu'nun Biyografisi


       Ne büyük nimet! Bir şiir antolojisinin günümüze ulaşan tek nüshasını rafa kaldırdım. Bu günlerde zamanımın çoğunu Hanlin Kütüphanesi'nde geçirdim. Bu, henüz okumadığım birçok kitapla kesinlikle dünyanın en büyük kütüphanesiydi. Daha önce pek çok kitap okumuştum ve güçlü hafızamla bir kez okumak bir kitabın içeriğini ezberlemem için yeterliydi. Ama ne kadar yetenekli olursam olayım milyonlarca kitabı okumam mümkün değildi. Okumadığım kitapları kayıtları kullanarak eledim. En çokta günümüze ulaşan tek nüshası olan kitaplara dikkat ettim. Belki bir daha uğrama fırsatım olmayabilir.

       O gün raflarda okuyacak kitap ararken sarı ipekli bir kitap gördüm. Zarif kapağından bunun bir başyapıt olması gerektiğini düşündüm. Kapağı açtığımda neredeyse şoktan bayılacaktım. İlk sayfada kanlı sekiz kelime vardı: " Bu tanrısal sanatı geliştirmek için önce kendini hadım et." Kitabı hızla kapattım ve kapağına baktım. Adının Ayçiçeği El Kitabı olduğunu gördüm. Hala evlenmek ve çocuk sahibi olmak istediğim için kitabı bir kenara fırlattım.

       Yan tarafta Sağlıklı Yaşam İçin Esaslar kitabının bir kopyasını gördüm. Han Hanedanlığı'na kadar uzanan bir geçmişi var. Elime alıp sayfalarımı çevirdiğimde hatırladığım kadarıyla içerik aynı olsa da uzmanlar tarafından eklenmiş birçok not vardı. Akademisyenlerin sıkı çalışmalarını somutlaştırdıkları şeyleri okumayı severdim. Etrafta kimsenin olmadığını görünce hemen bir tabure çekip okumaya başladım. Kitapta doktor olan Taoist bir rahibin notları vardı. Notlarda kişinin ne yemesi, nasıl uyuması, nasıl nefes alması, qi'si nasıl çalıştırılır gibi birçok bilgi vardı. Açıklamaların doğru olup olmadığını görmek için birkaç ayımı kütüphanedeki çoğu kitabı tarayarak harcadım.

       Birincisi uyandığımda sakince oturup meditasyon yapar ve qi egzersizi yapardım. Sonra vücut egzersizleri yaptım. Herhangi bir dövüş sanatı bilmeme rağmen basit egzersizleri yapabiliyordum. Daha sonra yağsız ve yoğun olmayan bir kahvaltı yapardım. Öğlen bir işim olmazsa besleyici bir öğle yemeği için evime dönerdim. Öğleden sonra biraz kestirir uyandıktan sonra keyfime bakardım. Akşam bir ziyafet olursa az yerdim. Akşam sindirim sistemimi temizlemek için biraz alkol alırdım. Bir saat meditasyon yaptıktan sonra uyurdum.

       İki ay uyguladıktan sonra gerçekten de kendimi daha enerjik ve sağlıklı hissettiğimi fark ettim. Zihnim daha net ve sağlıklı düşünüyordu.

        Bugün öğle yemeği için mutfaktaki dağınıklıktan çıkmıştım. Ne yazık ki aşçı tutacak kadar param yoktu. Yemeğimi kendim yapmak zorundaydım. Öğle yemeğinde ne yesem diye düşünürken bir meslektaşımla karşılaştım ve bana gülümseyerek "Kardeş Jiang, gelin Parlak Ay Köşkü'ne gidelim."

       "Parlak Ay Köşkü'ne ne için gidiyoruz?" merakla sordum.

       "Prenses Changle'nin kanun gecesi var. Bunu bilmiyor musun cidden?"

       "Kanun gecesi mi, Prenses Changle?" kafam karışık sordum.

       "Evet, Jianye'de kimse Prenses Changle evlenmek için ülkemize geldiğinden beri memleketini özlediğini bilmiyor. Yalnızlığından uzaklaşmak için kanun gecesi düzenlemiş. Prenses Changle'nin çeyizi olarak gelen ünlü Kanun Perisi Liang Wan'ın bir koca aramak için Güney Chu'ya geldiğini duydum. Neredeyse tüm akademi bu fırsatı değerlendirmek istiyor."

        Şaşkınlıkla "Liang Wan onun çeyizinin parçası değil miydi?"

         "Prenses'in Veliaht Prens ile konuştuğunu duydum. Liang Wan, Prenses'in iyi bir arkadaşı. Prenses onun iyi bir bilginle evlenmesini istiyor." 


          Başlangıçta ilgisizdim. Kendi eksikliklerimin farkındaydım. Kötü bir yüze sahip olmasam da bir destekçim olmadan rütbeleri hızlı bir şekilde çıkamazdım. Dünyanın kargaşa içinde olduğu bu yıllarda, generallere ve muharebe komutanların prestiji biz akademisyenlere göre hayli fazlaydı. Güney Chu bilim adamlarını ve alimleri desteklese de ulusal gücü zayıftı. Donanmamız bu denli güçlü olmasaydı Büyük Yong çoktan Yangtze Nehri'ni geçmişti. Özetle ben Jiang Lu, ilgiye layık değilim ve beni koruyacak bir destekçim yok. Ama gitmek zorundayım. Gitmezsem Prensese ve Veliaht Prens'e yüz vermemiş olurum ki bu da benim için iyi bir şey olmaz. Dört sanatta iyi olmama rağmen hiç birinde en iyisi değildim. Zither çalabilir, biraz satranç oynayabilirdim. Hat sanatım düzgündü ama ünlü hattat ustalarla karşılaştırılamam. Resime gelince, iyiydim ama yorumlama da daha iyi olduğum kesin. Ünlü bir ressam olan dayım vardı. Sayısız hazineler, hat sanatları, tablolar elinden geçti. Bir süre yanında kaldığım için kötü sayılmam.

      Ben böyle şeyler düşünürken neredeyse köşke vardık. Köşk aslen yüksek rütbeli bir memurun ikinci malikanesiydi. Prenses ile evlendikten sonra kendi köşkü bu köşkün yanında olduğu için burayı satın aldı.

       Yan taraftaki girişten girdikten sonra karşıdaki küçük bahçeyi inceledim. Önümde berrak yeşil bir gölet, bir düzine erik ağacı ve küçük ama zarif iki katlı bir bina vardı. Burası kesinlikle cennetten bir köşe gibiydi. Prenses'in burayı sevmesine şaşmamalı. Göleti geçip binanın önünce doğru yürüdüm. Şarabın mis kokusu her yere yayılıyordu. Birkaç sıra kürk kaplı koltuk vardı. Güney Chu' da kışlar pek soğuk olmasa da sabahları serin oluyordu. İçerisi sıcak ve rahattı. Çeşitli renklerde giyinmiş birkaç düzine genç beyefendi vardı. Güzel kokulu şarabı içerken bahçedeki erik ağaçlarını ve göletin güzelliğini övdüler. Gerçekten de bu güneyde yaşamanın güzel tarafıydı. Yaklaştıkça konuşmaları daha net duyabiliyordum. Bu toplantı herkese açık değildi. Sadece etkili ailelerin genç nesilleri vardı. Bu nedenle katılan kişi sayısı beklediğimden azdı.

      Çok geçmeden küçük binanın kapısı açıldı ve içerden on iki güzel bayan dışarı çıkıp boncuklu perdeyi indirdiler. Mücevherlerin şakırdaması duyulabiliyordu. Saray hanımlarında biri çıkıp içeriyi işaret etti ve dönüp " Majesteleri Prenses, emrediyor: Leydi Liang içerde kalacak ve kanun çalacak. Şiirler, şarkılar veya dört sanat ne olursa olsun, biri Leydi Liang'ın beğenisini kazanabildiği sürece, o herkesi selamlamak için dışarı çıkacaktır."

         Herkes koltuklarında oturmuş, nefesini tutmuş bekliyordu. Çok geçmeden kanunun sesi duyuldu. Yumuşak, zayıf bir şekilde başladı ve herkesi yakından dinlemeye zorladı. Yavaş yavaş, kanunun sesi, neredeyse kanatlarını çırparken kıvrılan bir kelebeğin sesi gibi havada yavaşça süzülüyordu. Müzik, yüksek dağların ve akan derelerin tüm sahnelerini hatırlatan, sonsuz bir kafiye gibi yavaşça tekrarlandı. Sesler taze ve pürüzsüzdü, ruhu karıştıran bir duygu doğurdu. Bu noktaya kadar neredeyse can sıkıntısından esniyordum. Büyük Yong'dan bir kanun ustasının harika olmasını bekliyordum zaten. Kanunla bu tür bir yetenek Güney Chu'da alışılmadık bir şey değildi. Tam o sırada müziğin sesi yavaş yavaş alçaldı ve insana uykululuk hissi verdi. Birden, sanki gümüş bir vazonun kırılması gibi, sanki süvari ileri atılıyormuşçasına, sesler adeta topraklarda engelsiz koşan on binlerce kişilik bir ordunun seslerine dönüşmüştü. Öldürme niyeti gömülüp yerini kedere bıraktığında, müzik yavaş yavaş derinleşti. Askerlerle dolu bir savaş alanının görüntüsü canlandı gözümde. Bu kesinlikle büyük bir kanun ustası olarak görülmeye değerdi. Sakinlik geri geldikçe kanunun sesi yavaş yavaş azaldı, savaşın bittiğini ve şarkı ve dansın başladığını işaret ederek insanın kaygısız ve rahat seslerle sarhoş olmasına izin verdi. 

Parça bittiğinde bir alkışlar ardı ardına kesilmedi. Daha sonra herkes Liang Wan'ın beğenisini kazanmak için gurur verici sanatlarını icra ettiler. Ancak Liang Wan'ın standartları çok yüksekti ve dışarı çıkmayı reddetti. Sonra zeki olan bir kısım gözlerini bana çevirmeye başladı. Etkili bir ailenin genç neslinden biri "Bir Kadeh Şarap Şiiri ile ziyafette yankı uyandıran Jiang Lu'nun edebi dehasını uzun zamandır duyuyorum. Kardeş Jiang, bir şiir yazıp Güney Chu'muzun itibarı kaybetmemesi için yardımcı olur mu?" gizli imalarla emir verdi.

Bu insanlar, eğer layık bir şiir yazamazsam ülkenin itibarını zedeleyeceğimi ima ediyorlar. Güzel... Bu genç başbakanın tek oğluydu gücendirmeyi göze alamazdım. Zaten müziği dinledikten sonra bir parça bestelemek için can atıyordum. Fırça ve kağıtla uğraşmadan okudum:

O kadar da önemli değildir bırakıp gitmeler,

Arkalarında doldurulması mümkün olmayan boşluklar bırakılmasaydı eğer.

Utanılacak bir şey değildir ağlamak,

Yürekten süzülüp geliyorsa gözyaşı eğer…

Belirsizliğe yelken açardı iri ela gözler zamanla,

Öylesine derince bakmasalardı eğer…

Çabuk unutulurdu ıslak bir öpücüğün yakıcı tadı belki de, 

Kalp, göğüs kafesine o kadar yüklenmeseydi eğer…


Düşlere bile kar yağmazdı hiçbir zaman

Meydan savaşlarında korkular aşkı ağır yaralamasaydı eğer… 

Rengi bile solardı düşlerdeki saçların zamanla,

Tanımsız kokuları yastıklara yapışıp kalmasaydı eğer…

Uykusuzluklar yıkıp geçmezdi kısacık kestirmelerin ardından,

Dokunulası ipek ten bir o kadar uzakta olmasaydı eğer…

Gerçekten boynunu bükmezdi papatyalar,

İhanetinden de onlar payını almasaydı eğer…

Issızlığa teslim olmazdı sahiller,

Kendi belirsiz sahillerinde amaçsız gezintilerle avunmaya kalkmamış olsaydın eğer…


Sen gittikten sonra yalnız kalacağım

Yalnız kalmaktan korkmuyorum da, ya canım ellerini tutmak isterse?


Evet sevgili,

Kim özlerdi avuç içlerinin ter kokusunu,

Kim uzanmak isterdi ince parmaklarına,

Mazilerinde görkemli bir yaşanmışlığa tanıklık etmiş olmasalardı eğer…


          Bir dakika süren sessizlik sonrası herkes alkışlamaya başladı. Hatta birkaçı sözleri yazmak için kağıt kalem aramaya başladı. Bu kaotik sahnenin ardında, boncuklu perde aralandı ve sarılar giyinmiş, omuzlarında yeşil bir pelerin olan bir kadın çıktı. Kadın yirmili yaşlarındaydı ve ortalamaya göre uzundu. Hava nedeniyle çok katlı giyinmiş olsa da güzelliği herkesi büyülemeye yetmişti. Hiç makyaj olmamasına rağmen teni kar kadar solgundu. Serin bahar esintisi kadar güzel gözleriyle birleştiğinde kesinlikle muhteşem bir güzellikti.

           Liang Wan'ın gözleri üzerime düştü. Hafifçe gülümseyerek saygılarını sundu. "Bu Güney Chu'nun parlak bilgini Jiang Lu olmalı. Bu uşak mısralırınızı çok beğeniyor."

       "Bu mütevazı eserin hanımın övgüsün alabilmesi benim için bir lütuf. Aslında Güney Chu'da bilginler bulut gibidir. Sadece yaratıcılığım biraz daha duyarlıdır. Leydi Güney Chu'nun alimleri ile ilgileniyorsa biraz sohbet etmekten zarar gelmemeli."

        Liang Wan gözleri ile odayı süzerken yavaşça yan taraftan çıkışa yöneldim. Bütün genç efendiler konuşmak için can atıyordu. O hengamenin içinde boğuşmak manasızdı. Tam kapıdan çıkmak üzereyken bir şey hissettim ve döndüm. Açık bir pencereden bir çift kristal berraklığında gözün beni izlediğini fark ettim. Kapıyı ittim ve çıktım. O kimdi? Nedenini bilmiyorum ama o gözlerin Prenses Changle'nin olduğunu hissedebiliyordum.

        Daha sonraları Prenses Changle, köşkü Liang Wan'a hediye etti. Neşeli mizaca sahip Liang Wan  sanat icra eden herkesi karşıladı. Sonuç olarak ona hayran olan birçok genç onu görmek için sıraya girdi. Liang Wan'ın ünü yavaş yavaş Kral'ın odasına kadar girdi ve Kral onu evlat olarak edindi. Kraliyet kanından olmamasına rağmen herkes ona Prenses Mingyue olarak hitap etmeye başladı.

        Sıradan bir akademisyen olarak belamı aramayacaktım. Liang Wan'dan birkaç davet almama rağmen geçerli mazeretlerle reddettim. Soran olursa kitapların kendi güzellikleri olduğunu söylerdim. Bilgiç tavrıma gülseler de bir rakibin az olmasından herkes mutluydu. Kalan zamanımı kütüphanede kendimi kitaplara boğarak geçirdim. Kendimi eğlendirmekle kalmadım ayrıca herkesin dikkatinden de kaçınmış oldum. Yılın ilk ayında, kraliyet kararnamesi ile Yüce Kültür Sarayı'nın kurulmasına yardım etmem için atandım. Güçlü hafızam, antika değerlendirme yeteneğim ve geniş bilgi birikimim ile kısa sürede büyük güç ve saygı kazandım. Kitap koleksiyonunu, hat eserlerini ve tabloları organize etmekle kalmadım aynı zamanda genç ve zekiydim. Beni kullanmayacaklardı da kimi kullanacaklardı? Hayatımın en mutlu dönemlerini yaşadım. Sarayın kurulmasına ve inşa edilmesine kadar geçen üç yılda görev aldım. Yaşadığım her andan büyük keyif aldım.

        Tabii ki ben kitap denizine dalmışken öyle olacağını tahmin ettiğim olaylar da gerçekleşmeye başladı. Chu ile Shu arasında çatışmalar başladı ve giderek yoğunlaştı. Dahil olmamın hiçbir yolu yoktu ve tüm meseleyle gerçekten ilgisizdim.

        Bunun dışında Prenses Changle hamile kaldı ama maalesef düşük yaptı. Çok genç olması ve Güney Chu'ya alışık olmaması ile üstü örtüldü. Daha sonra Veliaht Prens konutundan daha sakin bir yer olan Jianye'nin yanı başındaki dağın eteklerinde bulunan bir konağa taşındı. Veliaht Prens ona katılmadı çünkü Prenses Changle'nin çeyizinde bulunan güzellerle iyi vakit geçiriyordu. Hepsi Büyük Yong'dan gelen güzel ve maharetli gençlerdi. Hızla Veliaht'ın gözde cariyeleri oldular. Bana göre Prenses Changle, Prensi sevmediği için taşındı. Güney Chu ile yalnıza ittifak evliliği yapmış olması ve böyle vasat  bir prense yaltaklanacak havasında değildi. Başka bir bakış açısıyla, Büyük Yong, veliahtın dikkatini çekecek ve Prenses'in acı çekmesini önlemek için kasıtlı olarak çeyize bu kadar çok güzellik koydu. En azından bu kadarını yapabildiler.








Not: Şiir Can Yücel'den "Eğer". Bilmeyen varsa diye. Orayı boş bırakmaktansa beğendiğim bir şiir koymak istedim.






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 44782 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr