Bölüm 5: Kana Kan Kemiğe Kemik

avatar
518 0

The Hunted - Bölüm 5: Kana Kan Kemiğe Kemik


Mizu elindeki tepside duran kahveleri teker teker salonda oturan kızlara dağıttı. Hepsinin yüzlerinden birkaç gündür hiç uyumadıkları anlaşılıyordu. Dosyaların şifresi kırıldıktan sonra bütün zamanlarını elde ettikleri bilgileri incelemekle geçirmişlerdi. Önemli olanları sınıflandırıp ayrı bir yerde saklıyorlardı. Maya elindeki kahveden bir yudum alıp ortamdaki sessizliği bozdu.


"Bu kadar servetleri olduğunu kim tahmin edebilirdi."


"Bence senpai Bone'un liderini ayartsaydı bütün servet bizim olurdu," dedi Rumu yüzündeki haylaz gülümsemeyle.


"Ne diyorsun sen Rumu? Senpai bu dediklerini duysa seni bağlayıp camdan sallandırırdı." Cümlesinin sonuna doğru Mizu'nun vücudu titredi. 


"Ama haksız sayılmam eminim şu 'foxyle' güzel dururlardı." Herkes  Teru'nun favori oyun karakterinin Foxy olduğunu hatırlayınca bir kahkaha patlattı. 


"Cidden Foxy yaa." Maya elindeki telefonu bırakıp Rumu'ya güldü.


"Biz ayrıldıktan sonra ne konuştuklarını merak ettim. Neredeyse 'what does the fox say' diyecektim." Herkes tekrar kahkahalara boğuldu.


"Ya Rumu yeter karnım ağrıdı." Maya gülmekten karnını tutuyordu bile. Zilin çalmasıyla herkes kendine çeki düzen verdi. Maya yerden kalkıp kapıyı açtı ve elinde poşetlerle gelen Asu'yu içeri aldı.


"Yemekleriniz geldi~" Elindeki poşetleri kaldırdığında salondan toplu bir hey sesi yükseldi. Teker teker poşetteki Çin yemeklerini kızlara dağıttı. En son masada tek bir kutu kalmıştı. Herkes elindeki çubuklarla yemeğine gömülürken Mizu tehditkar bakışlarla masada duran yemek çubuklarına bakıyordu. Mizu'nun bakışlarını gören herkes bir anda bıyık altından gülmeye başladı.


"Mizu? Yemeğin soğuyacak bak." Asu'nun uyarısıyla kendine geldi ve ayağa kalkıp mutfağa yöneldi.


"Aa ama çubukları kullanmazsan ağlarlar." Maya kendini tutamayarak Rumu'nun sataşmasına güldü.


"Sonuçta her seferinde yemeği üzerine dökeceksin diye bir şey yok." Son olayı hatırladıklarında herkes gülmemek için kendini tuttu. 


"Bu ne böyle evi iyice Big Bang Theory setine benzetmişsiniz."  Teru ıslak saçlarını havluyla kurularken odasından çıktı. Üzerinde günlük kıyafetleri vardı.


"Sıra sende Bianca."


"Yemekten sonra girerim." Teru boş tekli koltuğa çöküp masada duran yemeğini aldı. O çubukları yemeğe daldırdığında herkes sessizce ona bakıyordu. 


"Ha? Bir şey mi oldu?" Herkes sessizce Rumu'ya baktı. 


"Bir şey mi oldu Rumu?" Rumu sessizce yutkundu. Eğer kızlar az önce söylediklerine dair bir şeyi bile Teru'ya söyleselerdi ölebilirdi.


"Diyordum ki bir daha ki sefer 'what does the fox say' mi dinletsek düşmanlarımıza?" Teru bütün beyaz dişleri görünecek şekilde gülümsedi. Dişleri normal bir insanınkinden çok daha beyaz ve donuk duruyordu. Öyle ki bunu herkes kıskanıyordu ama bu görünümün altında yatan başka bir gerçek vardı.



"Aklımda tutarım." Tatlı gülüşmeler eşliğinde yemeklerini yediler. Onları izlerken Teru'nun aklından geçen tek bir şey vardı. O gülümsemeleri korumak.


***
"İlerleme kaydettik mi?"


"Seveceğini düşündüğüm bir şey var." Teru Bianca'nın oturduğu bilgisayar masasının önünde duran sandalyeye yaklaştı.


"Nedir?" Teru'ya yazıcıdan henüz çıkmış olan kağıdı uzattı. Teru kağıdı bir süre inceledikten sonra Bianca'ya baktı. Kağıtta Archivist ailesinin son bir ayda yaptığı harcamaları gösteren bir liste vardı.


"Bunları elde ettiğimiz bellekte buldum."


"Bu ne anlama geliyor? Büyük bir evde yaşıyorlar ve servetleri çok büyük eminim ki bu kadar harcama yapmak normaldir."


"Evet öyle ama dikkatini çeken bir şey yok mu?" Teru tekrar elindeki listeye baktı. Bu sefer farklı bir bakış açısı kullanmayı denedi.


"Sanırım bir anda çok fazla alkollü içecek almışlar. Alkollü içecekler böyle büyük miktarlarda depolanmayı gerektirmez ve ayrıca..." 


"Eğer önceki aylarda böyle bir harcama yoksa. Bingo. Neden bu kadar içecek aldıklarına dair bir tahminim var. Ayrıca elimizde Asu'nun elde ettiği bilgiler de var. Evde çalışan en üst kademe görevliler başka bir görev için geçici süreliğine ayrılmış. Eğer bir organizasyon firmasıyla da anlaştılarsa, büyük bir parti yapacaklarını söyleyebilirim."


 Teru düşünceli bir şekilde Bianca'ya baktı. Haklı olabilirdi ama daha çok eğer haklıysa ne yapabileceklerini düşünüyordu, savaşı öne almaya gerek var mıydı? 


"Bununla ilgili ayrıntıları öğrenmeni istiyorum. Eğer böyle bir davet olacaksa ne zaman, nerede, kimler geliyor hepsini bilmek istiyorum. Ona göre ne yapacağımıza karar vereceğim."


"Elimden geleni yapacağım."
**
  Ertesi gün her zamanki kahvaltılarını yaptıktan sonra herkes işlerine geri dönmüştü. Herkes evin belli yerlerine dağılmış çalışırken Teru dışarı çıkmak için hazırlanıyordu. 


"Nereye gidiyorsun?"


"Markete. Kahvemiz bitmiş ve başka şeyler."


"Bende geleyim." Asu ve Teru beraber dışarı çıkmış markete yürürken oldukça sessizlerdi. Asu Teru'ya baktı, yüzüne fırtınadan önceki sakinlik hakimdi. Ne zaman böyle olsa büyük bir şeyler planladığını anlayabiliyordu.


"Archivist ailesi bir davet verecekmiş diye duydum."


"Evet." Kısa cümlelerin arkasından tekrar bir sessizlik oluştu. Anlaşılan o ki Asu bu kadarcık şeyle Teru'nun dikkatini çekemeyecekti. 


"Eğer bir operasyon planlıyorsan..." Teru Asu'ya doğru döndü, konunun nereye vardığını anlamıştı. "Bende katılmak istiyorum."  Asu'nun dediklerine yorum yapmadan hızla ilerledi. Yaklaştıkları markete girdiğinde bir of çekti. Bir market arabası alıp dolaşmaya çıkarken Asu da onu takip etti.


"Yaraların tamamen iyileşmedi."


"Ben iyiyim. Kanatlarımı da kullanabilirim, tamamen iyileşmemiş olabilir ama eski halime döndüm bile." Teru bir iç çekip market rafındaki bir kavanozu eline aldı. Dışarıdan bakan bir kişi asla bir Değişken örgütüne saldırı hakkında konuştuklarını tahmin edemezdi.


"Diyelim yaralarının iyi olduğuna ve kanatlarını kullanabileceğine inandım. Dövüş sırasında yaraların tekrar açılabilir."


"Hadi ama! Ben yakın dövüşçü bile değilim. Uzaktan size destek verebilirim." Asu yumruğunu kısıp Teru'ya gösterdi ve göz kırptı. 


"..."


"Bu kadar inatçı olma!" Son eksikleri aldıktan sonra kasaya gittiklerinde konuşmaya ara vermişlerdi.


"Yaa hadi ama Teru~" Teru durdu ve elindeki poşetleri yere koydu. Önce sokağı kolaçan edip dinleyen olmadığından emin olduktan sonra Asu'ya döndü.


"Öncelikle annesinden telefon isteyen çocuk gibi mızmızlanmayı kes. Eğer yaraların yeterince iyileşmediyse hiç bir yere gidemezsin. İkincisi bu operasyonun nasıl olacağına daha karar vermedim ama muhtemelen senin düşündüğün gibi bir şey olmayacak."


"Bu da ne demek?"


"Çatılardan kimseyi avlayamazsın demek." Teru poşetleri tekrar eline alıp hızla yolu yürümeye başladı. Asu da düşüncelerini toparladıktan sonra onu takip etti.


"Yoksa sen..?" Bakışlarını kaçıran Teru'nun görüş alanına girmek için yanına geçti. "Kendin gitmeyi planlamıyorsun değil mi?"


"..." 


"Teru! Her taşın altına girmekten vazgeç artık! Senin yanında olduğumuzu bazen unutuyorsun!"


"En son birini göreve gönderdiğimde tek kanadı kırık geri döndü. Ne düşünmemi bekliyorsun?"


"Bu benim hatamdı! Yeterince dikkatli değildim ve yakalandım. Senin planında bir sorun yoktu. Ayrıca işleri idare etmek için burada kalman gerekliydi ve göreve gitmek için en uygun kişi bendim.. Lütfen her şeyi kendi başına yapmaya çalışma. Beni endişelendiriyorsun." Teru bakışlarını uzaklara dikti. Asu'nun sesinden ne kadar üzgün olduğunu anlamıştı.


"Eee?"


"Bilmiyorum. Dediğim gibi daha karar vermedim." O sırada evin kapısının önüne gelmişlerdi. Zili çaldıklarında Rumu açtı. 


"Poşetleri yerleştirin ben Bianca'nın yanına gidiyorum." Rumu yanından geçen Teru'ya hiç bir şey söyleyemedi.


"Nasıl geçti?"


"Tam bir keçi." Rumu yerdeki poşetlere bakarken gülümsedi.


"Bakalım neler olacak."


**
"Herkes hazır mı?" Teru'nun tek kulağındaki minik kulaklıktan bir kaç farklı ses geldi. Herkes yerlerini almıştı ve plana başlamak için emir bekliyordu. Teru ormanın içinde yapılmış olan büyük malikaneye göz gezdirdi. 


"Başlıyoruz." 


  Teru'nun söylediğini duyan Bianca'nın kalbi hızla atmaya başladı. İlk defa yapılan bir operasyona katılıyordu ve görevi oldukça önemliydi. Yürüdüğü yolun sonuna geldiğinde takım elbiseli iki adam onu karşıladı. 


"Hoşgeldiniz hanım efendi. İsminiz nedir?" Önceden hazırladığı sahte ismi söyledi. Bu ismi önceden bellekten aldığı bilgiler sayesinde malikanedeki bir bilgisayarı hackleyerek listeye eklemişti. 


"Hoşgeldiniz." Lavi ve Nathan kapıda gelen davetlileri karşılıyordu, sanırım ikisi de ev sahibiydi. Lavi beyaz bir takım giyerken Nathan kestane rengi saçlarıyla uyumlu siyah bir smokin giymişti. Onlara gülümseyip el sıkıştıktan sonra partinin olduğu salona geçti. Bu parti Archivist ve Wesser aileleri arasındaki ortaklığın yıl dönümü olması nedeniyle yapılıyordu ve sektörden bir çok ünlü isim de davetliler arasındaydı. 


 Bianca'nın buradaki görevi Bone'daki elemanların yerlerini ve hareketlerini ekip arkadaşlarına bildirmekti. Yavaşça ve dikkat çekmeden salonda dolanmaya başladı. Bahçeye çıkan kapının yanında etrafı seyreden Yuuichi'yi gördü. 


"Lavi ve Nathan giriş kapısında, Yuuichi bahçe kapısında, tamam." 


"Aren'i hala göremedin mi, tamam." Bianca iyice etrafına bakındı ama Aren'e dair bir ize rastlamadı. 


"Hayır." Bu tuhaftı. Herkes buradayken Aren niye yoktu? Bu Teru'yu da rahatsız etmişti ama planı durdurmasına imkan yoktu. 


"Senpai bir şey var." Etrafı kolaçan etmek için gökyüzünün en üst noktalarından birinde uçan Rumu hafif endişeli bir sesle söyledi. Ormandaki ağaçlardan birinin üstünde bekleyen Teru kulak kabarttı. 


"Ormanda bir ev daha var ama partinin olduğu yerin aksine baya küçük bir yer. Kulübe bile denebilir." 


"Gidip bir bakabilir misin?" 


"Ben bakarken Bone'dakiler binadan çıkabilir o zaman izlerini kaybederiz." Teru sinirle yutkundu. Nereden çıkmıştı bu kulübe böyle? 


"Tamam sen yerinde kal." O sırada Bianca'nın hattından alkış sesleri yükselmeye başladı. 


"Konuşma yapıyorlar." Sesinde durgun bir tını vardı. 


"Ne kadar iğrenç sanki hiçbir şey yapıyormuş gibi dünyanın geleceğinden iyilik için çalışmaktan falan bahsediyorlar."


"Sakin ol ne olursa olsun kendini belli etme. Yoksa yakalanabilirsin."


"Ama yakalanırsam beni kurtarırsın senpai değil mi?" Teru gülümsedi. 


"Elbette. Ölüm döşeğinde bile olsam seni kurtarırım." Onları bu kadar güçlü yapan şey aralarındaki güvenle sağlamlaştırılmış bağlarıydı. 


Bir süre sonra salonda müzik başladı ve bazı çiftler dans için ayaklandı. Lavi'yle Nathan gelen davetliler arasındaki önemli isimlerle bir bir konuşuyordu. 


"Böyle gençlerin ailelerini temsil ettiğini görmek ne kadar da güzel. Ailenizin diğer üyeleri yoklar mı?"


"Babam şu an yurt dışında olduğu için ne yazık ki katılamayacak." Lavi karşısındaki iri göbekli ve kısa boylu adamı gülümseyerek cevapladı. 


"Benim kardeşim de birazdan burada olur." 


"Benden mi bahsediyorsun?" O sırada yanlarında beliren uzun dalgalı saçlı ve siyah elbiseli genç kadın gülümseyerek cevap verdi. 


"Aman Allah'ım size her baktığımda sanki daha çok benziyorsunuz." Adamın eşi elini ağzına götürüp kıkırdadı. 


"Sizi beraber görmek güzel. Keşke Bay Deak'in babasını da görebilseydik." Konuşmaya kulak kabartan Bianca'nın hayretler içerisinde gözleri açıldı. 


"D-Duydunuz mu?" 


"Evet." Herkes şaşkın bir şekilde duyduklarını anlamaya çalışıyordu. 


Gecenin ilerleyen saatlerinde Bianca çaktırmadan onları takip edip konuşmalarını dinlemeye devam etti. Gerçekten de herkes Lavi'yi Deak olarak tanıyordu. 


"Mona, gitmem gerek."


"Nat... Yine tehlikeli işlere mi bulaşıyorsun?" Nathan kendisine endişeyle bakan Mona'dan gözlerini kaçırdı. 


"Sürekli tehlikeli şeyler yapıyorsun ama hiç birini bana söylemiyorsun."


"Biliyorum, biliyorum. Sadece seni endişelendirmek istemiyorum tamam mı? Sorun yok hiç bir şey olmayacak." Mona tekrar endişeyle baktı. 


"Deak Nat'a sahip çık." 


"Söz veriyorum." İkisi de Mona'nın yanından çıkıp salonun içindeki bir koridora girdiler. 


"Nathan'ın kardeşi de burada ama görünüşe göre hiç bir şeyden haberi yok."


"Çıktılar mı?" 


"Evet bir odaya gidiyorlar." Bianca koridorda onları uzak bir mesafeden takip ederken birden arkasında biri belirdi. 


"Nereye gidiyorsun?" Arkasını döndüğünde sert bakışlarıyla Yuuichi'yi gördü. Şimdi çok kötü bir durumda kalmıştı. "B-Ben lavaboya arıyordum yanlış yere mi girmişim?" 


"Burası ziyaretçilere kapalı."


"Ne, öyle mi?! B-Ben çok özür dilerim haberim yoktu." Heyecandan yanaklarını kızardığını hissedebiliyordu. 


"Şimdi çok utandım." Eliyle beceriksizce yüzünü kapattı. Utangaç ve aptal bir kızı oynamak bu durumda en iyisiydi. Yuuichi onu tekrar baştan aşağı süzdü, sonra derince iç çekti ve bakışları yumuşadı. Kadınları idare etmekte kötü olan biri olduğu belli oluyordu.


"Tamam sorun yok gidebilirsin. Lavabonun yerini içerideki garsonlardan birine sor." 


"Çok teşekkür ederim öyle yapacağım!" Bianca adımlarını hızlandırarak koridordan çıktı. 


"Ucuz kurtuldun." 


"Hiç sorma kalbim duracak sandım. Üzgünüm senpai izlerini kaybettim."


"Sorun yok eğer dışarı çıkarlarsa Rumu onları yakalayacak. Çıkmazlarsa çıkmalarını sağlarız." 


Biancasalonda oyalanırken aynı zamanda adamların girdiği koridoru gözlüyordu. Birden koridordan gelen Nathan ve Yuichi'yi görünce şaşırdı. Üstelik yalnızlardı.


"Bir terslik var."


"Nedir?"


"Nathan'la Yuichi döndü ama Lavi hala yok." Teru düşünceli bir hale büründü. Geldiklerini anlamışlar mıydı? Ve bunun sonucunda Lavi'yi güvenli bir yere mi götürüyorlardı?


"Onlar ne yapıyor?"


"Konuşuyorlar. İş bölümü yapıyor gibiler. Sanırım bir şeyler planlıyorlar." Konuşmaları bittikten sonra Nathan çıkış kapısına Yuuichi da bahçe kapısına yöneldi. 


"Senpai Nathan senin olduğun çıkışa doğru geliyor."


"Lavi'den iz yok mu?"


"Lavi'yi gördüm!" Tam o sırada Rumu heyecanla çığlık attı. "Malikanenin birkaç yüz metre ilerisinde belirdi ve oradan uzaklaşıyor. Sanırım kaçmaya çalışıyor."


"Peşindeyim."


"Hiç kimsenin peşinde falan değilsin!" Bir kaç metre ötedeki Nathan sertçe Teru'ya bakıyordu.


"Canına mı susadın."


"Buradan sağ çıkmana izin vermeyeceğim!" Nathan hızla dönüştü ve Teru'ya doğru koşmaya başladı.


"Asu!"


"Bende!" Nathan'ın tam önüne ateş eden bir kaç mermi ağaçların arkasına saklanmasına sebep oldu. Teru hızla koşarak uzaklaşırken tekrar peşine düşmek için hamle yaptı ama ağacın arkasından çıktığı anda bir mermi kafasını sıyırdı. Bir tanesi ise yanağını sıyırıp geçmişti. 


"Lanet olsun!" 


Teru hızla yoluna devam ederken bir yandan da gelen bilgileri değerlendiriyordu.


"Birini daha görüyorum. Bahçe duvarından atladı."


"O Yuuichi, bahçede izini kaybettim." Bianca nefes nefese bir şekilde yanıtladı.


"Ben sana söyleyene kadar asla yerinden ayrılma. Normal bir konuk gibi davran ve Aren'i ara."


"Tamamdır." Bu konuşmadan sonra Bianca işine geri döndü.


"Yuuichi sana doğru geliyor senpai." 


"O beni yakalamadan Lavi'yi yakalayabilir miyim?"


"Biraz daha hızlanırsan evet."


"Öyleyse..." Gözlerine yayılan açık gri renkle daha da ciddi bir havaya büründü. Vücuduna pompalanan enerjiyle daha da hızlanıyordu.


"Maya. Peşimden gel ama bana çok yaklaşma tam Lavi'yi yakaladığımda Yuuichi'yi indirmeni istiyorum."


"Tamam!" Teru'nun kafasında aynı anda bir sürü şey vardı. Saldırılarını nasıl fark etmişlerdi? Yoksa sadece tahmin mi etmişlerdi? Aren bütün bunlar olurken neredeydi ve Lavi arkadaşlarını geride bırakıp neden kaçıyordu? Yoksa bütün bunlar Lavi'nin bir tuzağından mı ibaretti?


"Senpai galiba... ormandaki klübeye doğru gidiyor."


"Ne dedin?" Soruların arasına bir yenisi daha eklenmişti. O kulübede ne vardı?


  Teru hızla koşarken arkasından dört nala koşmakta olan Yuuichi'yi fark etti. Ona yetişebilmek için değişim oranını arttırmıştı ve dört ayak üzerinde koşuyordu.


"Ne kadar kaldı?"


"Çok az daha." Arkadan üstüne zıplayan Yuuichi'den sıyrılmak için bir ağaca zıpladı. Hızını hiç kesmeden diğer bir ağacın dalına atlayıp takla attıktan sonra yere indi. Hava karanlıktı ve görme yetisi diğerlerininki kadar değildi ama burnuna gelen koku ve karıncalanma hissi Lavi'nin çok yakında olduğunu söylüyordu. Yuuichi'nin bir hamlesinden daha sıyrıldıktan sonra ileride koşan Lavi'yi görmüştü. Lavi de onun arkasında olduğunu anlamıştı ama bu işi tamamen arkadaşına bırakmıştı. Teru o anda bütün planlarının Yuuichi'nin onu burada durdurmasına bağlı olduğunu sezdi. Lavi'nin kendi ekip arkadaşlarına duyduğu güven kadar Teru da kendininkilere duyuyordu.


  Teru Lavi'ye iyice yaklaşmışken Yuuichi de tekrar Teru'ya saldırmak için bir hamle yaptı. Diğerlerinin aksine Teru karşılık vermeden koşmaya devam ederken yandaki çalılıklardan fırlayan bir kişi gecenin karanlığında koşmakta olan kara pantere sağlam bir tekme attı. 


  Nefes nefese kalmış olan Maya sert bir ifade takınıyordu. Attığı tekmenin etkisiyle Yuuichi ağaçlara çarpa çarpa geriye savrulmuştu.


"Yuu!" Lavi Yuuichi'nin halini görünce endişeyle arkasını döndü.


"Arkana bakmaya vaktin yok Foxy!" Teru hızlanıp takla attıktan sonra Lavi'nin yoluna indi. Lavi telaşla durdu ve Teru'ya sertçe baktı.


"Hadi ama~ Böyle giyinmiş bir bey'fendiye bu bakışlar yakışmıyor."


"Neden buradasın?"


"Ne demek neden buradasın? Tabi ki sözümü tutmak için." Lavi anlamaz bir ifade takındı. "Seni öldüreceğime dair verdiğim sözü."


Teru'nun gri gözleri ay ışığında parlıyordu ve ortam karanlık da olsa Lavi çehresindeki sert ifadeyi rahatça görebiliyordu.


"Geleceğini biliyordum ama şu an gerçekten sırası değil."


"Ne zaman sırası? Bu gitmeye çalıştığın kulübeyle mi alakalı?" Lavi kaşlarını çatıp sessizleşti.


"Rumu, klübe sende. Dikkatli ol tuzak olabilir." Lavi Teru'nun sözlerinden sonra dişlerini sıktı.


"Bunu yapmanıza izin vermeyeceğim."


"O zaman önce beni geçmelisin. Kana kan, kemiğe kemik!" Teru hızla Lavi'ye doğru koştu ve sert bir yumruk savurdu. Lavi hızla geri çekilse de ard arda gelen yumruklarla başı dertteydi. Her bir hamleden kaçmak için çok efor sarf ediyordu ve saldırmaya vakti bile olmuyordu. En sonunda Lavi bir ağaca çarpmasıyla durdu. Teru kendini son anda durdurdu ve Lavi'nin boğazına yapıştı.


"Yolun sonu tilkicik."


"Yaptıklarının yanına kar kalacağını sanma sakın. Ben ölsem bile Bone'daki herkes seni öldürmeden pes etmeyecek."


"Senin gibi birinden bunları duymak istemiyorum. Kendi türüne ihanet eden pislik."


"Ben mi kendi türüme ihanet ettim? Kendinize karşı çıkan bütün değişkenleri öldürüp satmıyor musunuz?!"


"N-Ne?!" Teru duyduğu şeye inanamıyordu.


"Ne diyorsun sen be, pislik!" Sinirle Lavi'nin suratına iki tane yumruk geçirdi.


"Yalan mı? Ama biliyor musun polis peşinizde. Biz sizi bitiremezsek bile başka birilerini bulacaklardır." Teru sinirle ve şaşkınlıkla karışık bir yüz ifadesiyle Lavi'ye bakıyordu.



"Bana bak! Biz asla öyle bir şey yapmadık! Asıl siz değişken kaçakçılığı yapıyorsunuz!" Lavi'nin yüzünde şaşkın bir ifade belirdi.


"Kendi suçlarınızı bizim üzerimize mi yıkmaya çalışıyorsunuz?!"


"Seni gebertirim!" Teru sinirle Lavi'nin boğazını sıktı. 


"İ-İnanmıyor..san.." Cebinden telefonunu çıkardı ve Teru'ya uzattı. Teru elini gevşetti ve telefonu aldı.


"Son mesajlara bak. Hatta aramalara da." Teru denileni yaptı. Mesajlara girdiğinde gözleri fal taşı gibi açıldı.


"Bu kişi polis teşkilatında görev yapan bir komiser. Bize sizin hakkınızdaki bütün bilgileri onlar verdi. İnanmıyorsan arkadaşlarına araştırma yaptırtabilirsin." Teru yavaşça Lavi'nin boynunu bıraktı.


"K-Komiser Kazuto..." Lavi takımının yakasını düzeltirken birden bire şaşırdı. Teru'nun o adamı tanımasını beklemiyordu. 


Teru nasıl o adamı tanımayabilirdi ki? O olaylardan sonra kendilerine yardım edip kalacak yer bulan, hatta onları değişken avcılarından koruyan kişiydi o. Teru bütün mesajları okumayı bitirdiğinde elindeki telefonu sinirle sıktı.


"Bir tarafa Sora bir tarafa Komiser Kazuto, ha?" Teru'nun sinirden elleri titriyordu. En sonunda elindeki telefon uyguladığı baskıya dayanamadı ve yavaşça parçalanmaya başladı. Bağırarak bir kaç defa çevresindeki ağaçlara sert yumruklar attı. Vurduğu her ağaç adeta kökünden sökülmüştü.


"İki tarafı birbirine düşürüp ikili oynadınız demek. Ben bunun hesabını sizden sormasını bilirim." Elindeki Telefonu sinirle fırlattı. Lavi Teru'yu daha fazla kızdırıp dikkatini çekmemek için ifadesini korumaya çalışıyordu.


"Gidiyoruz!" Tam gitmeye hazırlanıp arkasını dönmüştü ki ağaca dayanıp soluklanmakta olan Lavi'ye döndü.


"Bunun burada bittiğini sanma. Değişken kaçakçısı olmasan bile bu düşmanımız olmadığın anlamına gelmiyor." Teru Lavi'nin yanından ayrılırken ormanın derinliklerinde bir kaç baykuş uğulduyordu. Sessizlik içerisinde olup biten bu olayların içlerinde bulundukları savaşı değiştireceğinden habersizlerdi.





Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr