The Hunted - Bölüm 7: Geçmişten bir parça-1
Bu bölüm bazı okuyucuları rahatsız edecek sahneler içerebilir.
***Teru boş ve sessiz odada çalışma masasının ardındaki deri kaplı sabit sandalyede oturuyordu, sabırsız bir şekilde üst üste attığı bacaklarının pozisyonunu sürekli değiştiriyordu.
"Bitmedi mi?"
"Hayır. Biliyorsun bu o kadar kolay bir iş değil." Teru huzursuzca Rumu'ya bakarken kaydığını düşündüğü gaz maskesini tekrar düzeltti. Karşısındaki manzara normal bir insanın bakabileceğinden çok öte bir şeydi. Rumu yerdeki ölü adamın baltayla tamamen gövdesinden ayırdığı kafasını, tahta bir levhaya takmaya çalışıyordu. Elindeki eldivenler ve üstüne giydiği plastik sarı tulum şimdi boydan boya kırmızıya boyanmıştı.
"Yardım istemediğin emin misin?" Rumu hafifçe gülümseyerek Teru'ya baktı.
"Fazla yumuşak kalplisin. Bu birilerini öldürmek kadar kolay yapabileceğin bir şey değil." Haklıydı. Teru kan kokusunu bile almadan sadece bu manzaraya bakarken bile rahatsızlığını gizleyemiyordu. Sessiz olmasını umarak huzursuzca yutkundu.
Daha fazla karşısındaki manzarayı izlemek istemeyerek ayağa kalktı, masanın üzerine, Rumu'ya ters bir şekilde oturdu. Şimdi duvardaki çoğunluğu oval şeklinde olan boş tahta levhalara bakıyordu. Hepsinin üzerinde daha bir saate kadar orada olan bir başın silueti vardı.
"İnanamıyorum." Rumu elindeki işi bırakarak arkası dönük olan Teru'ya döndü. "Bir insanın bu kadar cani olacağına inanamıyorum. Hayvanları bile öldürmek canilikken bir insanın kendi gibi görünen canlılara böyle yapması..." Teru ayağa kalkıp duvardaki boş levhalardan birinin önüne geldi. Usulca elini kaldırarak karşısındaki tahtadaki siluetin kedi görünümlü kulaklarına dokundu. Acaba kurt muydu, yoksa tilki mi? Yada gerçekten de bir kediydi? Hatırlayamıyordu. Diğerleriyle beraber buradaki bütün doldurmuş değişken başlarını taşımada yardım etmesine rağmen buradaki kişiyi hatırlayamıyordu. Duvarın diğer kısımlarına baktı, koca duvar tamamen önündekine benzer levhalarla doldurulmuştu.
"Söylesene," Teru'nun sesinin tınısından Rumu ne düşündüğünü anlayabilmişti.
"Biz gerçekten insan değil miyiz?" Rumu huzursuzca arkası dönük olan Teru'nun sırtına baktı, yüzünü göremiyordu. Kendisi de usulca masaya oturdu şimdi neredeyse sırt sırtalardı.
"İlk karşılaştığımızda bana bir şey söylemiştin..." Rumu'nun hissiz gözlerinde birkaç duygu kırıntısı belirdi. Bakışlarını tavana dikti ve dudaklarından o kelimeler döküldü.
"Ne olacağını seçmek senin elinde."
Genç kız korkuyla ormanda koşmaya devam ediyordu. Saçları iyice dağılmış ve kedi kulaklarından birinin yarısı kesilmişti, sağ bacağında boydan boya kocaman bir yara varken bir kolu tamamen kırılmıştı. Acıyla kolunu tutarken yaralı bacağını yerde sürüyerek olabildiğince hızlı ilerlemeye çalışıyordu. Hayatı buna bağlıymışcasına koşuyordu.
"Sıra sende güzel kuşum. Git avımı bana getir." İri yarı adam tok ve gür sesiyle konuştu. Boyu iki metreyi geçiyordu ve pazuları adeta kolları yırtılmış tişörtünden fışkırıyordu. Esmer renkli yüzünde, boydan boya üç büyük yara izi vardı ve sert bakışları da eklendiğinde ona korkutucu bir hava katıyordu.
Adamın omzundaki kız sözleri duyunca hemen hareketlendi. Zaten başlamış olan dönüşümünü arttırarak kollarının sırtındaki kanatlarıyla birleşmesini sağladı, böylece kanatları normal halinden daha büyük olmuştu. Ardından sahibinin emirlerini takip edip hızla havalandı. Ormanın üstünden uçarken parlayan gözleriyle kaçan avını arıyordu. Her şey her zamanki gibiydi. Her zamanki boğuşma, her zamanki kırık kemikler ve her zamanki orman. O adam her zaman gözüne kestirdiği değişkenleri buraya kadar kovalar daha sonra çaresizce ormanda kaçmalarını seyrederdi. Ama onlar tam kaçmayı başardıklarını düşünürken...
Genç değişken keskin gözleriyle düşmanı yakalamıştı. Hemen bütün vücut dengesini aşağı dalış yapacak şekilde değiştirdi ve hızla ormanlık alana girdi. Sesleri duyup arkasını dönen kedi kız büyük bir korkuyla kendini savunmaya çalışsa da üzerindeki yarı-baykuş ayağındaki keskin pençeleri boynuna geçirdi. Henüz ölmesine bile izin vermeden hızla havalandı. Kırmızı kan lekeleri hem yüzüne hemde gri-siyah kanatlarındaki tüylere sıçramıştı.
Kadın tekrar efendisinin yanına döndüğünde pençeleriyle yakaladığı avı onun önüne attı ve yere kondu. Adam yüzünde memnun bir ifadeyle gülümsedi.
"Aferin kızım her zamanki gibi harika iş çıkarıyorsun" Yavaşça başını okşarken kızın suratında en ufak bir duygu belirtisi yoktu. Boş gözleri ölmüş olan önündeki kedi kadında sabit kalmıştı.
"Şu güzel bakışlara bak. Senin en sevdiğim yönünde bu Rumu. Hadi gel." Rumu kanatlarını bir kaç defa çırparak hafifçe havalandı ve adamın omzuna kondu. Omzunda koca bir insan taşımasına rağmen yerdeki ölüyü kucaklayan adam omzunda gerçek bir kuş taşıyormuş gibi davranıyordu.
Yaşadıkları tahta kulübeye geldiklerinde adam elindeki ölüyü bahçeye bıraktı. İçeri gidip bir kaç malzeme aldıktan sonra geri döndü, elindeki büyük bıçaklar ve baltayı yere, ölünün yanına koydu. Zevkle gülümseyerek ve bir yandan da ufak bir melodi mırıldanarak işine başladı. Önce ölünün kafasını baltayla kopardı, daha sonra da kıyafetlerini çıkardı. Yerde yatan gerçek bir sığırmış gidi derisini vücudundan ayırmaya başladı. Rumu ise gözünün ölünde olan biten her şeyi belli bir mesafeden tepkisizce izliyordu.
"Kadın değişkenler her zaman daha iyi. Yağlı olduklarından etleri her zaman daha lezzetli oluyor." Rumu kanatlarını vücuduna sarmış bir şekilde öylece izliyordu.
Hava kararmaya başladığında adam işini bitirmişti. Hızlıca eve gidip ellerini yıkadı.
"Sen burada bekle, ben biraz odun toplayıp geleceğim." Rumu hafifçe başını salladı, şimdi yalnız kalmıştı. Başını vücudu parça parça edilmiş, artık bir değişken olduğu bile anlaşılmayan kedi kıza baktı. Onun için üzgün müydü? Artık hiç bir şey bilmiyordu. Üzülüyor muydu, seviniyor muydu, kızıyor muydu? Sanki artık hiç bir şey hissedemiyordu. Sadece bir şey hariç.
Korku.
Eğer dediklerini yapmazsa bir sonraki öğünün kendi olacağını biliyordu, muhtemelen kanatlarını koparıp tek tek yolacak, ayaklarındaki tırnaklarını söküp, bacaklarını ayrı vücudunu ayrı pişirecekti. İçinden çok kısık da olsa bir ses mırıldandı. 'Orada yatan ben değilim.' Bu bir çeşit şükür cümlesiydi. Daha çok ufak yaşlarda yakalanmıştı bu adama. Kendisini zincirleyip bir kafese kapatmış, günlerce aç bırakmıştı. En sonunda önüne atılan koca butu vahşi bir şekilde afiyetle yemişti. Daha sonra adam kafesi dışarı götürdüğünde bu korkunç manzaraya ilk defa şahit olmuştu. Bütün gece boyunca ağlamış, buradan kurtulmak için en ufak yolu denemişti. Ama ne kadar kaçmaya çalışırsa çalışsın hepsi nafileydi. Artık bacağına bağlı ipler yoktu ama zihnine bağlı zincirler vardı.
Nereye giderse gitsin avcı onu her zaman bulurdu. Dünya üzerinde kaçacak hiç bir yer yoktu.
Çok geçmeden avcı ormandan geri döndü ve hızlıca büyük bir ateş yaktı. Ustaca hazırladığı etleri çubuklara taktı ve ateşin etrafına dizdi.
Rumu'nun yüzünü ateşin sıcak kıvılcımları aydınlatıyordu. Şu ana kadar öldürdüğü insanların yüzleri sanki bir bir ateşin ardından bakıyordu. Teker teker çığlık atıyorlardı, 'lütfen yapma' 'kurtar beni' 'yalvarırım'. Ölmeden önce farklı şeyler söyleseler de hepsi bir şekilde benzerdi. Bazıları ise konuşmaya vakit bulamadan boyunlarını keskin pençelere kaptırıyordu. Onlardan geriye ise sadece Rumu'nun zihnine kazınan son anlarındaki surat ifadeleri kalıyordu.
Adam pişen etlerden birini Rumu'nun eline verdi.
"Ye bakalım bugün iyi iş çıkardın. Temiz ve hızlıydı." Kendisi de elindeki parçayı iştahla yemeye başladı.
"Ama biliyor musun? Artık çok sıkıcı olmaya başladı. Bugünlerde hiç dişli rakipler çıkmıyor." Rumu söylediklerine çok takılmadan elindekini yemeye devam etti.
"Kulağıma bir şeyler geldi, Felix'in yerinden kaçan bir kız varmış. Ortalarda dolanıp kahramancılık oynuyormuş. Kulağa çok eğlenceli gelmiyor mu?" Rumu karşısındaki adamın suratındaki korkunç gülümsemeyi görünce istemsizce yutkundu. Daha yeni birini avlamışken sonraki avını düşünüp nasıl zevk aldığını izlemek midesini bulandırıyordu.
Ertesi gün uyandığında kaldığı kafesin kapısı açıktı ve bir kapta kendisine yemek koyulmuştu. Yemeğin hemen yanında ufak bir kağıda kargacık burgacık bir yazıyla 'Ava gidiyorum yemeğini burada bırakıyorum yediğinden emin ol.' yazılmıştı.
Bu adamın şu an ona gösterdiği ilgi neredeyse gülünçtü. İlk başlarda onu kendisine boyun eğdirmek için o kadar dövmesine ve aç bırakmasına rağmen şimdi evcil hayvanıymış gibi üzerine titriyordu.
Rumu usulca kalktı ve etrafına bakındı, ortalık biraz dağınık gibiydi. Hazır o adam yokken banyoyu kullanmak için iyi bir zaman diye düşündü. Ama bunu yapması imkansızdı, o adam burada yoksa bile banyoyu kullanmasını yasakladığı için oraya girmeyi düşünemiyordu bile. Her zamanki gibi bahçede akan çeşmede elini yüzünü yıkadı. Sonra içeri geçip kendisine koyulan soğuk eti yemeye başlamıştı. Zaten etten başka bir şey yemiyorlardı.
"Vahşi kuşlar etten başka bir şey yemez sanırım." Baykuşlar vahşi olarak sayılıyor muydu ki? Diğer değişkenler hakkında bilgi sahibi olmadığı gibi kendisi hakkında da çok bir fikri yoktu.
Dışarıdan sesler duymaya başlayınca aceleyle dışarı çıktı. Adam omzundaki baygın kızı yere attı. Sanırım ufak bir arbede yaşanmıştı çünkü hem adamın bir takım yerleri morarmıştı hem de kızın yüzünde ve kollarında yaralar vardı. Bir tane göğsüne ve iki tane de karnına bayıltıcı mermi saplanmıştı.
Rumu gördüğü manzara karşısında oldukça şaşkındı çünkü ne daha önce bu adamın yaralandığını görmüştü ne de bir değişkeni bayıltmak için üç mermi gerektiğini. Bu kurşunlar özel olarak yapılmıştı, normalde satılanlardan iki kat daha güçlü olduğu için vurulan kişi hemen bilincini kaybediyordu.
"Yemeğini yedin mi?" Rumu hızla başını salladı. Adam yere oturup dudağının kenarından akan kanı sildi, aynı zamanda kan ter içinde kalmıştı. Tişörtüyle yüzünü iyice silip tekrar Rumu'ya döndü.
"Bu sefer tombalayı vurdum." Ne kadar zevk aldığı suratındaki çarpık gülümsemeden belli oluyordu. "Üstelik yalnız değildi, yanındakiler küçük pençeleriyle bana saldırdı. Uzun zamandır böyle cesur olanlarını görmemiştim." Yüzündeki gülümseme doruk noktasına ulaşırken yerde yatan kıza vahşi bakışlarla bakıyordu.
"Hayvanlar gitgide daha çok ilgimi çekiyor."