Bölüm 8: Geçmişten Bir Parça-2
The Hunted - Bölüm 8: Geçmişten Bir Parça-2
Bu bölüm bazı okuyucuları rahatsız edecek sahneler içerebilir.
***
"Hayvanlar gitgide daha çok ilgimi çekiyor."
Adam kıs kıs gülerken yerdeki kız hafifçe hareketlenmeye başladı. Önce etrafında ne olduğunu anlamaya çalıştı, yorgun gözlerle doğrulurken göğsündeki acıyı hissetti. Uyuşturucu iğneleri görünce bütün anıları beynine hücum etti ve hızla ayağa fırladı. Ama bu iyi bir fikir değildi çünkü henüz sersem olan bedeni dengesini kazanamamıştı, tekrar yere kapaklandı. Sinirle yumruğunu sıkıp adama döndü.
"Ne istiyorsun benden!" Adam kocaman gülümsedi, ardından dudaklarını yalayarak zevk alan bir yüzle avına baktı.
"Tek istediğim güzel bir av olman, başka ne isteyebilirim mi? Beni iyice eğlendir olur mu?" Yerdeki kız dişlerini sıkarak sertçe adama doğru bakıyordu.
"Harika, harika, harika! Daha çok sinirlen ve daha çok vahşileş! Seni daha çok kızdırmak için ne yapabilirim? Hmm?" Yüzündeki gülümseme daha çok büyüdü, sanki biraz daha gülerse şeytana dönüşebilirdi. "Yanında sevimli arkadaşların vardı. Seninle işim bittikten sonra onları da avlayacağımı söylemiş miydim?" Yerdeki kız sözleri duyar duymaz aniden kalktı ve adama sert bir yumruk savurdu. Beklediği şeyle karşılaşan adam ustaca yumruktan sıyrıldı.
"Ah~ sabah bundan daha iyisini yapmıştın. Dinlenmen için sana biraz süre tanımalı mıyım? Hmm adları neydi arkadaşlarının sanki birine Maya dediğini hatırlıyorum."
"Onların adlarını ağzına alma şerefsiz!" Hışımla tekrar bir kaç yumruk savurdu ama hiç biri isabet etmemişti. Her yumruk atışında sarhoş gibi sağa sola savruluyordu. Üç mermi yemiş birinin ayakta durması bile çok zorken saldırmaya yeltenmesi Rumu'yu etkilemişti. Boş yumrukların ardından istemsizce yere oturdu, o sırada kızın gözü o ana kadar fark etmediği Rumu'ya takıldı.
"Yoksa sende mi?"
"Onu kendinle bir tutma. O benim sevgili av kuşum, senin gibilerin boynunu koparmakta çok iyidir." Kız Rumu'ya doğru bakmaya devam ediyordu, bakışları durgun ve berraktı.
"Adın ne?" İkisi de kıza şaşkınlıkla bakıyordu.
"Ben Teru. Senin adın ne?" Ne oluyordu böyle? Rumu daha önce hiç böyle bir şeyle karşılaşmamıştı, şaşkınlık içerisinde kıza bakıyordu. Kız yüzündeki yaralara rağmen hafifçe gülümseyerek ona bakıyordu. Ne kadar zaman geçmişti böyle bir gülümseme görmeyeli? 5 yıl? 10 yıl?
"Ne yaptığını sanıyorsun? Kuşumu rahat bırak." Adamın yüzündeki gülümseme tamamen silinmişti ve elindeki baltayla hızla üstten saldırmıştı. Teru son anda kenara doğru takla atarak saldırıdan yara almadan kurtuldu.
"İsmini söylemeyecek misin? Sorun değil dövüş bitince de konuşabiliriz nasılsa."
"Kibirli velet. Nasıl benim elimden kurtulacağını düşünürsün?! Sen sadece bir avsın!" Adam tekrar ve tekrar baltasını Teru'nun üzerine salladı, her seferinde daha da ustalıkla kaçmayı başarmıştı.
"Baygın bir şekilde yerde yatarken beni öldürmeliydin, bu hatan senin sonun olacak." Adam daha da sinirlenerek tekrar baltasını savurdu, en sonunda böyle bir yere varamayacağını anlayınca sırtından diğer baltasını da çıkardı. Bir savaş çığlığı atıp hızla Teru'ya doğru koştu, bir baltayı dikey olarak sallarken diğerini de ardından yatay olarak sallıyordu, böylece çok geniş mesafeli bir saldırı yaparak düşmanının kaçış vaktini azaltıyordu. Teru ilk saldırıdan kaçmaya çalışırken omzuna bir yara aldı ve hızla geri çekildi. O sırada bir an dengesini kaybeder gibi oldu ve düşmanı bunu fark edip hemen hamle yaptı. Ellerindeki baltaları hızla yere saplayıp Teru'yu kollarıyla yakaladı.
"Şimdi tekrar gülebilecek misin bakalım. Seninle daha çok eğlenmek istemiştim ama korkarım ki beni çok kızdırdın." Teru'nun kollarını tutup arkasına doğru çevirerek kilitledi. Daha sonra yere yatırıp ayağını sırtına koydu. Tuttuğu kolları daha çok çevirdikçe Teru acı içinde inliyordu. Bir umut görmek adına Rumu'ya döndü.
"Bana yardım et. Onu beraber yenebiliriz, buradan kurtulabilirsin!" Rumu duyduklarına inanamıyordu. Buradan kurtulmasının ufacık bir ihtimali bile var mıydı? Karşılarındaki Avcıydı. Ona karşı kimse kazanamazdı.
"Nasıl kuşumu kandırmaya çalışırsın!" Adam sinirle Teru'nun kolunu daha çok çevirmeye başladı. O kadar çok çevirmişti ki kemikteki kırıkların sesleri neredeyse dışarıdan duyuluyordu. Aynı zamanda eliyle kavradığı bilek kemiğini de sıkarak parçalamıştı. Teru acıyla çığlıklar atarken kolunu bıraktı ve karnına çok sert bir tekme attı. Tekmenin etkisiyle Teru bir kaç tur yerde yuvarlandı, kendini toparlayıp kalkmaya çalıştığında ağzından oluk oluk kan boşalıyordu ve midesi çok fena bulanıyordu. Önündeki kan gölü gözlerine iliştiğinde beyninde bir şeylerin yandığını hissetti. Tekrar, tekrar o anlardan biri miydi? Tam o anda kolundaki keskin acı bütün vücuduna yayıldı. Buradan uzaklaşması gerekiyordu, hem de olabilecek en kısa zamanda. Parçalanmış kolunu tutarak hızla ormana doğru kaçmaya başladı.
Teru'nun kaçtığını gören adam kahkahalarla güldü.
"İşte bu, işte bu! Avcının adımları arkandayken titreyerek koş küçük avım! Bakalım ne kadar kaçabileceksin?! Rumu gel gidiyoruz!" Rumu değişken formunu aktive edip kanatlanarak iri adamın omzuna kondu. Sivri pençeleri adamın sol omzundaki deri kaplamaya batıyordu. Adam hızla koşarken yerlerdeki ayak izlerini ve ağaçlardaki kan damlalarını takip ediyordu. Kısa sürelik bir takibin ardından çok yaklaştığına emindi.
"Rumu. Sıra sende. Avımı bana getir." Korkutucu gözlerini Rumu'ya diktiğinde kız can havliyle korkarak hemen uçtu. Tepeden ormanı tararken aklında tek bir şey vardı: Avcıyı yenmek imkansızdır.
Teru'nun yerini fark ettiğinde hızla oraya dalış yaptı. Tam pençelerini her zamanki hedefi olan boynuna saplayacakken Teru aniden ona doğru döndü ve son anının ifadesi olduğunu düşündüğü yüzüne bakabildi.
***Avcı ormanda baltasıyla sık dalları keserek ilerlerken birazcık endişelenmeye başlamıştı.
"Nerede kaldı bu Rumu?" Aniden yan taraftaki çalılıkta bir ses duymasıyla o tarafa döndü. Çalılığa uzunca bir süre bakarken, beklediği şey çıkmadı. Rumu sarmaşıklarla bağlanmış bir şekilde Teru'nun omzunda duruyordu ve Teru sert bakışlarıyla Avcıyı süzüyordu.
"İşini bitirmeye geldim." Avcı gördüğü manzara karşısında iyice sinirlenerek baltasına daha sıkı sarıldı.
"Sen mi benim işimi bitireceksin?! Kokuşmuş et parçası!" Hızla ona yaklaşırken Teru Rumu'yu yere bıraktı. Gözlerinin rengi kahveden griye dönerken sanki dışarıdan izleyen Rumu için zaman yavaşlamıştı. O kısa zaman dilimi içinde Teru kendisine doğru savrulan baltadan sağ tarafa hamle yaparak kaçındı ve adamın hamle yapan kolunu kendi kolları arasına aldı. O an kolu öyle çok sıkmıştı ki inanılmaz bir çatırtı sesi ormanda yankılandı. Adam acıyla çığlık atarken geri çekildi.
"Nasıl olur?! Kolunu paramparça etmiştim!" Teru gözlerini kısarak hafifçe gülümsedi.
"Gördüğün gibi karşındayım ve bütün kemiklerim sağlam." Hiddetle adamın suratına bir yumruk geçirdi. Çarpmanın etkisi öyle şiddetliydi ki bir avuç kanla birlikte adamın bir kaç dişi ağzından fırladı.
"S-Sen n-n-nasıl..?" Yediği yumruğun etkisiyle konuşmakta bile zorlanıyordu.
"Ben farklıyım. Bu sefer yanlış kişiye çattın." Adam Teru'nun gri gözlerindeki korkutucu bakışı görünce geri geri emekledi.
"Hayır! Hayır! Böyle olmamalıydı! Yemin ederim seni geberteceğim!" Ayağa kalkıp kolunu tutarak ters yöne kaçmaya başladı. Daha önce ne böyle bir güç görmüştü ne de işitmişti. Düşmanının sahip olduğu güce ve hıza bakarak ne kadar güçlü olduğunu anlayabiliyordu. Uzunca bir süre koştuktan sonra tekrar en baştaki kulübenin önüne kadar gelmişti. Evet şansı geri dönmüştü. Eğer içeriden silahını alabilirse o farenin onun karşısında hiç şansı yoktu. Kulübeye doğru giderken Teru orada mı diye arkasını kontrol ettiğinde onu ormanın hemen girişinde görünce irkildi. Bir anda titreyerek dengesini kaybetti ve yere kapaklandı. Teru yavaş adımlarla ona yaklaşırken gözleri gitgide korkuyla doluyordu.
"Dur! Gelme! Böyle olmamalıydı, böyle olmamalıydı! Sen benim avımsın!" Teru aradaki mesafeyi kapatarak adamın önüne geldi.
"Şimdi kim avmış bakalım." Bütün gücüyle yumruğunu tekrar suratına savurdu. Ardından karnına ve sonra tekrar suratına.
"Benden sonra arkadaşlarımın peşine mi düşecektin?! Hadi düşsene! Düşsene!" Sinirle önce karnına sonra bacaklarına bir tekme savurdu. Art arda yumrukları yüzüne ve vücudunun bir çok yerine isabet ediyordu. Sonunda nefes nefese durduğunda adamın uzandığı çimler boydan boya koyu kırmızı kanla kaplanmıştı, adamın yüzü gözü şişmiş, tamamen tanınmaz bir hale bürünmüştü. Teru sertçe adamın saçlarından tuttu. Adam yüzükoyun bir şekilde yerde dururken kafasını kaldırmıştı.
"L-Lütfen.." Teru gözlerini kısıp adama iğrenerek baktı.
"Kaldır kafanı, kaldır!" Başını zorla ormanlık alana doğru çevirdi. Karşısında, olanları şaşkınlıkla izleyen Rumu vardı, keskin tırnaklarını kullanarak sarmaşıkları kesmişti ve en kısa sürede peşlerinden gelmişti.
"R-Rumu... ya-yardım et." Elini titreyerek kendisine doğru kaldıran adamdan bir adım uzaklaştı. "Sana karşı h-hep iyi olmadım mı? Yardım edersen bir daha sana asla vurmayacağım s-söz veriyorum." Rumu korkarak bakışlarını kaçırdı. Ne yapmalıydı? Avcı yeniliyor olamazdı değil mi? Kaybetmesi imkansızdı onun.
"Özür dile." Kahkülleri Teru'nun gözlerini kapattığı için ifadesini anlamak zordu.
"Yıllarca yaptıkların için ondan özür dile şerefsiz." Teru sıktığı dişlerinin arasından sinirle konuştu, yüz hatları öfke ve iğrenmeyle olabildiğince gerilmişti.
"Ö-Özür dilerim. Her şey için."
"Daha istekli!"
"B-Beni affet." Teru adamın saçlarını bıraktı ve kafası yüzükoyun yere düştü. Yerde duran baltayı aldı ve Rumu'ya baktı.
"Bu zaman kadar yakalayıp acı çektirdiğin değişkenlerin ruhları şu an burada huzur bulacak. Onlara yaptığının aynısını bularak öleceksin."
"Hayır dur yapm-" Sözünü bitirmesini bile beklemeden baltayı setçe adamın boynuna indirdi. Temiz bir şekilde tek seferde adamın boynunu koparmıştı. darbenin etkisiyle kesik kelle bir kaç tur yerde yuvarlandı, durduğunda yüzü Rumu'ya dönük bir şekilde durdu. Hareketsiz yüz kan çanağına dönmüştü, her yeri şişmiş, adeta kırmızı bir hamur topuna benziyordu. Adamın açık kalan gözlerinde son anındaki korku sabit kalmıştı, öldürdükleri bütün değişkenlere yaşattığı gibi aynı korku çehresine kazınarak cehennemi boylamıştı.
Teru soluk alış verişi düzeldikten sonra yavaşça Rumu'ya doğru geldi. Yüzündeki ifadeyi gerçekten merak ediyordu ama gördüğü şey karşısında gerçekten şaşırmıştı. Rumu yerdeki kopuk kafaya bakarak ağlıyordu, gözlerinde öyle inanmaz öyle inkarcı bir ifade vardı ki elleri şişmiş yüze dokunup kontrol etmek istercesine kafaya doğru gidip geliyordu.
"Adın Rumu'ydu değil mi?" Teru yanına gelip çömeldiğinde Rumu istemsizce geri çekildi. Teru kısa bir süre ne yapacağını düşündükten sonra bakışlarını kaçıran Rumu'ya dönerek şefkat dolu bir şekilde gülümsedi.
"Tebrikler. Artık özgürsün." Özgürlük? Bu kelime bir anda Rumu'nun aklında binlerce defa yankılandı. En başından beri duymak istediği, ulaşmak istediği anahtar kelime bu muydu? Özgürlük müydü?
"Bugün burada özgürlüğünü kazandın ama bunu sana ben vermedim. Uzun zamandır bu adamı yenmeye çalışıyordum ama sıradan bir saldırı yapmak fazla tehlikeli olacaktı, onun ayağıma kadar gelmesi işimi çok kolaylaştırdı." Teru gerçekten Avcı'nın söylediği gibi bir kahraman mıydı? Rumu ürkek ve ne yapacağını bilemez bir şekilde Teru'yu baştan aşağı süzdü. Bakışları en son yüzündeki şefkatli gülümsemede sabitlendi. Yüzünde bir şey onu rahatsız etmişti, bu o gülümsemeyle alakalı mıydı? Tanımlayamadığı bu duygu neydi gerçekten?
Teru, Rumu'nun yüzündeki karışık ifadeyi görünce daha da çok güldü. Yılların yorgunluğuyla kanatları bükülmüş bu kıza birden sıkıca sarıldı. Sarılıp sırtını yavaşça sıvazladı.
"Her şey geride kaldı. Önünde koca bir yol var. Umarım hayatının bundan sonraki kısmında çok mutlu olursun." Geri çekildiğinde ayağa kalktı, Rumu hala karmaşık duygular içerisinde Teru'ya bakıyordu, arkasını dönüp giderken bütün hücreleri onu durdurması için haykırıyordu.
"B-Ben..şimdi ne yapmalıyım?!" Aklındaki en büyük soru dudaklarından dökülmüştü. Teru yüzünü tam dönmeden hafifçe başını çevirdi.
"Ne olacağını seçmek senin elinde."
"Benim elimde.." Teru bir kaç adım atarken Rumu hızlıca ayağa kalkıp koluna yapıştı.
"Benim gibi olanları kurtardığın doğru mu?!" Teru önüne doğru döndü, kahkülleri gözlerini kapatıyordu.
"Benim amacım dünyadaki bütün değişkenlere yardım etmek. Hepimiz insanlarla eşit bir şekilde yaşayana ve bizi topluma kabul ettikleri güne kadar... Bunu denerken yaralansam da, kan akıtsam da düşmanlarımı öldürsem de... arzuladığım o dünyayı yapacağım." Son kelimeden sonra başını kaldırıp gözlerini tekrar Rumu'ya dikti. Tatlı bir şekilde gülümseyen yüzüne sıcak gün ışığı vuruyordu, koyu kahve rengi gözleri yıldız gibi parlarken içlerinde umut görülebiliyordu. Afallamış kız Teru'nun kolunu bıraktığında Teru tekrar ilerlemeye başladı.
"Kararımı verdim." Rumu yumruklarını sıkarak kurtarıcısına baktı. "Öldürmekten başka bir şey bilmesem bile seni takip edeceğim. Hayatımın sonuna kadar arkandan gideceğim ve seni koruyan gölgen olacağım. Amacını gerçekleştirmen için her şeyi yapacağım."
"Bu öyle kolay gerçekleşecek bir şey değil ve bana borçlu hissetmene gerek yok. Hayatın senin artık kimseyi dinlemek zorunda değilsin."
"Biliyorum ve kendi öz irademle söylüyorum ki seni takip etmek istiyorum. Cehenneme bile gitsen peşinden geleceğim."
İkisinin de aklına aynı anılar geldiğinde birbirlerini görmeden gülümsediler. Yılların bu kadar çabuk geçtiğine inanmak zordu. O günden bu yana tam sekiz yıl geçmişti. Rumu ve Teru o gün 18 ve 16 yaşlarında iken bugün 26 ve 24 olmuşlardı. O zaman sadece bir kaç kişiden oluşan Blood'u şimdiki güçlü ve korkusuz haline getirmek çok emek istemişti. Nostaljik duygu ikisini de sarmışken birbirlerine bakmalarına gerek yoktu.
"Cehenneme bile gitsen seni takip edeceğim." Yüzleri farklı yerlere baksa da sırt sırta vermiş bir şekilde karşılıklı gülümsediler.