Bölüm 13: Oh, Soylu Kan!

avatar
575 0

The Zombie Knight Saga - Bölüm 13: Oh, Soylu Kan!



İkinci Cilt: Kraliçe ve Ülke

Bölüm 13: Oh, Soylu Kan!

Çevirmen: Lucius

 

Bölüm 13: Oh, Soylu Kan!

 

Karşılama salonuna sessizlik çökmüştü. Helen yalnızce sessizlik içinde kitap okurken, geniş yazı masasının diğer tarafındaki genç adam huzursuzca yirminci kez olduğu yerde döndü.

 

Helen onun adını unutmuştu. “V” ile bir şeydi sanki. Soylu ve Carthrace Sarayı’ndaki kuzenleriyle bağlantısı var. Bu iki vasıf da onu niteliksiz kılıyor.

 

Rahatsızca bir süre yerinde oturamayan genç adam sonunda içtenlikle bir soru soracak kadar cesaret topladı. “S-saygısızlığımı affedin Majesteleri, ama bu ziyaretin bir amacı var mıdır?”

 

Gülümsedi. “Majesteleri” sıradan olanların ona hitabet şekliydi. Onun “Ekselansları” diye hitap etmesi lazımdı. Tabii ki biraz keyif vermek dışında bir farkı yoktu. “Bir amacı olması mı lazım?” söyledi.

 

Yüzünde yaşadığı açmazlıklar okunuyordu. “Affınıza sığınıyorum Majesteleri ama bizi böyle sizinle bireysel şekilde… bir amacı olmadan oturmaya çağırmanız bana çok garip geldi.”

 

“Bu neden garip oluyor peki?” konuştu.

 

Başka bir cevabı olmadığından ortama sessizlik geri döndü.

 

Gümüş kaplı filigran desenli saate baktı. “Artık gidebilirsin.” dedi. Oğlan kalkarken ekledi. “Çıkarken sıradaki kişiyi içeri gönder lütfen.” Gidişini izledi.

 

‘Sonunda o kızın sırası geldi, değil mi?’ dedi Mehlsanz. ‘Lütfen öyle olduğunu söyle. Bu bekleyişten çok sıkıldım.’

 

Helen ocağın yanındaki ölüm meleğine baktı. Onun görüşüne göre, Mehlsanz hayaletimsi gri bir şeydi, belli belirsiz bir kadınsı şekli ve zihinde kalıcı yönünde daha güzel bile denebilirdi. ‘Gerçekten öyle.’ Helen konuştu. ‘Aslında ben de beklemekten sıkıldım.’

 

‘Daha az sabır gerektiren bir plan bulamadın mı peki?’

 

‘Bir ölüm meleğinin bekleme görevine iyi uyacağını düşünmüştüm.’

 

‘İyi uyarım ancak hoşlanmam.’

 

Geniş kapılar tekrar açıldı ve içeriye genç bir kadın girdi. Helen onu karşılamak için doğruldu. “Otur lütfen.” dedi.

 

Kız oturdu. Kılıcını kılıfıyla birlikte belinden çıkardı ve hürmetkar bir hareketle yanına koydu, Kraliçe Muhafızları kılıcı reddettikleri için bu hareket biraz demodeydi.

 

Kızın ismi, Lynnette Edith’ti. Dosyasına göre yalnızca on dokuzundaydı, ancak keskin gözleri ve haşin yanakları onu daha olgun gösteriyordu. Karamel kahverengi cildinin üstünde beyaz-mavi bir üniforma vardı. Parlak siyah dalgalı saçlarını omuzlarının üzerine uzanan örgülü bir at kuyruğu şeklinde bağlamıştı ve açıkça görülüyordu ki Kraliçenin gözünün içine bakmaktan korkmuyordu.

 

“Bu silahı gittiğin her yere götürüyor musun?” Helen sordu.

 

“Evet. Ekselansları.”

 

Helen sessizliğin sürmesine izin vermedi. “Neden burada olduğunu merak ediyorsun, değil mi?”

 

“Evet, efendim. Herkes merak ediyor.”

 

“Aslında sadece bir aldatmaca.” Kraliçe devam etti.

 

“Efendim?”

 

“Bu toplantıyı sırf seninle buluşmak için düzenledim.” Açıkladı. “Eğer birden seninle buluşursam, herkes sebebini merak ederdi. Üstüne çok fazla dikkat toplardın bu da her şeyi mahvederdi. Ancak tüm yüz on iki muhafızla da görüşürsem, o zaman bu toplantı önem taşımaya başlar.”

 

Lynnette’nin duruşu sertleşti. “Neden Ekselansları benimle gizli bir şekilde görüşmek istiyor? Ne yapabilirim ki b--?

 

“Bu kalede güvenebileceğime inandığım kişilerden birisin. Akranlarının çoğu ailelerine karşı sorumluluk taşır bu da en hafif deyimiyle beraberinde karmaşıklık ve can sıkıcı şeyler getirir. Ancak senin ailen bana hiç sıkıntı çıkarmıyor.”

 

“Ailem mi Ekselansları?” dedi Lynnette. “Aşağı tabakadan geldiğim için mi?”

 

“Kesinlikle.” Açık bir şekilde söyledi. “Aşağı tabakan aileler nadirdir ve sadece bunun bile senin farklı amaçlar olmadan, kesin surette bana sadık olduğunu gösterdiğine şüphem yok. Farklı kesimden gelen yoldaşların tarafından dışlandığına da inanıyorum.”

 

Genç kadının buz mavisi bakışları sertleşti. “Onlar beni dışlamıyorlar Ekselansları, ben onları dışlıyorum.”

 

“Oh? Neden peki?”

 

“Çünkü… ah… Özürlerimi sunarım Ekselansları. Pervasızca konuştum.”

 

“Hayır.” Kadife ve gül ağacından yapılma sandalyesine dönerken Helen konuştu. “Açık şekilde konuş lütfen.”

 

Lynnette’nin tekrar konuşması biraz zaman aldı. “Onlar bir avuç aptal seçkinci, Ekselansları. Gösterdikleri her küçük çabanın övgü ve ödül hak ettiğini düşünüyorlar.”

 

Kraliçenin elleri parmak uçlarında birleşti. “Senden hoşlanacağımı biliyordum.” Mehlsanz’ın kıkırdayışını duyabiliyordu.

Kızın ifadesi de aksini göstermiyordu.

 

Helen devam etmeye karar verdi. “Peki, insanlar muhafızlara yönelik ani ilgim hakkında ne söylüyorlar? Ne gibi söylentiler duydum?”

 

Lynnette isteksiz görünüyordu lakin yine de cevap verdi. “Çoğu insan resmi araştırmacılara güvenmediğinizden suikast girişimini gizlice araştıracak birini aradığınızı düşünüyor.”

 

“Ah. Ben de öyle düşünmüştüm. Sen de buna inanıyor musun peki?”

“Dürüst olmak gerekirse efendim, söylentilere pek kulak asmıyorum çünkü onları sıkıcı buluyorum.”

 

“Yazık oldu çünkü bundan sonra dinlemeye başlayacaksın.” dedi Helen. “Gizli müttefiğim olarak seni seçtim. Başkalarının korktuğu şeyleri bana anlatacaksın. Söylentileri dinlemek artık vaktini ayırmaya değer.”

 

“Ama Ekselansları…”

 

“Kendimi yeterince açık ifade ettiğimi düşünüyorum.”

 

Hemen doğrularak başını salladı. “Peki, efendim.”

 

“Bu işinden kimseye bahsedemezsin. Ne ailene, ne arkadaşlarına, ne de üstlerine. Bu girişimde benden başka kimse seni destekleyemez.”

 

“Ne girişimi, efendim?”

 

“İki gün sonra, kardeşim Nathaniel’in odasını gizlice izlemeye başlayacaksın.”

 

“Prens Nathaniel mi? Nedenini sorabilir miyim?”

 

“O sırada, birinin onu suikastçi olarak gösterecek kanıtlar bırakacağından eminim. Senden bu kanıtları kaldırmanı ve onları yerleştiren kişiyi takip etmeni istiyorum.”

 

Lynnette gözlerini kırptı. “Neden onun üzerine suç atıyorlar ki?”

 

“Çünkü suçlu o.”

 

Lynnette gözlerini tekrar kırptı. “N-ne? Ben anlamıyorum…”

 

“Yedi erkek kardeşim var.” Kraliçe konuştu. “Nathaniel açık ara en aptalı. Bu yaptığı şeyi affetmeme sağlamasa da, birisinin onu kullandığına şüphem yok. Senden benim gerçek düşmanımı bulmanı istiyorum.”

 

Genç kadının ifadesi bir süre titredi. “Sizi anlıyorum Ekselansları. Emrettiğiniz şekilde hareket edeceğim.”

 

“Teşekkürler, Lynnette. Bununla birlikte söylemeliyim ki, mali durumun geçici olarak düşüşe geçecek ve gerçek düşmanlarıma niyetimi belli etmeden de yükseltemeyeceğim. Rütbeni, Muhafızlarda yokluğunun en az sıkıntı çıkaracağı yere, gece devriyelerine düşüreceğim ancak bu yine de fark edilecektir. Dolayısıyla üstlerin seni Kraliçe Muhafızlarından tamamen de çıkarabilir.”

 

“Anlıyorum…”

 

“Benim için bu zorluğa katlanırsan sana minnettarlığımı en iyi şekilde göstereceğim. Sana sözüm olsun, sen ve tüm ailen hiçbir şeyde eksik kalmayacaklar.”

 

“Teşekkürler, Ekselansları.”

 

“Lütfen görevinin ne olduğunu tekrar söyle.”

 

“İki gün içinde, Prens Nathaniel’in odasını izlemeye başlayacağım. Birisi kanıtları yerleştirmeye geldiğinde o kanıtları kaldıracağım ve suçlu kişiyi takip ederken sorumlu kişinin kim olduğunu öğrenmeye çalışacağım.”

 

“Erkek kardeşlerimden biri ya da bir kaçı çıkması muhtemel. Yalnızca hangisi ya da hangileri olduğunu öğrenmem lazım.”

 

“Evet, efendim.”

 

“Şimdi ayrılabilirsin. Birileri toplantı sırasında ne olduğunu sorarsa, onlara herkes gibi benimle sessizce oturduğunu söyle.”

 

“Başüstüne.” Lynnette doğruldu ve kılıcını beline geri taktı.

 

“Ayrıca, çıkarken sıradaki kişiyi gönder lütfen.”

 

Lynnette başıyla onaylayarak salondan ayrıldı.

 

Helen ölüm meleğine baktı. “Zamanı geldiğinde ona eşlik etmeni istiyorum.”

 

‘Emirlerini yerine getirme konusunda ona güvenmiyor musun?’

 

“Bu sadece düşmanlarımı bulmakla ilgili değil.” Kraliçe konuştu. “Yeni müttefiklere ihtiyacım var. Umarım bana onun düşündüğüm kadar güvenilir olup olmadığını söyleyebilirsin.”

 

‘Pekala. Sanırım yapacak daha iyi bir şeyim de yok zaten.’

 

Kraliçe Muhafızlarının sıradaki kişisi içeriye girdikten sonra Helen onu da oturtarak sessizliğin tekrardan geri dönmesini sağladı.

 

Mehlsanz yeni misafirin etrafında turlayarak onu izledi ve tekrar sıkıldı. ‘Seni öldürmesi için kimin Nathaniel’i ikna ettiğine dair bir fikrin yok mu gerçekten?’ sordu.

 

‘Korkarım ki ailemi yeteri kadar iyi tanımıyorum. Beni varisi olarak seçerken babamın ne düşündüğünü gerçekten merak ediyorum. Tabii ki beni seçmesinin üzerime öfke çekeceğini biliyordur.’

 

‘Bu işin başına geçebilecek en iyi kişinin sadece sen olabileceğine inanmış olmalı.’

 

‘Belki de.’ dedi Helen. ‘Ancak ilk çocuğun tahta çıkma geleneği o kadar kolay göz ardı edilebilecek bir şey değil.’

 

‘Evet. Seni varis seçmesindeki niyetinin seni öldürtmek olduğunu sanmıyorum.’

 

‘Şu anki durumum düşünüldüğünde, babamın bu görevi bana vermesinin nedeni benim iyi iş çıkaracağımı düşündüğü için değil, diğerlerinin bunu kötüye kullanacağına inanması daha muhtemel görünüyor.’

 

‘Hmm.’

 

‘Bütün bunların arasında beni en çok rahatsız eden nokta ise suikasti zamanında fark etmiş olmama rağmen kendimi yine de kurtaramamış olmam. Aniden, en çok güvendiğim astlarım etraftan kaybolmuşlardı. Arkadaşlarımın gerçek karakterlerini düzgün değerlendiremediğim için öldüm ben.’

 

‘Ah, aynı hatayı tekrarlamama isteğin buradan geliyor demek.’

 

‘Evet…’

 

-+-+-+-+-

 

Odasında oturan Hector cebir ödeviyle mücadele verirken kafasını kaşıyor, Garovel de yanında süzülürken masanın üzerine yayılmış gazeteyi okuyordu.

 

Okuldayken günün geri kalanı oldukça garip geçmişti. Hector ne için üzgün olduklarını anlamasa da yeni öğle yemeği arkadaşları olanlar için çok üzgündüler. Biraz televizyon ve puding hakkında konuştular, daha sonrasında ise Hector çoğunlukla sadece dinledi.

 

Bununla beraber ahşap işçilik kulübünde asıl sürpriz kendisini bekliyordu. Hector’un merdivenlerden düşüş haberi her yere yayılmıştı. Başlığı üzerinde biraz daha çalışma düşüncesiyle topallayarak kulüp odasına geldiğinde, kulüpteki herkes tarafından sağlığı hakkında çok sayıda soru ve ilgiye maruz kaldı. Geçen yıl boyunca onu görmezden gelen insanlar aniden tekrar onunla konuşuyorlardı. Durumla en iyi bildiği şekilde başa çıktı. Kaçarak. Ya da en azından yalpalayarak, hızla kaçmıştı.

 

‘Sayfayı çevir lütfen.’ dedi Garovel.

 

Ç.N: Garovel’e bak sen çocuğa gazete sayfası çevirttiriyor :D

 

Dediği gibi yaptı. “Bu arada, Kraliçe hakkında neler biliyorsun?”

 

‘Çok fazla bir şey değil. Göreve hazır bir hükümdar olmak için çok genç olduğuna, hala otuzlu yaşların başlarında olduğuna inanıyorum. Ayrıca, babasının onu seçmesinin epey bir tepki çektiğini biliyorum.’

 

“Oh, evet. Ben de hatırlıyorum. Dört yıl önce falandı, değil mi?”

 

‘Evet. Aynı soydan gelen sekiz kişiden en gençleri ve yedi kardeşinin tümü de erkek. Kral onu seçerek Atreyan kraliyet geleneğini büyük ölçüde çiğnedi.’

 

“Bu doğru… herkes sadece kralın adıyla hükmedeceğini ve babası ölür ölmez yetkilerinin geri alınacağını sanıyordu… lakin kral bir yıl kadar sonra öldü ve hiçbir şey değişmedi. Şimdiye kadar yani…”

 

‘Acaba kardeşlerinden birinin onu öldürme girişiminde parmağı var mı merak ediyorum.’

 

Hector’un kaşları çatıldı. “Kardeşlerinden biri mi? Bu gerçekten boktan bir durum olurdu…”

 

‘Böyle bir güç ellerinin dibinde, bunun senin kaderin olduğuna dair boktan inançlarla da büyütülmüşsün, ve ardından bu gücün başkasına verilişini sadece izleyebiliyorsun… Yani, durumun gerçekten böyle olup olmadığını kim bilebilir? Lakin, önce o seçildiğinde ortaya çıkan kargaşa düşünüldüğünde bunu hayal etmek çok da zor değil.’

 

“Cidden…”

 

‘Aklıma gelmişken matematik çalışıyor olman gerekmiyor mu?’

 

Hector iç geçirdi. “Meditasyon yapıyor olmam gerekiyor…”

 

‘Meditasyona kendini çok kaptırıyorsun ucube. Senden şu anda benim için sayfaları çevirmeni istiyorum.’

 

“Belki de sadece… sayfaları tavana assam, sen de aralarından süzülürsün falan…”

 

‘Sadece şu lanet ödevinle ilgilen. Meditasyonu sonra yaparsın.’

 

“Ah… Bundan daha hızlı bir okuyucu olduğunu sanırdım.”

 

‘Oh, üzgünüm. Ana dilin olmayan kaç dili okuyabilirsin? Çünkü ben sadece üç yüz civarında akıcıyım.’

 

Hector gözlerini kırptı. “Üç yüz mü!”

 

‘Yani, bunlardan bir çoğu tarihe karıştı ama yine de.’

 

“Hmm… Ancak binlerce yıldır yaşıyorsun. Bu da her yüz yılda sadece bir dil öğrenmiş olduğun anlamına geliyor. Gerçekten, o kadar da etkileyici değil.”

 

‘Kapa çeneni.’

 

Sessizce, acı dolu trigonometri fonksiyonlarıyla ilgili birkaç problemi bitirdikten sonra, Garovel’in tekrar derin düşüncelere daldığını duyunca rahatladı.

 

‘Hmm…’

 

“Sorun ne?”

 

‘Sadece, bu makale…’

 

“Yine çılgın teoriler mi üreteceksin?”

 

‘Hayır.’ Bir nefeslik süre geçti. ‘Belki.’

 

“Ha.”

 

‘Burada Kraliçe saldırı gerçekleştikten bir saat sonra muhafızlarını çağırdığını yazıyor.’

 

“Ha… Bu garip mi?”

 

‘Yani. Biraz. Kraliçe Muhafızlarının daha uyanık olması gerekir, değil mi? Saldırganı yakalayamasalar da en azından saldırgan var mı bunu bilmeleri gerekmiyor mu? Hemen fark etmeseler de bir saat içindede mi fark etmediler?’

 

“Yani… ah… belki de saldırgan yoktu. Belki de sadece biri içeceğine zehir falan kattı ve kimse bunu görmedi.”

 

‘Hmm. Burada Kraliçenin “kafası karışık olduğu” ve saldırıya dair detayları henüz hatırlayamadığı yazıyor. Lanet olsun, bu da ne demek oluyor?’

 

“Evet, bunu ben de anlamadım…”

 

‘Görünüşe göre, bundan birkaç gün sonrası için halka açık bir basın toplantısı ayarlamış ve orada daha fazla ayrıntı olacağını bekliyorlar.’

 

“Garip… Çoktan üç gün geçti bile, değil mi?”

 

‘Bu işin içine… bir ölüm meleği karışmış gibi duruyor.’

 

Hector geriledi. “N-ne? Neden böyle düşünüyorsun?”

 

‘Ana sebep olarak suikastı bildirmesinin bir saat sürüşü ve bununla ilgili kimsenin bir şey bilmiyor oluşu. Belki de bu kadar beklemesinin sebebi suikastçinin onu gerçekten öldürmeyi başarmasıdır.’

 

“Vay be… yani bir ölüm meleği cidden Kraliçeyi mi diriltti?”

 

‘Şu an düşünemediğim başka bir açıklama olabilir. Ama ölüm meleklerinin gücü elinde tutan  insanları diriltmesi ve bunu bazı amaçları için kullanmaları pek duyulmamış olay da değil.’

 

“Hassiktir… Düşündüğüm şeyden mi bahsediyorsun…?”

 

Garovel ona ağır bir ifadeyle baktı. ‘Bir ölüm meleği eğer Kraliçeyi kontrol ediyorsa, neyin peşinde olduğunu öğrensek iyi olur.’

 

“Bir savaş… sikeyim, bir savaş başlatabilirler, değil mi?”

 

‘Böyle bir olasılık var.’

 

“… Ne yapacağız?”

 

‘Hmm.’ Garovel kâğıttan uzaklaştı. ‘Tehlikeli olacak ancak sanırım başkente gidip Kraliçeyi görmeliyiz.’

 

“Gerçekten mi? Ama, ah… biz… öylece Brighton’ı bırakırsak iyi olacak mı? Yani… Geoffrey ne olacak? İnsanlara zarar verebilir. Burada kalıp… onu öldürmemiz gerektiğini düşünüyorum…”

 

‘Gitmek istememin aslında başka bir sebebi daha var. Kraliçenin ölüm meleğinin bize Geoffrey hakkında bir şey söyleyebilir mi merak ediyorum. Kraliçeyi diriltmeyi seçtiyse şu anki şartları ve dünyanın durumunu benden daha iyi biliyor olabilir.’

 

“Hmm. Ama yine de… Kraliçeyle görüşebilmemizin imkanı yok. Yani… Birisi onu öldürmeye çalışmasaydı bile şansımız yoktu…”

 

‘İçeri yalnız girebilirim.’

 

Hector kaşlarını çattı.

 

‘Bana öyle bakma. Onunla buluşmak tehlikeli olmayacaktır. Eğer yeni dirildiyse, daha bana zarar veremeyecektir. Ama kesinlikle onun dışındaki her yerde bana eşlik etmeni istiyorum. Onu ziyarete giden tek ölüm meleği ve hizmetkar olmayabiliriz.’

 

“Öyle mi dersin? Peki, ah… sence başka bir hizmetkar ile dövüşmek için hazır mıyım?”

 

Garovel bir süre sessiz kaldı. ‘Kesinlikle mecbur kalmadıkça kimseyle çarpışmayacağız. Ama yine de meditasyon yapmaya başlasan iyi olur.’

 

“Doğru…”

 

‘Oh, başlamadan önce benim için küçük ilanlar hazırla.’

 

“Ne için?”

 

‘Sana araç bulmaya çalışacağım. Sescoria buradan en az bir dört yüz kilometre uzaklıkta. Oraya kadar koşamazsın.’

 

“Ben de trene binerim.”

 

‘Evet… Sorun şu ki Sescoria’dan aceleyle ayrılmak zorunda kalabiliriz. Peşimizde de birileri varsa, bir trenin ulaşmasını beklemek için pek vaktin olmayacak.’

 

“T-tamam, ama… benim bir ehliyetim bile yok…”

 

‘Pratik yapman için bir günün var.’

 

“Ah, koca bir gün mü be?”

 

‘Aralıksız yirmi dört saatlik pratik temelleri kapmak için yeter de artar bile.’

 

“Ah, ama yine de yasadışı.”

 

Ölüm meleği omuz silkti. ‘Eh.’

 

İç geçirdi. “Bu işin sonunda kazığa falan oturtulacağım, değil mi?”

 

‘Muhtemelen.’

 

“Ahh…” Hector yüzünü ovaladı. “Bütün bunların hepsi berbat bir fikirmiş gibi geliyor…”

 

‘Öyle geldiğini biliyorum. Ancak orada çok fazla hayat tehlikede olabilir. Tehlikede değillerse bu daha da iyi. Yine de bu değerli bir müttefik kazanmak için bir şans olabilir.’

 

“Evet… Sanırım haklısın…”

 

‘Halkın önüne çıkmasından önce yalnızca birkaç günümüz var. Bunları boşa harcamayalım.’

 

Başıyla onayladı.

 

 

 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 47018 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr