Bölüm 14: Aptal Ruhlar, Aklınızı Başınıza Toplayın…

avatar
494 0

The Zombie Knight Saga - Bölüm 14: Aptal Ruhlar, Aklınızı Başınıza Toplayın…



Çevirmen: Lucius

 

Bölüm 14: Aptal Ruhlar, Aklınızı Başınıza Toplayın…

 

Timothy Swank bir sokağa saptı ve nefesini tuttu. Soğuk terler içinde durarak adım seslerinin kaybolmasını bekledi. Ancak kaybolmadılar.

 

“Benden saklanmaya mı çalışıyorsun?”

 

Gelen kişiyi gördü ve çığlık attı. “Lütfen…! Y-yapma!”

 

“Ah, çığlık atmayı kes.” dedi Geoffrey. Ama konuşan kişi Geoffrey değil, bir ifadeye sahip olmayan kuklalarından biriydi. Bu kukla bir kızdı ve daha önceden tatlı olsa da şu anda hastalıklı solgun cildi ve cansız gözleriyle Swank’ın kaçmayı istemesine neden oluyordu. “Seni öldürmeyeceğim, Bay Swank. Hayatta olman daha çok işime yarar.” Ne var ki kızın yüzü ağzından çıkan kelimelere hiç uymuyordu.

 

Yutkundu ve arkasındaki tuğlaya doğru büzüşmeye çalıştı. “Onları konuşturabiliyorsun.” Görünürde çok fazla titremeye çalışırken konuştu. “Önceden bunu yapmıyordun…”

 

“Evet, biliyorum.” Kukla kızın gülümsemesi Swank’ın tüylerini ürpertti.

 

“Ben h-hala Colt’un nerede olduğunu bulamadım… U-um… Yani, arıyorum. Tabii ki arıyorum. Ama o sadece—kimse onu görmemiş, bu yüzden, ah, B-ben… lütfen…”

 

“Anlıyorum. Ne kadar yazık. Sadece kontrol etmek için uğradım. Bir toplantıya girmek üzereyim ama sen bu sırada aramaya devam et lütfen.” Kızın derisinden sanki bir çaydanlık bozulmuş gibi kızıl bir duman çıktı ve titreyerek yere yığıldı.

 

Swank bir an kusacağını sandı.

 

Son birkaç gün gerçek bir cehennemdi. Rofal Malikanesinden canını zor kurtarmıştı. Geoffrey, Colt ve korkunç maskeli çocuk o yeri tam bir mayın tarlasına çevirmiş ama nasıl olduysa, odanın köşesinde korkudan donuna sıçması hiç dikkat çekmemişti.

 

Geoffrey kesinlikle amcası gibi değildi. Joseph Rofal adamlarını başarısızlık yüzünden öldürmenin bir getirisi olmadığını anlıyordu. Ancak Geoffrey anlamıyordu. Ya da belki de anlıyor ama bunu umursamıyordu çünkü kaçmak söz konusu dahi olamazdı. Geçen gün iki adam şehirden kaçmaya çalıştılar. Şu andaysa kelleleri Geoffrey’in ofisindeydi.

 

Colt’u bulmaya yönelik arayış pek iyiye gitmiyordu. Swank’ın karakoldan Colt’un personel dosyasını almak için gönderdiği üç adamdan yalnızca biri geri dönmüştü, adamı aramayı bırakmasını söyleyen bir mesaj teslim etti. Geoffrey de zavallı herifi öldürdü.

 

Artık bu noktada ne yapacağını bilmiyordu. Rofal İmparatorluğu batan bir gemiydi ve yeni kaptanları bunu hiç umursamıyordu çünkü o lanet bir köpek balığıydı.

 

Swank kızın cesedini olduğu yerde bıraktı. Ceketinin yakasını yukarıya çekti ve ellerini cebine soktu. Şimdi bir bara doğru ilerliyordu çünkü kafasından bu fikirleri atmak daha cazip geliyordu. Pek fazla midesini yatıştırmayacaktı fakat amaç da bu değildi zaten. Her zamanki mekana girdi, yeşil neon tabelanın üzerinde “Bart’s Bar” yazıyordu. En berbat mekanlardan biriydi burası lakin daha ucuza içki satan daha iyi bir yer bulamamıştı. Gördüğü ilk yere oturdu ve barmenden bir şişe vodka istedi.

 

Ancak içmeye başladıktan sonra çok geçmeden odanın karşısındaki bir adam ayağa kalktı ve dikkatle yaklaştı. “Sen Swank mısın?”

 

Swank ona nerdeyse siktir olup gitmesini söyleyecekti ancak yaşadığı son talihsiz olayları bir süre düşündükten sonra tamamen yabancı olan birini sinirlendirmemeye karar verdi. “Evet. Sen kimsin?”

 

“Oh, önemli biri değilim.” Adam konuştu. “Ama burada bekliyordum çünkü senin bazı belli işleri almak konusunda sorulacak adam olduğunu duydum.”

 

Swank daha gıcık bir cevap hayal edemezdi. Yine de, bir ağız dolusu votkayla kendini kısıtladı ve konuştu. “Öyle mi?”

 “

Patronunun gizli çıkarları olan bir adam olduğunu duydum.”

 

Swank gözlerini devirdi. “Sanırım onun öldüğü haberini almamışsın.”

 

Her nedense, adam bunu oturması için davet olarak aldı. “Bunu duyduğuma üzüldüm. Yani bu artık sen mi baştasın demek oluyor?”

 

“Hayır.”

 

“Öyleyse yeni bir patronun var o zaman. Belki de onunla tanışabilirim.”

 

Gülüşünü zaptetti. “Güven bana, dostum. Yeni patronumla tanışmak istemezsin.”

 

“Oh, ama istiyorum. Hatta ne kadar erken olursa o kadar iyi olur.”

 

Swank adama baktı. Adamın yüzüyle ilgili bir şeyler onu rahatsız ediyordu, gerçekten temiz bir şekilde tıraş olmuş keskin bir çenesi ve içlerinde küçümseyen bir ifade olan gözleri vardı. Swank daha da büyük yudumlar aldı. “Tekrar düşündüm de, bunu ben de görmek isterim.”

 

-+-+-+-+-

 

Geoffrey ıssız krep evine gözlerini dikerken başını eğdi. Ne beklemesi gerektiğinden emin değildi. Chesterville adında küçük bir kasaba için Brighton’dan ayrılmak merağını uyandırmasını için kendi başına yeterdi. Ne  var ki davetin ayrıca Boulder Şirketi’nin CEO’sundan geldiğini görmüştü.

 

Geoffrey olumlu yönde meraktan çatlayacaktı. Parlak ay ışığı altında içeriye girdi.

 

Beş kişi bir çift birleşmiş masanın etrafında oturuyordu. Hepsi ona döndü. Aynı şekilde onlara eşlik eden beş ölüm meleği de.

 

Geoffrey herkesi incelerken aç gözlü bir şekilde gülümsedi.

 

Çevirmen: realistchildx

Düzenleyen: Gandalf

 

“Otur, genç.” dedi sağdaki yaşlı bir beyefendi.

 

Geoffrey onlara doğru yaklaşırken ölüm melekleri ondan uzaklaştı. Onun görüşünde, her ölüm meleği eski bir video kaydı gibi biraz titrek ve bulanık olması dışında oldukça insana benziyordu. “Neden beni buraya çağırdın?” sordu.

 

“Çünkü amcanı severdim.” Aynı adam konuştu. “Şimdi sessiz ol. Henüz masamızda konuşma hakkını kazanmadın.”

 

Geoffrey’in gülümsemesi daraldı. “Bana ne yapacağımın söylenmesinden hoşlanmam.”

 

Adam bir elini kaldırdı ve sıkarak yumruk yaptı. “Sessiz olmanı söyledim.”

 

Geoffrey’in ciğerlerinden hava kaçtı. Nefes almak için çırpınırken gözleri şişti ancak hiç alacak nefes bulamadı. Adama sertçe baktı ve ona doğru atıldı fakat sanki bir duvar varmış gibi görünmez bir baskı onu engelledi.

 

Geoffrey kızıl gölge ile bir yılan gibi odanın çevresinden dolandı ve masanın karşısında olan adamın ölüm meleğine atıldı.

 

Adam doğruldu ve sadece bir işaret parmağıyla gölgeyi merkezinden deldi. Gölge çatırdadı ve ışığı söndü. “Seni buraya çağırdığımda bir canavar olduğunu bilmiyordum.” dedi adam. “Ama bu hiçbir şeyi değiştirmiyor. Saygı göstermeyi öğreneceksin, genç.”

 

Geoffrey dizlerinin üstüne düşerken tekrar nefes alabiliyordu. Hepsine kaşlarını çatarak baktı ama neredeyse hiç aldırış etmediler.

 

“Nerede kalmıştık?” alçak ama kulak tırmalayan sesli biri konuştu. Bu adam o beyefendiden bile daha yaşlıydı, yüzünün her tarafı yağ lekeleri ile kaplanmış ve baştan sona rengi solmuştu. “Vincent?”

 

Önceki adam ismini kabullendi. “Kraliçe ile olan bu iş.” konuştu. “Bu saldırının sorumlusu bir suçlu çıkarsa, muhtemelen bütün işletmelerimiz zarar görecek.”

 

“Öyle mi dersin?” dedi daha genç olan bir adam. Bu kişi, düz bir gri takım elbise ve siyah çerçeveli gözlüklerle sıradan bir ofis çalışanı gibi duruyordu. “Zaten en başta o aptal prensin isteğini reddetmemizin sebebi de bu değil mi?”

 

“Evet.” dedi Vincent. “Fakat araştırmacılar bunun onun elinden çıktığını anlamazlarsa sonuç yine aynı kalır. Ayrıca eminim ki prens bunu fark etmediklerinden emin olur.”

 

“Çok doğru.” Dedi masadaki iki kadından biri. Aynı şekilde o da daha genç olandı, gül renkli, dolgun bir yüzü vardı. “Eğer halk rastgele bir suçlunun Kraliçe’yi öldürmeye çalıştığına inanırsa, daha katı bir mevzuat ve geniş kapsamlı bir kolluk kuvvetleri için dalga dalga destek yağacaktır. İşler bizim için daha da zorlaşacak.”

 

“Ama Kraliçe de kendi planlarını yapmış olmalı,” dedi diğer kadın. “Bu yaşanan olaydan sonra tatlı anların tadını çıkarıyor. Kendi başına da gerçek suçluyu ortaya çıkarabilir.”

 

“Olabilir.” dedi Vincent. “Ama bu konuda yardım edebiliyorsak etmeliyiz. Ya da en azından suçu üstlenecek uygun bir günah keçisi ayarlamalıyız.”

 

“Bizim Kraliçe’ye yardım etmemizi mi istiyorsun?” dedi en yaşlı olan adam. “Bizim?”

 

“O daha genç.” dedi Vincent. “Muhtemelen aynı şekilde bir hizmetkar da oldu. Bize borçlu kalsa, konumumuz daha da iyileşirdi, sizce de öyle değil mi?”

 

“Ciddi misin?” dedi gözlüklü adam. “O kadın sırtında bir hedef tahtası taşıyor olacak ve sadece kardeşleri için değil. Gerçekten de şu an bir ölüm meleği varsa, Öncü ve Fesih onu izliyor olmalı. Birisi ya da ikisi de onu öldürmesi için birini gönderebilir. Bu bok fırtınasının merkezine atılmamızı mı öneriyorsun?”

 

“Kendimizi ateşe atmamızı söylemiyorum.” dedi Vincent. “Ama birimizin gerçekten başkente gidip durumları izlemesi gerektiğini düşünüyorum. İşler kötüye giderse, buradan tamamen ilişiğimizi kesip başka bir ülkeye gitmemiz en iyisi olur.”

 

“Siktir et o işi!” dedi gözlüklü adam. “Atreya benim memleketim. Kimse için burayı bırakamam.”

 

Tüm gözler ona döndü.

 

“Bu senin seçimin.” dedi Vincent.

 

“Başkentte yeterince gözümüz var.” dedi dolgun kadın.

 

“Evet ama yalnızca bir hizmetkarın gözleri bunu başarabilir. Bizden birisi olmak zorunda.”

 

Grubun üstüne Kısa bir sessizlik çöktü. “Gönüllü müsün?” dedi en yaşlı adam.

 

“Eğer grubun isteği bu yöndeyse.” dedi Vincent. “Ama doğruyu söylemek gerekirse Roman’ın bunu yapmasını umuyordum.”

 

Gözlüklü adam bir kaşını kaldırdı. “Neden ben? Gerald başkentte yaşıyor.”

 

“Seni destekleyebilir ama yeteneğin bu görev için ideal. Birisini öldürmen gerekirse, cesedi ortadan en kolay sen kaldırırsın.”

 

Roman kaşlarını çattı. “Benim de kendi işlerim var, biliyorsun.”

 

“Eminim ki ikinci kumandanın sen yokken burayla ilgilenebilir.” dedi Vincent.

 

“Ahh. Peki.” Roman tulum giyen yaşlı adama baktı. “Bir süre garajında takılmamın bir mahsuru var mı?”

 

Gerald da aynı şekilde mutsuz görünüyordu. “Sadece saklanmak için, değil mi? Gerçek bir iş yapmayacaksın değil mi?”

 

“Ben gerçek işimde bile çalışmıyorum. Boklu arabalarına dokunmak istediğimi mi sanıyorsun?”

 

“Buna uyduğun sürece sıkıntı yok. Tamircilikle ilgilenen gerçek bir müşterim var.”

 

Roman güldü. “Tabii ki. Zaten kişiliklerimizi çok sevdiğin için bizle vakit geçiriyorsun.”

 

“İşin bir kısmı hem yasal, hem de kamuya açık olduğundan iyi bir itibar yapmak çok kolaydır.” dedi Gerald.

 

“Neyse ne, ihtiyar.” dedi Roman. “Aramızda gerçekten yasal bir işe ihtiyaç duyan tek kişi Vincent.” dedi Gerald.

 

“Ayrıca belli bir düzeyde bağımsızlık da önemlidir. Ancak bir hırsızdan bir iş adamının ne düşündüğünü anlamasını beklemiyorum.”

 

Geoffrey bu aptalca konuşmayı dinlemeye tenezzül etmedi. Söyledikleri şeylerden hiçbiri kendisini ilgilendirmiyordu. Tekrardan ölüm meleklerine baktı, neden hiçbirinin konuşmadığını merak etti. Belki de birbirlerinden seslerini saklıyorlardı. Ya da kendisinden. İnsan dostlarının aksine ölüm melekleri özellikle onun varlığına temkinli görünüyorlardı. Bu da onu gerçekten memnun etti.

 

İnsanlar konuşmaya devam ediyordu ancak Geoffrey dikkat etmeyi kesmişti. Bunun yerine ölüm meleklerine dik dik bakarak onlarla oynadı, onları ne kadar rahatsız edebileceğini görmeye çalışıyordu. Ancak Roman onu boynundan tutup yere yapıştırınca oyun sona erdi.

 

“Arkadaşım senden hoşlanmıyor.” dedi Roman. Ben de onunla aynı fikirde olmaya yatkınım.”

 

“Kes şunu.” dedi Vincent. “Rofal’ın veledi benim misafirim.”

 

“Bu şey bir insan bile değil.” dedi Roman. “Yaşamasına izin vermek için bir neden göremiyorum.” Roman’ın parmakları kızıl gölgeyi deldi ve Geoffrey’in derisine ulaştı.

 

Boynu yanmaya başladı. Adamın eli sanki bir tür asitmiş gibi hissettiriyordu. Geoffrey gerçek ızdırap içinde kıvrandı. Ne var ki bir an sonra, “Beni gerçekten yaralayabiliyorsun!” Hevesle gözlerini genişletti ve konuştu. “Haha! Daha fazla!”

 

Roman onu dinledi ve Geoffrey’in kahkahası öksürüğe dönüştü.

 

Vincent yaklaştı ancak karışmadı. “Disipline ihtiyacı olduğu kesin ama yararlı bir evcil hayvan olabilir. Biz de bu yararlı hayvanı destek için Rofaller’e karşı koz olarak kullanabiliriz. Onu öldürmek kesinlikle bu köprüyü yıkacaktır.”

 

Roman elini gevşetti. “Bu lanet şeylerin evcilleştirilebildiğinden o kadar da emin değilim. Vincent, ona bir baksana.”

 

Aldığı her nefeste alev yutuyormuş gibi hissediyordu. Fakat acı Geoffrey’e yalnızca daha fazla zevk veriyordu. “Sizler benim ne olduğumu biliyor musunuz?” yırtık ve hışırtılı bir sesle sordu. “Söyleyin bana!”

 

“Ah.” Vincent çocuğu tutup ayağına çekti. “İtaat edersen, sana bildiğim her şeyi anlatırım.”

 

Geoffrey’in ifadesi bozuldu.

 








Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46883 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr