Toran, işini hallettikten sonra her zamanki gibi kıytı köşede olan ve neredeyse kimsenin gelmediği
'Blood Bar' ın kapısını açarak içeriye girdi. Kapı açıldığında çalan zil sayesinde bardaklarını özenle
temizleyen barmen yeni bir müşterinin geldiğini fark etti ve hiçbir mutluluk emaresi bulunmayan
kırışık yüzüyle Toran'a baktı.
“Her zamankinden mi? Hafif ve soğuk...”
Toran, başıyla onaylayarak cebinden bir dal karanfilli sigarasından aldı ve çakmağıyla yakarak tüttürmeye başladı. Barmenin de, önüne koyduğu bira sigarasına eşlik edince yüzünde hafif bir gülümseme oluştu.
Barmen, bardaklarını silmeye devam ederken sürekli gelen müşterisinin yüzündeki bu mutluluğu merak etti. “N'oldu, Toran? Neden gülüyorsun?”
Toran, içkisinden bir yudum daha aldıktan sonra, “Han,” dedi. “O şerefsiz pislik yüzünden bu gece bir dedektifi öldürdüm.”
Barmen, tek kaşını havaya kaldırarak, “Yoksa, insan öldürmekten rahatsız olmaya mı başladın?” diye sordu.
Toran, barmenin sorusuyla sırıtarak başını sağa sola salladı. Ve, yüzünün önüne düşen ak dolmuş siyah saçını eliyle geriye doğru attı. “O, herifte aynı onun gibi gözler vardı. Kararlı gözler...” parmaklarının uçlarıyla kirli sakallı çenesini kaşıdı. “Ama, aynı onun gibi çok yaşamadı, ve aynı onun gibi avukatı da ben öldürdüm.”
Barmen, Toran'ın gözlerindeki hüznü uzun zaman sonra tekrar görünce adamın önündeki içeceği aldı.
Toran, “Hey, n'apıyorsun?” diyerek içeceğini barmenden almaya çalıştı fakat yaşlı barmen Toran'dan daha inatçıydı ve birayı lavaboya döktü. Sürekli gelen müşterisisnin önüne başka bir temiz bardak koyarak, “Bu gece sana daha ağır bir şeyler lazım,” dedi ve pahalı şaraplarından bir tanesini açtı.
“Hey, barmen. Bardağa döktüğün şarap senin kıymetli koleksiyonundan değil mi? Ben de, onun bir bardağını bile içecek para ne gezsin?”
Barmen, “Ben ısmarlıyorum,” diyerek Toran'ın cüzdanını rahatlattı. “Sürekli gelen müşterime ufak bir jest. Anlaşılan aklına yine ağır anılar gelmiş. Eğer, ağır anıları kafandan silmek istiyorsan o zaman yapacağın tek şey daha ağır bir şeyler içmek. Şimdi, şunu iç ve rahatla.”
Toran, barmenin bu ince jestine karşılık boynunu hafifçe öne eğerek minettarlığını belirtti.
Ardından, şarabını yavaş yavaş yudumlamaya başladı.
On yıl önce... bir çatışmada...
Şehrin en ünlü otellerinden birinde zengin iş insanları ve kirli işleri yerine silah sesleriyle cesetler otelin etrafını sarmıştı. Toran, mermi yağmuruna rağmen göz ucuyla koridora bakarak kaç kişi olduklarını anlamaya çalıştı ama herifler nefes dahi aldırmıyordu.
Bu gidişle keklik gibi avlanacağından inadını dizginleyerek duvarın arkasına sırtını verdi. Ve, göz ucuyla yanındaki ortağına bakarak acınası bir gülümseme belirdi yüzünde. “Burada sağ kurtulamayacak gibiyiz he, Josef.”
Josef, afrika asıllı bir amerikandı. Toran'la Las Vegas'ta kumarhanelerden birini soyarken karşılaşmıştı. İkisi de, aynı kumarhaneyi soymaya geldiklerini anlayınca kumarhaneyi beraber soymuş ve o zamandan beri beraber çalışıyorlardı.
“Alt tarafı birkaç velet, ellerinde su tabancalarıyla bize saldırıyorlar. N'olmuş Tori? Bu mu bizi durduracak?”
Toran, arkadaşının lafına kıkır kıkır gülerken, “Su tabancası he?” dedi. “Sence de, bu su tabancaları biraz tehlikeli değil mi? Bizi öldürecek kadar.”
Josef, kalın dudaklarını aralayarak koca, bem beyaz dişleriyle sırıtırken cebinden el bombasını çıkardı ve Toran'ın o an yüzü düştü.
“Bunca zamandır cebinde bir el bombası mı vardı?”
Josef, “Dokuz yaşımdan beri evden çıkarken yanıma her zaman bir tane el bombası alırım,” dedi ve el bombasının pimini çekerek geniş otel koridorunun öbür tarafına yolladı. “Aşçının imza tabağı; el bombalı güveç!”
Toran, arkadaşının bu tuhaf sözlerine yıllar geçmesine rağmen bir türlü alışamıyordu. “Deli pislik,” diye geçirdi içinden.
Josef, el bombasını attıktan sonra tekrar Toran'ın soluna geçti ve ikili kulaklarını işaret parmaklarıyla kapattılar. El bombası da çok geçmeden patladı ve oluşan kargaşadan yararlanarak ikili saklandıkları yerden çıktılar gözlerine kestirebildikleri kadar takım elbiseli p*ç kurusuna ateş ederek otelin zeminden tavana uzanan camlarına çarptı ve dördüncü kattan aşağıya atladılar.
Toran; siyah bir jipin üstüne düşerken Josef'de beyaz renkte bir ticari aracın üstüne düşmüştü. Araçların alarmları ötmeye başlayınca ikili oflaya puflaya arabaların üzerlerinden kalktılar.
“Polisler neden gelmedi sence Josef?” diye sordu Toran, sesini duyurmak için bağırmıştı.
Josef, “Kim bilir?” derken alaycı bir tavır takındı. “Belki de, mafyalar bundan sonra şuç işlemiceklerine söz vermişlerdir.”
İkili bir birlerinin sözlerine gülerlerken üst kattan silah seslerini duydular ve olayın vermiş olduğu heyecanla hiçbir ağrılarını hissetmeden son sürat koşmaya başladılar.
İkili, canlarını kurtarmak için topuklarını götlerine vura vura koşarlarken Toran, “Hey Josef,” diye arkadaşına seslendi. “Sence, mafya polise söz verirken tek ayak üzerinde mi durmuşlardır yoksa çift ayak üzerinde mi?”
“Ne bileyim, be. Belki de, parmaklarıyla kilit yapmışlardır.”
Ölmemek için son sürat koşmalarına rağmen ikili geyik muhabbet yapmaktan, hayattan zevk almaktan geri durmuyorlardı.
Adlarını bilmedikleri mafyaların birinden inanması zor ama koşarak kaçtıktan sonra ara sokaklardan geçerek terk edilmiş bir eve girdiler. Oraya, silahlarını bırakarak yeni kıyafetler giydiler ve çarşıya çıkarak izlerini iyice kaybettirdiler.
Toran; başın şapka, üstüne siyah bir kapşonlu ve altına da yırtık kot pantolon giymişti. Ortağı Josef'de kot pantolonu ve kapşonlu giymişti fakat başına şapka veya herhangibi bir şey takmamıştı.
Toran, “Sana her seferinde diyorum. Eğer şu yüzünü gizlemezsen bir gün öleceksin Josef,” dedi, sesinde net bir ciddilik vardı.
Josef, umursamaz tavırlarını sürdürerek, “Amaan boşver be Tori,” dedi. “Asıl önemli olan benim yüzüm değil. Bu gün yaşanan çatışma. Han, bize sadece basit bir koruma görevi olduğunu söyledi, ama...” Josef, dişlerini sıkarak iki kaşının ortasında diklemesine inen iki çizginin belirmesine neden oldu. “Durum bundan daha ciddiydi. Herifler, resmen bizi öldürmeye gelmişler. Bizi, Toran bizi!
Bunun ne demek olduğunu anlıyorsun değil mi?”
Toran, pantolonun ceplerinde elini gezdirerek sigara aradı fakat bulamayınca ellerini kapşonlunun ceplerine sokarak ciddi tavrını sürdürmeye devam etti. “Haklısın, Josef. Bu gün olanlar ne bir tesadüftü ne de bir baskın. Tamamıyla bizi öldürmeye yapılan bir hamleydi ve bunu yapan da o şerefsiz Han'ın ta kendisi.”
Josef, “Kurnaz p*ç,” diye mırıldandı. “Yılanın başı küçükken ezmek gerektiğini bize hatırlatıyor.”
“Hatırlatmak hafif kalır, Josef. Direk ezmeye çalışıyor fakat unuttuğu bir şey var, biz öyle kolayca ortadan kaldıra bileceği sıradan herifler değiliz. Biz...”
“Amerika'da girilmemiş kerhane soyulmamış kumarhane bırakmayan adamlarız!” diye araya girdi. Ama, ne Toran ne de kendisi güldü. Anlaşılan bu gece her ikisi için de sessiz geçecekti.
Birkaç saat sonra
İkili evlerine vardıktan sonra Josef kapıya üç kere tıklattı ve kapıyı saçları rasta olan, belirgin elmacık kemikli Josef'in çekici sevgilisi güler bir yüzle açtı.
“Hayatım.”
Josef, kapının önünde sevgilisini dudaktan öperek içeri girdikten sonra Toran'da ortağını takip etti.
Josef'in sevgilisi yüzündeki gülümsemeyi bozmadan, “Sen de Hoş geldin Toran,” dedi ama Toran oralı bile olmadı. Kadında, kapıyı somurtarak üzerine örttü. Ardından ellerini beline koyarak kafasını hafif sola yatırdı ve ölü gibi koltuklar da oturan iki hödüğe baktı.
“Hey! Siz iyi misiniz? Sanki, ölmüş gibi bir hâliniz var. Yoksa, bu işler artık size zor gelmeye mi başladı, bırakıyor musunuz?”
Josef, “Hiç umutlanma Jessica,” diyerek sevgilisinin gözündeki umut parıltılarını söndürdü.
“Nasıl gece ve gündüz birse Toran ve ben de bu işlerle o kadar biriz. Hem, bizim yapabilecek başka bir işimiz yok ki? Bu işi bıraksak ne yapacağız?”
Jessica, elinin tersini havada savurarak amerikan mutfağına geçti. “E, bari gelin de köfteli sıpagetti yiyin.”
Josef, ağzından akan salyasını elinin tersiyle sürerek ayağa kalktı ve birkaç adımda eliyle sıpagettinin köftelerine el atmaya çalıştı.
Jessica, sevgilisinin eline çatal batırarak, “Git o elini yıka,” dedi. “Dışarıdan geldiniz. Bir üstünüzü değiştirseniz bari.”
Josef'in omuzları sevglisinin bağırışlarıyla çöktü ve ortağına üstünü değiştirmesi için arkasını döndüğünde Toran'ın ellerini yıkamış, üstünü değiştirmiş bir şekilde mutfağa girdiğini gördü.
Toran, kendisine şaşkın gözlerle bakan ortağını gördüğünde, “Ne?” diye sordu. “Aç karna düşünemem.”
Toran, yuvarlak taburelerden birine otururken Jessica Toran'ın lafından cımbızla kelimeyi çekti.
Düşünemem... “Neyi düşünemezsin Toran?” tekrar sevgilisine bakışlarını çevirerek, “Bu sefer başınızı büyük bir belaya soktunuz di'mi?”
Josef, eliyle ensesini ovuşturmaya başlayınca kadının tepesi attı. “Ben size aylardır diyorum! Şu, işi bırakın. Hiçbir şey sizin canınızdan daha kıymetli değil.”
Toran, “Açıkçası para benim hayatımdan daha kıymetli,” diyerek Jessica'nın sözünü kesti.
Josef'de, “Peki ya pahalı şaraplar,” diye ekledi.
“Güzel kadınlar.”
İkili tek bir ağızdan, “Ve, daha çok para!” diye bağırdılar ve Josef elini uzatarak ortağıyla tokalaşmak istedi ama Toran elini sıkmayarak, “O elini yıka Josef,” dedi.
“A, haklısın Tori. Kusura bakma.”
Josef, elini yıkamaya giderken Jessica kollarını göğsünde birleştirmiş, ağzı açık bir şekilde koca heriflerin geyik muhabbetini dinliyordu.
Toran, kadına tabağını uzatarak, “Ben biraz sıpagetti ve köfte alayım,” dedi.
“Sizi gerçekten de anlamıyorum.”
Toran, “Boşver,” dedi. “Sadece bana sıpagetti koy, he biraz da köfte.”
Jessica, bir süre boş boş Toran'a baktıktan sonra kendisine uzatılan tabağı aldı ve sıpagettiyle köfte koydu. Bu sırada, Josef'de geldi ve onunda tabağına sıpagetti ve köfte koydu. İkili, tek bir ağızdan, “Afiyet olsun,” dediler ve Jessica'da buna karşılık, “Zıkkım yiyin,” diye yanıt verdi. Ama, bu ne Toran'ın ne de Josef'in umrunda bile değildi. Sadece, önlerindeki sıpagettiyi ve köfteleriyemek istiyorlardı.
Jessica'ysa ne kadar sinirlense de bu koca ahmakların gözlerindeki o saf mutluluğu görünce yumuşuyordu.
[Ben olmasam nasıl olurdunuz acaba? Benim koca ahmaklarım. Keşke, hep böyle devam edecek olsaydı.] (Jessica)
Gece yarısına doğru...
Josef ve Jessica çifti kendi odalarına Toran'sa salondaki koltuklardan birinin üstüne yatmış, sol elini alnının üzerine koyarak tavanı seyrederken aklında gecenin uğursuzluğuyla beraber depresif düşünceler dönüyordu. Sırtıysa, dördüncü kattan bir arabanın üzerine düştüğü için ağrıyordu fakat hiçbir kaburgası bile çatlamamıştı. Şanslıydı. Sadece şanslı...
[Jessica haklı. Eğer, böyle devam edersek çok yaşamayacağız. Bunu Josef'de biliyor, Han'da. Bu yüzden de, elinden geldiğince bizden çarçabuk kurtulmak istiyor. Başkalarına ötmemizden korkuyor besbelli. Her şey benim yüzümden... Eğer, Josef'e bu işi teklif etmemiş olsaydım bu işlere girmemiş, onun yerine başarısız bir soygun girişiminden dolayı hapis yatmış bir suçlu olacaktı. Ancak, hiç yoktan...]
Toran, hışımla yatağından kalkarak televizyonun yanından Josef'in pahalı karanfilli sigara paketinden bir dal ve paketin yanındaki çakmağı alarak dışarıya çıkıp, bir dal sigara yaktı.
[Ne saçmalıyorum ben. O, aptal bir kez hapse girmeyle uslanmazdı. Tekrar, tekrar ve tekrar hapse girerdi. Çünki, o böyle biri... asla pes etmeyen, haddini bilmeyen aptallardan biri.]
Düşüncelerinden doğan yoğun sitresi kaliteli sigaranın dumanıyla bedeninden atarken bir yandan da etrafı seyrediyordu. Gecenin ıssızlığı ve soğukluğu ürkütücü olsa da bir o kadar da güzel geliyordu gözüne. Tabii, lüks bir aracın evinin yakınlarında olduğunu görene dek.
İlk başta aklına hiçbir şey gelmedi ama kaşlarını çatarak arabaya daha net baktığında gözlerini fal taşı gibi açarak hışımla eve girdi ve kapıyı sertçe kapatarak, “Josep! Jessica! Çabuk, kaçmamız gerekiyor. Bazı p*ç kuruları bizi ifşa etmiş.”
Toran, birkaç saniye olduğu yerde kımıldamadan beklerken pencerenin önünden iki gölge silüetinin geçtiği gördü ve hemen yattığı çekyatı kaldırıp altından pistollerden birini ve mermi dolu birkaç şarjör aldı.
“Çocuklar! Uyanın artık.” silahına dolu şarjörlerden birini taktı ve mermiyi silahın ağzına aldı.
“Çocuklar?..” çiftin odasına giden dar koridor da Toran ağır adımlarla ilerlerken silahını da heran ateşlemek için uygun pozisyonda bulunduruyordu. “Josef! Jessica! O,mına k*yuğumun yatağından kalkın lan!”
Toran, hiçbir karşılık almayınca gözleri dolmaya başladı. Ve, çiftin odasının önüne geldiğinde kapının kolunu çevirerek yavaş yavaş açarken oluşan aradan da silahını sokarak odayı taramaya başladı ve başının arkasına bir şey dayandı. Bu kesinlikle bir silahın namlusuydu.
“Josef?..”
Omzunu kavrayan bir el sertçe yüz seksen derece Toran'ı çevirince ortağıyla göz göze geldi. Josef,
“Silahını ver ortak,” dedi.
Toran, “N- ne diyorsun, Josef?” diye sordu. “Gerçekten bana mı silah çekiyorsun sen?”
Josef, “Kusura bakma ortak,” diye itiraf etti. “Sevgilimle rahat bir hayat yaşayabilmem için senin ölmen gerekiyor.”
Toran, ortağının itirafıyla hiçbir şey demeden silahını Josef'in yanında duran Jessica'ya uzattı amaJosef'le de göz kontağını biran olsun kesmedi.
“O zaman, dışarıdaki araba da sizi almaya geldi öyle mi?”
“Evet, Tori. Bizi almaya geldi. Ben ve Jessica'yı.”
Toran, “Umarım mutlu olursunuz ortak,” diye bir temennide bulundu. “Umarım pişman olmazsın.
Çünki, Han bir gün seni de öldürtecek ve bunu aynı bana birazdan yapacağı gibi yapacak.”
Josef, gülümseyerek başını sağa sola salladı. “Hayır, Tori. Senin ve benim sonum farklı olacak. Ben senin gibi ölmeyeceğim.”
Toran, başını yana yatırarak ellerini havaya kaldırdı. “Yaa... Peki, bunu sevgilini söylemeye ne dersin? O, senin gibi düşünmüyor belli ki.”
Josef, Toran'ın ne demeye çalıştığını kendisine doğru bakan silahı görünce anladı. “Jessica?..”
Kadın, “Kusura bakma tatlım,” diye içten olmayan bir özürdiledi. “Seni öldürmezsem Han benim canıma okur.”
“Ama, sen beni...”
“Evet, seni seviyorum. Hâlâ seviyorum ama kendimi ve parayı daha çok seviyorum. Lütfen, kişisel algılama.”
Josef kaşlarını çatarak, “Seni sürtük!” diye öfkeyle bağırırken silahını sevgilisine doğru uzatırken kadın tetiği çekti ve Toran sert bir hamleyle Josef'in elindeki silahı kapıp, Jessica'ya doğrulturken Jessica'da Toran'a silahını doğrulttuğu sırada Toran diğer eliyle kadının silahını tutarak yukarıya doğru kaldırdı ve Jessica tetiği çekerek tavanda bir delik açtı.
Toran'sa silahını kadının gırtlağına dayayarak, “Josef çok aptaldı,” diye itiraf etti. “Ama, o adam canımı defalarca kez kurtarmış, kan kardeşimdi. Beni...” kadının konuşmasına bile fırsat vermeden tetiği çekti ve Jessica'yı oracıkta öldürdü. “...öldürmeye çalışmış olsada...”
Şimdiki zaman...
Toran, şarabını bitirince barmen hiç düşünmeden müşterisinin bardağını tazeledi. “Demek, ortağın bu şekilde öldü. Peki, neden onu kendin öldürdüğünü söylüyorsun?”
Toran, şarabından bir yudum daha aldı. Sigarasınıysa çoktan söndürmüştü, canı sigara içmek istemiyordu. “Onu Jessica'yla tanıştıran benim. Hatta aralarını bile ben yaptım denilebilir. Josef, hiçbir kadınla uzun süreli bir ilişki yaşamak istemiyordu. Ona göre ilişkiler sadece kısa süreli olanları samimiydi. Uzun süreli olanlar tamamıyla bir saçmalıktı. Ama, benim ısrarlarım sonucu Jessica'yla konuşmaya başladı ve aralarındaki ilişki gelişti, işte.”
Barmen, “Şaşırdım,” diye itiraf etti. “Senin gibi bir adam bu kadar saçma bir konuya bağlanarak vicdan azabı çekmesi. Göründüğü kadar sert değilsin di' mi Toran?”
“Saçmalık” bardağı tek dikişte bitirerek ağzını elinin tersiyle sildi. “Bu kadar sohbet yeter ihtiyar.
Ve, şarap içinde teşekkürler. Sertti...”
Toran, bardan çıkarken saat öğlen dört civarlarına geldiğinden ortam aydınlıktı ve karanlığa Alişan gözleri kamaşınca eliyle gözlerini korumaya çalıştı.
Evet; sevgili okurlar, bölümün sonuna geldik. 2 günde bir bölüm yayınlayacağım şimdiden belirtmek isterim. Tabii, beğenmeyip ve yorum yapmayı da unutmayın. Fikirleriniz ve novel hakkındaki düşünceleriniz benim için çok önemli. Bir dahaki bölümde görüşünceye dek, hoşçakalın....
Epik Novel © 2017 | Tüm hakları saklıdır..