DAHA FAZLA SİGARA

TORAN yazan FarozX
avatar
435 1

TORAN - DAHA FAZLA SİGARA


 Toran, bardan çıktıktan sonra önüne çıka ilk markete girip, birkaç tane köri soslu hazır noodle aldı. Ve, evine dönüp bunlardan birini ısıtıp yedi. Ardından, yatağının sağında kalan deri kaplama, tek kişilik koltuğuna oturup, karanfilli sigarasını yaktı ve boş gözlerle odanın içine baktı.

Evinde bir oda, bir de salon vardı. Ama, o sadece amerikan mutfaklı salonunu kullanıyordu. Duvarın bir köşesinde yatağı, yatağının solunda fransız penceresi, karşısında televizyonu, solundaysa tek kişilik koltuğu vardı. Koltuğunun sırtıysa mutfağa bakıyor, evin kapısı sol tarafında kalıyordu. 

 [Neden içtiğim sigara tat vermiyor, yediklerim mutlu etmiyor... neden? Ne ailem ne de diğer insanlar beni koşulsuz sevdi. Toplum için ben bir parazitim ve bu parazitten kurtulmak için herkes Han'a bir sertvet öder. Peki, ben Han'ı öldürmelimiyim? O beni öldürmeden önce Han'ın fişini çekmelimiyim? Eğer, onu öldürürsem Han'ın tuzaklarından kurtulurum fakat aynı şekilde onun sağladığı dokunulmazlıkta ortadan kalkar. Sırf bir düşmandan kurtulmak için karşıma onlarca düşman almaya değer mi?]

 Toran, sigarasından bir nefes aldı ve gözü yatağının başucundaki saate çarptı. 

 [Han, birazdan arar ve yeni işi verir herhalde. Paranın da kalanını o ara yatırır.]

 Sigarasından bir nefes daha aldı ve koltuğunun kolundaki kumandayla televizyonunu açarak haber kanallarından birini açtı.

 [İspatlanamayan cinayetler, işlenen yeni suçlar. Memleketin vidası iyice çıkmış. Acaba, ülkeyi felan mı değiştirsem?]

 Toran, haber kanalındaki yeni suçları ve gündemi öğrenirken telefonu çaldı. Arayan tabii ki de Han'dı. Başka kim arayacaktı ki?

 Toran, telefonu açıp kulağına götürdü. “Alo?”

 Han'ın sesi oldukça neşeliydi. “Toran! Kardeşim. İşi bu kadar çabuk bitirmen beni gerçekten memnun etti. Paranı şimdi atıyorum ve sana bir gün izin veriyorum. Bu gün güzlece dinlen.”

 Toran, sigarasını küllüğe bıraktı. “Han.”

 “Efendim, dostum?”

 “Avukatın evine süikast için gittiğim sırada onu öldürmeye çalışan başka katillerde vardı.”

 “Eee?.. Bunda ne var? Sonuçta, yeraltı dünyasından birçok isim onu öldürmek istiyordu. Bu gayet normal. Hem, senin sesinde oldukça bitkin geliyor. Uyumadın değil mi? Çabuk, yatağına gir ve uyu.

Yarın büyük bir işin var. Baya büyük..”

 Han, konuşmasını bitirdikten sonra Toran'a fırsat vermeden telefonu kapattı. 

 [Büyük iş... Daha ne kadar büyük işler yapacağım acaba? Hıh..] yüzünde ufak bir gülümseme belirdi. [Kesinlikle dinleneceğim Han ve senin koruman sayesinde yeraltı dünyasında daha da ün yapacağım. Ve, senden daha büyük bir güç bulduğum gibi seni öldüreceğim! Josep'in intikamını alacağım senden g*t herif.]

 Toran, yatağının üzerine kendisini bıraktı ve yatağa düştüğü gibi derin bir uykuya daldı.

 On iki saat sonra...

 Gecenin ilerleyen saatlerinde sabaha yakın bir vakitte Toran gözlerine açarak yatağından kalktı.

Ve, üzerindeki kıyafetleri değişerek her zaman ki sımokinlerinden birini giydi ve üzerine de siyah

bir kapan alarak, başına siyah bir fötür şapka taktı ve anahtarını pas pasın altına koyarak evinden çıktı.

 Han, büyük ihtimal horul horul uyuyordu ve görevi almada önce birkaç saati daha vardı. İçinden tekrar aynı bara gidip, barmenle konuşmak istese de göreve giderken kafası kıyak olmamalıydı. Bu yüzden de, bir kafeye girdi ve karton bardak kahvesini aldıktan sonra sahil kenarına indi. Ve, sahilkenarında bir banka oturarak kahvesini yudumlamaya başladı. Hava kılasik ingiltere havasıydı. Gök yüzünde gıri bulutlar geziniyor, heran yağmur yağacakmış gibi koyulaşıyorlardı.

 [Artık kışa giriyoruz, havalarda soğumaya başladı. Soğuk hava da insan öldürmek... cidden can sıkıcı.]

 Birkaç saat bankta öylece otururken kahvesini bitirmeye yakın telefonu çaldı, Toran'da hiç düşünmeden açtı.

  “Alo?”

 Han'ın sesi ciddi ve soğuktu. “Gerekli bilgiler telefonuna gelecek. İşi bu gün bitir. Asla, yarına erteleme.”

 Toran, daha en ufak bir söz edemeden Han telefonu kapattı. Ve, telefonuna bir mesaj geldi.

 [İngiltere Meclis Üyesi X. Evi Londra'da.... yerinde. Akşam altıda evinden polis kordonu eşliğinde çıkacak. Onları takip et. Ve, nereye gideceklerini öğren. Sakın yakalanma!]

 Normalde bu mesajlarda sadeve bilgi içerirdi ama bu sefer kendisine bir notta düşülmüştü. “Sakin yakalanma...” diye tekrarladı Toran kendisine düşen notu sesli bir şekilde okurken.

 [Demek büyük iş dedikleri buymuş. Gerçekten de büyük bir iş, ama...] Toran ayağa kalktı ve karton bardağı konteynıra atarak yakınlardaki bir taksi durağına gitti. [Yapamayacağım bir şey değil.]

Birkaç saat sonra...

 Toran, taksinden indikten sonra bir anitakı dükkanına girdi. Dükkanı içi resmen parıl parıl parıldıyordu, her tarafta nadide parçalar vardı ve altlarında yazan fiyatları da en az kendileri kadar nadirdi. Fakat, Toran buraya parasının ebbedibillah yetmeyeceği parçalara bakmak için gelmemişti.

Tezgahın başındaki kırklı yaşlarda, gözünde okuma gözlüğüyle monitörün ekranından bir şeyler okuyan kadın gelmişti.

 Kadın tüm dikkatini monitörde yazanlara verdiği için Toran'ın girdiğini görmemişti. Bu yüzden, adam kendisinin geldiğini belirtmek için tezgaha parmaklarının tersiyle tıklatarak, “Madam Elizabeth,” diye seslendi.

 Kadın, gözlerini biran tanıdık bir sesin geldiği yöne doğru çevirdiğinde Toran'ı karşısında görünce yüzünde kocaman bir gülümseme belirdi. Kadının resmen gözlerinin içi gülüyordu.

 “Torancık! Benim, sadık müşterim. Nasılsın? Yoksa bu sefer teklifimi kabul etmek için mi geldin?”

 Toran, yüzüne yapmacık bir gülümseme takınarak, “Hayır madam,” diye itiraf etti. Yüzündeki yapmacık gülümsemenin oldukça zorlama olduğunu hissederek gülümsemeyi bıraktı. “Böyle bir şeye Han'ın izin vermeyeceğini siz de en az benim kadar iyi biliyorunuz. Buraya sizin bağlantılarınızı kullanmak için geldim.”

 Kadın, “Torancığım,” diye söze başladı. “Benim, bağlantılarımı kullanmak istemeni anlıyorum ama bunun için bana yardım etmelisin. Sonuçta ne kadar ekmek o kadar köfte.”

 Madam Elizabeth'in ingilizcesi rum aksanı yüzünden bir tuhaftı ama bu onu daha tatlı gösteriyordu. Uzun süre Türkiye'de yaşadığından türkçeye de oldukça hakimdi ve yine Toran'ın anlamadığı bir deyim kullanmıştı.

 “Köfte?..” diye kaşlarını çattı Toran. Anlamadığı her halinden belliydi.

 Madam Elizabeth, “Bana ne kadar yardım edersen ben de sana o kadar yardım ederim,” diyerek müşterisinin anlamasını sağladı.

 “Peki, tamam. Söyleyin bakalım işin ne?”

 Madam Elizabeth'in resmen gözlerinin içi gülüyordu. Hemen ayağa kalkıp toz bezini Toran'ın eline tutuşturdu. “Hadi, şunların bi tozunu al.”

 Toran, etrafına bir kez daha baktı ve kadına dönüp, “Her şey zaten parıldıyor Madam,” dedi.

“Neyin tozunu alayım ki?”

 Madam, saçları aklarla dolmuş otuzlu yaşlarındaki adamın göğsünün sol kısmına elini koyarak gözlerinin içine baktı. “Kalbinin üzerindeki tozları tabii ki de, Torancığım. Kalbinin üzerindeki...”

 Kadın, tekrar bilgisayarın başına döndüğünde Toran olduğu yerde birkaç dakika hareketsiz kaldı.

Ne söyleyeceğini bilemiyordu. Madamın böyle bir şey demesine ilk başta bir anlam vermemişti ama karşısındaki boy aynasında kendini görünce anladı.

 [Bu dükkana her girdiğimde o soğuk kişiliğim kayboluyor. Burası... beni değiştiriyor mu?]

 Toran, bilgisayarın başında bir şeyler okuyan kadına göz ucuyla süzdükten sonra zaten temiz olan antika parçalarını temizlemeye başladı. Ve, toz bezini her savurduğunda anılarına açılan perde biraz daha kalktı.

On üç yıl önce...

 Gün batımının güzelliğinin tadını çıkarabilmek için Cadillac Eldorado'sunun üzerinde prosunu yakmış tüttürürken altında mini kotu, üzerinde salaş siyah tişörtü, ayaklarında kovboy çizmeli; teni kar kadar beyaz, saçları ve gözleri gece kadar karanlık bir yetmiş boylarında asya asıllı bir amerikan olan güzeller güzeli bir kadın genç ve kaslı Toran'ın arkasına geçerek elleri adamın göğsünde birleştirdi. 


 Toran, kadının yakınlığına hiçbir tepki vermeden gün batımını seyrettiği sırada, “Akemi,” diye seslendi. “Sence bu şekilde kaç yıl daha yaşayabileceğiz?”

 Akira, başını adamın sol tarafından uzatarak, “N'oldu Toran?” diye sordu. “Seni endişelendiren bir şeyler mi var?”

 “Hayır. Sadece, her suçlu gibi biz de elbet yakalanacağız. Eğer, böyle devam eder-”

 Akemi, “Toran,” diye seslendi adama. “Bu kadar geleceği düşünme, anı yaşa. Şu güneşin batışını bak. Ne kadar güzel. Ama, bu güzellik ebediyen gök yüzünde asılı kalmayacak, karanlığa boğulacak. Her şey gibi onun da bir sonu var, bizim de bir sonumuzun olduğu gibi.”

 Toran ağzından puroyu yere attı ve ciğerlerinde kalan dumanı son bir kez üfleyerek ciğerlerine dışarıya attı. “Sanırım haklısın.”

 Yüzünü kadına doğru döndü ve siyah gözlerinin içine bakarak kırmızı dudaklarına doğru yaklaştı ve gardını indirdiği sırada lastiğin asfaltta kayma sesi kulaklarını tırmaladı ve göz ucuyla yola baktığında kırem renginde iki araba gözüne çarptı ve Akemi'yi kucaklayarak arabasının diğer tarafına atarken kendide atladı.

 Bu sırada, arabadaki herifler ellerindeki uzilerle ateş etmeye başladı. Gelişi güzel etrafa saçılan mermilerden Toran sevdiği kadını korumak için bedenini siper etmeyi göze aldı ve kollarıyla Akemi'nin bedenini sararak ona etten bir kalkan oldu.

 Saldırganlar bir süre daha ateş ettikten sonra ikilinin öldüğünü teyit etmek için arabalarından indiler ve ağır adımlarla perti çıkmış Cadillac'a doğru yürümeye başladılar.

 Toran, belindeki 500 Revolver'i çıkardı.

 [Sevdiğim kadına el sürmek... İşte, şimdi s*çtım ağzınıza.]

 Toran, adamların yeteri kadar yaklaşmasını bekledikten sonra sol elini silahın horozunun üzerine koyarak, hazırda bekledi ve ilk yanına sokulan adamın arkasından geldiğini fark ettiğinde sol elinin alt kısmıyla horozu kaldırdı ve arkasını ani bir resleksle dönerek saldırganı kafasından vurdu.

 Beyninden kurşun geçen saldırgan kanlar içinde yere yığılırken diğerleri tekrar ateş etmeye başladı. Toran, arabasının torpidosundan bir adet el bombası aldı ve pimini çekip, saldırganlar fırlattı. Ardından saklandığı arabanın arkasından çıkarken sol elini sert ve etik hamlelerle horozu yukarıya kaldırarak seri bir şekilde ateş etti ve patlamanın etkisini atlatamamış birkaç saldırganı da infaz etti.

 Hiçbir p*ç kurusunun yaşamadığına kanaat getirdikten sonra silahında kalan mermilere baktı ve yüzünde gergin bir gülümseme oluştu.

 “Hepsi bitmiş.”

 Mermileri bitmiş silahını beline koyduktan sonra hızla sevdiği kadının yanına gitti.

 “Akemi! İyi misin? Yaralandın mı?”

 Akemi, korku dolu gözlerle doğrularak ayağa kalktı. Kızcağızın beti benzi atmıştı, ne kadar korktuğu her halinden belliydi. Toran, güçlü kollarıyla kızın boynunu sararak onu sakinleştirmeye çalıştı.

 “Merak etme tatlım, her şey yolunda. Yarın ilk işimiz bilet almak, bu ülkeyi terk ediyoruz. Tamam mı?”

 Akemi, yutkunup bir süre Toran'ın gözlerinin içine baktıktan sonra mahcup bir yüz ifadesiyle, “Yapamam,” dedi. “Ben... seninle gelemem, Toran.”

 Toran'ın başından aşağıya kaynar sular dökülmüştü. “N-ne demek yapamam? Akemi, sen... sen ne dediğinin farkında mısın?” işaret parmağıyla patlayan saldırgan arabalarını gösterdi. “Bu b*k parçalarından daha onlarcası üzerimize gelecek. Biz burayı terk etmediğimiz sürece rahat ve huzurlu bir hayat yaşayamayacağız.”

 Akemi'nin gözlerinden yaşlar akmaya başlamıştı, Toran'sa sevdiği kadının hüznünü hayretle seyrediyordu.

 “Akemi...”

 “Üzgünüm... Üzgünüm, Toran. Ama... başka çarem yok. Ölmek istemiyorum.”

 “Ne? Akemi se-”

 Bir silah patlaması ve ardından gelen sıcaklık Toran'n bedenini hızla sardı. Şaşkın bakışlarla birkaç adım yalpalayarak geriledi ve karın boşluğundan giren merminin üzerini nasıl kana boyadığını seyrederken son bir kez sevdiği kadının ağlayan suratını ve elindeki silahın namusunu gördü.

Şimdiki zaman...

 O acı dolu anıyı hatırlamak Toran'ın karnındaki iyileşmiş yaranın tekrar kanamasına sebep oldu ve acıyla kurşun yarasının olduğu yeri tuttu. Bunu gören madam merakla otuzlu yaşlarındaki Toran'ın yanına koşar adımlarla gitti.

 “Toran... iyi misin, canım? Yoksa yaralandın mı?!”

 Toran, yüzüne acınası bir gülümseme takınarak, “Merak etmeyin madam,” dedi. “Bu yaranın üzerinden on yılı aşkın bir süre geçti. Sadece, kalbimin üzerindeki tozları kaldırırken aynı acıyı bir kez daha hissetmiş gibi oldum, ama hepsi bu. Merak etmeyin beni. Dediğiniz gibi her yerin tozunu alacağım.”

 Madam, Toran'ın elindeki toz bezini alarak tekrar bilgisayarının başına döndü.

 “Bu günlük bu kadar yeter, canım. Şimdi, arka tarafa geçte istediklerini al. Bizim çocuklar hazır etti, her istediğini.”

 Toran, kadının yanına sokularak bir dizinin üzerine çöktü. Madam, müşterisinin böyle bir tavır takınmasına oldukça şaşırmıştı.

 “Toran? Canım, n'apıyorsun? Ben yaşını başını almış bir kadınım, seninle evlenemem.”

 “Hayır, madam. Size evlenme teklifi etmek için çömelmedim. Sizden ufak bir iyilik daha isteyecektim sadece.”

 Madam kuşkulu gözlerle Toran'ı süzdükten sonra, “Tamam o zaman söyle bakalım,” dedi. “Ama, kesin kabul edeceğim demiyorum, bak.”

 “Anlıyorum. Şöyle ki; benim polis üniformasına ve kimliğine ihtiyacım var. Ve, bunları da en iyi siz sağlarsınız madam.”

 “Ne?! Toran, canım sen kafayı mı yedin? Bunun ne kadar büyük bir suç olduğundan haberin var mı senin? Yakalanırsan ebbedibillah hapishaneden çıkamazsın, biliyorsun bunu değil mi?”

 Toran başıyla onayladı.

 “Biliyorum, madam. Ama, size de güveniyorum. Siz bu işi bir saate halledersiniz.”

 Madam, başını yana yatırarak Toran'ın alnına bir fiske attı.

 “Hey, canım. Beni küçümseme on beş dakikaya hazır ederim. Şimdi, git yan taraftaki kafeye benden bir kahve iste.”

 Toran, “Memnuniyetle madam,” diye minnettarlığını belirttikten sonra tam ayağa kalktığında kapı açıldı ve içeriye bir genç kız girdi. Genç kızın yüz hatları ve beden ölçüleri neredeyse Akemi'yle aynıydı. Toran, bu benzerliğe anlam vermeye çalışırken genç kıza dik dik baktığını fark etti ve bakışlarını kaçırarak, “Öyle madam ben gidiyorum,” dedi.

 Toran, genç kızın yanından geçip dükkandan çıkarken madam, “Dur,” diye seslendi. Toran arkasını döndü.

 “Bu gördüğün tatlı kız, benim yardımcım. “Keiko. Ve, şuan onun da işi yok. Hadi, onunla beraber kahve için. Yalnız içmek çok can sıkıcıdır.”

 Keiko'nun yüzü kızarmaya başlamıştı. “Ama, madam.”

 “Hayır, kızım. Şuan sana ihtiyacım yok. Hadi, gidin de bir şeyler için. Hem, Bay Toran'da bizim en sadık müşterilerimizdendir. Hadi, hadi. Müşterilerle aranı iyi tut.”

 Toran, madamın bu ricasını geri çevirmek gibi bir niyeti yoktu ve kızın da ikna olmasıyla ikili kahve içmek için yan taraftaki kafeye girip, bir yere oturdular.

 Keiko, saf güzelliğinin yanında oldukça utangaçtı. Bir türlü Toran'la göz teması bile kuramıyordu.

Toran'sa halinden memnun kahvesini yudumlarken kapalı bir ortamda oldukları için sigara isteğini bastırıyordu. On beş dakika boyunca ikili sadece önlerindeki kahveleri yudumladıktan sonra nihayet vakit geldi ve Toran madamın adına hesap yazdırmak yerine hesabı ödeyerek geri döndüler.

Ardından Toran polis üniforması, rozeti, kimliği ve diğer emanetleriyle beraber arka kapıdan çıktı.

 Toran'ın gittiğine emin olduktan sonra madam genç kızın yanına sokularak, “Eee, ne konuştunuz?” diye sordu.

 Keiko, başını öne eğerek omuzlarını silkti.

 “Hiiç. Öylece kahve içtik, sadece.”


 “Sadece? Ben size baş başa bir randevu ayarladım ve siz sadece öylece oturup, kahveleriniz mi içtiniz?!”

 Keiko, mahcup bir ifadeyle madamın karşısında dururken madam da genç kızın üzerine daha fazla gitmeyerek, “Etrafın tozunu al,” dedi ve tekrar monitöründe yazılanları okumaya başladı.

 Toran'sa bir sigara yakıp denilen yere gitmek için taksi tutmadan önce son bir karanfilli sigaranın tadına baktı.


    Evet! Yeni, bölüm geldi. Biliyorum bu bölümde pek aksiyon olmadı ama yine de güzel değilmiydi? Toran'ın geçmi hakkında daha fazla bilgi edindik. Neyse, bir dahaki bölümde görüşmek dileğiyle.... 






Giriş Yap

Site İstatistikleri

  • 46887 Üye Sayısı
  • 398 Seri Sayısı
  • 44158 Bölüm Sayısı


creator
manga tr